Osmanlı Âlim ve velîlerinden. İsmi Muhammed ZiyÂeddîn’dir. Nurşînî nisbesiyle meşhûr olmuştur. Babası buyuk velî AbdurrahmÂn TÂgî (TÂh&#238 hazretleridir. 1855 (H.1272) senesinde Bitlis’in Hizan ilcesine bağlı Usba koyunde doğdu. 1923 (H.1342) senesinde Bitlis’in Nurşin koyunde vefÂt etti. Kabri Nurşin’de babasının turbesinin yanındadır.

ZiyÂeddîn Nurşînî’nin Âile cevresi ilim ve fazîlet sÂhibi dindÂr insanlardan meydana geliyordu. Dînî ilimler sÂhasında soz sÂhibi olmuş buyuk Âlim ve velîler onun yakın cevresinde yaşıyordu. ZÂhirî ve mÂnevî ilimleri tahsîl etmeye cok musÂit bir ortamda dunyÂya gelen Muhammed ZiyÂeddîn Efendinin cocukluğu boyle bir cevrede gecti. İlk tahsîlini babası AbdurrahmÂn TÂgî’den aldı. ZamÂnında medreselerde okutulan dersleri tamamlayarak ilimde yukseldi ve mollalık pÂyesine ulaştı. Babasının ilim meclislerine ve tasavvufî sohbetlerine devÂm ederek zÂhirî ilimlerde Âlim, tasavvuf yolunda yuksek derece sÂhibi oldu.

Babası AbdurrahmÂn TÂgî hazretleri vefÂtına yakın onu en buyuk halîfesi Fethullah-ı VerkÂnisî’ye emÂnet etti. ZiyÂeddîn Nurşînî babasının hastalığı sırasında yanında duruyordu. Uzuluyor ve ağlıyordu. Bir ara gozlerini acan AbdurrahmÂn TÂgî hazretleri oğluna baktı ve; “ZiyÂeddîn! Neden boyle yaş akıtıp ağlıyorsun?” dedi. ZiyÂeddîn Nurşînî edeple; “Nicin ağlamayayım. İnsanın babası cok buyuk tuccar olur da, dunyÂsını değiştirirken evlÂdı babasının malından istifÂde edemezse, mîrÂsına vÂris olamazsa ondan daha acı bir şey olur mu?” diye cevap verdi. Babası; “Oğlum! Şeyh Fethullah senin hakkında benden daha hayırlıdır. Cunku, vallahi ben seni başkalarından ayırd etmedim. Halk, gozumde ne ise, sen de oydun. Fakat Şeyh Fethullah seni diğerlerinden ustun tutacaktır.” buyurdu. Bu cevap uzerine teselli bulan ZiyÂeddîn Nurşînî babasının vefÂtından sonra Şeyh Fethullah-ı VerkÂnisî’ye talebe oldu. Onun hizmet ve sohbetlerinde bulundu. Boylece zÂhirî ilimlerde yuksekliğinin yanında mÂnevî derecelerde ve tasavvuf yolunda da ilerledi.

Fethullah-ı VerkÂnisî hazretleri, hocasının oğlu Muhammed ZiyÂeddîn Nurşinî’nin yetişmesi ve olgunlaşması icin ozel îtin gosterdi. Hatt onu en ağır hizmetlerde kullanarak kınayanların kınamasına aldırmadan onu kÂmil (olgun) ve mukemmil (yetiştirebilen) bir zÂt olarak yetiştirdi. Fethullah-ı VerkÂnisî kışın karda kızağına biner koylere irşÃ‚da giderken, ZiyÂeddîn Nurşînî’yi cağırarak kendisini cekmesini isterdi. Bu duruma AbdurrahmÂn TÂgî hazretlerinin bÂzı halîfeleri îtirÂz ettiler. Hocasının oğluna saygı gostermesi gerekirken, kızağa binip keyf suruyor, hocasının oğlu ise, zahmet ve meşakkatle kızağını cekiyor.” dediler. Bu durumu duyan Fethullah-ı VerkÂnisî; “UstÂdım oğlunu bana teslim etti. Ben de boyle hareket etmeyi uygun goruyorum. Yok eğer size teslim etmişse bildiğiniz gibi yapmakta serbestsiniz.” diyordu. Nakşibendiyye yolu usûlune gore 1889 yılında icÂzet, diploma ve hilÂfet, İslÂmiyeti anlatma vazîfesi vererek insanlara İslÂmiyetin emir ve yasaklarını anlatmakla vazîfelendirdi.

