Buyuk velîlerden. İsmi Sehl bin Abdullah, kunyesi Ebû Muhammed'dir. 815 (H.200) yılındaHorasan'ın Tuster şehrinde doğdu. 896 (H.283) de Basra'da vefĂ‚t etti.
Sehl bin Abdullah, daha kucukken once annesi sonra da babası vefĂ‚t etti. Babası vefĂ‚t edeceğinde Sehl'i dayısına emĂ‚net edip bakıp gozetmesini soyledi. EvliyĂ‚ bir zĂ‚t olan Muhammed bin SuvĂ‚r, onu guzel bir şekilde terbiye edip yetiştirdi.Sehl bin Abdullah sonra Horasan'ı terk edip BağdĂ‚t'a geldi. Bir rivĂ‚yette Ma'rûf-i Kerhî hazretlerinin hizmetine girdi. Hacca gidince orada evliyĂ‚nın buyuklerindenZunnûn-i Mısrî hazretlerini gordu ve ona talebe olmakla şereflendi. Kucuk yaştan îtibĂ‚ren hĂ‚rikulĂ‚de hallere kavuştu.Buna dĂ‚ir kendisi şoyle anlatır:
"Uc yaşında iken gece kalkardım. Dayım Muhammed bin SuvĂ‚r gece ibĂ‚det eder, ağlar ve bana; "Sehl yat uyu, kalbimi meşgûl ediyorsun." derdi. Ben ise hep onu gozetlerdim. Oyle bir hĂ‚l aldım ki, dayıma; "Bana garip bir hĂ‚l oluyor, başımı arşın onunde secdede buluyorum." dedim. "Oğlum bu hĂ‚lini kimseye soyleme, bundan sonra yattığında dilinle ucer defĂ‚ (Allahu teĂ‚lĂ‚ benimledir, beni goruyor, her sozumu duyuyor) de!" buyurdu. Bir sure sonra, buna devĂ‚m ediyorum dedim. Her gece yedi defa soyle buyurdu. Daha sonra, yine devĂ‚m ediyorum dedim. On bir defa soyle buyurdu. Soyledim. Ve kalbimde bir tatlılık buldum. Bir sene gecince, dayım bana; "Sana oğrettiğimi iyi muhĂ‚faza et ve hep o hĂ‚lde ol! Olunceye kadar bırakma. DunyĂ‚ ve Ă‚hirette mukĂ‚fĂ‚tını alırsın." buyurdu. Yıllarca devĂ‚m ettim, sonra; "Sehl, Allahu teĂ‚lĂ‚nın kendisiyle olduğunu bilen, hic gunah işliyebilir mi? Hep boyle bil, gunah işlemezsin." buyurdu. Sonra beni mektebe gonderdiler. Kur'Ă‚n-ı kerîmi oğrendim. Yedi yaşında iken oruc tuttum. Yiyeceğim sadece arpa ekmeği idi. On iki yaşında, bir meseleye takıldım. Kimse cozemedi. Basra'ya gitmek istedim. Gonderdiler. Basra Ă‚limlerinden sordum. Hic kimse cevap veremedi. Abadan'a gittim. Habîb ibni Hamza'ya sordum. O cevaplandırdı.Yanında fazla kalmadım ama, ondan cok istifĂ‚de ettim. Sonra Tuster'e geldim. İbĂ‚det ve nefsimle mucĂ‚hedeye koyuldum."
Sehl bin Abdullah hazretleri az yemek, az uyumak ve cok ibĂ‚det yapmakta hĂ‚rikulĂ‚de hallerde ve nefsiyle mucĂ‚delede eşi yoktu.
Kendisi anlatır: "Anamdan bana cok mal kalmıştı. Hemen fukarĂ‚yı cağırıp hepsini dağıttım. Kimde alacağım varsa, onları da bağışladım. Ondan sonra da KĂ‚be'ye gitmek icin yola cıktım. Yolda kendi kendime "Ey nefs! Artık iflĂ‚s ettin, benden isteyeceğin hicbir şey kalmadı. ZĂ‚ten isteyecek olsan da, bir şey bulamayacaksın." dedim.
Kûfe şehrine uğradığımda, nefsim, balık ekmek istedi. Her ne kadar bunu yapmamaya calıştım ise de, nefsimin arzusu cok şiddetlendi. Nefsimi Mekke'ye kadar incitmeyeyim, diye duşundum. Şehirde bir un değirmenine rastladım. Değirmenin dolabına bir at koşmuşlar, durmadan buğday oğutuyorlardı. Değirmenciye yaklaşarak: "Bu iş icin ata gunde ne kadar kirĂ‚ veriyorsunuz?" dedim. Değirmenci; "Gunde iki akce oduyoruz." deyince, bu işi bir gun de ben yapayım, bana da bir akce verir misiniz?" dedim. Değirmenci buna rĂ‚zı oldu. Akşama kadar, nefsime eziyet icin dolabı dondurdum. İşi bırakınca bir akce aldım. Gidip onunla balık ekmek alıp nefsime; "Her ne zaman benden bir şey isteyecek olursan, sana lĂ‚yık olan boyle bir hizmeti gordurur, ondan sonra da mĂ‚kul isteklerini yerine getiririm." dedim.
