Hindistan'da yetişen buyuk velîlerden. Asıl ismi, BahtiyÂr el-Ûşî Dehlevî, babasınınki MûsÂ'dır. Lakabı Kutbuddîn'dir. Ayrıca Kutb-ul-aktÂb, Kutb-ul-İslÂm, Melik-ul-meşÃ‚yih, SultÂn-ut-tarîkat, BurhÂn-ul-hakîkat, Reîs-us-sÂlikîn, İmÂm-ul-Âmilîn, SirÂc-ul-evliy ve TÂc-ul-asfiy diye de tanınır. Nesebi hazret-i Ali'ye dayanmakta olup seyyiddir.

1173 (H.569) senesinde, MÂverÂunnehir'de Ûş veya Avaş denilen kasabada doğdu. 1235 (H.633) senesinde Hindistan'da Dehlî'de vefÂt etti. Kabri orada olup, en tanınmış ziyÂret yerlerindendir. KÂbrini ziyÂret edenler, mubÂrek rûhundan feyz almakta, nûr sacılan kabrinden istifÂde etmektedirler.

HÂce Kutbuddîn hazretleri daha bir bucuk yaşındayken, babası SeyyidKemÂleddîn Mûs vefÂt etti. Bu sebeble HÂce hazretlerinin ihtimÂm ile yetişmesini, sÂliha ve takv sÂhibi bir hanım olan annesi sağladı. İlim tahsîline beş yaşında başlayan HÂce hazretleri, ilk olarak MevlÂn Ebû HÂfız'dan okudu. On yedi yaşındayken bir vesîle ile bulundukları şehri ziyÂret eden HÂce Muînuddîn Hasan Ceştî hazretlerini gordu. Bu buyuk velînin talebesi olmak arzusu birden bire kendisinde şiddetlenince, talebeliğe kabûlu icin yalvardı. HÂce Muînuddîn-i Ceştî hazretleri kalb gozuyle bu genc tÂlibin, ilim oğrenmek arzusunun ve velîlik yolunda yukselmek istidÂdının pek fazla olduğunu gorerek, onu talebeliğe kabûl etti. O buyuk velînin sohbeti bereketiyle, velîlik yolunda ustun derecelere, yuksek makamlara kavuştu.

Bir ara BağdÂt'a geldi. Burada Ebu'l-Leys-i Semerkandî CÂmiinde, zamÂnının buyuk velîlerinden ŞihÂbuddîn-i Suhreverdî, Abdullah-i KirmÂnî, BurhÂneddîn-i Ceştî, Muhammed İsfehÂnî ve başka zÂtların sohbetlerinde bulundu. İlimde ve velÂyet yolunda cok yuksek mertebeye geldi. İlmini arttırmak icin nice sıkıntılara katlanarak cok yerlere gitti. Irak, İran, Afganistan ve başka yerlerdeki bircok Âlim ile goruşup, onların sohbetlerinde bulundu. Kendisi de bu yolda bircok velî yetiştirdi. Bunlar icinde en meşhûrları; buyuk velî Ferîduddîn-i Genc-i Şeker (Şeker Genc), Bedreddîn-i Gaznevî, BurhÂneddîn-i Belhî, ZiyÂuddîn-i Rûmî, SultanŞemsuddîn Altamış ve KÂdıHamîduddîn-i NÂgûrî'dir.

Kutbuddîn-i BahtiyÂr, seyÂhatlerinden birinde, Şeyh BehÂuddîn Zekeriyy Suhreverdî tarafından dÂvet edildiği Multan şehrini ziyÂret etti. Şeyh BehÂuddîn, o zamanda Hindistan'da buyuk bir şohrete sÂhipti. HÂce Kutbuddîn'in Multan'daki ikÂmeti sırasında, Moğollar Hindistan'a saldırıp Multan'ı muhÂsara etmişlerdi. Kabaca Bey adındaki Multan vÂlisi, Moğolların hucûmlarının savuşturulması icin mÂnevî yardımda bulunmasını Kutbuddîn-i BahtiyÂr'dan istirhÂm etmişti. O da, duşmanın puskurtulmesi icin Allahu teÂlÂya yalvardı. DuÂlarının kabûlu neticesinde duşman kuşatmayı kaldırıp cekildi.