İlim ve fazîlette yuksek bir velî olan Muhammed ZiyÂeddîn Nurşînî hazretleri, hocası Fethullah-ı VerkÂnisî’nin sağlığında on sene, onun vefÂtından sonra da 24 sene olmak uzere tam 34 yıl talebe yetiştirdi ve insanlara İslÂmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların dunyÂda ve Âhirette saÂdete kavuşmalarına calıştı. Sohbetleri sırasında dunyÂya gonul vermemek gerektiğini bildirdi. Bir defÂsında buyurdu ki: “...Duny Âhiret icin bir tarla olmasa, Âhirete hazırlık yeri olmasa, cirkin şeylerin en cirkini, rezillerin en rezîlidir. Allahu teÂlÂdan uzaklaşmaya, insanı Âhirette faydadan mahrûm etmeye sebeptir. Akıl sahibi olanların yanında kıymeti olmayan bu dunyÂda insan utanctan başını eğse yeridir. Nitekim sevgili Peygamberimiz; “DunyÂ, Âhirette evi olmayan kimselerin evidir. Malı olmayanların malıdır. Aklı olmayan kimse onu toplar.” buyurmuştur. Eğer Allahu teÂlÂnın katında dunyÂnın sivrisinek kadar kıymeti olsaydı, duşmanı olan kÂfirlere ondan bir yudum su bile vermezdi. Zîr dunyÂyı yarattığı gunden beri ona rahmet nazarıyla bakmamıştır.

Beyt:

Bu dunyÂya gonul bağlama, fÂni olan duny gecer
İhtiyarlık devresi geldi, tÂze genclik devresi gececek.

Guneşin herkese apacık gorunduğu gibi dunyÂnın kotuluğu de mÂlumdur. Eğer dunyÂnın bir değeri olsaydı, insanların ve cinlerin peygamberi olan Muhammed aleyhisselÂm ona iltifÂt ederdi.

Tasavvuf yolunda bulunmanın esÂsının sohbet olduğunu bildirerek buyurdu ki: “Biliniz ki sohbetsiz gecen zaman zarardır. Omrun boşa gecmesidir. Bu omrun hakkı, ilk once tedricî olarak şerefli sohbetin tahsîli yolunda, sarf edip, mumkun olduğu kadar sohbeti terk etmemektir. Sonra tarîkatta ondan sonra sonu olmayan edeplere uymaktır. Cunku sohbet butun kemÂlÂtın, olgunlukların ve mÂrifetlerin başlangıcıdır. Gecen zaman iÂde edilmez, kaz da edilemez. Ne olursa olsun sohbetsiz gecen vakitlere uzulmeli, belli zamanlarda yapılması emrolunan virdleri, vazifeleri terk etmemeli ve hocasını gozu kapalı olarak duşunmelidir. Zîr tamÂmıyla yapılması mumkun olmayan bir şeyi tamÂmıyla da terk etmemelidir.”

ZiyÂeddîn-i Nurşînî hazretleri bir sohbeti sırasında Peygamber efendimize tÂbi olmanın onemini işÃ‚ret ederek buyurdu ki: “Ey dostlarım! Hakîkî saÂdet ve olgunluk, iki cihÂnın efendisi olan Peygamber efendimize tÂbi olmak, O’nun tebliğ ettiği İslÂmiyetin boyasıyla boyanmak, bizzat emirlerine uyarak yasakladığı şeylerden sakınmakla mumkundur. Ayrıca bunları başkalarına da yaptırmalıdır. Bir kimse başkasını İslÂmiyetin emir ve nehiylerine muhÂlefetten men edecek kudrette olup da onu men etmezse, o kimsenin ortağıdır yÂni o işi birlikte yapmış sayılırlar. Bir kimse Peygamber efendimizin sunnetini ve İslÂmiyetin hukumlerini başkasına yaptırsa, ona hÂsıl olacak ecir ve sevÂbından hicbir şey noksan olmaksızın kendisine de hÂsıl olur.”

