Sekizinci yuzyılda Horasan ve Irak taraflarında yetişen evliyĂ‚nın buyuklerinden. İsmi DĂ‚vûd olup, babasının ismi Nasîr'dir. Kunyesi Ebû SuleymĂ‚n, lakabı SirĂ‚cuddîn'dir. Tayy kabîlesine mensûb olduğu icin TĂ‚î ve Kûfe'de doğduğu icin Kûfî nisbeleriyle meşhurdur. Aslen Horasanlıdır. Doğum tĂ‚rihi bilinmemektedir. 781 (H.165) senesinde Bağdat'ta vefĂ‚t etti. Kabri oradadır.

Cocukluğundan îtibĂ‚ren ilim oğrenmeye başlayan DĂ‚vûd-i TĂ‚î, zamĂ‚nının Ă‚limlerinden ceşitli ilimleri tahsîl etti. TĂ‚biînden; Nûman bin SĂ‚bit, Abdulmelik bin Umeyr, Habîb bin Ebî Amre, Hamîd et-Tavîl, İsmĂ‚il bin Ebî HĂ‚lid, SuleymĂ‚n el-A'meş, Muhammed bin AbdurrahmĂ‚n bin Ebû LeylĂ‚ gibi buyuklerden hadîs-i şerîf dinledi.

Gencliğinde ilim tahsîliyle meşgûl olan DĂ‚vûd-i TĂ‚î'nin kalbinde dunyĂ‚ya karşı sevgi de vardı. Bir gun olen bir kimsenin arkasından mersiye, ağıt soyleyen bir şarkıcının soylediği;

Hangi guzel yuz ki toprak olmadı,
Hangi tatlı goz ki yere akmadı.

beytini işitince, dunyĂ‚ya karşı sevgisi azaldı. Gencliğinde yaptığı bĂ‚zı hareketlere pişman oldu. Kalbine bir ateş duştu. Şaşkına dondu. Derdine cĂ‚re bulmak icin de dolaştı. Bağdat'ta bulunan zamĂ‚nının en buyuk Ă‚limi İmĂ‚m-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin huzûruna geldi. İmĂ‚m-ı A'zam bunun yuzunun renginin değiştiğini gorunce sebebini sordu. DĂ‚vûd-i TĂ‚î; "DunyĂ‚dan soğudum. Bende meydana gelen bu hĂ‚li, anlatamayacak hĂ‚ldeyim. Bu hĂ‚lin ne olduğunu okuduğum kitaplarda bulamıyorum. Ne yapmamı tavsiye edersiniz?" dedi. İmĂ‚m-ı A'zam hazretleri ona, ilme ve az konuşmaya devĂ‚m etmesini tavsiye etti. DĂ‚vûd-i TĂ‚î, İmĂ‚m'ın gosterdiği yolda, dunyĂ‚ya duşkunluğu tamĂ‚men terk edip, dînin emir ve yasaklarına uymada, haram ve şuphelilerden kacmada ornek olacak şekilde ilerledi. Evine cekildi. İnsanların arasına karışmadı. İbĂ‚detlerini hep evinde yaptı. Aradan bir muddet gectikten sonra, İmĂ‚m-ı A'zam hazretleri evine gelip; "Evde oturup, insanlar arasına karışmamak uygun değildir. Talebe arkadaşlarının arasına gir. Onları iyi dinle, fakat hic konuşma, meseleleri cok iyi oğren." buyurdu. DĂ‚vûd-i TĂ‚î; "Peki efendim." diyerek İmĂ‚m-ı Muhammed, İmĂ‚m-ı Ebû Yûsuf, İmĂ‚m-ı Zufer gibi arkadaşlarının arasında bir sene daha derslerine devĂ‚m etti.