HÂce Kutbuddîn-i BahtiyÂr, Ecmir beldesinde talebelere ilim oğreten doğru yolu gosteren hocası Muînuddîn-i Ceştî hazretlerinin ayrılığına tahammul edemeyip, bir zaman Ecmir'e gitmek uzere yola cıktı. Giderken yolu Dehlî'ye uğradı. Buranın emîrî, Sultan Şemseddîn Altamış kendisine cok alÂka gosterdi. Orada kaldığı birkac gun icinde, kendisine olan hurmeti, muhabbet ve bağlılığı her gun bir kat daha artıyordu. Ayrılmasını hic istemiyordu. Fakat HÂce hazretlerinin de, hocasının ayrılığına tahammulu kalmamıştı. O bakımdanEcmîr'e gitti. Ecmir'den donuşte, tekrar Dehlî'ye uğradı. Dehlî'nin hemen yakınında bulunan ve Kelû Kherî denilen yerde yerleşti. Sultan, her ne kadar onun Dehlî'de kalmasını arzu ettiyse de, o Dehlî'nin dışındaki bu yere yerleşmeyi tercih etti. SultÂnın, ona olan muhabbet ve bağlılığı pek fazlaydı. Feyz ve bereketlerinden istifÂde etmek maksadıyla, haftada iki def hizmetine gelirdi. Sonradan Sultan, HÂce Kutbuddîn'in devamlı ve en sÂdık talebelerinden oldu. Bu makamdayken de, tekrar hocasının Dehlî'ye yerleşmesini, orada kendisiyle birlikte kalmasını istedi. Cunku kendisine daha cok hizmet edebilmek ve sohbetlerinde daha cok bulunabilmek arzusu cok fazlaydı. Hem hocasıDehlî'de bulunursa, yanına gidip gelmek icin harcayacağı zamanı devlet işlerine ayırabilirdi. HÂce Kutbuddîn, bu arzuyu şimdilik yerine getiremeyeceğini bildirdi.

HÂce hazretleri burada kaldığı zaman icinde, bir taraftan sohbetine koşanları yetiştiriyor, bir taraftan da sultÂna yol gosteriyor, doğru yolda yurumesini ve ahÂlisine nasıl muÂmele etmesi icÂb ettiğini oğretiyordu. Sultan da bu nasîhatlere uyarak, bildirilenleri seve seve yerine getiriyordu. Bu sırada Dehlî'de ŞeyhulislÂm olan Nûreddîn-i Gaznevî'nin vefÂtı uzerine, Sultan, HÂce Kutbuddîn'in bu vazifeyi almasını teklif etti ise de kabûl etmedi. Bunun uzerine, ŞeyhulislÂmlık makÂmına Necmeddîn-i Sugr isimli bir zÂt getirildi. Bu kimse, bu yolun buyuklerinden HÂce Osman HÂrûnî'nin talebesi olmakla berÂber, bu makÂma gelince, SultÂnın ve diğer insanların, HÂce Kutbuddîn hazretlerine cok alÂka gosterdiklerini cekemedi, kıskandı. Ne pahasına olursa olsun, onu Dehlî'den uzaklaştırmaya karar verdi. Necmeddîn-i Sugr isimli bu kimse, insanların teveccuhune, makam sevgisine ve benlik duygusuna kapılmakla, Allahu teÂlÂnın bir velî kuluna karşı olmak gibi cok buyuk bir felÂkete duşmuştu. Bir fırsat bulup HÂce'ye iftir etmenin yollarını arıyordu.