ZiyÂeddîn Nurşînî hazretleri zamÂnındaki seyyidler ve Âlimlerle goruşur veya mektuplar yazarak gonullerini alırdı. Seyyid Abdulhakîm ArvÂsî hazretlerine yazdığı mektupta buyurdu ki: “Bu mektûb, Arvas’ın yuce kapı eşiğinin hizmetkÂrı olan Muhammed ZiyÂeddîn’den en şerefli kardeşi, en saÂdetli dost, zek ve temiz kalp sÂhibi, kendinde guzellikleri ve dirÂyeti toplayan, sÂlih Âlimlerin bÂkiyesi Molla Abdulhakîm'edir. Allahu teÂl onu doğru ve sağlam yolda yurumeye muvaffak eylesin! Size selÂmdan sonra, duny ve Âhirette saÂdetiniz, Âfetlerden selÂmetiniz icin, du eder, mustecÂb duÂlarını beklerim..." BÂzı fıkhî suÂllerine cevap verdiği bu mektûbunda Peygamber efendimizin neslinden gelen seyyidlere olan saygı ve bağlılığını bildirdi.

İlmi ve fazîletiyle insanları hak yola dÂvet eden Muhammed ZiyÂeddîn Nurşînî hazretleri, aynı zamanda dîni, vatanı ve milleti icin savaşarak buyuk kahramanlıklar gosterdi. Birinci Duny Savaşında talebeleriyle birlikte Ruslara ve Ermenilere karşı kahramanca savaştı. Kardeşleri Muhammed Saîd ve Muhammed Eşref ile bircok talebeleri şehîd oldular. Din ve vatan uğruna yaptığı hizmetlerinden dolayı zamÂnın butun Âlimleri ve devlet adamlarının hurmet ve sevgilerine mazhÂr oldu.

Birinci Duny Harbine katılarak buyuk kahramanlıklar gosteren Muhammed ZiyÂeddîn Nurşînî hazretleri, koluna isÂbet eden bir mermi sebebiyle felc oldu. Felcin butun vucûda yayılmaması icin Bitlis Askerî HastÂnesinde sağ kolu kesildi. Fakat ZiyÂeddîn Nurşînî hazretleri bu ameliyatın arkasından ağır bir hastalığa tutuldu. Talebeleri ve sevenleri o vefÂt edecek diye uzuluyorlardı. BÂzan kendinden geciyor, bÂzan da ayılıyordu. Bu hal uzereyken bir gun şoyle buyurdu: “RuyÂmda yanıma kalabalık bir velî grubunun geldiğini gordum. Gavsu’l-a'zam ArvÂsî, AbdurrahmÂn TÂgî ve Şeyh Fethullah VerkÂnisî de aralarındaydı. DunyÂda mı kalacağım yoksa Âhirete mi intikÂl edeceğim husûsunda aralarında uzun muzÂkereler yaptılar. Şeyh Fethullah VerkÂnisî dunyÂda kalmamın daha hayırlı ve insanların hidÂyete kavuşmalarına vesîle olacağımı belirterek sekiz yıl daha yaşamamı teklif etti. Hazır bulunan buyuklerimiz de bu teklifi uygun gorerek dağıldılar. Nitekim Muhammed ZiyÂeddîn Nurşînî hazretleri bu ruyÂnın dokuzuncu yılı başlarında vefÂt etti.

ZiyÂeddîn Nurşînî hazretleri pekcok talebe yetiştirip, İslÂmiyetin emir ve yasaklarını anlatmakla vazîfelendirdi. Bunlar; “Molla Muhammed Emîn, El-HÂc Abdulkerîm, Şeyh Ahmed el-Haznevî, Şeyh Mehmed Karakoy, Şeyh Muhammed Selîm HızÂnî, Şeyh Mahmûd Zokaydî, hocası Fethullah VerkÂnisî’nin oğlu Şeyh AlÂeddîn, Tili Şeyh ŞahÂbeddîn, Tili Molla Abdullah, Molla Halil Kavakî, Molla Yûsuf Hurtî, Molla AbdurrahmÂn Cokreşî, Şeyh İbrÂhim Abrî gibi zÂtlardır.

