Sekizinci ve dokuzuncu yuzyıllarda Horasan'ın Merv şehrinde ve BağdĂ‚t'ta yaşamış olan buyuk velîlerden. İsmi, Bişr bin HĂ‚ris AbdurrahmĂ‚n, kunyesi Ebû Nasr'dır. Yalınayak gezdiği icin "Hafî" lakabıyla bilinir. Bişr-i HĂ‚fî diye meşhûr olmuştur. 767 (H.150) senesinde Horasan'ın Merv şehrinde doğdu. 841 (H.227) senesinde BağdĂ‚t'ta vefĂ‚t etti. Kabri orada olup ziyĂ‚ret yeridir.
ÎtibĂ‚rlı bir Ă‚ileye mensûb olan Bişr-i HĂ‚fî, Merv reislerinden birinin oğludur. Bu sebeple cocukluğu ve gencliğinin bir kısmı bolluk, refĂ‚h icinde gecti. Gencliğinde kendisini oyun ve eğlenceye verdi. DunyĂ‚nın cĂ‚zibesine kapıldığı ve nefsin, şeytanın ve kotu arkadaşların teşviklerine kapılarak oyun ve eğlence Ă‚lemlerine daldığı genclik yıllarında, bir gun kapısı calındı. Hizmetcisi kapıya cıkarak gelen kimseye kimi aradığını sordu. Kapıdaki adam; "Bu evin sĂ‚hibi hur mu, kul mu?" diye sordu. Hizmetci, "Hurdur." diye karşılık verdi. Adam; "Belli!.. Eğer kul olsaydı, kulluğun edebine riĂ‚yet edecek oyun ve eğlence ile uğraşmayacaktı." diyerek cıkıp gitti. Hizmetci iceri girip kapıda olanları Bişr-i HĂ‚fî'ye anlattı. Bişr-i HĂ‚fî, yalın ayak adamın peşinden koştu. Ona yetişerek soylediklerini tekrarlattı. O kimsenin sozlerinden etkilendi, yaptıklarına pişmĂ‚n olup tovbe etti. Bir muddet sozunde durup oyun ve eğlence Ă‚lemlerine gitmediyse de, kotu arkadaşların tesiriyle tekrar eski hayĂ‚tına dondu. Babasından kalan serveti icin kendisinden ayrılmayan arkadaşları onu bir turlu bırakmadılar.
Bir gun eğlence Ă‚lemlerinden sonra sarhoş ve bitkin olarak evine donerken yolda ustunde Besmele yazılı bir kağıt buldu. İci sızlayıp yerden aldı. Opup, camurlarını silerek, temizledikten sonra, guzel kokular surup, evinin duvarına astı. O gece Ă‚lim ve velî bir zĂ‚ta, ruyĂ‚da; "Git Bişr'e soyle! İsmimi temizlediğin gibi seni temizlerim. İsmimi buyuk tuttuğun gibi, seni buyulturum. İsmimi guzel kokulu yaptığın gibi, seni guzel ederim. İzzetime yemin ederim ki, senin ismini dunyĂ‚da ve Ă‚hirette temiz ve guzel eylerim." dendi. Bu ruyĂ‚ uc defĂ‚ tekrar etti. O zĂ‚t sabah Bişr-i HĂ‚fî'yi arayıp meyhĂ‚nede buldu. Muhim haberim var diye icerden cağırdı. Bişr geldiğinde; "Kimden haber vereceksin?" dedi. "Sana Allahu teĂ‚lĂ‚dan haber vereceğim." deyince, ağlamaya başladı. "Bana kızıyor mu, şiddetli azap mı yapacak?" dedi. RuyĂ‚yı dinleyince arkadaşlarına; "Ey arkadaşlarım! Beni cağırdılar, bundan sonra bir daha beni buralarda goremeyeceksiniz." dedi. O zĂ‚tın yanında hemen tovbe etti. Bu anda ayağında ayakkabı bulunmadığı icin, hic ayakkabı giymedi. Sebebini soranlara, "Allahu teĂ‚lĂ‚ya tovbe ettiğim, gunĂ‚h işlememeye soz verdiğim zaman yalın ayaktım. O zaman giymediğim ayakkabıyı şimdi giymeye hayĂ‚ ederim. Allahu teĂ‚lĂ‚ Bekara sûresi yirmi ikinci Ă‚yetinde meĂ‚len; "Biz yeryuzunu sizin icin tefriş ettik, doşedik." buyuruyor. PĂ‚dişĂ‚hların mefrûşĂ‚tı uzerinde ayakkabı ile yurumek edebe uymaz. Ayağım ile yer arasında bir vĂ‚sıta olduğu hĂ‚lde onun sergisine basmayı cĂ‚iz gormuyorum." derdi. Bu zamandan sonra ayakkabı giymediği icin kendisine yalın ayak mĂ‚nĂ‚sında "HĂ‚fî" lakabı verildi.
Allahu teĂ‚lĂ‚ya tovbe ettikten ve eski yaşayışını terk ettikten sonra bir muddet memleketi olan Merv'de ilim tahsîliyle meşgûl oldu. Dayısı Ali bin Harşam'a talebe oldu. Onun sohbetlerinde bulunup tasavvuf yolunda ilerledi. İlim yolunda seyĂ‚hatlere cıktı. Mekke, Kûfe, Basra, Şam ve Lubnan taraflarına gitti. Gittiği yerlerdeki Ă‚limlerin ve velîlerin ilim meclislerinde ve sohbetlerinde bulundu. Bu yuzden SeyyĂ‚h Sûfilerden sayıldı. En sonunda BağdĂ‚t'a gelerek yerleşti. Gerek memleketinde, gerek gezdiği yerlerde ve gerekse BağdĂ‚t'ta devrinin ileri gelen Ă‚limlerinden ilim tahsîl etti ve hadîs-i şerîf dinledi. İbrĂ‚him Sa'd, AbdurrahmĂ‚n bin Zeyd bin Eslem, HammĂ‚d bin Zeyd, Şureyk bin Abdullah, MuĂ‚fĂ‚ bin İmrĂ‚n Mûsulî, Vekî bin CerrĂ‚h, Ebû Bekr bin IyĂ‚ş, Hafs bin GıyĂ‚s, Abdullah bin MubĂ‚rek, ÎsĂ‚ bin Yûnus, Abdullah bin DĂ‚vûd el-Hayrî, Ebû MuĂ‚viye ed-Darîr, Zeyd bin Ebi'z-Zerka onun ilim tahsîl ettiği ve hadîs-i şerîf dinlediği Ă‚limlerden bir kısmıdır.