HÂce Kutbuddîn hazretleri, yanında Sultan Şemseddîn Altamid ile berÂber bir gun oğle uzeri geziyorlardı. SultÂnın mÂiyeti de kendilerini tÂkib ediyordu. Âniden ağlayan, feryÂd eden bir kadın ortaya cıktı. Bu kadın SultÂna yaklaşarak, cok zor durumda bulunduğunu, kendisine yardımcı olmasını, nikÂhlarını kıymasını, istiyordu. Sultan, perişan vaziyetteki bu kadına kiminle nikÂhlanmak istediğini sorunca, kadın; (HÂce hazretlerini gostererek) "Yanınızda yuruyen bu kimse ile bizi nikÂhlamanızı istiyorum. Zîr gayr-i meşrû bir şekilde ondan hÂmile kaldım." dedi. Orada bulunanların hepsi, HÂce Kutbuddîn'in boyle bir fiili işlemiş olabileceğine ihtimÂl vermiyorlardı. Bunun icin, HÂceKutbuddîn hazretleri dÂhil, orada bulunan herkes hayretler icerisinde kaldılar. HÂce Kutbuddîn, hayÂtında ilk def karşılaştığı boyle bir hÂl karşısında ne yapacağını şaşırdı. Yonunu, hocasının bulunduğu Ecmîr beldesine cevirerek, karşılaştığı bu cirkin iftir ve cok zor durum karşısında kendisine yardımcı olması icin butun kalbi ile hocası Muînuddîn-i Ceştî hazretlerinden yardım istedi. Bulundukları belde ile hocasının bulunduğu Ecmîr beldesinin arasındaki mesafe 258 km idi. O anda, orada bulunan herkes HÂceMuînuddîn'in kendilerine doğru gelmekte olduğunu gorduler. ZÂten şaşırmış vaziyette bulunan Sultan ve berÂberindekilerin şaşkınlıkları, Muînuddîn hazretlerini gorunce daha cok arttı. Hemen koşup karşıladılar. Muînuddîn-i Ceştî, orada bulunanlarla musÂfeha ettikten sonra, HÂce Kutbuddîn'e donerek; "Bizden nicin yardım istemiştin?" buyurdu. O ise, bu hÂdisenin tesiri ile bir şey konuşamıyor, sÂdece gozlerinden yaşlar akıyordu. Kalb gozu ile bu hÂdiseyi zÂten bilmekte olan Muînuddîn hazretleri, orada bulunan iftirÂcı, ahlÂksız kadına dondu. "Ey bu kadının rahminde saklı bulunan cocuk! Annen olacak bu kadın, senin babanın bu Kutbuddîn olduğunu iddi ediyor. Şimdi sen konuş ve doğruyu soyle!" buyurdu. Allahu teÂlÂnın izniyle, o fÂhişe kadının rahminde bulunan cocuk orada bulunanların hepsinin duyabileceği bir ses ile konuşmaya başladı ve dedi ki: "Annem olacak bu kadının sozleri, kahredici bir yalandır, iftirÂdır. Bu kadın edebsizin, fÂhişenin biridir. HÂceKutbuddîn'e duşman olanlar, onu kıskananlar, kendisini halkın gozunden aşağılamak icin bu iftirÂyı hazırladılar. ZÂten fÂhişe olan ve falan kimseden hÂmile kalan bu kadını kullandılar." Ana rahmindeki cocuğun bu sozlerini orada bulunanların hepsi duydular ve cok hayret ettiler. Kadın bu hÂl karşısında, SultÂnın ve orada bulunan diğer zÂtların huzûrunda sucunu îtirÂf etmek mecburiyetinde kaldı.Hakîkat de anlaşıldı.