Muhammed ZiyÂeddîn Nurşînî hazretleri babası AbdurrahmÂn TÂgî hazretlerinin kabrinin bulunduğu Nurşin’den ayrı kalmak istemezdi. Fakat insanlara İslÂmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak uzere ceşitli beldelere gitmesi gerekiyordu. Omrunun son zamanlarında AzîzÂn’dan Nurşin’e taşınmayı ısrarla istedi. Âilesinden bÂzıları da Azîzan’da kalmak istiyorlardı. Azîzanlılar da Şeyh ZiyÂeddîn Nurşînî hazretlerinin koyde kalması icin yalvarıp dil doktuler. Şeyh hazretleri butun bu ısrarlara rağmen babası AbdurrahmÂn TÂgî hazretlerinden uzak kalmaktan ve onun beldesinden uzakta vefÂt etmekten korkuyorum, diyordu. VefÂtından bir yıl once hicbir engele aldırış etmeksizin kesin bir kararlılıkla Azîzan’dan Nurşin’e taşındı. Omrunun son senesini Nurşin ve civÂrında gecirdi. AbdurrahmÂn TÂgî hazretlerinin kaldığı ve gezdiği yerleri buyuk bir ozlem ve hasret icinde gezip hÂtıralarını tÂzeledi.

ZiyÂeddîn Nurşînî hazretleri Nurşin ve civÂrında bulunduğu sırada insanlara vÂz ve nasîhat ederek İslÂmiyetin emir ve yasaklarını anlatmaktan geri kalmadı. Talebelerine ve sevenlerine hitab ederek buyurdu ki: “Allahu teÂlÂya ibÂdet edip O’ndan korkunuz. O’nun rÂzı olmadığı zÂhir ve bÂtındaki şeylerden korunmaya, muhim şeylerden ve tÂatlardan olan Allah’ın emir ve yasaklarını halka duyurmaya sıkıca sarılın.

Fakat ilk once bir an dahi olsa bedenden ayrılmayan nefs-i emmÂreye Allahu teÂlÂnın emir ve yasaklarını bildirmelidir. Cunku Allahu teÂlÂnın nefsin şerrinden koruduğu kimseler bile nefs-i emmÂrenin şerriyle karşı karşıyadır. Zîr nefs-i emmÂre, sÂhibine gunÂhları tÂat şeklinde gosterir. Bal icine zehir katar. Oyleyse sÂhibine bir şeyi yapmayı veya yapmamayı icinden gecirdiğinde, insanın onu şerîat olcusuyle olcmesi lÂzımdır. Doğru ise guzel, değilse onu kınayıp, İslÂmiyetin emri doğrultusuna cevirmesi gerekir.

Nefse yapılan bu tebliğden sonra, insanlara Allahu teÂlÂnın emreylediği şeyleri yapıp, yasak ettiği şeylerden kendilerini korumak icin olmalıdır. Ancak tebliğ eden kimse bunda da dikkat edip kendini gizli kalp hastalıklarından korumalıdır. Bununla kendine nasîhat etmeyi irÂde etmelidir. Hatt halka sohbet ettiği vakitte bile, kendi nefsinden başka bir şeye hitÂb etmemelidir. Yoksa sohbeti kalplere tesir etmez.

Yine tebliğ eden kimse, aldatıcı, hîlekÂr duny hakkında korku uzere bulunmalıdır. Cunku duny insanlara gelinler gibi suslenir. LÂkin Allahu teÂlÂnın sevdiği olgun bir velîden rûhÂnî bir imdÂt almış kimseden başkası onun cirkinliğini anlayamaz.

Bu zamanda halka yapılacak sohbet, insanları dunyÂdan soğutmaktır. Umulur ki boylece Âhiret işleri tatlı gelir. Cunku duny ile Âhiret iki kuma kadına benzer. Birisi rÂzı olunca, diğeri darılır. Allahu teÂl bizi ve sizi kendi muhabbetine, Resûlunun muhabbetine muvaffak eylesin. Âmin.”