DĂ‚vûd-i TĂ‚î hazretleri hem İmĂ‚m-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin derslerine devĂ‚m etti, hem de zamĂ‚nındaki tasavvuf ehli velî zĂ‚tların sohbetlerinde bulundu. Ayrıca, "Silsile-i aliyye" adı verilen ve insanlara İslĂ‚m dîninin emir ve yasaklarını anlatıp onların dunyĂ‚ ve Ă‚hirette saĂ‚dete, kurtuluşa ermelerine vesîle olan buyuk velîler zincirinin dorduncusu olan CĂ‚fer-i SĂ‚dık hazretlerinin sohbetinde de bulundu. Bir gun CĂ‚fer-i SĂ‚dık hazretlerine; "Ey Peygamber efendimizin torunu! Kalbim cok karardı. Bana nasîhat eder misiniz?" dedi. Hazret-i CĂ‚fer-i SĂ‚dık; "Ey DĂ‚vûd! Sen, zamĂ‚nımızın zĂ‚hidisin, benim nasîhatıma ne ihtiyĂ‚cın var?" dedi. DĂ‚vûd-i TĂ‚î; "Ey Resûlullah'ın torunu! Peygamber efendimizin mubĂ‚rek kanını taşıman hasebiyle, senin butun insanlardan ustunluğun vardır. Onun icin hepimize nasîhat etmen lĂ‚zım değil midir?" deyince, CĂ‚fer-i SĂ‚dık hazretleri de; "Ey DĂ‚vûd! KıyĂ‚met gunu dedem Resûlullah'ın yakama yapışıp, dîn-i İslĂ‚ma nicin lĂ‚yıkıyla hizmet etmedin? İslĂ‚ma hizmet, iyi, asîl bir soya ve nesebe sĂ‚hib olmakla olmaz. Bu iş, Allahu teĂ‚lĂ‚nın emirlerini yapmak, yasaklarından kacmakla olur." buyurmasından korkuyorum." dedi. DĂ‚vûd-i TĂ‚î, bu sozleri işitince ağladı ve; "YĂ‚ Rabbî! Peygamberimizin mubĂ‚rek kanını taşımak şerefine kavuşan bir zĂ‚t, boyle hayret icinde olursa, DĂ‚vûd da kim oluyor ki, ibĂ‚detlerini ve yaptığı işleri beğensin" dedi. DĂ‚vûd-i TĂ‚î hazretleri, İbrĂ‚him Edhem hazretleriyle de goruşup sohbetinde bulundu.

Yirmi sene muddetle İmĂ‚m-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin derslerine devĂ‚m edip başta fıkıh olmak uzere butun aklî ve naklî ilimleri tahsîl eden DĂ‚vûd-i TĂ‚î, yuksek bir Ă‚lim oldu. Fıkıhta ictihĂ‚d derecesine ulaştı. Ondan İsmĂ‚il bin Aliyye, İshak es-Selûlî, Ebû Nuaym el-Fazl bin Dukeyn, Mis'ar bin KedĂ‚m ve pekcok kimse ilim oğrenip hadîs-i şerîf rivĂ‚yet etti.

İlimde yuksek dereceye ulaşmış olan DĂ‚vûd-i TĂ‚î, bir gun İmĂ‚m-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin huzûrunda bulunuyordu. İmĂ‚m-ı A'zam ona; "YĂ‚ DĂ‚vûd! Bir Ă‚leti, yĂ‚ni ilmi sağlamlaştırdık. Geriye onunla amel etmek kaldı." buyurdu. Bu soz uzerine kendi nefsiyle mucĂ‚dele etmeye başlayan DĂ‚vûd-ı TĂ‚î nefsine; "Hic bir meselede konuşmamak şartıyla Ebû Hanîfe'nin meclislerine devĂ‚m etmedikce seni uzlete cekmem" dedi. Kimseyle konuşmamak şartıyla bu meclislere devĂ‚m etti.

DĂ‚vûd-i TĂ‚î tasavvufta Habîb-i Acemî hazretlerinin sohbetlerine devĂ‚m edip, ondan feyz aldı. Tasavvuf yolunda ilerleyip evliyĂ‚lıkta yuksek derecelere ulaştı. Bir taraftan Habîb-i Acemî'nin sohbetlerine devĂ‚m etti. Diğer yandan da İmĂ‚m-ı A'zam'ın derslerine devĂ‚m etti. Birara uzlete cekildi. DunyĂ‚yı tamĂ‚men terk edip, insanlardan uzaklaştı. Uzlete cekildiğinde kalbi nûrlarla doldu. Kalbinde mĂ‚rifetullah hĂ‚sıl olunca, İmĂ‚m-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri DĂ‚vûd-i TĂ‚î'nin ziyĂ‚retlerine gelmeye başladı. Zaman zaman ziyĂ‚ret ederek ona iltifĂ‚tta bulundu. DĂ‚vûd-i TĂ‚î'nin feyz aldığı zĂ‚tın Habîb-i RĂ‚î olduğunu bildiren kaynaklar da vardır.