İmĂ‚m-ıYĂ‚fiî, Sehl bin Abdullah Tusterî hazretlerinin bir talebesinden şoyle nakleder: "Sehl bin Abdullah'a otuz sene hizmet ettim. Gece gunduz yatıp uyuduğunu gormedim. Sabah namazını yatsının abdesti ile kılardı. Bir gun insanlardan ayrılıp, Basra ile Abadan arasındaki bir adaya gitti. Bunun sebebi de şu idi: Bir sene hacdan donen birisi, bir kardeşine; "Ben Sehl bin Abdullah'ı Arafat'ta vakfede gordum." dedi. Kardeşi o kimseye; "Arefeden onceki gun, ben onun yanında idim." dedi. Diğeri ise;"Ben Sehl'i Arafat'ta vakfede gordum, yalan soyluyorsam karım boş olsun." dedi. "Kardeşi kalk, gidip kendisine soralım." deyince, yanına geldiler. HĂ‚diseyi anlattılar ve bu yeminin hukmu nedir? dediler. "Nicin boyle şeyler konuşuyorsunuz? Allahu teĂ‚lĂ‚ ile meşgûl olun." deyip, hacıya dondu ve; "Hanımından boş değilsin ama, gorduğunu kimseye anlatma." buyurdu.
Sehl-i Tusterî hazretleri, Basra'da bir gun parmağını sarmıştı. Bu durumu goren birisi: "Nicin parmağını sardın?" diye sorunca; "Ağrıyor da onun icin." cevabını verdi. Soran kimse bir muddet sonra Mısır'a gitmişti. Burada Zunnûn-i Mısrî hazretlerini gorduğunde, onun da parmağı sarılı idi. Aynı soruyu ona da sordu. "Nicin parmağını sardın?" "Falan zamandan beri ağrıyor, o sebepten sardım." diye cevap verdi. Soran zĂ‚t diyor ki: "Ben o zaman anladım ki, Zunnûn hazretlerinin parmağı ağrıyordu. Sehl-i Tusterî hazretleri de, hocasına uymak icin parmağını sarmıştı."
Bir yolculuğunda abdest almak istedi. Suyu yoktu. Uzuldu. O anda birisi, ici su dolu yeşil bir ibrik getirdi. Onune koyup gitti.
Bir CumĂ‚ namazından once evine bir kimse geldi. İceride buyuk bir yılan gordu. Durakladı. Sehl-i Tusterî hazretleri; "İceri gir! Kişi, yer yuzundeki yılandan bu kadar korkarsa, Ă‚hiretteki yılanlardan daha cok korkması lĂ‚zım değil mi?" buyurdu. Sonra yılanı tuttu. Beni başka bir odaya aldı. "Kişi dunyĂ‚da yılanlarla arkadaşlık edebilirse, mezarda diğer yılanlar, cıyanlar ona dokunmaz." buyurdu ve; "CumĂ‚ namazı kılar mısın?" buyurdu. O zĂ‚t; "CĂ‚mi ile aramız bir gunluk mesĂ‚fe var." dedi. Sehl hazretleri onun elini tutup, hemen cĂ‚miye getirdi. O kimse dedi ki: "Birlikte namaz kıldık. Sonra cıktı. CĂ‚miden cıkanlara bakıp: "LĂ‚ ilĂ‚he illallah diyen coktur, ama ihlĂ‚s sĂ‚hipleri azdır." buyurdu.
Talebesi AbdurrahmĂ‚n bin Ahmed; "Efendim, abdest alınca ekseriya uzuvlarımdan akan su, altın ve gumuşten bıcak oluyor." deyince, Sehl hazretleri; "Bilmez misin ki, cocuklar ağlayınca, meşgûl etmek icin ellerine silĂ‚h verirler." buyurdu.
Sehl hazretlerinin yanına kose bir adam geldi. Sakalının gelmesi icin duĂ‚ istedi. Sehl hazretleri; "Ey genc! Elini yuzune sur, elini yuzune sur!" buyurdu. Bu sozu birkac defĂ‚ tekrarladılar. Adam soyleneni aynen yaptı. O anda eline bir tutam sakal geldi.