Muhammed ZiyÂeddîn Nurşînî hazretleri vefÂtından yedi ay kadar once Zirnacur taraflarında hastalandı. Babası AbdurrahmÂn TÂgî hazretlerinin gezdiği yerleri ve oralardaki dostlarının misÂfirhÂnelerini, evlerini hasret ve ozlemle ziyÂret etti. MisafirhÂne sÂhiplerini anarak onların hallerini anlattı. Sık sık olumden bahsederek olume hazırlıklı olmak gerektiğini ifÂde etti. Halbuki daha onceleri sohbetleri sırasında daha cok muhabbetten ve muhabbeti meydana cıkaran sebeplerden bahsederdi. Din ve duny ehli hakkında yÂni peygamberler, Âlimler, evliyÂlar ve devlet adamlarının hallerini anlatarak; “Bu Âkibetten hic kimse kurtulamaz. Uzerinde durulacak şey kişinin Âhirete hazırlık olarak işlediği amellerdir.” buyururdu.

VefÂtından beş ay kadar once sorulan bir meseleye cevap verdikten sonra, Âhir zamÂn insanlarından şikÂyet ederek buyurdu ki: “Bu adamlar daha doğrusu zamÂne insanları ne kimseyi dinlerler, ne kimseye boyun eğerler, ne de herhangi bir şeyden ders alırlar. Bu yuzden hic kimse onlara faydalı olamaz. Allahu teÂl beni onların arasından alsa ne iyi olur. O zaman yaptıklarına pişman olurlar, ama o pişmanlıkların hicbir faydası olmaz.”

Muhammed ZiyÂeddîn Nurşînî hazretleri vefÂtından uc ay kadar once kışın Bitlis’e gitmeye karar verdi. Âilesi havanın soğukluğunu mevsimin uygun olmadığını ve hastalığını ileri surerek bu yolculuğa mÂni olmak istedi. Ancak karÂrından vaz gecmedi. Yola cıkmadan hocasının kabrini ziyÂret ederken; “Bu sefer Bitlis’e gidişimizin tek sebebi Şeyhu’l-A'zam hazretlerinin kabrini ziyÂret etmektir. Cunku ilkbahara kadar yuce MevlÂnın neyi yaratacağını bilmiyoruz.” buyurarak ilkbahardan once vefÂt edeceğini işÃ‚ret etti.

Bitlis’te iken bÂzı Siirtliler yanına gelerek İslÂmiyeti anlatmasını istediler. Onların ısrarlı istekleri karşısında; “Havalar soğuk olduğu icin şimdi sizin oralara gelemem. Fakat ecel muhlet verirse Şubat ayında inşÃ‚allah geliriz.” buyurdu. Bitlis’e gidip buyuklerin kabirlerini ziyÂret ettikten sonra Nurşin’e dondu. Şeyh AbdurrahmÂn BilvÂnisî onun ziyÂretine geldi. Bir muddet kaldıktan sonra geri donmek niyeti ile vedÂlaşıp ayrılırken ona; “Eğer gelmek istiyorsan Şubat ayının başında gel, yoksa gelme." diyerek o tÂrihten sonra gelirse kendisini sağ bulamayacağını işÃ‚ret etti.

ZiyÂeddîn Nurşînî hazretleri, vefÂtına bir aydan az bir zaman kala kızkardeşinin oğlu Muhammed BÂkî’nin evinde babası UstÂd-ı Âzam AbdurrahmÂn TÂgî hazretlerinin evinin guzel idÂre edildiğini, orada cok sayıda Âlim ve tasavvuf talebesinin barındığını, aynı zamanda her yoreden pek cok kimsenin Nakşibendiyye yoluna girmek uzere başvurduğunu anlattıktan sonra buyurdu ki: “Bu zamanda boyle durum buyuk bir nîmettir. Cok şukretmek gerekir. Ama biz şukur borcunu yerine getiremiyoruz.

ZiyÂeddîn Nurşînî hazretlerinin tek oğlu olan Fethullah Efendi, kendisinden sekiz gun once vefÂt etti. Onun vefÂtı uzerine; “Senden once vefÂt edeceğimi ve senin geride kalacağını sanıyordum. Fakat Allahu teÂl boyle diledi. Boyle oluşunun hikmetini o bilir?” buyurdu. Oğlu defnedildikten sonra hastalandı. Hastalığının ilk gunlerinde; “Molla Fethullah gitti. Gorunen o ki, onun arkasından ben de kalıcı değilim, boylece duny yıkılıyor.” buyurdu.