Onun geldiği yıllarda, dunyĂ‚ meraklılarının da Ă‚hiret sevdĂ‚lılarının da merkezi durumunda bulunan BağdĂ‚t'ta, Ahmed bin Hanbel hazretleriyle goruştu. SufyĂ‚n-ı Sevrî Fudayl bin IyĂ‚d, MuĂ‚fa bin İmrĂ‚n ve İmĂ‚m-ı MĂ‚lik hazretlerinin ilim meclislerinde ve sohbetlerinde de bulunup onlardan feyz aldı. Hadîs ilminde guvenilir Ă‚limlerden olduğu gibi, tasavvufta da yuksek derecelere kavuştu.
Hanbelî mezhebinin kurucusu Ahmed bin Hanbel, Bişr-i HĂ‚fî'yi cok sever, devamlı yanına giderdi. Talebeleri; "Siz Ă‚limsiniz. Hadîste, fıkıhta, ictihadda ve butun ilimlerde eşiniz yoktur. Niye Bişr-i HĂ‚fî gibi birini sık sık ziyĂ‚ret ediyorsunuz?" dediklerinde; "Evet, dediğiniz ilimleri ondan iyi bilirim. Fakat o, kalp ilimlerini benden iyi bilir." derdi.
Bişr-i HĂ‚fî'ye, bu ilme, yuksek derecelere nasıl kavuştun diye sorduklarında; "Az yemekle." deyip, "Yiyip gulen ile, yiyip ağlayan aynı olmaz." buyurdu.
İlim ve fazîletteki yuksekliği, haram ve şuphelilerden sakınması sĂ‚yesinde insanlar arasında yuksek bir velî, konuşmaları ile, tesirli bir yol gosterici oldu. MĂ‚nevî derecesi oylesine yukseldi ki, Halîfe Me'mûn onu ziyĂ‚ret edebilmek icin, Ahmed bin Hanbel'in arabuluculuk yapmasını istedi. HattĂ‚ Halîfe Me'mûn onun hakkında; "Bişr-i HĂ‚fî'den başka bu diyarda (BağdĂ‚t'ta) kendisinden hayĂ‚ edilip cekinilecek bir kimse kalmadı." demişti.
Dînî ilimlerde yuksek bir Ă‚lim, tasavvufta yuksek bir velî olan Bişr-i HĂ‚fî, zamĂ‚nının tıb bilgilerinde de soz sĂ‚hibi idi.
Bir gun Bişr-i HĂ‚fî (rahmetullahi aleyh) rahatsızlanarak tabîb AbdurrahmĂ‚n'a gitti. Ne gibi yemekler yiyeceğini sordu. Tabîb de; "Bana soruyorsun, fakat tavsiyelerime uymuyorsun." dedi. Bişr-i HĂ‚fî de; "Hayır, uyacağım." deyince, tabîb; "Sirke ve baldan yapılmış sikencubin'i (mayhoş suyu) icer, ayvayı soyup yersin. Sonra da sıcak corba icersin." dedi. Bunun uzerine Bişr-i HĂ‚fî; "Sikencubinin yerini tutacak daha iyi bir şey bilmez misin?" diye sordu. Tabîb; "Bilmem." dedi. Bişr-i HĂ‚fî; "Ben bilirim." deyince, tabîb soyle bakalım nedir?" dedi. Bişr-i HĂ‚fî; "Hurdeba (gunnuk otu) sirke ile berĂ‚ber." dedi. Sonra; "Ayvanın yerini tutacak ondan daha ucuz bir şey bilmez misin?" diye sordu. Tabîb; "Bilmem." deyince; "Ben bilirim." dedi ve keci boynuzunu anlattı. Keciboynuzundan daha iyisini sordu. Tabîb, bilmem deyince, ona da nohut suyu ile inek yağını anlattı. Bunun uzerine tabîb AbdurrahmĂ‚n; "Sen tıb ilmine benden daha iyi vĂ‚kıfsın." diyerek bu ilimdeki ustunluğunu kabûl etti.
Allahu teĂ‚lĂ‚nın emirlerine ve Peygamber efendimizin sunnetine titizlikle uyan, haram ve şuphelilerden şiddetle kacınan Bişr-i HĂ‚fî hazretleri, bir gece ruyĂ‚sında Peygamber efendimizi gordu. Peygamber efendimiz ona; "Allahu teĂ‚lĂ‚nın seni neden ustun kıldığını biliyor musun?" buyurdu. O; "Hayır bilmiyorum yĂ‚ Resûlallah!" diye karşılık verdi. Hazret-i Peygamber şoyle buyurdu: "Sunnetime tĂ‚bi olman, sĂ‚lihlere hizmet etmen, din kardeşlerine nasîhat etmen, Ehl-i beytimi ve EshĂ‚bımı sevmen sebebiyle bu dereceye kavuştun." buyurdu.
Bişr-i HĂ‚fî pekcok kimseye ilim oğretip ders verdi. Nuaym bin HeydĂ‚m, Muhammed bin HeydĂ‚m, İbrĂ‚him bin HĂ‚şim, Nasr ibni Mansûr, El-BezzĂ‚r, Muhammed bin el-MusennĂ‚, Sırrî-i SekĂ‚tî, İbrĂ‚him bin Harbî en-NişĂ‚bûrî Omer bin MûsĂ‚ el-CelĂ‚ gibi bircok Ă‚lim kendisinden ders alıp, hadîs-i şerîf okumuşlardır.
İnsanlara vĂ‚z ve sohbetleriyle pek faydalı olan Bişr-i HĂ‚fî hazretleri, onlara dunyĂ‚da ve Ă‚hirette kurtuluşa ermenin yollarını gosterdi. Bir sohbetinde;
"Bir gun BağdĂ‚t'ta bir adam gordum. Bin kırbac dayak yediği hĂ‚lde hic sesini cıkarmadı. Sonra kendisini cezĂ‚evine goturduler. Peşini tĂ‚kib ettim ve nicin dovulduğunu kendisinden sordum. Bir kadına Ă‚şık olduğundan bu hĂ‚le duştuğunu soyledi. Bu kadar dayak yediği hĂ‚lde neden ses cıkarmadığını sordum. Sevgilim bana bakıyordu, dedi. Bunun uzerine kendisine; "Ya Allahu teĂ‚lĂ‚nın seni devamlı gorduğunu bilseydin hĂ‚lin nice olurdu?" dediğimde, hemen haykırarak yere duştu ve oldu." buyurdu.
Gencliğimde Abadan'a gitmiştim. Cuzzamlı ve kor bir adamla karşılaştım. Sarası tutmuş, karıncalar vucûduna uşuşmuş etini yiyorlardı. Başını kaldırdım, kucağıma aldım, ayılıp, kendisi ile konuşmayı bekledim. Ayılınca; "Benimle Rabbim arasına giren bu boş adam kimdir? Rabbim beni parca parca yapsa, benim O'na ancak sevgim artar." dedi. Bundan sonra artık kul ile Allah arasında gorduğum hic bir hikmeti merak edip de, nicin boyle oluyor? demedim."