DĂ‚vûd-i TĂ‚î halktan tamamiyle umidini, alĂ‚kasını kesti. Kendisinin kucuk bir arĂ‚zisi vardı. Hazret-i Omer, İranlılarla yapılan savaşlarda alınan arĂ‚zilerden bir kısmını da onun dedesine vermişti. Bu arĂ‚zinin ucte ikisini dort yuz dirheme satarak, omrunun sonuna kadar bu parayla yaşadı. HattĂ‚ kefenini de bu para ile aldı. ArĂ‚ziyi sattığı sıralarda; "Bizim yolumuz parayı saklama yolu değildir, ihtiyac sĂ‚hiplerine dağıtma yoludur" diyen arkadaşlarına; "Ben bu parayı, dunyĂ‚lık kazanma sıkıntılarına karşı, başkalarına yuk olmadan, olunceye kadar Ă‚hiret icin hazırlık yapayım diye saklıyorum." dedi. Evinde hic durmadan, biraz sonra olecekmiş gibi ibĂ‚det ederdi. Boş şeylerle meşgûl olmazdı. Luzumsuz bir tek kelime konuşmaz, ibretsiz bir yere bakmazdı.

Yemek yerken vakitten tasarruf olsun diye ekmeği suyun icine doğrar, corba gibi yapıp oyle yerdi. "Ciğnemek, zamĂ‚nı uzatıyor, bir lokmayı ciğnemek, elli Ă‚yet-i kerîmeyi, okumama engel oluyor, nicin zamĂ‚nı zĂ‚yi edeyim." derdi.

DĂ‚vûd-i TĂ‚î hazretleri o derece riyĂ‚zet ve takvĂ‚ uzere idi ki, zarûrî ihtiyacları dışında evinden cıkmamış, ağzına lezzet veren bir nîmet koymamıştır. Guzel ve yeni elbiseler giymedi. Halkın getirdiği yemekleri fakirlere bağışlayıp, oruclu olduğunu kimseye bildirmedi. Annesi bile onun oruclu olduğunu bilmez, gelen yemekleri yediğini zannederdi. Kimseden bir şey kabûl etmez, kĂ‚r ve kazanc peşinde koşmazdı. Babası vefĂ‚t ettiğinde kalan mîrĂ‚sı bir vekilharc tutarak ona teslim etti. Bu para coğalarak yirmi miskĂ‚l altına ulaştı. DĂ‚vûd-i TĂ‚î ihtiyaclarını bu paradan karşıladığı hattĂ‚ isteyenlere odunc para verdiği gibi fakirlere sadaka da dağıtmıştı. Parası bittiğinde omrunun de tamam olması icin duĂ‚ ve niyazda bulunmuştu; "Ey Rabbim! Bu mîrĂ‚s malını bize kĂ‚fi ve vefĂ‚lı kılıp, başkasının malına muhtĂ‚c etme. Malımız sona erince, senin huzûruna yuz akıyla gelenlerden olayım." diye ettiği duĂ‚, Allahu teĂ‚lĂ‚ tarafından kabûl buyrulmuş, hakîkaten malı bittiğinde vefĂ‚t etmişti.

Bir defĂ‚sında hacamat yaptırarak kan aldırmıştı. Hacamat yapana bir altın verdi. Ona dediler ki: "Bir altın vermeniz cok değil mi? İsrĂ‚f etmiş olmuyor musunuz?" O da: "Hacamatcıya yardım olsun diye verdim. Muruvveti olmayanın ibĂ‚deti ve dîni olmaz." dedi.