Sehl-i Tusterî hazretleri bir gun bağdaş kurup oturmuş ve sırtını da duvara yaslamış bir şekilde; "Aklınıza geleni sorun, suĂ‚llerinize cevap vereyim." dedi. Bu durumu gorenler; "Daha evvel siz boyle yapmazdınız, şimdi ne oldu?" diye sorduklarında, "UstĂ‚d hayatta olduğu muddet zarfında, talebenin edebe riĂ‚yet etmesi lĂ‚zımdır." dedi. Sonra bu gunun Zunnûn-i Mısrî'nin vefĂ‚t ettiği gun olduğunu oğrendiler.
Sehl-i Tusterî hazretlerinin yanına yırtıcı hayvanlar da gelirdi. Yanında sĂ‚kin ve rahat dururlardı. Halk bunun icin evine, "Beyt-us-SibĂ‚" yĂ‚ni (Yırtıcı HayvanEvi) derdi.
Sehl-i Tusterî'nin bir cocuğu vardı. Cocuk ne zaman annesinden yiyecek istese, annesi ona; "Bunu Allahu teĂ‚lĂ‚dan iste!" derdi. Bunun uzerine cocuk secde icin yere kapanırdı. Bu arada annesi cocuğun istediklerini hazırlar, gizlice yanına koyardı. Cocuk, annesinin bunu hazırladığını bilmezdi. Onun icinAllahu teĂ‚lĂ‚nın dergĂ‚hına donerdi. Bir gun annesi evde yokken cocuğun canı bir şey istedi. Her zamanki gibi secdeye kapandı. Allahu teĂ‚lĂ‚ ona lĂ‚zım olan şeyi gonderdi. Annesi geldiğinde duruma şaşırdı. "Yavrucuğum bu nereden geldi?" diye sorunca, cocuk; "Her zamanki yerden." diye cevap verdi.
Sehl-i Tusterî hazretleri, bir gun talebelerinden birine bir iş buyurunca, talebesi; "Soz olur, halkın dilinden cekindiğim icin yapmam dedi." Bunun uzerine sohbetinde bulananlara donup; "Bir kimse şu iki vasfı kazanmadığı muddetce, bu yolun hakîkatine eremez: Allahu teĂ‚lĂ‚dan başkasını gormeyecek şekilde halk senin gozunden duşmeli. İkincisi, nefs gozunden duşmeli ve halkın kendisinde gorduğu hicbir sıfattan cekinmemelidir. Her şeyi Hak'dan gormelidir." dedi.
Sehl-i Tusterî bir talebesine; "Gun boyunca SubhĂ‚nallah! Allah! Allah! demek icin, butun gucunu harca!" dedi. Talebe Ă‚det hĂ‚line gelinceye kadar, bu sozu soylemeye devĂ‚m etti. Sonra Sehl-i Tusterî hazretleri; "Buna geceleri de devĂ‚m et." dedi. Talebe devam ederek, devĂ‚mlı Allahu teĂ‚lĂ‚yı zikreder hĂ‚le geldi. Bir gun evinin bahcesinde ağactan duşen bir dal parcası başını yardı. Başından akan kanın, yere damlayan her damlasının "Allah" ismini yazdığı goruldu.
Kendisine bedbahtlığın alĂ‚meti olan şeyler nelerdir? diye sorulduğunda: "İlmi olup, onunla amel edememek, ameli olup, ihlĂ‚slı olmamak. Bunun alĂ‚meti de ibĂ‚det ve hizmetleri zorlukla yapmak ve Hak teĂ‚lĂ‚nın verdiğine rĂ‚zı olmayıp, başka şeyler peşinde koşmaktır. Bedbahtlığın diğer bir alĂ‚meti de, Allahu teĂ‚lĂ‚nın dostlarının sohbetine kavuşamamak ve onlardan husn-i kabûl gormemektir." buyurdu.
Sehl-i Tusterî hazretlerinde, romatizma ve bĂ‚sur hastalıkları vardı. O, getirilen hastalara duĂ‚ ederdi. DuĂ‚ ettiği kimseler iyi olurdu. Ebû Nasr-ı Terşizî bir gun Ă‚lim zĂ‚tlardan birine; "Sehl, başka hastalara duĂ‚ ettiği ve kendisi velî olduğu hĂ‚lde, nicin bu hastalıklar kendisinde vardır?" diye sorunca, o zĂ‚t; "Sehl velîdir. Velîliği de o hastalıktan dolayıdır. O bu hastalığın Allahu teĂ‚lĂ‚dan geldiğine inandığı icin, hastalığın kendisinden gitmesi icin duĂ‚ etmez." dedi.
