EvliyÂnın meşhurlarından. İsmi, Ali bin Meymûn bin Ebî Bekr bin Ali bin Meymûn bin Ebî Bekr el-HÂşimî el-Kureşî el-Mağribî el-GamÂrî'dir. Kunyesi Ebu'l-Hasan olup, şerîftir. 1450 (H.854) senesinde Afrika'nın FimÂre bolgesinde doğdu.

İlim tahsîli icin, gencliğindeEndulus'e ve Fas'a gitti. Fas'da Ebû Zeyd AbdurrahmÂn el-Hamîdî'den din ilimlerini ve bilhassa MÂlikî mezhebi fıkhını oğrendi. Diğer taraftan matematik ve lisan oğrendi.Tahsîlini tamamladıktan sonra bir muddet muderrislik ve kÂdılıkta bulundu. Bu sıralardaPortekizliler, Kuzey Afrika'nın sÂhil şeridindeki istilÂlarını yaygınlaştırma hareketinde bulununca, muslumanlar cihÂd îlÂn ettiler. Ali bin Meymûn bu sırada memleketine donup cihÂd niyeti ile yapılan savaşlara katıldı.

Memleketine donduğunde ilimde yetişmiş fazîletli bir Âlim olmuştu. Peygamber efendimizin sunnet-i seniyyesine son derece riÂyet ederdi. Memleketinde fısk ve fucûr cok yayılmıştı. İnsanların coğu Âhireti unutmuş dunyÂya ve haramlara dalıp gitmişlerdi.

Ali bin Meymûn hazretleri memleketi halkına Allahu teÂlÂnın emir ve yasaklarını bildirdi. İslÂmiyet'i anlattı ve uymaları icin teşvik etti. Ancak derin bir gaflet uykusuna dalan halk; haramlardan, kotuluklerden bir turlu uzaklaşmadı. Onların bu bozuk hÂllerine daha fazla tahammul edemeyip babasından musÂde alarak doğu memleketlerine gitti. Once Kuzey Afrika'ya gidip orada insanlara doğru yolu anlattı ve cihÂdla meşgûl oldu. Askere komutanlık yaptı. Bu yıllarda İspanyollar Kuzey Afrika'ya akınlar yapıyorlardı. Ayrıca bu bolge her turlu sapık îtikÂdın yayılmasına musÂid bir hÂle getirilmişti. Buradaki sapık îtikÂdların mensûblarına karşı yoğun ve kararlı bir mucÂdeleye başladı. Ehl-i sunnet îtikÂdını yaymak icin ustun gayretler gosterdi ve Kuzey Afrika'nın değişik bolgelerine gitti. Diğer taraftan bu bolgede tasavvuf ehli Âlimler de halka hak ve hakîkatı anlatmak icin devÂmlı gayret gosteriyorlardı. Bir seferinde bu alimlerle tanıştı. Bu hÂdise tasavvufa yonelmesine yol actı. Tanıştığı zÂtlardan Şeyh İbn-i Arefe KayrevÂnî onu ŞÃ‚zilî tarîkatının meşhur şeyhi Ebu'l-Abbas Ahmed Tûzî ed-Debbûsî'ye gonderdi. Boylece ondan ilim ve feyz alıp, tasavvufta yetişti.

Sonra hacca gitti ve Sûriye'ye dondu. Lubnan'ı ve koylerini dolaştı ve Beyrut'a gecti. Burada en meşhûr talebesi Muhammed bin Arrak ile tanıştı.Bir muddet irşÃ‚d faÂliyetinden sonra meşhûr talebeleriyle Sultan İkinci BÂyezîd Han devrinde Anadolu'ya geldi. Altı sene Bursa'da kaldı. Bursa'da insanlara Allahu teÂlÂnın emir ve yasaklarını anlattı. Bu sırada Dımaşk'da (Şam) şiddetli bir kuraklık oldu. İnsanlar ve hayvanlar perişan halde, cÂresiz kaldılar. Ali bin Meymûn hazretleri insanların sıkıntıdan kurtulmaları icin merhamet ederek, nasîhatlerde bulunup, cÂre gostermek istedi. Bu maksadla orada bulunan talebelerinden birine bir mektûb gonderdi. Mektubda cok kıymetli ve pek muhim tavsiyeler ve nasîhatler vardı.