"Bir gun evime girince bir zĂ‚t ile karşılaştım. İzinsiz, evime nasıl girersin, sen kimsin dediğimde; "Ben kardeşin Hızır'ım." dedi. Bana duĂ‚ et deyince, O; "Allah'ım!İbĂ‚dette bulunmasını buna kolaylaştır." diye duĂ‚ etti. Biraz daha duĂ‚ et dedim. "Allah'ım! İbĂ‚detinin gizli kalmasını buna nasîb eyle." dedi.
Bişr-i HĂ‚fî hazretleri yuksek hĂ‚ller sĂ‚hibiydi. Bir gece evden cıkarken ayağının biri eşiğin ic, diğeri dış kısmında olduğu halde seher vaktine kadar hayret ve hayranlık icinde bekledi. Kızkardeşinin kalbine; Bu gece Bişr sana geliyor." diye ilhĂ‚m olundu. Kardeşi onu beklemeye başladı. Bişr-i HĂ‚fî yorgun ve perişan hĂ‚lde cıkageldi. Hemen evin damına cıkmaya gayret etti. Birkac basamak yukarı cıktı. Ortalık aydınlanıncaya kadar hayran hayran orada kaldı. Namaz vaktinde aşağı inip cĂ‚miye gitti. Namazını kılıp eve geldi. Kızkardeşi; "Bu ne hĂ‚l boyle?" diye sorunca, Bişr-i HĂ‚fî; "Hatırımdan gecti ki BağdĂ‚t'ta Bişr gibi bunca kişi bulunsun, bunlardan kimi yahûdî kimi hıristiyan, kimi de mecûsî olsun, benim ismim de Bişr olsun ve İslĂ‚miyetle şereflenerek bunca yuksek devlete ermiş olayım! Ben ne yaptım ki bu devlete kavuştum, onlar ne yaptılar ki bu devletten mahrûm kaldılar. İşte bu konuyu duşunerek şaşkın bir hĂ‚lde kaldım." buyurdu.
Mansûr es-SayyĂ‚d isimli bir zĂ‚t, bir bayram gunu bayram namazını kıldıktan sonra Bişr-i HĂ‚fî hazretlerine geldi. Bişr-i HĂ‚fî ona; "Bu erken vakitte nicin geldin?" buyurdu. Mansur; "Evde un ve ekmek yok onun icin geldim." dedi. Bişr-i HĂ‚fî; "Allahu teĂ‚lĂ‚ duşenlerin yardımcısıdır. Oltanı al ve dereye git. Abdest alıp iki rekat namaz kıl. Oltayı Bismillah diyerek at!" buyurdu. Mansûr es-SayyĂ‚d onun dediklerini yaptı. "Bismillah" diyerek oltayı dereye attı. Buyuk bir balık cıktı. Bişr-i HĂ‚fî'ye geldi. Bişr-i HĂ‚fî o balığı satmasını ve ihtiyaclarını almasını istedi. O kimse balığı satıp ihtiyĂ‚cı olan yiyecekleri aldıktan sonra Bişr-i HĂ‚fî hazretlerinin kapısını caldı. Bişr-i HĂ‚fî ona; "Kapıyı kapat. Elindekileri de hole bırak. Kendin de iceri gel." buyurdu. Mansûr es-SayyĂ‚d iceri girince, Bişr-i HĂ‚fî hazretleri; "Eğer bu isteği nefsimiz bize bildirseydi bu balık cıkmazdı." dedi.
Yine bir sohbetinde buyurdu ki:
"DunyĂ‚da azîz olmak, Ă‚hirette selĂ‚mette kalmak isteyen, diline sĂ‚hib olsun. ŞĂ‚hitlik yapmasın, halka imĂ‚m olmasın, hic kimsenin yemeğini yemesin. İki şey kalbe kasvet verir. Cok konuşmak ve cok yemektir."
İlme calışmayı teşvik husûsunda da buyurdu ki:
İlme calışanın işĂ‚reti, dunyĂ‚dan kacmaktır, dunyĂ‚yı sevip onda kalmak değil."
"Kendisiyle amel etmediğin şeyi bırakman daha iyidir. İlim, amel etmektir. Allahu teĂ‚lĂ‚ya itĂ‚at ettiğin zaman sana oğretir. Allahu teĂ‚lĂ‚ya isyĂ‚n edersen, sana oğretmez. İlim, Ă‚limlerin ihtiyac malzemesidir."
"KĂ‚mil olan Allah yolcusu ile sohbet etmek, Kur'Ă‚n-ı kerîm okuyan ile sohbet etmekten daha sevimlidir."
"MĂ‚rifetten mahrum kalan kimse, ibĂ‚detinin tadını bulamaz."
"Sizden biri, bir eser yazacak olursa, daha cok mĂ‚nĂ‚ bakımından doğruluğuna dikkat etsin."
"Âlimin sozu doğru, yediği helĂ‚l ve dunyĂ‚ malına karşı sevgisi yok ise, zuhdu, dunyĂ‚ya duşkun olmaması cok olur. Ne yazık ki, bugun bu uc hasletten birini bile onların birinde goremiyoruz. Bu durumlarıyla onlara nasıl gulelim ve nasıl yuz verelim. Bu vasıfları kendinde bulundurmayanlar, ilim sĂ‚hibi olduklarını, nasıl soylerler. Onlar dunyĂ‚ya sarılır, dunyĂ‚yı birbirinden kıskanırlar. DunyĂ‚lık icin birbirine hased ederler. Devlet adamlarının yanında birbirlerini cekiştirir ve gıybet ederler. Maksadları, ellerine gecen dunyĂ‚lığı, başkalarına kaptırmamak ve fĂ‚nî şeyleri ellerinden kacırmamaktır. Yazıklar olsun ey Ă‚limler! Siz peygamberlerin vĂ‚risleriydiniz. İlmi alırken bircok vazîfe yuklenmiş oldunuz. Şimdi o vazîfeleri yapmıyorsunuz. İlminizi şeref vesilesi yapıp onunla dunyĂ‚lık kazanmaya bakıyorsunuz. Âhirette, Cehennem'e ilk atılan zumre olmaktan nasıl korkmuyorsunuz, anlamıyorum!"
"Bugun ilim, onu vĂ‚sıta yapıp karnını doyuranların eline gecti."
Bir sohbetinde de sabırla ilgili olarak şoyle buyurdu:
"Sabır susmaktır. Susmak sabırdandır. Konuşan, susandan daha fazla verĂ‚ sĂ‚hibi olamaz. Şu var ki, Ă‚lim kişi bir yerde konuşur bir yerde susar."
"Sabır guzeldir. Bu ise, insanlara şikĂ‚yette bulunmamaktır."