Bir gun Sehl-i Tusterî'ye "Gunde bir defĂ‚ yemeğe ne dersin?" diye sorduklarında; "Bu sıddîkların yeme tarzıdır." dedi. "İki oğun yemeğe ne dersin?" dediklerinde; "Bu muminin yeme tarzıdır." dedi. "Uc defĂ‚ yemeğe ne dersin? dediklerinde, cevĂ‚bı biraz ağır oldu.
Kendisi anlatır: "RuyĂ‚mda kıyĂ‚met kopmuş, insanları da Arasat meydanında gordum. Bir beyaz kuş, topluluğun ceşitli yerlerinden bir kac kişi alıp, Cennet'e goturuyordu. Bu ne kuşudur? dediğimde, Ă‚niden havada bir kĂ‚ğıt goruldu. KĂ‚ğıdı elime alıp acınca uzerinde; "VerĂ‚ kuşu dedikleri işte budur." diye yazılmıştı.
Yine kendisi anlatır: "Bir gun colde giderken, başında sarık ve elinde asĂ‚ bulunan pîr-i fĂ‚nî bir zĂ‚tın geldiğini gordum. Aklımdan "GĂ‚libĂ‚ kĂ‚fileyi kacırmış." diye gecirdim ve cebimden para cıkararak, ona; "Gideceğin yere ulaşıncaya kadar bununla idĂ‚re et." dedim. Fakat bu zĂ‚t elini havaya kaldırdı ve eli altınla doldu. Sonra bana; "Sen cebinden alıyorsun, ben ise gaybden." dedi ve kayboldu. KĂ‚be'ye varınca tavaf esnĂ‚sında o zĂ‚tı gordum, bana: "Ey Sehl! Bir kimse KĂ‚be'nin cemĂ‚lini gormek icin yola cıkarsa, onun muhakkak KĂ‚be'yi tavaf etmesi lĂ‚zımdır. Fakat her kim Allahu teĂ‚lĂ‚nın cemĂ‚lini gormek icin, nefsini ayakları altına alırsa, KĂ‚be'nin onu tavaf etmesi lĂ‚zım gelir." dedi.
Sehl-i Tusterî bir talebesinin yanında; "Basra'da velîlik derecesine ulaşmış bir fırıncı var." diye soylemişti. Talebesi bunun uzerine Basra'ya gidip, fırıncıyı gormuştu. Fırıncı, fırınlarda Ă‚det olan, sacını ve sakalını ateşten korumak ve terinin ekmek uzerine damlamaması icin, yuzune pece bağlamıştı. Bunu goren talebe aklından; "ŞĂ‚yet bu zĂ‚t velîlik derecesine ulaşmış olsaydı, ateşten bu kadar sakınmazdı." diye gecirdi. Sonra selĂ‚m verip bir suĂ‚l sorunca, fırıncı; "Once beni kucumseyip horladığından, artık sozumun sana faydası olmaz." dedi.
Omrunun sonunda, el ve ayakları hareket etmez olmuştu. Namaz vakti gelince, el ve ayakları acılır, namaz bitince, eskisi gibi hareketsiz olurdu. Bir gun zikirden bahsederken; "Allahu teĂ‚lĂ‚yı hakkıyla zikreden, oluyu diriltmeyi kast ederse, dirilir." dedi ve elini, onunde duran bir sakata surdu, sakat iyileşip, ayağa kalktı.
Sehl-i Tusterî hazretleri vefĂ‚t edince, insanlar cenĂ‚ze namazı icin toplandı. O şehirde bir yahûdî vardı. Yaşı yetmişi aşmıştı. İniltileri duyunca, ne oluyor diye dışarı cıktı. CenĂ‚zeye bakınca yanındakilere; "Benim gorduğumu siz goruyor musunuz?" dedi. Ne goruyorsun dediklerinde; "Gokten inip, cenĂ‚ze ile giden kimseler goruyorum." dedi. Ve ardından Kelime-i şehĂ‚det getirip musluman oldu.
Sehl bin Abdullah-ı Tusterî hazretlerinin hikmet dolu nasîhatlerinden ve sozlerinden bĂ‚zıları şoyledir:
Buyurdu ki: "Haram yiyenlerin yedi Ă‚zĂ‚sı istese de istemese de gunah işler. HelĂ‚l yiyenlerin Ă‚zĂ‚sı ibĂ‚det eder. Hayır işlemesi kolay ve tatlı gelir."
"TakvĂ‚sının doğru olmasını isteyen, butun gunahlardan el ceksin."
"Kırk gun ihlĂ‚slı olan, dunyĂ‚da zĂ‚hid olur, kerĂ‚meti gorulur."
"Bizim yolumuzun esası altı şeydir: Allah'ın kitĂ‚bına sarılmak, Resûlullah'ın sunnetine uymak, helĂ‚l yemek, insanları incitmemek, yasaklardan uzak durmak, hakkı ve borcu odemede acele etmek."