HÂce Kutbuddîn; Dehlî'den, Ecmîr'de bulunan hocası HÂceMuînuddîn'e, ayrılık ateşine dayanamadığını, huzûruna varıp elini opmek, mubÂrek huzûrları ile şereflenmek icin musÂade istediğini bildiren bir mektup yazdı. Talebesini cok seven Hace Muînuddîn de, o gunlerde Dehlî'ye doğru yola cıkmıştı. Onun geldiğini haber alan Sultan ve ahÂli, kendisini karşılamak ve evlerine buyur etmek icin şehrin dışına kadar cıktılar. Necmeddîn-i Sugr ise, HÂceMuînuddîn'in gelişi ile hic alÂkadar olmamıştı. Buna rağmen HÂce Muînuddîn, şehre geldikten sonra, Necmeddîn-i SugrÂ'yı evinde ziyÂret etti.Sohbet esnÂsında, Necmeddîn, kendisinin ŞeyhulislÂmlık makÂmında bulunduğu hÂlde, herkesin HÂce Kutbuddîn'e rağbet ettiğinden, kendisinin îtibÂrının kalmadığından yakınarak bÂzı şeyler soyledi. HÂce Muînuddîn bu kimsenin hÂline ve mÂnÂsız duşmanlığına uzulerek, tatsızlığın ortadan kaldırılması icin, talebesi Kutbuddîn'in Dehlî'den ayrılarak kendisiyle berÂber Ecmîr'e gelmesini emretti. Bunu haber alan Sultan ve ahÂli şaşkına donduler. Cok uzulduler. NihÂyet, HÂce Kutbuddîn hocası ile berÂber Ecmîr'e gitmek uzere yola cıktı. Fakat Sultan ve ahÂli, HÂce Kutbuddîn'i cok sevdiklerinden bu ayrılığı bir turlu kabûl edemiyorlardı. Hepsi yollara dokulduler. FeryÂd u figÂn ediyorlar, ağlÂyıp sızlayarak HÂce Muînuddîn'e, HÂce Kutbuddîn'i goturmemesini,Dehlî'de bırakmasını isteyerek yalvarıyorlardı. HÂce Muînuddîn de ahÂlinin Kutbuddîn-iBahtiyÂr'a olan muhabbetini anlayarak ve ısrÂrlarına dayanamayarak, HÂceKutbuddîn'e burada kalabileceğini soyledi ve; "Seni buradan alıp goturmekle, bu kadar cok insanın uzulmelerini, gonullerinin yaralanmasını istemiyorum. Onları kendime tercih ediyorum. Kendim, senin ayrılığına tahammul etmeye calışacağım. Sen burada kal! İnsanlara Muhammed aleyhisselÂmın doğru yolunu anlatarak, onların ebedî felÂkete gitmelerine mÂni ol! Allahu teÂl yardımcın olsun." buyurdu.Her ikisi de goz yaşları icinde ayrıldılar. Biraz once ayrılık gozyaşları doken Sultan ve ahÂli, şimdi sevinclerinden ağlıyorlardı. Bu hÂdise, onların Kutbuddîn hazretlerini daha cok sevmelerine, kendisine daha cok bağlanmalarına vesîle oldu.

HÂce Muînuddîn-i Ceştî hazretleri, vefÂtından kırk gun evvel, Dehlî'de bulunan HÂce Kutbuddîn'in Âcilen Ecmîr'e gelmesini istedi. Bu haber HÂce Kutbuddîn'e ulaşır ulaşmaz hemen yola cıktı. Ecmîr'e geldi. Bir gun HÂce Muînuddîn talebelerine; "Ey dervişler! Biliniz ki ben, birkac gun sonra bu dunyÂdan ayrılırım." buyurdu. Bu soz, talebelerin ve kendisini tanıyıp sevenlerin uzerine bir uzuntu bulutu olarak cokuverdi. Yanında bulunan ve yazıcılık hizmetini goren Ali Sencerî'ye, HÂce Kutbuddîn-i BahtiyÂr KÂkî'nin Dehli'de bulunmasını, oraya gitmesini emreden bir ferman yazdırdı. "Onu, vekîl tÂyin ettim. Bizim Ceştî hÂcegÂnının (Ceştîyye yolu buyuklerinin) mukaddes emÂnetlerini, bunlara mahsus bÂzı eşyÂyı ona verdim." buyurdu ve HÂce Kutbuddîn'e hitÂben; "Senin yerin Dehlî'dir." buyurdu.

HÂce Kutbuddîn hazretleri bundan sonrasını şoyle anlatıyor: "Dehlî'ye gitmek uzere Ecmîr'den ayrılacağım zaman, hocamın huzûruna cıktım. KulÂhını başıma koydu. MubÂrek elleriyle sarığı sardı. Sonra, hocası Osman HÂrûnî'nin Âsasını, kendi okuduğu Kur'Ân-ı kerîmi, seccÂdesini, nalınlarını verdi ve sonra: "Bunlar, bana hocam HÂce Osman HÂrûnî tarafından emÂnet edilen ve Ceştiyye buyuklerinin elden ele devrederek bize ulaştırdıkları mukaddes emÂnetleridir. Şimdi bunları sana veriyorum. Bunlara lÂyık olduğunu, senden once bu emÂnetleri taşıyanların yaptıkları gibi guzel hizmet ederek isbÂt etmelisin. Eğer bunlara lÂyık olmazsan, ben, bu emÂnetleri lÂyık olmayan birine teslim ettiğim icin, kıyÂmet gunu Allahu teÂlÂnın, Resûlullah'ın ve bu emÂneti bizlere ulaştıran mubÂrek buyuklerimizin huzûrunda mahcûb olurum." buyurdu. Bundan sonra, HÂce Kutbuddîn bu nîmetlere şukur olarak ve cok mesûliyyetli olan vazifesinde kolaylık vermesi icin Allahu telÂya niyÂz ile iki rekat namaz kılıp, gozyaşları icinde du etti. Sonra HÂce Muînuddîn-i Ceştî hazretleri, bu kıymetli halîfesinin (vekîlinin) elini tutarak; "Kendimde bulunan butun ilim ve hÂlleri sana vererek, kendimin bulunduğu mertebeye seni yukselterek vazifemi yapmış bulunuyorum ve seni Allahu teÂlÂya emÂnet ediyorum dedi