"Emri mĂ‚rûf ve nehy-i anil-munker yapmak, Allahu teĂ‚lĂ‚nın emir ve yasaklarını bildirmek icin, eziyetlere sabretmek gerekir."
Şukurle ilgili olarak Bişr-i HĂ‚fî hazretleri buyurdu ki: "ÂzĂ‚ları icinde yalnız dili ile şukreden kimsenin şukru az olur. Cunku gozun şukru, bir hayır gorduğu zaman onu almak, eğer şer gorurse onu ortmektir. Kulağın şukru, bir hayır işittiği zaman onu ezberlemek, şer işitirse onu unutmaktır. Ellerin şukru, onlarla hak olandan başkasını tutmamaktır. Mîdenin şukru, ilim ve hilm ile dolu olmak; ayakların şukru de, iyilikten başkasına gitmemektir. Kim boyle yaparsa hakîkaten şukredenlerden olur."
Bir sohbeti sırasında da;
"NĂ‚fileler farzların terk edilmesine sebeb olduğu zaman nĂ‚fileleri terk ediniz. İyiyi iyi olarak kabul etmeyen, cirkini de cirkin olarak kabul etmez. İhtilĂ‚f ve ayrılıkla birlikte îtilĂ‚f ve birleşme olmaz.
Biz nîmetler yuzunden değil, nîmetlere karşı az şukrettiğimizden bu hĂ‚le geldik. Nitekim biz amelimizin azlığından değil de amelde sıdk ve ihlĂ‚sımızın olmayışından bu hĂ‚le geldik. Yine bizim uğradığımız musîbetler, gunĂ‚hlarımızın cokluğundan değil, hayĂ‚mızın azlığındandır, istiğfĂ‚rımızın azlığından değil, vefĂ‚mızın azlığından ve suratle gunĂ‚hlara duşuşumuzdendir. Eğer biz derhĂ‚l gunahlarımızın cezĂ‚sını gormuş olsaydık butun gunĂ‚hları bırakırdık.
Ey kardeş! Bunu bil ve icini dunyĂ‚ sevgisi ve şehvetinden temizle. Allahu teĂ‚lĂ‚yı cok zikret. Kalbini iyice temizlediğin zaman, Allahu teĂ‚lĂ‚ seni hikmetle konuşturur ve sen zamĂ‚nın bir hakîmi olursun. Fakat dunyĂ‚ sevgisi ve şehveti ile birlikte hikmet sĂ‚hibi olamazsın." buyurdu.
Talebelerine ve sevenlerine verdiği muhtelif vĂ‚z ve nasîhatler sırasında buyurdukları ise şunlardır:
"İnsanlar arasında tanınmak isteyen, Ă‚hiretin tadını alamaz."
"Şohreti seven kimse, Allah'tan korkmaz."
"Ovulmekten hoşlanmak kadar ahmaklık duşunulemez."
"DunyĂ‚ ve Ă‚hirette elem ve kederlerden kurtumak istiyenler, kotu ahlĂ‚k sĂ‚hipleriyle goruşmemelidir."
"Tasavvuf nedir?" diye sorulunca, buyurdu ki: "Tasavvuf uc anlama gelir. İlki mĂ‚rifet nûruna Ă‚rif olmak ve verĂ‚ hĂ‚lini kaybetmemektir. İkincisi, dış gorunuşunu bĂ‚tıl olan şeylerden alıkoymaktır. Sonuncusu ise kerĂ‚metlerini gizlemektir."
"İnsanlardan biri, Allahu teĂ‚lĂ‚ya tevekkul ettim, diyor. Halbuki Allahu teĂ‚lĂ‚ya karşı yalan soyluyor. Gercekten Allahu teĂ‚lĂ‚ya tevekkul etseydi, O'nun, hakkındaki muĂ‚melesine de rĂ‚zı olurdu."
"Huzun pĂ‚dişĂ‚htır. Bir yere yerleşince oraya başka bir şeyin yerleşmesine rĂ‚zı olmaz."
"Ben, MuĂ‚fĂ‚ bin İmrĂ‚n'dan işittim. O da SufyĂ‚n-ı Sevrî'den şoyle dediğini işitmiş; insanları memnun etmek, ulaşılamayan gĂ‚yedir."
"SufyĂ‚n-ı Sevrî bir adamı ziyĂ‚ret ettiği zaman, Allah seni ateşten korusun diye duĂ‚ ederdi."
"El-EvzĂ‚î şoyle buyurdu. Bir zaman gelecek ki, unsiyet sĂ‚hibi kardeş, helĂ‚l bir lokma ve sunnete uygun bir amel o zaman cok az olacak."
"Kim Allahu teĂ‚lĂ‚ya yaklaşırsa, insanlardan uzak kalır."
"İnsanların sırlarını ortaya cıkaracak sorular sorma."
"Nefsim icin en guvendiğim amelim, Peygamber efendimizin EshĂ‚bına sevgi ve hurmetimdir."
"Boburlenmen, kendi ibĂ‚detini cok, başkasınınkini az gormendir."
"Malınız varken ac sabahlamanızı, malınız yokken tok sabahlamanıza yeğ tutarız."
"Âdemoğlunu dunyĂ‚da tĂ‚kib eden musîbetlerin başında, sevdiklerinden ayrılması gelir."
"Bir kimse bize, hadîs anlat dediği zaman, anla ki, bize kolaylık goster, demek istiyor."
"MakĂ‚mların en yukseği, olunceye kadar fakirliğe sabretmektir."
"İki haslet vardır ki, kalbe sıkıntı verir: Cok konuşmak, cok yemek."
"Bir kul Kur'Ă‚n-ı kerîmi hatmederse, melekler onun iki gozu arasını operler."
"Kişi gazabını yenmedikce, takvĂ‚ sĂ‚hibi olamaz."
"Konuşmak hoşuna giderse sus, susmak hoşuna gidince konuş."
"Kim Allahu teĂ‚lĂ‚dan dunyĂ‚yı isterse, Allahu teĂ‚lĂ‚ da onun dunyĂ‚da uzun zaman kalmasını ister."
"Muminin izzeti, insanlardan uzak durmasıdır. Şerefi ise gece namaz kılarak ayakta durmasıdır."
"Ana ve babanın evlatlarına duĂ‚ları, bir peygamberin ummetine olan duĂ‚sı gibidir."
"VerĂ‚, şuphelilerden temizlenmek ve her an nefisle muhĂ‚sebe etmektir."
"Kotu insanlarla arkadaşlık yapmak, hayırlı insanlara sû-i zana, kotu duşunmeye sebeb olur."
"Cimrinin yuzune bakmak, insanın kalbini karartır."
"ŞĂ‚yet insanlar Allahu teĂ‚lĂ‚nın buyukluğunu duşunselerdi, O'na isyĂ‚n etmezlerdi."