"Allahu teĂ‚lĂ‚yı unutmaktan buyuk gunah yoktur."
"Eğer MûsĂ‚ ve ÎsĂ‚ aleyhimesselĂ‚mın ummetinde, İmĂ‚m-ı A'zam Ebû Hanîfe gibi bir zĂ‚t bulunsaydı, bunlar yahûdîliğe ve hıristiyanlığa donmezdi."
"Hakîkî îmĂ‚na kavuşmak icin dort şey lĂ‚zımdır: Butun farzları edeple yapmak, helĂ‚l yemek, gorunen ve gorunmeyen butun haramlardan sakınmak ve bu ucune, olunceye kadar devĂ‚m etmeğe sabır etmek."
"İşin esĂ‚sı uc şeydir: HelĂ‚l yemek, ahlĂ‚k ve amelde Resûl aleyhisselĂ‚ma tĂ‚bi olmak, her işi yalnız Allah icin yapmak."
"İbĂ‚detin en kıymetlisi, nefse uymamaktır."
"Âlimin uc ilmi var. Biri ilm-i zĂ‚hirîdir. Bunu herkese acıklar. Diğeri ilm-i bĂ‚tındır. Bunu ancak ehline acıklar. Ucuncusu, kimseye anlatılması cĂ‚iz olmayan bir ilimdir ki, bu ancak kendisiyle Allahu teĂ‚lĂ‚ arasındadır."
"İnsanların mubtelĂ‚ olduğu belĂ‚ ve musîbetlerin en buyuğu; Ă‚hiret ve dunyĂ‚ işiyle meşgûl olmayıp, boş oturmaktır."
"Kulun Allahu teĂ‚lĂ‚ya şukretmesi, O'nun kuluna verdiği nîmetlerle, O'na isyĂ‚n etmemesidir. Cunku kulun butun uzuvları, Allahu teĂ‚lĂ‚nın kuluna olan lutuf ve nîmetleridir."
"İnsanoğlunu şu iki şey mahvetmiştir: İzzet, makam arzusu, fakirlik korkusu."
"Makamların en ustunu; kotu bir huyu, iyi bir huya cevirmektir."
"Harama bakmaktan sakınan kimse, hic goz ağrısı gormez."
"Allahu teĂ‚lĂ‚dan başka yardımcı, Resûlullah efendimizden başka delil, takvĂ‚dan başka azık, sabırdan başka amel yoktur."
"SĂ‚dık kimseye Allahu teĂ‚lĂ‚ bir melek gonderir. Bu melek namaz vakti gelince, o kimseye namaz kılmayı hatırlatır, uyuyorsa uyandırır."
"Kibir bulunan kalbte, havf (korku) ve rec (umit) bulunmaz."
"Korku, men edilenden uzak durmak; umid, emredileni yapmak icin koşmaktır."
"Futuvvet, sunnete tĂ‚bi olmaktır."
"Zuhd, kulların Allahu teĂ‚lĂ‚ya yonelmeleridir.
"Aclık icin uc yer vardır. Tabiat aclığının yeri akıl, olum aclığının yeri fesad, şehvet aclığının yeri israftır. Birincisi duşunceyi yok eder, ikincisi fitneye, ucuncusu israfa yol acar."
"Her kim nefsini kendine dost edinirse, Allahu teĂ‚lĂ‚yı kendine duşman etmiş olur."
"İnsanların "LĂ‚ ilĂ‚he illallah" ifĂ‚desine kalben îtikĂ‚d edip dil ile soylemeleri ve buna fiilen vefĂ‚ gostermeleri lĂ‚zım gelir."
"Allahu teĂ‚lĂ‚nın, insanlara şu şekilde hitĂ‚b etmediği hicbir gun yoktur: "Kulum! Hic insaflı davranmıyorsun. Ben seni anıyorum ama, sen beni unutuyorsun. Seni kendime dĂ‚vet ediyorum fakat sen, başkalarının dergĂ‚hına gidiyorsun. Ben dertleri belĂ‚ları senden uzaklaştırıyorum. LĂ‚kin gunah uzerinde ısrĂ‚r ediyorsun. Ey Âdemoğlu! Yarın kıyĂ‚mette huzûruma gelince mĂ‚zeret olarak ne soyleyeceksin?"
"KıyĂ‚met gunu, az yemenin mukĂ‚fĂ‚tını hicbir amel karşılayamaz."