Son gunlerinde Nakşibendiyye yuksek yolunun fazîletini anlatarak buyurdu ki: “Butun gucunuzu ve gayretlerinizi sonuna kadar kullanarak Nakşibendî nisbetine sÂhib olunuz. Bu nisbet en pahalı mucevherlerden daha değerlidir. Bu nisbet şu yoreden kalkmadan once onu elde ediniz. Eğer bu yoreden kalkacak olursa bir daha MevlÂn HÂlid-i BağdÂdî hazretleri gibi biri bulunmaz ki Hindistan’a gitsin ve o nisbeti alıp getirsin.”

Son gunlerinde hastalığı ilerlemiş olmasına rağmen Kur’Ân-ı kerîm okumayı ve sohbetleri terk etmiyordu. Hastalığının ve ağrılarının şiddetlenmesine rağmen son gunlerinde kendini tamamen Rabbine verdi ve butun şuuru ile Allahu teÂlÂnın rızÂsına kavuşmak icin gayret etti. Sık sık Âile fertlerine ve diğer bağlılarına İslÂmiyetin emir ve yasaklarından ayrılmamalarını, Nakşibendiyye yoluna bağlı kalmalarını, butun bunları yaparken de ihlÂs ve sağlam bir niyete onem vermelerini tavsiye etti. Ev halkından birine yukarıdaki tavsiyeleri bildirince, ona; “Peki bu konuda bize kim rehberlik edecek, bizi kim terbiye edecek?” diye soruldu. Soran kimseye hitÂben buyurdu ki: “İnsanın niyeti hÂlis, maksÂdı sÂdece Allahu teÂlÂnın rızÂsına kavuşmak olunca, O kolaylık ihsÂn ederek kendisine ulaştıracak yolları nasılsa buldurur. Fakat hÂlis niyet olmazsa O’nun desteğinden ve yardımından mahrum kalınır.”

Muhammed ZiyÂeddîn Nurşînî hazretleri son saatlerinde yalnız kalmayı tercih ediyor, cok az konuşarak kalbini bir noktaya bağlamak istiyordu. Yanına girmek isteyen dostlarına ve ziyÂretcilerine izin verirken; “Buyursunlar, fakat beni cok konuşmaya zorlamasınlar.” buyuruyordu.

VefÂt etmeden onceki son gunun kuşluk vaktinde UstÂd-ı A'zam hazretleri hangi vakit vefÂt etmişti?” diye sordu. “Kaba kuşluk sırasında.” diye cevap verildi. Oğleden sonra kadın erkek ve cocuk butun Âile mensuplarını yanına cağırdı ve en buyuk halîfesi Molla Muhammed Emîn’e, orada bulunanlara tovbe ettirmesini emretti. Kendisi de yastığın yanına oturarak şoyle buyurdu: “Onlar, yÂni bu yolun buyukleri iki gundur bana gerek ev halkımı, gerek buraya başvuranları irşÃ‚d etmemi ve bu işi Molla Muhammed Emîn’e havÂle etmemi telkin ettiler.” Molla Muhammed Emîn’in Allah yolunda tukenmez bir hazîne olduğunu belirttikten sonra şoyle konuştu: “Once ihlÂsla tovbe ederek Allahu teÂlÂya yonelmeli, arkasından da UstÂd-ı A'zam AbdurrahmÂn TÂgî hazretlerinin turbesine giderek du edip eşiğine yuz surmelisiniz. T ki Allahu teÂl bu sÂyede bana şif versin. Bu yaptığınız tovbe sÂdece işlemiş olduğunuz gunahlardan tovbe etmek değildir. Bu tovbe aynı zamanda her şeyden sıyrılıp sÂdece Allah’a sığınma, yuce Nakşibendiyye yolu ile bağdaşmayan her turlu hareketten sıyrılma, bundan sonra dunyÂnın zînet ve hazlarına dalmaktan kacınma, dunyÂnın alımlı ve goz boyayıcı menfaatleri icin yarışmaktan sakınma gÂyesi gudulmelidir.”