Biliniz ki, şu dort şey tasavvufun esaslarındandır: 1) Bu yolda yurumek arzusunda bulunan bir velî, ac ve fakîr olsa da, hÂlinden şikÂyetci olmamalı, dışarıdan, tok ve hÂli, vakti yerinde gorunmelidir. 2) Fakirleri, maddî ve mÂnevî doyurmalıdır. 3) Allahu teÂlÂnın ihsÂn ettiğini nîmetlere şukredemediği, O'na lÂyık ibÂdet yapamadığı, Âkıbetinin nasıl olacağını bilemediği icin kendi icinden dÂim uzgun bir halde bulunmalı, fakat başkalarını uzmemek, asık suratlı imiş gibi gorunmemek, onların da rızÂlarını, sevgilerini kazanabilmek icin dışarıdan cok neşeli, mesûd ve memnun gorunmelidir. 4) Kendisine eziyet ve sıkıntı verenleri affetmeli, insanlara karşı luzumlu nÂziklik ve sevgiyi her zaman gostermelidir."

Bundan sonra HÂce Kutbuddîn hazretleri, opmek icin hocasının ayaklarına eğildi.Hocası musÂade etmeyip, hemen onu kaldırdı. Muhabbetle sarıldılar. HÂce Muînuddîn hazretlerinin talebelerine bir tavsiyesi de; "Buyuklerimizin bildirdiği saÂdet yolundan ayrılmayınız! Bu mubÂrek vazifede cesûr bir er olduğunuzu isbÂt ediniz, gosteriniz!" şeklindeydi. Bundan sonra, muhabbetin ve acı ayrılığın tesiri ile tekrar birbirlerine sarıldılar ve gozyaşları icinde ayrıldılar. HÂce Kutbuddîn, Dehlî'ye geldikten yirmi gun sonra da, HÂce Muînuddîn-i Ceştî Âhirete intikÂl etti.

Dehlî'de SultanŞemseddîn, HÂce Kutbuddîn hazretlerine fevkalÂde bağlı, onde gelen talebelerinden idi. HÂce hazretleri sozunu dinleyen herkese yaptığı gibi, sultan olan bu talebesine de, dinleyenlerin duny ve Âhiret saÂdetine kavuşacakları cok kıymetli nasîhat ve tavsiyelerde bulunmuştu. Ona, hazret-i Omer gibi ve Omer bin Abdulazîz gibi bir sultan olmasını, Âdil olmakta, mazlûmun hakkını korumakta, insanların ihtiyaclarını gidermekte, onlar gibi olmaya gayret etmesini, geceleri uyanık kalmasını, ibÂdet ve tÂatle meşgûl olmasını, uyku bastıracak olursa, abdestini tÂzelemek sûretiyle bunu gidermesini, boylece namaz kılmaya, ibÂdet ve tÂat yapmaya devÂm etmesini soyledi. Gece, hizmetcileri dÂhil hic kimseyi uyandırmamasını, rahatsız etmemesini bildirdi. Gece karanlık bastırdığında, tebdîl-i kıyÂfet ederek, tanınmamak icin, fakirlerin giydiği bir elbise giyerek şehri dolaşmasını, fakirlerin ve ihtiyac sÂhiplerinin kapılarını calarak onlara gizlice yardımda bulunmasını tenbih ederdi. CÂmilerin devamlı kontrol edilerek, rahatca ibÂdet edilmesine mÂni olan bir şeyin bulunmamasını, varsa derhal yok edilerek, muslumanların gÂyet rahat ibÂdet edebilmelerinin temin edilmesini sultÂna emrederdi. Gunduz olduğunda, sarayın, butun sıkıntıların caresine bakıldığı bir yer olmasını, geceyi ac gecirmiş olanların aranıp bulunmasını, saraya cağrılarak yardım edilmesini tavsiye ederdi. Nerede, kime bir sıkıntı veriliyorsa, sıkıntıyı verenin sarayın adamlarından biri bile olsa derhal cezÂlandırılmasını, ahÂliden dinli dinsiz hic kimseye zulum ve haksızlık yapılmamasını emrederdi. Hatt bu gibi hÂllerin derhal tesbit edilebilmesi icin sarayın catısında bir kulube bile yapılmıştı.Allahu teÂlÂnın huzûrunda ağırlığını taşıyamayacağı mesûliyetlerin, işitmeye tahammul edemeyeceği, izÂh etmeye imkÂn bulamayacağı, şikÂyetlerin ortaya cıkabileceği kıyÂmet gununden cok korkmasını emrederdi. Sultan hazret-i HÂce'nin nasîhatlerinden, sohbetlerinden, feyiz ve bereketlerinden cok istifÂde edip, bu yolda cok ilerlemiş idi. AhÂlisinden hicbir kimseye zulum ve haksızlık edilmezdi. Sultan bir gun HÂce Kutbuddîn hazretlerinin yanına geldi. Eteklerini tuttu. HÂce hazretleri ona bakıp, aklından gecenleri soylemesini istedi. Sultan şoyle anlattı: "Allahu teÂl bana bir saltanat ihsÂn eyledi. Elbetteki kıyÂmet gunu bana bu ağır yukun hesÂbını soracak. O zor gunde sizin beni terk etmemeniz icin yalvarıyorum." O da bunu kabûl etti.