"TicĂ‚rette ihsĂ‚n altı turludur: 1) Muşteri, fazla ihtiyĂ‚cı olduğu icin cok para vermeye rĂ‚zı olsa bile, cok kĂ‚r istememelidir. 2) Fakirlerin malını fazla para ile almalı, onları sevindirmelidir. 3) Muşteriden para almakta iki turlu ihsĂ‚n olur; fiyatta ikrĂ‚m edilmeli, peşin verdiği fiyatla, veresiye de vermelidir. 4) Borc odemekte ihsĂ‚n, istemeye vakit bırakmadan vermektir. 5) Alış veriş ettiği kimse pişman olursa, yapılan satışı geri cevirmektir. 6) Fakirlere veresiye vermek, odeyemediği hĂ‚le gelirse, alacağını istememeyi niyet etmektir. Borclusu olunce helĂ‚l etmektir."
"Allahu teĂ‚lĂ‚ ruhları yaratıp; "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" kelĂ‚mına, evet dediğimi, ayrıca annemin karnında bulunduğum zamanki hĂ‚limi hatırlıyorum."
"Aclık cilesini cekenin cevresinde, Allahu teĂ‚lĂ‚nın emriyle şeytan dolaşamaz."
"CehĂ‚letten daha buyuk musîbet yoktur."
"Son Peygamber Muhammed aleyhisselĂ‚m gonderildiği zaman, dunyĂ‚da şu yedi sınıf insan vardı: Krallar, zirĂ‚atle uğraşanlar, hayvancılıkla uğraşanlar, ticĂ‚retle meşgûl olanlar, sanatla meşgûl olanlar, işciler, yoksullar. Allahu teĂ‚lĂ‚nın elcisi SevgiliPeygamberimiz bu sınıflardan hicbirini başka bir sınıfa gecmeye zorlamadı. OnlarıAllahu teĂ‚lĂ‚ya itĂ‚ata, takvĂ‚ya, ilme cağırdı. İnsanlara şoyle buyurdu: "Allah butun bu varlığı insan icin, insanı da Allahu teĂ‚lĂ‚yı bilmek icin yaratmıştır. DunyĂ‚ nîmetlerini Allahu teĂ‚lĂ‚ya itĂ‚at icin kullanan, hem dunyĂ‚yı, hem Ă‚hireti kazanır. Bunun tersini yapan kimse ise, hem Ă‚hireti, hem de dunyĂ‚yı kaybedecektir."
MUSLUMAN OL
Bir gun musluman olmayan biri yoldan geciyordu. Sehl hazretleri talebelerine onu gosterip; "Bu adamda muslumanlık alĂ‚meti var!" buyurdu. Aradan birkac sene gectikten sonra Sehl-i Tusterî hazretleri vefĂ‚t ettiler. Talebelerinden biri hocasının mezarını ziyĂ‚ret ederken, o adam da yakından geciyordu. Hocasının sozleri hatırına gelerek hemen yanına vardı. Ona hocasının kendisi hakkındaki sozlerini anlattı. Bunun uzerine o adam dedi ki: "Gel Bakalım! Mezarına varalım. Bana musluman ol desin, ben de musluman olayım!" dedi. BerĂ‚berce kabre vardılar. O anda kabirden şoyle bir ses işittiler: "Ey falan! Cehennem ehlinden, Cennet ehli daha ustundur!"Adam bu sozu işitince, şehĂ‚det getirip musluman oldu.
BAŞKASINA NE HÂCET
Ebû Ali DekkĂ‚k şoyle anlatır; YĂ‚kub bin Leys, doktorların tedĂ‚vî edemedikleri bir hastalığa yakalanmıştı. Ona; senin vĂ‚li olduğun bolgede Sehl bin Abdullah isminde sĂ‚lih bir zĂ‚t vardır. Eğer duĂ‚ ederse, Hak teĂ‚lĂ‚nın bu duĂ‚yı kabûl etmesi umid edilir, dediler. VĂ‚li, Sehl bin Abdullah'ı cağırttı ve; "Benim icin Allahu teĂ‚lĂ‚ya duĂ‚ et." deyince, Sehl bin Abdullah; "Zindanlarında sucsuz insanlar yatarken, senin icin yaptığım duĂ‚ nasıl kabûl olur?" dedi. Bunun uzerine vĂ‚li, zindanda yatan butun sucluları salıverince, Sehl bin Abdullah "İlĂ‚hî, bu zĂ‚ta masiyet ve musîbetteki zilleti gosterdiğin gibi, tĂ‚attaki izzeti de goster, onu dert ve sıkıntıdan kurtar." diye duĂ‚ etti. VĂ‚li hemen iyileşti ve Sehl bin Abdullah'a cok mal vermek istedi. Sehl hazretleri kabûl etmedi. Arkadaşları arasında; "Keşke bunu alıp fakirlere dağıtsaydı." diyenler oldu. O, yolda cakıl taşlarına bakınca, hepsi mucevher hĂ‚line geldi. Arkadaşlarına bunları gostererek;"Boylesi bir ihsĂ‚na nĂ‚il olan kimse, hic YĂ‚kûb bin Leys'in malına muhtac olur mu?" buyurdu.