Talebesi mektubu alıp Emevî CÂmiine goturdu. O gun Cum ve RamazÂn-ı şerîfin dorduncu gunu idi. Mektubu, DÂr-ul-adl muftîsi KemÂleddîn bin HamzÂ, ŞÃ‚fiî kÂdısı İbn-i Ferfûr, MÂliki kÂdısı Hayreddîn ve Hanbelî mezhebi kÂdısı Necmeddîn bin MeflÂh'a okudu. Bunlar da mektubda bildirilen hususları diğer Âlimlere naklettiler.

Mektubda; İslÂmiyetin emirlerine uymayı, yasaklarından, haramlarından şiddetle sakınmayı, zulmetmemeyi, vakıf mallarını yememeyi, herkesin gunahlarına tovbe etmesini, Emr-i mÂrûf ve nehy-i munkeri, Allahu teÂlÂnın emir ve yasaklarını terketmemeyi tavsiye etmişti.

Âlimler bu mektub geldikten sonra halkı toplayıp yağmur duÂsına cıktılar. Ali bin Meymûn hazretlerinin talebesi, yağmur duÂsı sırasında hocasından gelen mektubu halka okuyup, gozyaşı dokerek du etti. Tam bu sırada Allahu teÂlÂnın izniyle yağmur yağmaya başladı. Her taraf suya kandı, kuraklık kalmadı.

Bursa'dan Suriye'ye geri dondu. Vaktini ilme hizmetle gecirdi. Derslerine ve sohbetlerine kÂdılar, muftîler ve bolgenin ileri gelen ilim ehli katıldı. SÂlihiye'de dort sene kaldı, sonraMecdel Maûş'a gitti.

Ali bin Meymûn hazretleri butun irşÃ‚d faÂliyetlerinde Ehl-i sunnet îtikÂdının yayılmasına gayret etti. Tasavvuf derslerinde; zuhd, şuphelilerden sakınma, dunyÂya duşkun olmama, kul hakkı ve takvÂ, haramlardan kacma uzerinde durdu.

Talebelerinden birisini başkasının mulku olan duvar uzerinde ceviz kırarken gordu. Orada ceviz kırmamasını soyleyince talebe merakla sebebini sordu. O da;

"Sen oyle ceviz kırarken duvarın toprakları dokulduğunden başkasının malına zarar vermektesin. Bu da kul hakkına girer." buyurdu.

Yine birgun talebelerinden biri ile carşıya giderken, kısa yol, bir hanın icinden geciyordu. Herkes orayı yol yapmıştı. Talebesi;

"Biz de buradan gecelim!" dedi.Ali bin Meymûn;

"Burası nedir?" diye sorunca, talebe;

"Han" cevÂbını verdi. Bunun uzerine;

"Bu han oradan gecilsin diye yapılmamış ki, oradan gecmek icin sÂhibinin izni olması lÂzım." buyurarak yoluna devÂm etti. Sultan CÂmii ismi ile anılan bir cÂminin yanına geldiler. Talebe;

"Buyrun cÂminin icinden carşıya gidelim!"deyince, Ali bin Meymûn;

"CÂmiler, Allahu teÂlÂnın evleridir. İnsanlar burayı yol yapsın diye yapılmamıştır." deyip, carşıya oradan da girmeyip başka yoldan girdi.

Talebelerinin iyi yetişmeleri icin son derece titizlik gosterirdi. Ufacık bir gevşekliklerine musÂmaha gostermez ve gorduğu kusurları hemen duzeltirdi. Cok heybetli ve sert bir mîzÂca sÂhib idi.

ZamÂnının, dîni dunyÂlık kazanmaya Âlet eden kotu din adamlarına cok kızar, onların zararlarından sakınılmasını soylerdi. DÂim hakkı soyler, insanların kınamasından hic cekinmezdi.

"Yanıma gelen Sultan BÂyezîd Han da olsa İslÂmiyetin bildirdiği şekilde davranırım." derdi. Bid'atlerden son derece sakınır, ilim ehline ikrÂm ve iltifatta bulunurdu. Kendisi icin ayağa kalkılmasını istemezdi. Her gun yirmi kadar fakir, talebesine yemek verirdi. Hediye kabûl etmezdi. Dul, yetim ve zayıflara cok merhametli idi. Onları kendisine tercih eder, fakir olduğu hÂlde gucu yettiği kadar yiyecek, giyecek verirdi.

Talebelerinin meşhurlarından AlvÂn el-Hamevî, onun menkıbelerini, Muclil-Huzn Anil-Mahzûn fî MenÂkıbı'ş-Şeyh Ali bin Meymûn adlı kitabında toplamıştır.