HÂce Kutbuddîn-i BahtiyÂr hazretleri, devamlı ibÂdet eder, bir Ân Allahu teÂlÂdan gÂfil olmazdı. Devamlı namaz kılardı. Her gece, Resûlullah efendimize uc bin salevÂt-ı şerîfe okurdu. ZamÂnın sultÂnı dÂhil, bircok kimse, kendisine her turlu maddî imkÂnı sağlamak icin sÂdece bir işÃ‚retini bekledikleri hÂlde, HÂce hazretleri fakirlik icinde yaşamayı tercih ederdi. Bir şey veren olursa, onunla iktif ederlerdi. Zor durumda kalınca, hanımı, komşuları olan bakkalın hanımından borc ister, bununla yiyecek birşeyler alırdı.

Bir gun bakkalın hanımı, HÂce hazretlerinin hanımına; "Eğer ben sana borc vermeyecek olsam, sen ve evinizde bulunanlar aclıktan olursunuz." diyerek ovundu. Başka bÂzı kadınlardan da buna benzer sozler işiten mubÂrek hÂtun dayanamayıp, durumu HÂce hazretlerine arz etti. O da uzuldu. Kendi hÂllerine değil, insanların dunyÂlık icin bir musluman kardeşini nasıl uzebildiğine ve olmadık sozleri nasıl soyleyebildiklerine uzuluyordu. Hanımına, başkalarından birşey istememesini, yiyecek bir şeye ihtiyÂcı olunca, (odanın bir koşesini işÃ‚ret ederek) Besmele-i şerîfe soyleyerek oraya gitmesini, orada ihtiyÂcı kadar (elma, armut kurusu) bulacağını, onu alarak aclıklarını gidermelerini emretti. Hanımı; "Peki efendim." diyerek bildirilen şekilde yaptı. Kendisini komşu kadınlarına mahcûb olmaktan kurtardığı icin Allahu teÂlÂya şukrediyor, buna sebeb olan efendisine de cok teşekkur ediyordu. HÂce hazretlerinin isminde bulunan "kakî" ilÂvesi, bu hÂdiseye nisbetle soylenmiştir.

HÂce Kutbuddîn, cok comert ve eli acık bir zÂttı. Kendisini tanıyan ve seven varlıklı kimseler tarafından dergÂhına gonderilen yiyecek ve giyecek gibi ihtiyac maddelerini, ihtiyÂcı olanlara dağıtırdı. Kendisi bol bol kullanmak imkÂnına sÂhib olduğu hÂlde, sıkıntı ve fakirlik icinde yaşamayı sever, başkalarını kendisine tercih ederdi. Gelenlere ikrÂm ve ihsÂnda bulunmaya o kadar ehemmiyet verirdi ki, mutfakta hicbir şey bulunmadığı zamanlar, ziyÂrete gelenlere hic olmazsa su dağıtılmasını hizmetcilere emrederdi. İsteseydi fevkalÂde bolluk ve gosteriş ile yaşardı. Fakat boyle fakir olmak, kendisine daha cok sevimliydi ve bu sıkıntılara sabretmek, mÂnevî nîmetlerin gelmesine, bu yolda yukselmeye vesîle oluyordu. HÂce hazretleri de fakr (yokluk) ve sıkıntı yolunu tercih ediyor, diğer taraftan mÂnevî olarak daha cok şeyler kazanıyordu. KanÂat ediyor, hÂlinden asl şikÂyetci olmuyordu.