DĂ‚vûd-i TĂ‚î, evinden sĂ‚dece namaz vakitlerinde cıkar, cĂ‚mide namazını kılar kılmaz hemen kalkar, aceleyle evine donerdi. Bir gun, onu cemĂ‚ata hızla giderken gorup; "Nicin acele ediyorsun?" diye sordular. O da; "Askerler beni bekliyorlar." dedi. "Hani askerler?" diye sordular. O da "Mezarlıkda bulunan oluler." dedi. CĂ‚miden cıkınca, eve birinden kacıyormuş gibi aceleyle gelirdi. "İnsanlar dunyĂ‚ya cok bağlanıyor, onlarla goruşunce kalbime dunyĂ‚ sevgisi geliyor." der. İnsanlarla bir araya gelmemeye calışırdı.

DĂ‚vûd-i TĂ‚î'ye; "İnsanların arasına, nicin karışmıyorsun?" dediler. "Kiminle konuşayım? Akıllı kimseler, benimle dînî bir mevzûda konuşmuyorlar, emir ve yasaklardan anlatmıyorlar; yaptığım hatĂ‚ ve kusurlarımı yuzume karşı soylemiyorlar, aksine hatĂ‚larımı fazîletmiş gibi anlatıyorlar. Boyle insanların bana fayda yerine zararı oluyor, onlarla nicin oturayım." dedi.

Fudayl bin IyĂ‚d hazretleri, DĂ‚vûd-i TĂ‚î ile omrunde iki defĂ‚ goruşmuş karşılıklı sohbette bulunmuştu. Bu goruşmeleriyle ovunurdu. Bir defĂ‚sında evin tavanındaki catlağı gordu ve DĂ‚vûd-i TĂ‚î'ye; "Buradan kalk, zîrĂ‚ tavan catlamış, ustune yıkılacak." dedi. DĂ‚vûd-i TĂ‚î; "Ben cok zamandır buradayım. Bırak catlağı, tavanın bile farkında değilim." diye cevap verdi.

İbn-i SemmĂ‚k hazretleri, DĂ‚vûd-i TĂ‚î'ye gelip; "Bana nasîhat et." dedi. O da; "Oyle gayret et ki, Allahu teĂ‚lĂ‚ seni yasak ettiği yerde gormesin, emrettiği yerden de ayrılmış bulmasın. Allahu teĂ‚lĂ‚dan hayĂ‚ et ki, senin O'na yakın olduğunu ve senin uzerindeki kudretini goz onune getiresin. DunyĂ‚ya karşı oruclu ol ki, iftarın olum olsun, insanlardan, aslandan kacar gibi kac, fakat cemĂ‚atla namazı terk etme ve sunnetten ayrılma." buyurdu.

Birisi kendisinden nasîhat isteyince; "DunyĂ‚ icin, dunyĂ‚da ne kadar kalacaksan, o kadar; Ă‚hiret icin, Ă‚hirette ne kadar kalacaksan o kadar calış." dedi.

AkrabĂ‚larından birisi: "AkrabĂ‚yız. Bana nasîhat verip vasiyet ediniz." dedi. DĂ‚vûd-i TĂ‚î hazretleri ağlamaya başladı. Bir muddet sonra kendisinde konuşacak hĂ‚l buldu ve; "Gece ve gunduz, yolculukta bir konak yeri gibidir. DunyĂ‚ ile Ă‚hiretin arası bu kadardır. DunyĂ‚dan, Ă‚hirete mutlaka gideceğimize gore oraya hazırlanmak lĂ‚zım. Cunku yolculuğun bitmesi yakın, ecelin gelmesi de ondan daha aceledir. Ben bunları sana soyluyorum, fakat bu nasîhata, senden cok, benim ihtiyĂ‚cım vardır." dedi. Nasîhat isteyen birisine; "Olmuş olanlar seni bekliyor." dedi.

Kûfe'de bir cenĂ‚ze vardı. DĂ‚vûd-i TĂ‚î hazretleri de oradaydı. Kabristana mevtĂ‚yı defnettikten sonra, oradaki insanlar DĂ‚vûd-i TĂ‚î'nin etrĂ‚fına toplandılar. "Bize biraz nasîhat eder misiniz?" dediler. O da "Kim ki, Allahu teĂ‚lĂ‚nın vĂ‚d ettiğinden korkarsa arzularına cabuk kavuşur. Kimin arzuları coksa, ona butun azaplar yakındır. Ey kardeşlerim, en buyuk sermĂ‚ye, Allahu teĂ‚lĂ‚nın rĂ‚zı olduğu bir iş ile meşgûl olmaktır. Kabirdekiler, kıyĂ‚met kopunca kabir azĂ‚bı kalkacağı icin, kıyĂ‚metin cabuk gelmesini beklerler. DunyĂ‚dakiler ise; kabirdekilerin pişmanlıklarını bilmedikleri icin hep gunah işlerler. Halbuki onlar da olunce, dunyĂ‚da iken neden cok ibĂ‚det yapmadık, diyerek pişman olacaklar." dedi.