VAKTİ GELMEDİ Mİ?
Olum doşeğinde yatarken Sehl hazretlerine bir zĂ‚t; "Efendim, senden sonra mimbere kim cıksın?" diye sorunca, Sehl-i Tusterî hazretleri gozlerini acıp, ŞĂ‚dıdil adındaki bir kĂ‚firin adını soyledi.EtrĂ‚fındakiler; "Sehl'in aklı gitmiş, bu kadar musluman Ă‚lim varken yerine bir kĂ‚firi gecirdi." diye soylerlerken, Sehl-i Tusterî hazretleri; "Başımda kavga gurultu etmeyiniz. Vaktim azdır. Gidin bana ŞĂ‚dıdil'i cağırın, gelsin." dedi. ŞĂ‚dıdil gelince; "Ey ŞĂ‚dıdil, iyi dinle, uc gun sonra mimbere cık ve muslumanlara vĂ‚z et. Bu sana vasiyetimdir!" dedi. Sehl-i Tusterî'nin vefĂ‚tından uc gun sonra, ikindi namazından sonra, başında kĂ‚fir nişĂ‚nesi, belinde zunnar olmak uzere, ŞĂ‚dıdil mimbere cıktı. Ey muslumanlar, ey Sehl-i Tusterî'nin talebeleri! Bana, bir vakit hocanız; "Ey ŞĂ‚dıdil, zunnĂ‚rı cıkarıp atma zamanı gelmedi mi? demişti. İşte bugun emrini yerine getiriyorum." dedi. Sonra sorgucu ve zunnĂ‚rı cıkarıp attı. Kelime-i şehĂ‚det getirerek musluman oldu. CemĂ‚at bunu gorunce ve o sozleri duyunca ağladılar.
BİR KERÂMET
Bir gun Sehl-i Tusterî, son hastalık Ă‚nında,
Kendinden gecmiş hĂ‚lde, yatarken yatağında,
Sordu talebeleri: “Efendim yerinize,
Sizden sonra acabĂ‚, kim vekil olur size?”
Gozlerini acarak, o an Sehl-i Tusteri
ŞĂ‚dıdil adındaki, bir kĂ‚firi soyledi.
Etrafında olanlar, şaşıp hayret ettiler,
“HerhĂ‚lde hocamızın, aklı gitti” dediler.
“Bu kadar cok musluman, Ă‚lim varken, o yine
Ne icin bir kĂ‚firi, geciriyor yerine?”
Buyurdu ki: “Kalkınız, gurultu yapmayınız,
ŞĂ‚dıdil’i acele, yanıma cağırınız!”
Cağırdılar ve geldi, ŞĂ‚dıdil, huzuruna,
Yatağından doğrulup, buyurdu ki ona:
“Ey ŞĂ‚dıdil, dinle ki, olur isem ben şĂ‚yet,
Mimberime cıkıp da, insanlara sen va’z et.”
ŞĂ‚dıdil de şaşırdı, “Peki” dedi cevĂ‚ben,
Sonra Sehl-i Tusterî, goc etti bu Ă‚lemden.
Uc gun sonra ŞĂ‚dıdil, ikindi namazında,
Hazır bulunuyordu, cemĂ‚at arasında,
ZunnĂ‚rını belinden, cıkarıp daha sonra,
Cıktı o gun mimbere, dedi ki insanlara:
“Ey Sehl-i Tusterî’nin, kıymetli cemĂ‚ati,
O mubĂ‚rek insanın işte bir kerĂ‚meti.
ZîrĂ‚ o, birgun bana, demişti “Dinle beni!
HĂ‚lĂ‚ îmĂ‚n etmenin, zamanı gelmedi mi?”
Ey insanlar, bilin ki, şimdi geldi o zaman,
Ve ben de sizin gibi, işte oldum musluman.”
CemĂ‚at ŞĂ‚dıdil’i, hayretle dinler iken,
O, şehĂ‚det soyleyip, îmĂ‚n etti gonulden.
“BAK EY NEFSİM!”
O Sehl-i Tusterî ki, asrının bir tĂ‚nesi,
Ve Zunnûn-i Mısrî’nin, makbûl bir talebesi.
O, ustĂ‚dına karşı, gosterdi pek cok edeb,
O hayatta oldukca, konuşmadı, sustu hep.
Kendisine bir suĂ‚l, sorsaydı biri dinden,
Asl cevap vermezdi, ustÂda edebinden.
LĂ‚kin gunun birinde, dedi ki: “Kardeşlerim,
Dînî bir suĂ‚liniz, varsa cevap vereyim.”
Dediler: “Susardınız, dînî mevzûlarda hep,
Şimdi hikmet nedir ki, ettiniz boyle talep?”