HÂce Kutbuddîn, butun guzel huyları kendisinde toplamıştı. Allahu teÂlÂnın takdîrine teslim olmakta ve sabırlı olmakta da son dereceydi. Birgun kendisi bulunmadığı bir sırada, kucuk cocuğu vefÂt etti. CenÂzesi defnedildikten sonra geldi.Hanımı, evlÂd acısıyla ağlayıp, sızlanıyordu. HÂceKutbuddîn bunun sebebini sordu. Kucuk cocuğunun vefÂt ettiğini bildirdiler. "İnn lillÂh..." okudu ve; "Hepimiz, Allahu teÂlÂın irÂdesine, rızÂsına, rÂzı ve teslim olmalıyız." diyerek hanımını teselli etti.

HÂce Kutbuddîn, omrunun son yirmi yılında hic uyumadı. Hatt dinlenmek icin bile sırtını bir yere dayamamıştı. "Birazcık uyuklayacak olsam, kendimi hasta ve rahatsız hissederim." buyururdu. Her zaman derin murÂkabede, yÂni nefsi kontrol etmek, ondan gÂfil olmamak hÂlinde bulunurdu. O kadar ki, biri onu gormeye veya bir şey sormaya gelse, bir muddet sonra ve guclukle kendine gelebilirdi. Bu hÂl, namazların hÂricinde devamlı olurdu. HÂce Kutbuddîn, odasında, Allahu teÂlÂnın ve Peygamber efendimizin aşkı ve muhabbeti ile yanmış olarak, kırık kalb ile, dili bağlı, hicbir şey soylemeyerek ve ic cekip ağlayarak dururdu. Kendisini gormek arzusuyla yanan Âşıkları ise, dışarıda toplandıkları zaman, dışarı cıkar, bir mikdÂr sohbet eder, Allah korkusunu ve O'na hakîkî kul olmayı, Muhammed aleyhisselÂma tam tÂbi olmayı, onun yoluna sımsıkı sarılmayı teşvik edici, cok guzel ve tesirli sozler soylerdi. Butun saÂdetlerin, rahatlıkların başının, Muhammed aleyhisselÂma uymak olduğunu bildirirdi. Bir defÂsında şoyle anlattı:

Ben, ilk zamanlarda Kur'Ân-ı kerîmi ezberlemek icin cok gayret etmeme rağmen muvaffak olamazdım ve ezberleyemezdim. Bir gece ruyÂmda Resûlullah efendimizi gordum. Ayaklarına kapanıp, Kur'Ân-ı kerîmi ezberlemek istediğimi, fakat cok gucluk cektiğimi arz ettim. Bana acıyarak başımı kaldırmamı istediler. Başımı kaldırdığımda, Yûsuf sûresini tekrÂr etmemi emrettiler ve; "Bununla Kur'Ân-ı kerîmi ezberlersin." buyurdular. Emirlerini yerine getirdim ve Kur'Ân-ı kerîmi ezberlemeye muvaffak olabildim. HÂce hazretleri, boyle bir mikdar sohbet ettikten sonra, yine odasına girer ve tekrar murÂkabeye dalardı. Hatt vefÂtı da boyle aşk ve muhabbet ile kendisinden gecmiş bir hÂldeyken vukû bulduğu icin kendisine Şehîd-i muhabbet (Muhabbet şehidi) denilmiştir.

HÂce hazretleri, vefÂtından birkac hafta evvel, bayram namazından donerken bir yerden geciyordu. Orada durdu ve yanındakilere; "Burada aşkın kokusunu duyuyorum. Buradan muhabbet kokusu geliyor." buyurdu. Hemen arÂzinin sÂhibi cağrılarak bu arÂzi kendisinden satın alındı. HÂce hazretlerinin kabr-i şerîfinin orada hazırlanması icin calışmalara başlandı. VefÂt ettiğinde oraya defnolundu. Daha sonra kabri uzerine mukemmel bir turbe yapıldı.