Ali bin Meymûn 1511 (H.917) senesindeDımaşk'da vefÂt etti. Mecdel MÂûş adlı yerde medfûndur. VefÂtından seneler sonra birkac Âlim kabrini ziyÂrete gitti. Bunlardan biri yolda kendi kendine;

"KerÂmetini gormediğimiz bir kimsenin kabrini ziyÂrete gidiyoruz." dedi. Kabre yaklaştıklarında, o cevrede bir avcının, kopeği ile birlikte bir ceylanı yakalamak icin kovaladığını gorduler. Sağa sola kacan ceylan en sonundaAli bin Meymûn hazretlerinin kabri başına gelip durdu ve hic bir yere gitmedi. Bu hÂl ziyÂretcileri şaşırttı.

Avcı gelip, ceylanı yakaladı. Avcıya;

"Bu kabrin yanına gelip, sığınan hayvanı bırak. Onu kesip yemen senin icin iyi olmaz. Bu kabirde evliy bir zÂt yatıyor..." dediler.

Avcı bu soze kulak asmadı. Ceylanı ceke ceke goturdu ve bir kenarda kesip etinden pişirip yedi. Yedikten sonra karnına bir ağrı girdi. Kıvranmaya başladı. Şiddetli ağrıdan bir turlu kurtulamadı. Gece vaktine kadar ağrı devam etti ve gece yarısı oldu. Sabahleyin cenÂzesini yıkayanlar vucudunu yırtıcı bir hayvan yemiş gibi parca parca olmuş gorduler!

Ali bin Meymûn hazretleri buyurdu ki:

"HÂlinin onda dokuzu susmak, biri de konuşmak olsun."

"Kendisine kurtuluşa ermiş bir kimsenin nazarı, bakışı erişip, yÂni bir buyuk zÂtı tanıyıp da kurtuluşa ermeyen kimseye şaşarım!"

Eserlerinden bÂzıları şunlardır:

1) BeyÂn-ul-AhkÂm fis-SeccÂdeti vel-Hırkati vel-A'lÂm, 2) BeyÂnu Gurbet- ul-İslÂm, 3) Ta'zîm-uş-ŞeÂir min-el-CevÂmi' vel-MesÂcid vel-MenÂsir, 4) Tenbîh-ul-Gabî fî Tenzîhi İbn-i Arabî, 5) Tenzîh-us-Sıddîk an Vasf-iz-Zındîk, 6) RisÂlet-ul-İhvÂn min Ehl-il-Fıkh ve Hamelet-il-Kur'Ân, 7) Er-RisÂlet-ul- Meymûniyye fî Tevhîd-il-Curumiyye, 8) Sefînet-un-NecÂt, 9) Şerhu Erbe'în en-Neveviyye, 10) Şerhu Mukaddimet-ul-Cezûliyye, 11) Akd-uş-Şeref fit- TÂrihiyye, 12) Gurbet-ul-İslÂm fil-Haleb veş-ŞÃ‚m, 13) Keşf-ul-EmÂre fî Hakk-ıs-SeyyÂre, 14) MebÂdi-us-SÂlikîn il MakÂmÂt-il-Ârifîn, 15) Munteh- it-Taleb fî Eş'Âr-il-Arab, 16)MevÂhib-ur-RahmÂn fî Keşfi AvrÂt-iş-ŞeytÂn.

BU HÂLİN NEDİR?

İki arkadaş, Ali bin Meymûn'a talebe olmak uzere yanına geldiler. Kabûl edip ders vermeye başladı. Bir muddet sonra bunlardan biri ayrılıp gitmek istedi. Arkadaşı kalması icin cok ısrar etti ise de, başaramadı. NihÂyet ayrılıp gitti. Gittikten kısa bir muddet sonra geri dondu. HÂli ve kararı değişmişti ve ağlıyordu. Arkadaşı hÂlini merak edip;

"Bu hÂlin nedir? Sana ne oldu, neden dondun?" diye sorunca şoyle dedi:

"Buradan ayrılıp memleketime donmek uzere yola cıktım. Bir muddet yol aldıktan sonra yolda hocamızı Âniden karşımda gordum. Nasıl olur diye cok şaşırdım. Karşımda o kadar heybetli duruyordu ki, urpermeye başladım. Sonra gozden kayboldu. Bundan gitmeme rÂzı olmadığını anladım. Onun bu kerÂmetini gorunce ayrılıp gitmekle buyuk hatÂya duştuğumu anladım. Artık donup ilim oğrenmek icin karar verdim." diyen bu talebe, hocasının derslerine ve sohbetlerine devam edip, tam mÂnÂsıyla olgun bir ilim ehli oldu.
__________________