"Akıllı kimse, hayrı ve şerri bilen kimse değildir. Akıllı kimse hayrı gorduğunde ona tĂ‚bi olan, şerri gorduğunde ondan kacınan kimsedir."
"Olumu hatırladığın zaman, dunyĂ‚nın guzelliği ve şehvetleri senden gider."
"Kotuluklerini gizlediğin gibi iyiliklerini de gizle."
"DunyĂ‚yı seven kişi olumu sevmez."
"Melekler, kendisine hayran kaldığı kulun amelini yukseğe cıkarır ve Allahu teĂ‚lĂ‚nın huzûruna goturur."
"Kişinin ameli az olursa, duşunce ve sıkıntıya mubtelĂ‚ olur."
Vaktin kıymeti ile ilgili olarak buyurdu ki:
"Dun oldu, bugun can cekişiyor, yarın doğmadı. Oyle ise şu anı değerlendirmek icin amele sarıl."
Neden cĂ‚mide vĂ‚z vermiyorsun diye sorduklarında; "CĂ‚mide vĂ‚z vermek icin cĂ‚mi huviyetli olmak, o işin ehli olmak lĂ‚zımdır." buyurarak tevĂ‚zuda bulundu.
Bişr-i HĂ‚fî cemĂ‚atle sohbet ediyor, rızĂ‚dan bahsediyordu. Sohbette bulunanlardan birisi; "Ey Bişr! Makam ve îtibĂ‚r sĂ‚hibi olduğun icin halktan hicbir şey kabûl etmiyorsun. Eğer zuhd sebebiyle hakîkaten dunyĂ‚dan yuz cevirmişsen, halktan gizlice bir şeyler alıp fakirlere ver ve kendin de tevekkul uzere oturup rızkına rĂ‚zı ol." dedi. Bu soz uzerine Bişr-i HĂ‚fî buyurdu ki: "Bunun cevĂ‚bını dinle. FukarĂ‚ ve dervişler uc ceşittir. Birinci kısım, aslĂ‚ kimseden bir şey istemez, verirlerse de almaz. Bunlar hĂ‚l sĂ‚hibi, rûhĂ‚niyet ehli kimselerdir. İzzet ve celĂ‚l sĂ‚hibi Allahu teĂ‚lĂ‚dan her ne isterlerse, Allah onu bu kimselere verir. Allahu teĂ‚lĂ‚ şunu verecek diye yemin edecek olsalar derhĂ‚l duĂ‚ları kabûl edilir. Diğer bir kısmı halktan bir şey istemez ama verildiğinde kabûl eder. Bunlar dervişlerin orta tabakasıdır. Allahu teĂ‚lĂ‚ya tevekkul ederek sukûn, rahat bulurlar. Bu kısım, kudsiyet makĂ‚mında ebediyet sofrasına oturmuş bir tĂ‚ifedir. Ucuncu kısım ise, gucleri yettiğinde sabrederek oturur ve rızkın geleceği vakti gozler. Boyleleri zarûrî ihtiyacları mecbûr bırakırsa, kalpleri Allahu teĂ‚lĂ‚ya bağlı olduğu hĂ‚lde cıkıp halktan isterler." Bu cevĂ‚bı alan kimse; "Bu soze rĂ‚zı oldum. Allah da senden rĂ‚zı olsun." dedi.
Bişr-i HĂ‚fî hazretleri yerinde ve az konuşurdu. Talebelerine ve sevenlerine buyurdu ki: "Sahîfelerinize ne yazdığınıza dikkat ediniz. Cunku bu, Rabbinize karşı okunacaktır. Yazık o kimseye ki cirkin soz konuşur. Eğer icinizden biri bir kardeşine icinde cirkin soz bulunan bir yazı gonderse, şuphesiz bu bir hayĂ‚sızlık olur. Ya Rabbine karşı kotu soz soyleyenin hĂ‚li ne olur?"
Şaşarım o adamın aklına ki din kardeşini arkasından cekiştirir de yuzune gelince ona sevgi gosterir, hemen onu ovmeye başlar. Kim insanların şeref ve haysiyetiyle oynadığı halde, Allahu teĂ‚lĂ‚nın kendisini sevdiğini iddiĂ‚ ederse, şuphesiz o bir yalancıdır. Cunku o bir şeytandır. Şeytan ise Allahu teĂ‚lĂ‚nın duşmanıdır.
Bir kimse Bişr-i HĂ‚fî hazretlerine gelerek; "Ben seni Allah icin seviyorum." dedi. O da; "Sen sozunde sĂ‚dık ve doğru değilsin. BĂ‚zan akşam olunca ahırdaki merkebini hatırlamak beni hatırlamaktan sana daha muhim gorunduğu hĂ‚lde, nasıl oluyor da Allah icin beni sevdiğini iddiĂ‚ ediyorsun?" buyurdu.
Bişr-i HĂ‚fî'nin ilme ve irfĂ‚na bağlılığı, şohret ve riyĂ‚set (başkanlık) sevdĂ‚sıyla değil, sunnet-i seniyyeye uyma arzûsuyla idi. Nitekim; "Reislik arzûsuyla ilim oğrenen, Allahu teĂ‚lĂ‚yı kızdıracak bir işle O'na yaklaşmaya calışıyor demektir. Cunku ilim sebebiyle reislik istemek gokte ve yerde ofkeyi gerektirir." buyururdu.
Hikmete ermenin yolunun Allahu teĂ‚lĂ‚ya isyĂ‚nı terk etmekte olduğunu soylerdi. O, ibĂ‚detin lezzetine erenlerdendi. Bu lezzete ermenin yolunu şoyle bildirirdi: "Kendinle arzu ve isteklerin arasına demirden bir perde cekmedikce, ibĂ‚detten lezzet duyamazsın."
Bir kimse Bişr-i HĂ‚fî'ye gelerek; "Gecenin bir saatinde olsun istirĂ‚hat etseniz." dedi. O da; "Allahu teĂ‚lĂ‚ gecmiş ve gelecek butun gunĂ‚hlarını bağışladığı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ayakları şişinceye kadar ibĂ‚det ettikleri halde ben nasıl uyuyabilirim? Cunku ben bir tek gunahımın bile, Allahu teĂ‚lĂ‚ tarafından bağışlanmış olduğunu bilmiyorum."
Talebelerini ellerini acmış duĂ‚ ederken gorunce; "DuĂ‚, gunahları terk etmektir." buyururdu. Rızık konusunda insanları haramlardan ve şuphelilerden sakınmaya teşvik ederdi. Ozellikle ticĂ‚ret erbĂ‚bını helĂ‚l ve temiz kazanca yonlendirmeye calışırdı. Bu husustaki Ă‚yet-i kerîme ve hadîs-i şerîfleri sık sık tekrar eder; "Ekmeğini nereden kazandığına iyi bak. Kendini Cehennem'e atma." diye nasîhat ederdi.