Muhammed ZiyÂeddîn Nurşînî hazretleri boylece vefÂtından once yerine gececek kimseyi belirledi ve butun bağlıları ile talebeleri teslim edeceği bir vekil tÂyin etti. VefÂt zamÂnı yaklaşmasına ve hastalığı iyice fazlalaşmasına rağmen sunnetlere eksiksiz uymaya gayret etti. Rûhunu teslim edeceği anlarda bile suyu uc yudumda icti. İlk yudumu besmele ile ve son yudumu da hamd ederek bitirdi. Yine abdestin hicbir sunnetini terk etmedi. VefÂt edeceği gece bir an once sabah vaktinin girmesini istiyor, bu yuzden devamlı saatin kac olduğunu soruyordu. Bir kere saatin yedi olduğu soylenince; “Yediden on ikiye kadar beş saat var, o da hayli uzun.” buyurdu. Hatt komada bulunduğu sırada sabah vaktinin girip girmediğini sorarak yanında bulunanlara; “Abdest alıp, namazlarınızı kıldınız mı?” diye sordu. Orada bulunanlar “Evet kıldık.”deyince; “O halde ben de abdest alıp kılayım da namazımı kacırmayayım.” buyurdu. Yatağın kenarına geldi ve eksiksiz bir abdest alıp yine eksiksiz bir şekilde namaz kıldı. Ev halkından biri misvak getirdi, dişlerini misvaklamak istedi. Misvağı kendisi alarak sunnete uygun bir şekilde misvakladı. Şuuru son ana kadar yerindeydi. Yanına gelenleri tanıyor, onlara yer gosteriyor, sorularına cevap veriyordu. Bu sırada şeyhinin oğlu Muhammed Cuneyd kapıdan girince, onu tanıyarak; “Y Şeyh Cuneyd, şoyle buyur!” diye seslendi. Bir gece onceki gorduğu ruyÂsını şoyle anlattı:

“Cok sayıda asker gelip UstÂd-ı A'zam hazretlerinin turbesini ziyÂret etti. Yer ile gok arasını bembeyaz kuşlar doldurdu. Bu beyaz kuşlardan buyuk biri bana gelerek; “Hazır ol, saat on bir veya on ikiden sonra yÂni sabah actıktan sonra yola cıkacaksın.” dedi. ZiyÂeddîn Nurşînî hazretleri bu ruyÂyı anlattıktan sonra ev halkı yanından dışarı cıkarak, bir iki kişi yanında kaldı. Uzerinde olum alÂmetleri belirince, yanında bulunan talebelerinden biri; “Anlaşılan siz bizleri şaşkın ve yetim bırakıyorsunuz. Sizden sonra bizim sÂhibimiz ve rehberimiz yoktur.” dedi. Bu sozler uzerine; “Elhamdulillah sen varsın.” diye karşılık verdi. O talebesi; “Benim varlığım sizin sÂyenizle idi. Yoksa ben neyim, ne faydam olabilir?” diye cevap verdi. Bunun uzerine; “Allah var, O herkese yeter.” diye karşılık verdikten sonra; “Benim Allah’tan başka hicbir şey ile alÂkam kalmadı.” dedi. Talebesi onun yanında her gece okuduğu Seyyidu’l-istiğfÂr ile Bekara sûresinin sonunu okumaya başladı. ZiyÂeddîn Nurşînî hazretleri de onun arkasından okudu. Yûnus aleyhisselÂmın tesbihini okudu. Arkasından kendisine; “Artık şimdi, L ilÂhe illallah, demenin vakti değil mi?” denildi. ZiyÂeddîn Nurşînî hazretleri; “Evet. HÂce-i AhrÂr hazretlerinin belirttiğine gore bin fennin bilgisine sÂhib olsan bile, bunların hepsi gider ve Âhirette sana sÂdece “L ilÂhe illallah kalır” diye cevap verdi. Sonra kendi hÂline net bir ses tonu ile; “İnne fî halkıssemÂvÂti...” Âyetinden îtibÂren Âl-i İmrÂn sûresinin sonunu okudu. Okuması bitince yanında bulunanlarla bÂzı hususları konuştuktan sonra sustu. Yanında bulunanlar da bir şey soylemediler. Kendi eli ile bir kere dişlerini misvakladı. Bir ara işÃ‚reti uzerine alnını su ile ovdular. MubÂrek nefesi kesilinceye kadar hicbir soz soylemedi. MubÂrek dili ust damağına yapışık durumda; “L ilÂhe illallah” kelimesini tekrar ederek 1923 (H.1342) senesi Receb ayının 27. Cum gunu sabah namazından sonra Bitlis’in Nurşin koyunde rûhunu teslim etti. Son nefesini vereceği anda yuzunde ve alnında ayna gibi bir parıltı belirmişti. Bu parıltıyı orada bulunan herkes gormuştu. Ayrıca vefÂt edeceği gunun sabahı yattığı odadan duny kokularına benzemeyen hoş bir koku yayılmaya başlamıştı. Yanına giren herkes bu kokuyu hissediyordu. Bu koku gittikce kuvvetlendi ve vefÂtı sırasında odanın her yanını sardı ve dışarıdan bile hissedilir oldu. Son nefesini verdiği anda ve cenÂzesi yıkandığı zaman vucuduna değen her elbise veya bez parcasından aynı hoş koku dağılıyor ve ustelik bu koku sindiği yerden birkac kere yıkansa bile cıkmıyordu.