Bir gun DĂ‚vûd-i TĂ‚î pazara cıktı. TĂ‚ze hurmaları gordu. Almak istedi, fakat parası yoktu. Hurma satıcısına; "Bana, parasını yarın vermek uzere bir dirhemlik hurma ver." dedi. Hurmacı da "Veresiye hurma satmıyorum." cevĂ‚bını verdi. Biraz sonra satıcı, bu kimsenin, DĂ‚vûd-i TĂ‚î hazretleri olduğunu oğrendi. Cok uzuldu. Hemen DĂ‚vûd-i TĂ‚î'nin bulunduğu yeri oğrenip, yanına geldi. İcinde yuz dirhem olan bir kese uzatarak; "Kusurumu bağışlayınız. Biraz once ben sizi tanıyamadım. Bir dirhemlik hurma istediniz, vermemiştim. Şimdi ise size, yuz dirhem hediye ediyorum, ihtiyĂ‚cınıza harcarsınız, lutfen kabûl buyurunuz." deyince, DĂ‚vûd-i TĂ‚î hazretleri; "Benim bunlara ihtiyĂ‚cım yoktur. Nefsimin istekleri yerine gelecek mi diye tecrube icin yapmıştım. Elhamdulillah, nefsimin isteği yerine gelmedi ve bu dunyĂ‚da bir dirhemlik bile îtibĂ‚rının olmadığını gordu." buyurdu. DĂ‚vûd-i TĂ‚î hazretleri bir kabrin yanından geciyordu. Bir ses işitti: "Ben zekĂ‚t vermedim mi? Namaz kılmadım mı? Oruc tutmadım mı? Falan falan hayırlı işleri yapmadım mı?" diyordu. Bir ses ona cevap verip; "Evet yaptın ey Allahu teĂ‚lĂ‚nın duşmanı! Fakat yalnız kalınca, Allahu teĂ‚lĂ‚ya karşı geldin. Allahu teĂ‚lĂ‚nın seni gorduğunu duşunup O'ndan korkmadın." diyordu.

DĂ‚vûd-i TĂ‚î hazretleri dunyĂ‚ya onem vermediği gibi elinde olanları da yetim veya fakirlere tasadduk ederdi. Kendisi muhtac hĂ‚le gelinceye kadar verirdi. Kırk sene muddetle bayram gunleri hĂ‚ric oruc tuttu. Yakınlarından hic kimsenin haberi bile olmadı.

DĂ‚vûd-i TĂ‚î, dĂ‚imĂ‚ huzunlu hĂ‚lde bulunurdu. Geceleri Allahu teĂ‚lĂ‚ya yalvarır, duĂ‚ eder; "YĂ‚ Rabbî! Sana olan korku ve muhabbetim bende en buyuk dert oldu, obur dertleri duşunecek zaman bırakmadı. Senin derdin uykumla arama girdi." der, sabahlara kadar Kur'Ă‚n-ı kerîm okur, namaz kılar, istiğfĂ‚r edip gunahlarına pişmanlığını dile getirir, goz yaşı dokerdi.

Geceleri feryĂ‚d ederek ağlar; "Ey geceler bana bu gam herkesten fazladır. Bu gamla uyumak mumkun değildir. Gecelerde aydınlık yolları bulmak mumkun iken yollarda kalmak revĂ‚ mıdır? YĂ‚ Rabbî! Beni bundan kurtar. Uykuyu gozlerimden gider. İbĂ‚detlerimde uyanık ve dikkatli eyle." diye duĂ‚ ederdi.