Buyurdu: “Hayattayken, bir kimsenin hocası,
Edebe muhĂ‚liftir, dinden ağız acması.”
Dinliyenler bu işi, eylediler tahkîkat,
Bildiler ki ustĂ‚dı, aynı gun etmiş vefĂ‚t.
Bir talebesi der ki: “Otuz yıl muddet ile,
Devamlı hizmet ettim, ben Sehl-i Tusterî’ye.
Bunca yıl kaldımsa da, yanında gece gunduz,
Yatıp uyuduğunu, gormedim aslĂ‚ henuz.
Yatsı namazı icin, aldığı abdest ile,
Sabah namazını da, kıldı umûmiyetle.”
Omrunun sonlarında, hasta oldu nihĂ‚yet,
Eli ve ayakları, etmez oldu hareket.
LĂ‚kin gunde beş defĂ‚, namaz vakitlerinde,
Olurdu Ă‚zĂ‚ları, eski kuvvetlerinde.
Kendisini aynı gun, bĂ‚zısı Arafat’ta,
BĂ‚zısı başka yerde, gorurdu onu hattĂ‚.
Annesinden bir hayli, mal kalmıştı kendine,
Dağıttı tamamını, şehrin fakirlerine.
Ve kimde alacağı, vardıysa tamamını,
Onlara bağışlayıp, helĂ‚l etti hakkını.
Sonra da cıktı yola, KĂ‚be’yi tavĂ‚f icin,
Dedi ki: “Bak ey nefsim, dunya ile yok işin.
İşte goruyorsun ki, tamamen ettin iflĂ‚s,
Ve sana bundan sonra, Ă‚hiret lĂ‚zım esas.
Sakın dunyĂ‚lık bir şey, eyleme benden talep,
ZîrĂ‚ ben muhĂ‚lefet, edeceğim sana hep.
Ya sen yola gelirsin, ya yanarsın Ateş’te,
Ucuncu şıkkı yoktur, hakîkat boyle işte.”
Sonra vardı Kûfe’ye, boylece soylenerek,
LĂ‚kin canı orada, istedi balık ekmek.
Baktı ki son derece, istiyor nefsi bunu,
LĂ‚kin hemen yapmadı, onun arzûsunu.
Rastladı biraz sonra, bir un değirmenine.
İlişti sonra gozu, bir dolap beygirine.
Gelip değirmenciye, sordu ki hemen ilkin:
“Ne ucret veriyorsun, şu donen beygir icin?”
İki dirhem deyince, buyurdu ki: “Ey kişi,
Ben yalnız bir dirheme, yapayım mı bu işi?”
Peki olur! deyince, gecti atın yerine,
O gun akşama kadar, su cekti değirmene.
Akşama bir dirhemi, ondan tahsîl ederek,
Gelip o para ile, aldı balık ve ekmek.
Dedi ki: “Bak ey nefsim, isteğin oldu, fakat,
Sen de Hak teĂ‚lĂ‚ya, yapacaksın cok tĂ‚at.
Benden, gunah olmıyan, bir şey istersen eğer,
Bu kadar meşakkate, katlanman îcĂ‚b eder.
Eğer gunah bir şeyi, talep edersen benden,
Bil ki mahrûm ederim, seni helĂ‚l şeylerden.”
1) Hilyet-ul-EvliyÂ; c.10, s.189
2) TabakĂ‚t-us-Sûfiyye; s.206
3) NefehÂt-ul-Uns; s.119
4) Tam İlmihĂ‚l SeĂ‚det-i Ebediyye (49. Baskı); s.1139
5) Rehber Ansiklopedisi; c.15, s.113
6) VefeyÂt-ul-A'yÂn; c.2, s.429
7) ŞezerĂ‚t-uz-Zeheb; c.2, s.182
8) TabakÂt-ul-KubrÂ; c.1, s.90
9) RisĂ‚le-i Kuşeyrî; s.138
10) Keşf-ul-Mahcûb; s.242
11) İslĂ‚m AhlĂ‚kı; 13. Baskı, s.72
12) KĂ‚mûs-ul-A'lĂ‚m; c.4, s.2705
13) MenĂ‚kıb, Universite KutuphĂ‚nesi, A.Y. Kısmı, No: 2702
14) LemezÂt
15) Tezkiret-ul-EvliyÂ
16) Ravd-ur-ReyyĂ‚hîn
17) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.3, s.291
__________________
Sehl Bin Abdullah Tusterî
Peygamberler ve Evliyalar0 Mesaj
●32 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaţam & Danýţman
- Eđitim Öđretim Genel Konular - Sorular
- Peygamberler ve Evliyalar
- Sehl Bin Abdullah Tusterî