Amellerin kıymetlisinin uc tĂ‚ne olduğunu bildirir: "Birincisi mal az olduğunda da comert olabilmektir. İkincisi, tenhĂ‚da da verĂ‚ sĂ‚hibi olabilmek yĂ‚ni haramlardan kacınabilmektir. Ucuncusu, kendisinden korkulan ve bir şeyler umulan kimsenin huzûrunda da hakkı soyleyebilmektir." buyururdu.
DunyĂ‚ya gonul verenlere; "DunyĂ‚ya tĂ‚lib olan insanlardan dunyĂ‚lık istemeye utanmıyor musun? Siz dunyĂ‚lığı, dunyĂ‚yı yed-i kudretinde tutan Allahu teĂ‚lĂ‚dan isteyiniz." buyururdu.
"Yediğin neredendir?" diye soranlara şoyle cevap verirdi: "Siz benim nereden yediğimi ne yapacaksınız. Kendinizin ne sûretle yediğinize bakınız. Cunku gulerek yiyenle ağlayarak yiyen bir olmaz. Az yiyen el, cok yiyene denk olmaz. Yediğiniz ekmeğin nereden olduğuna, coluk cocuğunun oturduğu evin hangi yoldan kazanıldığına dikkat ediniz." buyururdu.
Allahu teĂ‚lĂ‚ya olan muhabbeti sebebiyle Allahu teĂ‚lĂ‚nın duşmanlarına duşmanlık ederdi ve; "Sevgilini kızdırana muhabbet beslemen sana yakışmaz." buyururdu.
Comert ve ikrĂ‚m sĂ‚hibi idi. Fakirlere ve duşkunlere yardım eder, onların ihtiyaclarını giderirdi.
NĂ‚file hacca gideceklerden biri Bişr-i HĂ‚fî'ye vedĂ‚ icin geldi. Ona; "Ben hacca gidiyorum, bir emriniz var mı?" deyince; "Ne kadar harclığın var?" diye sordu. "İki bin dirhem harclığım var." diye cevap verdi. Bişr-i HĂ‚fî: "Hacca gitmekle zuhdu mu, yoksa KĂ‚be'ye olan aşkını mı, yoksa Allah rızĂ‚sını mı kastediyorsun?" diye sorunca, adam: "Allah rızĂ‚sını kastediyorum." dedi. Bunun uzerine Bişr-i HĂ‚fî; "O halde evinde dururken, Allah'ın rızĂ‚sını kazandıracak bir şeyi sana soylersem, yapar mısın?" deyince; "Evet yaparım." karşılığını verdi. Bunun uzerine Bişr-i HĂ‚fî;
"O halde sen bu iki bin dirhemi, borcunu odeyemeyen bir fakire, yiyeceği olmayan bir yoksula, nufusu kalabalık, gecimi dar olan bir Ă‚ileye, yetimi sevindiren bir yetim bakıcısına ve bunlar gibi on kişiye yirmişer dirhem ve hattĂ‚ istersen hepsini bunlardan birine ver. ZîrĂ‚ muslumanı sevindirmek, duşkunlere el uzatmak, sıkıntıyı gidermek ve zayıflara yardım etmek, nĂ‚file olarak yapılan yuz hacdan daha sevaptır. Kalk da dediğim gibi yap. ŞĂ‚yet boyle yapmak istemiyorsan asıl kalbinde olanı bana soyle." dedi. VedĂ‚ya gelen kimse; "Doğrusu kalbimde hacca gitmek tarafı kuvvetlidir." dedi. Bunun uzerine Bişr gulumseyerek adama dondu ve; "Servet, şupheli şeylerden kazanıldığı takdirde, nefs, kendi arzularından birinin yerine getirilmesini ve sĂ‚lih ameller yaptığını gostermek ister. Halbuki Allahu teĂ‚lĂ‚, yalnız muttakîlerin, haramlardan sakınanın amelini kabul eder." buyurdu.
Adamın biri elinde bıcak ile bir kadına musallat oldu. Guclu olduğu icin kimse adama engel olamıyordu. Kadın cırpınıp duruyordu. Bu esnĂ‚da Bişr-i HĂ‚fî rahmetullahi aleyh oradan gecmekte idi. Adama iyice yaklaşıp bir şey soyledi. Adam birden yere duştu. Kadın kurtuldu. EtrĂ‚fındakiler adamın yanına gittiler ve adamın zor nefes aldığını gorduler. Sana ne oldu diye sorulunca, adam; "Bilmiyorum, ihtiyar zĂ‚t bana; "Senin bu yaptığını Allahu teĂ‚lĂ‚ goruyor." deyince, ayaklarımın bağı cozuldu ve gorduğunuz gibi yere duştum. Bu zĂ‚t kimdir?" dedi. Bişr-i HĂ‚fî'dir dediler. Bunun uzerine adam; "EyvĂ‚h ben onu bir daha nasıl goreceğim." dedi ve kuvvetli bir sıtma hastalığına yakalanarak kısa bir zaman icinde oldu.
Bişr-i HĂ‚fî, Esved bin SĂ‚lim'i, Ma'rûf-i Kerhî'ye yolladı. Esved bin SĂ‚lim ona; "Bişr-i HĂ‚fî, seninle kardeşlik olmak istiyor. Bunu acıkca size soylemekten cekindiği icin, beni size gonderdi. Kendisini kardeşliğe kabûl etmenizi diliyor, fakat bĂ‚zı şartları da vardır. Onlar da: Bu kardeşliğin duyulmaması ve karşılıklı ziyĂ‚ret ve goruşme yapılmamasıdır; zîrĂ‚ o, fazla iltifattan hoşlanmaz." dedi. Bunun uzerine Ma'rûf-i Kerhî;"Fakat ben kardeş olduğum kimseden gece ve gunduz ayrılmak istemem." dedi ve Allah icin sevginin fazîletini anlatan bircok hadîs-i şerîf okudu. Sonra; "Resûl-i ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, hazret-i Ali'yi kendine kardeş yapmakla, onu ilimde kendisine ortak etti. En sevimli kızını ona verdi. Şimdi sen şĂ‚hid ol, mĂ‚dem ki seni gonderdi. Ben de onu Allah icin kardeşliğe kabûl ettim. O, beni ziyĂ‚rete gelmezse de, ben onu ziyĂ‚rete giderim. Ona soyle sohbetlerde buluşalım. HĂ‚linden hicbir şeyi benden saklamasın, her hĂ‚lini bana bildirsin." dedi. İbn-i SĂ‚lim, durumu Bişr-i HĂ‚fî'ye anlatınca, rĂ‚zı oldu ve memnuniyetle kabûl etti.