Ebû HĂ‚lid der ki: "Bizim evlerimiz karşı karşıya idi. Ben gecenin hangi saatinde uyansam, DĂ‚vûd-i TĂ‚î'nin ışıkları yanardı. İcerden duĂ‚ ve ağlama sesleri gelirdi. O, geceleri hic yatmazdı."

MĂ‚rûf-i Kerhî hazretleri; "DĂ‚vûd-i TĂ‚î kadar dunyĂ‚ya değer vermeyen ve nazarında dunyĂ‚ hic olan bir başka kimse gormedim. Onun nazarında dunyĂ‚nın ve ehl-i dunyĂ‚nın değeri bir sivrisineğin kanadı kadar bile değildi." buyurdu.

DĂ‚vûd-i TĂ‚î'ye gore ilim, amel etmek icindi. "Amel edilmeyen ilmin faydası yoktur. Bir ilim talebesi, omrunu ilim oğrenmeye harcarsa, nerede ve ne zaman amel etmeye vakit bulacak." buyururdu.

Rebî'i VĂ‚sıtî, DĂ‚vûd-i TĂ‚î'ye seslenerek; "Bana nasîhat eyle." dedi. O da; "DunyĂ‚ hayĂ‚tında oruclu gibi ol. Olum geldiğinde bayram sevinci icinde, halktan yırtıcı hayvandan kacar gibi kacıp kendini mesûd kıl. Dilini koru. Luzumsuz şeylerden kacın. DunyĂ‚ ile cok az ilgilen. Âhirete gotureceğin şeyler nisbetinde dunyĂ‚ ile ilgilen." buyurdu.

DĂ‚vûd-i TĂ‚î hazretleri cok az goruştuğu insanlardan zaman zaman kendisinden nasîhat isteyen kimselere şoyle buyurmuştur:

"Her nefs, dunyĂ‚dan susuz olarak gidecektir. Ancak Allahu teĂ‚lĂ‚yı zikreden kullar bundan mustesnĂ‚dır."

"Uzun emele dalan bir kul, uzerindeki kul borclarını unutur ve tovbe etmeyi sonraya bırakır. Siz boyle yapmayınız."

"Her an kusur ve gunahları coğalan, kabahatları yenilenen bir kul, nasıl olur da uzulmez."

"DunyĂ‚ya duşkun kimsenin, insanlardan ayrı yaşamasının ve uzlete cekilmesinin bir faydası olmaz. Dostu, Allahu teĂ‚lĂ‚, nasîhatcısı Kur'Ă‚n-ı kerîm olmayan kimse, şuphesiz yolu şaşırmıştır. Onun uzleti uygun değildir."

"DunyĂ‚yı sevenler, dunyĂ‚lıkları icin Ă‚hiretlerini terkediyorlar. Sen, Allahu teĂ‚lĂ‚nın emirlerini yapabilmek icin dunyĂ‚yı terket."

"Senin ayıplarını araştıran, kotu insanlarla arkadaş olma."

"HayĂ‚tımda, gece ibĂ‚det edenlerden başka hic kimseye imrenmedim."

VefĂ‚tından bir gun once kendisini ziyĂ‚ret eden zĂ‚t şoyle anlatmıştır: "Hazret-i DĂ‚vûd'un hastalandığını duydum ve ziyĂ‚retine gittim. Hava cok sıcaktı. Evine geldim, yastık yaptığı bir kerpicin uzerine başını koymuş, hem cok ızdırap cekiyor, hem de Kur'Ă‚n-ı kerîmden, Cehennem ateşi gecen bir Ă‚yet-i kerîmeyi okuyor, onu durmadan tekrar ediyordu. "Acık havaya cıkarayım ister misin?" dedim. CevĂ‚ben; "HayĂ‚tımda nefsim, bana hic bir isteğini kabûl ettirememiştir. Nefs icin, boyle bir şey istemekten Allahu teĂ‚lĂ‚ya sığınırım. Ben olunce, şu duvarın arkasına gomunuz ki beni kimse gormesin. Sağlığımda uzlet ve yalnızlıkta idim, olunce de oyle, kimsenin gormediği bir yerde yatayım." dedi. Benimle helĂ‚llaştı."