HÂce hazretlerinin soylediği kıymetli şiirlerinin toplanarak kitap hÂline getirildiği bir DîvÂn'ı vardır. Ayrıca, sozlerinden ve sohbetlerinden bir kısmını, talebelerinin en yukseği ve halîfesi Ferîduddîn-i Genc-i Şeker hazretleri toplayarak kitap hÂline getirip FerÂid-us-SÂlikîn ismini verdi. Bu eserde, tasavvuf yolunda ilerlemek isteyen bir sÂlik icin lÂzım bÂzı hassas noktalar ve başka kıymetli bilgiler bulunmaktadır.

BİR KAC KURUŞA MI İLTİFÂT EDELİM?

Bir gun, sarayın mÂliye işlerinden mesûl olan vezîr İftihÂruddîn Aybek gelecek, bÂzı koylerin gelirlerini kendilerine tahsis etmek istediklerini, bu gelirleri kendisinin ve talebelerinin ihtiyacları icin sarf edebileceğini, istediği gibi kullanabileceğini bildiren bir ferman hazırladıklarını, bunu lutfen kabûl etmesini ric etti. HÂce hazretleri, İftihÂruddîn'e yanına yaklaşmasını soyledi. Yaklaşınca, uzerinde oturmakta olduğu seccadesinin bir koşesini kaldırarak; "Ne goruyorsun? bak bakalım." buyurdu. Vezîr, orada buyuk bir hazîne nehrinin akmakta olduğunu gorerek gozleri kamaştı. Hayretler icinde kalmıştı. HÂce Kutbuddîn; "Biz buna bile iltifÂt etmiyorken, sizin birkac koyunuzun, birkac kuruşluk gelirine mi iltifÂt edelim? Onu mu kabûl edelim? Şimdi gidiniz! Bir daha da boyle bir teklif ile dervişlerin huzûruna cıkmayınız!" buyurdu. Vezîr mahcûb bir şekilde; "Peki efendim." diyerek ayrıldı.

NASİHÂTLARIN OZU

Kutbuddîn KÂki buyururdu ki: "Cok yemek yiyen, nefsinin kolesi olur. Bunun icin az yemelidir. Bedeni ayakta tutacak kadar ve ibÂdette kuvvetli olacak kadar yemek ile yetinmelidir. Normal ve basit giyinmeli, susten, gosterişten uzak olmalıdır. Suslu elbiseleri gosteriş icin giyen, kendini aşağılamak yolunda silÂhlı bir soyguncu gibi olur. Az uyumalıdır. Değersiz ve kıymetsiz duny işlerine gonul vermek şoyle dursun, bunları konuşmaktan, boyle şeylerden bahsetmekten bile cok sakınmalıdır. Boyle dunyÂlık şeylerin yanında bulunmasını bile, kendisi icin kusûr, kabahat ve bu yolda ilerlemeye mÂni bilmelidir.

Tasavvuf yolunda ilerlerken gorulen mÂnevî hÂlleri, garib mÂnÂları, insanların anlayamayacakları şeyleri, asl insanların anlayamayacakları şekilde soylememelidir. Zîr insanların anlayamayacağı bir şeyi soylemek, onların yanlış anlamasına, boyle şeyleri soyleyen zÂta duşman olmalarına sebeb olur.

Dînin emirlerini yerine getirmekte cok gayretli olmalıdır. Zîr bu olmayınca, bu yolda ilerlemek olmaz. Bir kimse hem bu yolda ilerlediğini soyluyor, hem de dînimizin emir ve yasaklarına uymakta gevşek davranıyorsa, biliniz ki o kimse yalancıdır. Bu yolda bulunanlarda olan hÂllerden biri veya birkacı o kimsede bulunursa, biliniz ki o hÂller şeytandandır, onu aldatmaktadır."

1) Siyer-ul-AktÂb; s.142
2) Siyer-ul-EvliyÂ; s.49
3) Siyer-ul-Ârifîn; s.48
4) KÂmûs-ul-A'lÂm; c.5, s.3672
5) AhbÂr-ul-AhyÂr; s.31
6) İslÂm Âlimleri Ansiklopedisi; c.9, s.92
__________________