Bir gun Bişr-i HĂ‚fî'nin eşyĂ‚sını caldılar. Ağlamaya başladı. "Mal icin ağlanır mı?" denilince; "Mal icin değil, hırsızın gunah işlediğini, kıyĂ‚met gununde bunun azĂ‚bını cekeceğini duşunup ağlıyorum." dedi.
Adamın biri Bişr-i HĂ‚fî'ye gelip; "Bana vasiyet et." dedi. Bişr-i HĂ‚fî ona; "Şohretten sakın, helĂ‚l lokma yemeye gayret et." dedi.
Buyuklerden bir zĂ‚t anlatır: Bişr-i HĂ‚fî'nin yanında idim. Hava cok soğuk idi. GĂ‚yet ince giymiş, titriyordu. YĂ‚ EbĂ‚ Nasr bu havada cok kalın giyerler, siz giydiklerinizi cıkardınız dedim. "Fakirleri hatırladım. Malım, param yok ki onlara yardım edeyim. İstedim ki, ben de onlar gibi olup, sıkıntılarını cekeyim." dedi.
Bişr-i HĂ‚fî bir gun kabristandan geciyordu. Mezardakilerin hallerini Allahu teĂ‚lĂ‚ gosterdi. Mezarları uzerinde bir şeyi paylaşıyorlardı. "YĂ‚ Rabbî! Bunların ne yaptıklarını bana bildir." dedi. Git, kendilerine sor diye bir ses duydu. Gitti sordu. Bir hafta once, bir kimse uc İhlĂ‚s-ı şerîf okuyup bize gonderdi. O gunden beri onun sevĂ‚bını taksim etmeye calışıyoruz, henuz bitiremedik." dediler.
Hasan HayyĂ‚t anlatır: Bir gun Bişr-i HĂ‚fî'nin yanında idim. Birkac kişi gelip, Bişr-i HĂ‚fî'ye selĂ‚m verdi. Bişr-i HĂ‚fî onlara siz kimsiniz deyince; "Biz Şam'dan geliyoruz, hacca gidiyoruz. DuĂ‚nızı almak icin size uğradık." dediler. Bişr-i HĂ‚fî onlara; "Allahu teĂ‚lĂ‚ sizden rĂ‚zı olsun." dedi. Onlar; "Bizimle hacca gelmek istemez misin?" diye sorunca; onlara; "Uc şartla: Yanımızda bir şey taşımayacağız, hic kimseden bir şey istemeyeceğiz, eğer birisi bize bir şey verirse kabûl etmeyeceğiz." dedi. Onlar; "Yanımızda bir şey taşımamaya evet! Kimseden bir şey istememeye de evet! Fakat bize verileni kabûl etmemeye gelince, buna gucumuz yetmez." dediler. Bunun uzerine Bişr-i HĂ‚fî; "Siz Allahu teĂ‚lĂ‚ya değil, hacıların azığına guvenerek yola cıkmışsınız." buyurdu.
Bişr-i HĂ‚fî, hazret-i Âişe'den rivĂ‚yet edilen şu hadîs-i şerîfi nakletti: Hazret-i Âişe buyurdu ki: "Ben bir gun Resûlullah'dan sallallahu aleyhi ve sellem suĂ‚l ettim: "YĂ‚ Resûlallah kadınların uzerinde cihĂ‚d var mıdır?" Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Kadınlar uzerinde de cihĂ‚d vardır. LĂ‚kin o cihĂ‚dda harb etmek yoktur." Ben de; "O cihĂ‚d nedir?" dedim. Resûlullah; "OcihĂ‚d hac ile umredir." buyurdu.
RivĂ‚yet ettiği başka bir hadîs-i şerîfte Peygamber efendimiz; "Tencerede bir şey pişirdiğin zaman, suyunu coğalt ve komşulara dağıt." buyurdu.
Diğer bir hadîs-i şerîfte Peygamber efendimiz; "Kula her taraftan belĂ‚ gelmedikce, îmĂ‚nın tadını tadamaz." buyurdu.
Bişr-i HĂ‚fî hazretleri hic evlenmemişti. Kendisine; "Nicin evlenmiyorsun?" diye soranlara; "Bana omrum kadar bir omur daha verilseydi, evlenebilirdim. ZîrĂ‚ omrumde ancak Allahu teĂ‚lĂ‚ya kulluk vazîfelerimi yapabiliyorum."buyurdu. "Eğer sen evlenseydin kulluğun tam olurdu." deyince de; "Kendi hakkımı yerine getirmekten korkuyorum da onun hakkını nasıl yerine getirebilirim." buyurdu. "Nicin evlenerek Sunnet-i seniyyeye muhĂ‚lif olmaktan kurtulmuyorsun?" diyenlere de; "Ben farzlarla meşgûl oluyorum. ZîrĂ‚ farzları yerine getirmek, sunnetten evlĂ‚dır." buyurdu. Bişr-i HĂ‚fî hazretleri; "İki yuz yılından sonra sizin en iyiniz, hafîfulhaz olandır, yĂ‚ni zevcesi ve cocuğu olmayandır." hadîs-i şerîfini kendine delil olarak almıştı.
Bişr-i HĂ‚fî hazretleri ilim, irfĂ‚n ve fazîlet sĂ‚hibi olup, guzel ahlĂ‚klı idi. Onun ustunluğunu herkes kabûl ederdi, hĂ‚lleri ve yaşayışı ile ilgili olarak AbbĂ‚s bin Dehkam diyor ki: "DunyĂ‚ya geldiği gibi olen tek insan Bişr-i HĂ‚fî'dir. DunyĂ‚ya malsız geldi ve malı olmadan gitti. Olum doşeğine yattığı sırada biri gelerek ondan bir şey istedi. Onun bir gomleği vardı. Onu da cıkardı, dilenciye verdi ve bir başka kimseden odunc gomlek aldı ve o şekilde oldu. YĂ‚ni olunce bir gomleği de yoktu. Gomleksiz geldi, gomleksiz gitti."
İbrĂ‚him Harbî şoyle der: "Ben uc buyuk zĂ‚t gordum. Bu uc kişinin benzeri yoktur; Birincisi Ahmed bin Hanbel'dir ki, anneler onun gibisini doğurmaktan Ă‚ciz kalır. İkincisi Bişr-i HĂ‚fî'dir ki, asrından eski devirlere kadar akıllı bir zĂ‚ttır. Ucuncusu Ebû Ubeyd KĂ‚sım bin SellĂ‚m ki, sanki o, ilmi kendisinde toplamış bir dağ gibidir. Bişr-i HĂ‚fî hicbir muslumana gıybette bulunmadı. Eğer onun aklı BağdĂ‚t halkına dağıtılsa, hepsi akıllı olurdu."