VefĂ‚t ettiği gece sabaha kadar Kur'Ă‚n-ı kerîm okumuş, duĂ‚ ve zikirde bulunmuş, uzun uzun ağlamıştı. Namaz kılarken uzun rukû ve secdeler yapmıştı. Secdeden uzun muddet başını kaldırmadığını goren annesi merak edip yanına vardığında, rûhunu Hakk'a secdede teslim etmiş olduğunu gordu.

VefĂ‚t ettiğinde semĂ‚dan bir ses; "Ey insanlar! DĂ‚vûd, Allahu teĂ‚lĂ‚nın rahmetine kavuşmuştur. Allahu teĂ‚lĂ‚ ondan rĂ‚zı olmuştur." diyordu.

SalĂ‚t bin HĂ‚kim diyor ki: "DĂ‚vûd-i TĂ‚î'nin vefĂ‚t edeceği gece, nur ve cok melekler gordum."Cennet-i Ă‚lĂ‚, DĂ‚vûd'un gelişi icin suslenip, hazırlandı. DĂ‚vûd murĂ‚dına erdi." diyorlardı. Birisi, o gece ruyĂ‚sında DĂ‚vûd-i TĂ‚î'yi gordu; "Artık zindandan kurtuldum." diyordu. Sabah olunca ruyĂ‚yı anlatmak icin evine geldiğinde onu vefĂ‚t etmiş buldu. VefĂ‚t haberi BağdĂ‚t'ta cabuk duyuldu. CenĂ‚zesini taşımakla şereflenmek icin binlerce insan toplandı. Kabrin başında İbn-i SemmĂ‚k, "Ey DĂ‚vûd! Kendini, kabir zindanına konmadan once dunyĂ‚da hapsettin. Hesap gunu gelmeden once, sen kendini hesĂ‚ba cektin. Sen geceleri insanlar uyurken uyumazdın. İnsanlar kaybederken, zarar yaparken, sen kazanırdın. İnsanlar batarken sen selĂ‚mette idin. Bugun Allahu teĂ‚lĂ‚nın rahmetine ve RıdvĂ‚nına kavuşursun." dedi. O sozunu bitirince, Ebû Bekr-i Nahşebî kalkıp, Allahu teĂ‚lĂ‚ya hamd ve Resûlullah'a selĂ‚mdan sonra; "YĂ‚ Rabbî! İnsanlar sĂ‚dece bildiklerini soylediler. Allah'ım sen onu rahmetinle bağışla, onu kendi ameline bırakma." diye duĂ‚ etti.

DĂ‚vûd-i TĂ‚î'nin vefĂ‚tından sonra halîfeleri, Ahmed el-AntĂ‚kî, Sa'dûn-ı Mecnûn ve yerine vekîl bıraktığı MĂ‚rûf-i Kerhi onun tasavvuftaki yolunu devĂ‚m ettirdiler. İnsanlara İslĂ‚miyetin emir ve yasaklarını anlatarak, onların dunyĂ‚ ve Ă‚hirette saĂ‚dete, kurtuluşa ermelerine vesîle oldular.

HESAPTAN KURTULUŞ YOKTUR

Bir gun, Halîfe HĂ‚rûn Reşîd, Ebû Yûsuf'a; "Beni, DĂ‚vûd'un yanına gotur. Onu ziyĂ‚ret edeceğim. Nasîhat isteyip, duĂ‚sını alacağım." dedi. Bunun icin kalkıp, DĂ‚vûd'un evine gittiler. İceri girmek icin izin istediler. Fakat iceri girmeye izin alamadılar. Annesine ricĂ‚ ettiler. Annesi oğluna; "EvlĂ‚dım, musĂ‚de et de iceri girsinler." deyince, o; "Anneciğim, dunyĂ‚ ehli ile benim ne işim vardır? Onları gorunce, dunyĂ‚yı hatırlıyor, Ă‚hireti unutuyorum. Bunun icin beni mĂ‚zur gor." dedi. Annesi tekrar ricĂ‚ edince, kırmadı; "Ey benim Allah'ım!"Annenin hakkını gozet, zîrĂ‚ onun rızĂ‚sı benim rızĂ‚mdır." buyurduğun icin kapıyı acıyorum." dedi. Halîfe HĂ‚rûn Reşîd ile İmĂ‚m-ı Ebû Yûsuf iceri girdiler. DĂ‚vûd-i TĂ‚î ile musĂ‚feha yaptılar. HĂ‚rûn Reşîd'in elini tutunca, onun ellerinin nĂ‚zik bir el olduğunu belirtti ve; "Ey Halîfe! Bunca zaman omur ve saltanat surdun. İnsanlara hukmettin. Sakın zulme meyletme. ZîrĂ‚ hesaptan kurtuluş yoktur." buyurdu.