Muhammed ZiyÂeddîn Nurşînî hazretlerinin cenÂzesini Molla Abdullah Ba'lekî ile Molla Abdulkerîm Tertûî diğer dostlarının yardımı ile yıkadılar. Sağlığında işÃ‚ret ettiği gibi babası AbdurrahmÂn TÂgî hazretlerinin yanıbaşına defnedildi.

ZiyÂeddîn Nurşînî hazretlerinin tek oğlu olan Molla Fethullah kendisinden once vefÂt etmişti. Molla Fethullah’ın buyuk oğlu CemÂleddîn ise kendisinden on uc gun sonra vefÂt etmiştir. Geriye Âişe adında bir kızı ile Takıyyuddîn ve NÂsıruddîn adında iki torunu kaldı. NÂsıruddîn daha sonra Şeyh Abdulhakîm Huseynî'den hilÂfet aldı. ZiyÂeddîn Nurşînî hazretlerinin her iki torunundan devÂm eden evlatları hizmete devÂm etmektedirler.

Muhammed ZiyÂeddîn Nurşinî hazretlerinin sevdiklerine ve talebelerine yazdığı mektûblarını, on uc halîfesinden Muhammed AlÂuddîn-i Ûhînî toplamıştır. MektûbÂt adı verilen bu eserinde yuz on dort mektup vardır.

İNSANIN OMRU KIYMETLİDİR

ZiyÂeddîn Nurşînî, insanların ve kÂinÂtın yaratılış gÂyesinden bahsederek buyurdu ki: “Ey kardeşim! Bu kÂinÂtın yaratılmasındaki hikmet, Allahu teÂlÂnın mÂrifetine kavuşmaya, O’na yaklaşmaya ve O’na ibÂdet etmeye calışmaktır. Nitekim Allahu teÂl Kur’Ân-ı kerîmin ZÂriyÂt sûresi 56. Âyetinde meÂlen; “Cinleri ve insanları ancak bana ibÂdet etmeleri icin yarattım.” buyurdu.

İnsanlar bu dunyÂya oyun, oyuncak, mal, evlat, soyu ile iftihÂr etmek icin gelmedi. Allahu teÂlÂnın rızÂsını kazandıran ve O’nun rahmetini celb eden şeylere calışmanız gerekmektedir. İnsanın omru kıymetlidir. Onunla alcak ve aşağı olan dunyÂyı değil, en azîz ve matlûb olan Âhireti istemek lÂzımdır. Zîr dunyÂ, insanı Allahu teÂlÂdan uzaklaştıran şeylerdir.”

UTANMAK

ZiyÂeddîn Nurşînî bir sohbeti sırasında şoyle buyurdu: “Eğer insan bir hıristiyan cocuğundan utandığı kadar Allahu teÂlÂdan utansa, o kimseden ilÂhî emirlere zıt bir hareket zuhûr etmez. Mesel zin işlemek gibi buyuk bir gunÂhı işlemek uzere olan kimse, bir hıristiyan cocuğunun geldiğini gorse, onun kendilerini goreceğini anlasa, hemen bu kotu işten kacınır. Cocuğun gormesinden utanır. Halbuki RabbulÂlemînin her an kendisiyle berÂber olduğunu duşunmez. O her an insanı gormektedir. Vazîfeli melekler de onun durumunu bilmektedir.”

1) İşÃ‚retler; s.200-219
2) MektûbÂt; s.223
3) Sohbetler; s.17, 21, 64, 274
4) EshÂb-ı KirÂm; (14. Baskı) s.213
5) El-Minah; s.216
__________________