BilĂ‚l el-HavvĂ‚s şoyle anlatır: "Bir gun Sina Colunde yuruyordum. Yanımda bir zĂ‚t belirdi. Kimsin deyince, "Kardeşin Hızır'ım." dedi. Sana suĂ‚l sormak istiyorum deyince; sor dedi. "İmĂ‚m-ı ŞĂ‚fiî hakkında ne dersin?" diye sordum. "DunyĂ‚daki dort buyuk Ă‚limden biridir." diye cevap verdi. "Ahmed bin Hanbel hakkında ne duşunursun?" dedim. "Sıddık (doğru, samîmi) bir zĂ‚ttır." dedi. "Bişr-i HĂ‚fî hakkında ne soylersin?" deyince; "Ondan sonra onun gibi bir zĂ‚t gelmedi." dedi.
Bişr-i HĂ‚fî'nin ustunluğunu Ă‚limler, velîler kabûl ettiği gibi, diğer insanlar ve hattĂ‚ hayvanlar bile kabûl ederdi. O BağdĂ‚t'a geldikten sonra hayvanlar sokakları kirletmez oldu. Cunku Bişr-i HĂ‚fî hazretleri sokaklarda yalınayak geziyordu. BağdĂ‚t halkından biri bir gece hayvanıyla BağdĂ‚t sokaklarında giderken, hayvanın sokağı kirletmesi uzerine; "Eyvah Bişr-i HĂ‚fî oldu." diyerek uzuldu. Araştırıp oğrendi ki hakîkaten Bişr-i HĂ‚fî vefĂ‚t edip, Allahu teĂ‚lĂ‚nın rahmetine kavuşmuştu.
Bişr-i HĂ‚fî hazretlerinin hastalığı sırasında talebelerinden birisi onu ziyĂ‚rete gitti. Bişr-i HĂ‚fî'ye; "Bana nasîhat et." dedi. Bişr-i HĂ‚fî buyurdu ki: "Bir karınca vardı. Yazın tĂ‚neleri toplar, kışın yerdi. Bir gun topladığı tĂ‚neyi yemek uzere ağzına aldı. Tam bu sırada gelen bir kuş onun ağzındaki tĂ‚neyi kaptı. Karınca topladığı şeyi yiyemedi ve emeline kavuşamadı. DunyĂ‚da insanlar da boyledir. Mal ve servet toplarlar. Onları ya başkaları alıp tuketir veya olum kuşu gelip o kimseyi alır da dunyĂ‚daki emeline kavuşamaz. Hal boyle olunca, dunyĂ‚ya gonul vermemeli, Ă‚hiret icin hazırlanmalıdır."
Bişr-i HĂ‚fî hazretleri butun omrunu ilim oğrenmekle ve oğretmekle gecirdi. Şuphelilerden son derece sakınırdı. Konuştuğu zaman etrĂ‚fa ilim, ahlĂ‚k, hikmet kokuları yayılırdı. Tasavvuf yolunda buyuk makĂ‚mlara erişmişti. 841 (H.227) senesi Rebîulevvel ayında BağdĂ‚t'ta vefĂ‚t etti. VefĂ‚t ettiğinde cenĂ‚zesini sabah evden cıkardılar. Fakat cok kalabalık olduğundan kabristana gece varabildiler. Kendisini ruyĂ‚da gorup; "Allahu teĂ‚lĂ‚ sana ne muĂ‚mele etti?" diye sorduklarında; "Benim cenĂ‚zemde bulunanı ve kıyĂ‚mete kadar beni seveni affeyledi." buyurdu.
EVLİYÂNIN İŞİNE KARIŞILMAZ
Ebû Abdullah KĂ‚dî, Bişr-i HĂ‚fî hazretlerinin yardımseverliğiyle ilgili bir kerĂ‚metini şoyle nakletti:
Babamın şoyle anlattığını işittim: BağdĂ‚t'ta bir tuccar arkadaşım vardı. Cok zengin idi. Bir gun baktım butun malını mulkunu fakirlere dağıtmış, iyi bir musluman olmuştu. Bunun sebebini sorduğumda, bana şoyle anlattı: "Bir gun BağdĂ‚t'ın bir cĂ‚misinde CumĂ‚ namazı kılmaya gittim. Namazı kıldıktan sonra gordum ki, Bişr-i HĂ‚fî cĂ‚miden cıktı. Acele acele bir yere gidiyordu. Ben kendi kendime, zuhd ve takvĂ‚ sĂ‚hibi, dunyĂ‚ya duşkun olmayan, haramlardan sakınan bir zĂ‚t nereye acele acele boyle gidiyor diye merak ederek onu tĂ‚kib ettim. Gordum ki, once bir fırına gidip ekmek aldı, sonra kebap yapan bir yere gidip kebab aldı. Daha sonra helvacıdan helva aldı. Ben kendi kendime boyle bir zĂ‚tın bunları alıp yiyeceğine kızdım. Fakat nasıl yiyeceğini merak ederek tĂ‚kibe devĂ‚m ettim. Bir sure sonra bir koye vardı. Koyun cĂ‚misine girdi. Baktım ki cĂ‚mide yatalak bir hasta vardı. Bişr-i HĂ‚fî aldıklarını lokma lokma bu zĂ‚ta yedirdi. Ben bu arada koyu merak edip neresidir diye biraz dolaştım. Sonra hastanın yanına gittim. Bişr-i HĂ‚fî'yi sorunca, BağdĂ‚t'a gitti dedi. Burası BağdĂ‚t'a ne kadar uzaklıktadır diye sordum. Bana 40 fersahdır (240 km) dedi. Ben bunu duyunca, benim bu yolu gidecek param yok. Burada kimseyi tanımam ve bu yolu yuruyemem dedim. Hasta şahıs, bekle Bişr-i HĂ‚fî haftaya gene gelir dedi. Bekledim. CumĂ‚ gunu tekrar geldi. Hastayı aynı şekilde tekrar doyurdu. Giderken, o şahıs Bişr-i HĂ‚fî'ye:
"Bu adam BağdĂ‚t'tan senin arkadaşın, gecen hafta seninle berĂ‚ber gelmiş. Bir hafta burada kaldı. Onu tekrar yerine gotur." dedi. Bana; "Sen benimle niye buraya geldin?" dedi. Ben ozur dileyerek, hatĂ‚mı soyledim ve af diledim. "Haydi kalk ve yuru." dedi. Akşama kadar yuruduk. Akşam olmak uzere iken bana; "Sen BağdĂ‚t'ın hangi mahallesinde oturursun." dedi. Ben falan mahallede otururum deyince, o mahallenin yolu burasıdır. Git ve arkana bakma dedi. Ben ondan sonra tovbe ettim ve bir daha boyle işlere karışmadım." dedi.
__________________
Bişr-i Hafi
Peygamberler ve Evliyalar0 Mesaj
●43 Görüntüleme