DĂ‚vûd-i TĂ‚î'nin bu tesirli sohbetini dinleyen halîfe kendinden gecip, goz yaşları doktu. DuĂ‚sını istedi. DuĂ‚dan sonra bir kese altın verdi ve; "Kendi oz malımdandır ve helĂ‚ldir, alınız." dedi. Halîfenin hediyesini ve ricĂ‚sını kabûl etmeyen DĂ‚vûd-i TĂ‚î; "Size mubĂ‚rek olsun. Bizim boyle şeylere ihtiyĂ‚cımız yoktur. Babamdan kalan mal ve mulk satıldığında elime gecen altınlar bize yeter. Rabbim o paralar bittiğinde işimizi bitirip bizi başkalarına muhtac kılmasın. O kendisine yapılan duĂ‚ları reddetmez. İzzeti hakkı icin kabûl eder." buyurdu.

HĂ‚rûn Reşîd ve İmĂ‚m-ı Ebû Yûsuf keseyi alıp gittiler. DĂ‚vûd-i TĂ‚î'nin vekilharcına giderek parasının mikdĂ‚rını sordular. Vekilharcın bildirdiği mikdĂ‚rı hesab ettiler. Bu olcuye gore parası hesap edildiğinde şeyhin vefĂ‚t edeceği gunu buldular. Nakledilir ki hesab edilen gun geldiğinde İmĂ‚m-ı Ebû Yûsuf; "Gidin bakın bugun DĂ‚vûd-i TĂ‚î vefĂ‚t etmiştir." buyurdu. Gidip baktıkları zaman vefĂ‚t ettiğini oğrendiler. İmĂ‚m-ı Ebû Yûsuf onun hakkında; "DuĂ‚sı makbûldur. Allahu teĂ‚lĂ‚nın indinde yeri secilmişlerin yanıdır." buyurdu. Biraz sonra haberci, DĂ‚vûd-i TĂ‚î'nin olum haberini getirdi.

ASLANDAN KACAR GİBİ

DĂ‚vûd-i TĂ‚î dunyĂ‚ malına aslĂ‚ kıymet vermezdi. VefĂ‚tından once ziyĂ‚ret edenler yastığının kerpic, yiyeceğinin bir canak suya batırılmış kuru ekmekten ibĂ‚ret olduğunu gormuşlerdi. DunyĂ‚ hakkında şoyle buyurdu: "Eğer selĂ‚mette olayım dersen, dunyĂ‚ya, haydi sana selĂ‚m olsun, diyerek vedĂ‚ et. Eğer kerĂ‚met istersen Ă‚hirete, sen nazarımda olu gibisin, diyerek cenĂ‚zesini kılmak uzere tekbir al ve Allahu teĂ‚lĂ‚yı dileyen tasavvuf yolcusunun alĂ‚meti dunyĂ‚ya rağbet etmemek, dunyĂ‚dan zarûret mikdĂ‚rıyla yetinmek, fazlasını arayıp sormamaktır ve yukun, uzun yola cıkacak birinin ağırlığı kadar olsun. Sakın bundan fazla dunyĂ‚lığı kalbinize yerleştirmeyin ve ey insanlar! DunyĂ‚yı isteyenler, nefislerinin isteklerine karşı acelecidir. DunyĂ‚ hesĂ‚bıyla bedenlerini yorarlar. HĂ‚lbuki dunyĂ‚ya rağbet, dunyĂ‚ ve Ă‚hirette yorgunluktan başka bir şey değildir. ZĂ‚hidlik ise dunyĂ‚da ve Ă‚hirette rahatlıktır. Oyle ise arslandan kacar gibi dunyĂ‚yı isteyen insanlardan kacmalıdır."
__________________