ASTARLIZADE ŞEYH MEHMET HİLMİ EFENDİ(K.S)

Peygamberler Cenab-ı Allah’ın ozel olarak secip bize gonderdiği kutlu kimselerdir. Cenab-ı Allah, Peygamberleri aracılığı ile emir ve yasaklarını insanlara duyurur. Peygamberlerden sonra dinin nurunu alimler devam ettirirler. Peygamber (s.a.v.)’in kalp ilminden nasibdar olup insanları irşad icin Cankırı’da yetişmiş murşid-i kamillerden biri de Nakşibendiyye Tarikatı’nın Halidiyye kolu şeyhlerinden astarlızade Mehmed Hilmi Efendi’dir.

2. DOĞUMU VE COCUKLUĞU

1876 senesinde Cankırı’da dunyaya geldi. Babasının adı İsmail, annesinin adı Sıddıka’dır. Bilhassa annesi cok muttaki olup, Mehmed Hilmi Efendi Hz.’lerine hamile kaldıklarında bir ruya goruyorlar: “ruyada ay yere iniyor.” Bu ruyanın tabirini Yozgatlı bir alime sorduklarında “doğacak cocuğun alim ve evliyadan bir zat olacağını “ soyluyor. Sıddıka hanım bu cocuğa hamile kaldığı sure zarfında evden dışarı cıkmazmış ve hicbir namahremle goruşmemiştir.
Henuz bebekken gunduzleri annesini emmeyerek oruc tutarlarmış. Uc yaşında namaza başlamış, beş yaşında Kur’an’ı usulune gore okumayı oğrenmiş, yedi yaşında oruca başlamış, oniki yaşında Kur’an’ı ezberlemiştir. Uc yaşındayken annesi O’nu sabah namazı camiye bırakır, namaz bitiminde alırmış. Kendileri cok guzel Kur’an okurlarmış. Nazar değer endişesiyle ailesi dışarıda Kur’an okutmamış ve Kur’an’ı evde ezberlemişlerdir.
Cocukluklarında diğer yaşıtları gibi oyunlar oynamayarak, kendisinden beklenmeyecek bir olgunlukla hareket ederlermiş. O’nun bu hali annesinin ozel ilgi ve ihtimamına sebep olmuş. Annesinin de yardımıyla buyuk bir gayretle ders calışırlarmış.


3. EĞİTİMİ


Babasının manifaturacı dukkanında calışmakla birlikte babasından gizli olarak sarf ve nahiv ilimlerini oğrenmeye başlamış. Ticaretten cok irfana meraklılarmış. Annesinin de kollamalarıyla Buyuk Cami etrafındaki medreselerle Mecbur Efendi Medresesi’ne devam etmiştir. Okuduğu ilimler O’nda mevcut olan boşluğu dolduramamış. Cok sevdiği, evliyaullahtan olan zatların turbelerini ziyaret eder, ruhani bir eğitim almaya calışırmış. Seydi Koyu’ndeki Hacı Murad-ı Veli Hz’lerinin turbesine her gun giderlermiş. Bu sırada Delail-i Hayrat ve bazı dua ve zikirler icin icazet almış.

Babası ile birlikte İstanbul’a mal almaya gittiklerinde orada tahsil yapma imkanı bulmuş. İstanbul’da iki sene tıp tahsili yaparak icazet almıştır. Bundan başka devrin medreselerinde okutulan Astronomi, Matematik ve Hukuk gibi ilimleri oğrenmiş. Tıp tahsilini ilerletirken lisan eğitimine onem vererek Arapca, Farsca, Fransızca ve İngilizce gibi dilleri oğrenmiştir. Mehmed Hilmi Efendi’nin torunu şu hatırasını anlatır: “ortaokulda iken İngilizce veya Fransızca dillerinden birini secmek mecburi imiş. Torunu da devrin en yaygın dili olan Fransızca’yı değil de İngilizce’yi secmiş. Uzgun olarak eve geldiğinde dedesi onu teselli ederek İngilizce’nin gelecekte onemli bir dil olacağını soyleyerek ilk dilbilgisi kurallarını da bizzat kendisi oğretmiştir.” Mehmed Hilmi Efendi medrese eğitiminin yanında sohbetlere de katılarak ilmini artırmıştır. Ayrıca kendisi bir hattat olup guzel yazı yazarlardı.




4. GONUL KİLİDİNİN ACILMASI

İlim oğrendikce olgunluğu gunden gune artar. O zaman kendisinde okuduğu ilimlerle cozulemeyecek bir takım duğumler sezer. Fakat gonul kilidinin acılma zamanı henuz gelmemiştir. Bu gonul yangınına bir de sıla ozlemi eklenince Cankırı’ya doner. Bir muddet Mecbur Efendi Medresesi’ne devam ederek akli ve nakli ilimlerdeki bilgisini artırıp icazet alır. Zaman zaman eğitim aldığı medreselerde dersler verir. Bir yandan da manevi hayatını zenginleştirmek icin azimetten ayrılmayarak ceşitli dua ve zikirlerle ruhunu gıdalandırır. Gonlundeki volkanı bir nur seli halinde akıtacak, kendisine ledunn ilminin anahtarlarını verecek bir murşid-i kamil eli beklemektedir.

Bu arada Nakşi Şeyhi Seydişehirli Hacı Abdullah Efendi’den el almış, Seyyid Muhammed bin Ali Dergahı’na teslim olmuştur. Gonul kilidi burada acılır. Zahiri ummanla batıni umman birbirine karışır ve Astarlızade Hilmi Efendi hakikat okyanusu olur. Hilmi Efendi bu dergahta seyr-i sulukunu tamamlar, aynı zamanda şeyhinden hadis ilmini oğrenerek icazet alır. Şeyhi O’na; “benim gozum senin gozun, benim dilim senin dilin, benim elim senin elin… bir posta iki aslan sığmaz. Ben Cidde’ye giderek mekan tutayım. Sen burada irşada başla.” Der ve Cidde’ye doğru hareket eder. Şeyhinin bu hac sırasında ruhunu Halık’ına teslim etmesiyle birlikte dergahını Cankırı’ya Buyuk Cami!nin yanına taşır ve burada irşada devam eder.


5. ŞEMAİLİ

Astarlızade Mehmed Hilmi Efendi’nin gorunuşu heybetli, orta boylu, zayıf vucutlu, goğsu genişce, sakalı uzunca, yuzu buğday renginde, nurlu, alnı geniş, kaşları yay gibi, sesi yuksek, endamı guzel, kadri ali idi.


6. CANKIRI’DAKİ DERGAH

Dergah uc kattan oluşup, en alt katta post vardır. Bu postta devamlı iki diz uzerinde otururlardı. Orta katta mescid ve odalar, ust katta ise erzak deposu vardır. Uc katlı olan bu bina bir bahce icerisinde olup Buyuk Cami’nin doğu kapısı tarafındadır.
Dergahın gelirleri; Paşa Koyu’ndeki tarla ve ağaclardan, Cankırı’daki bir manifaturacı dukkanından ve kiraya verilen bir evden ibaretti. Ailesi ve ozellikle gelini Paşa Koyu’nde ziraat, hayvancılık, arıcılık ve elma ağacı yetiştirmekle meşgul olurlardı. Kendisi halkın yoğun ziyaretlerinde koydeki bağ evine cekilir, zamanın bir bolumunu de elma ağaclarıyla uğraşarak gecirirdi. Yetiştirdiği bu elma bahcesi cevre koylere ornek olmuş, onların kalkınmalarına yardımcı olmuştur. Kendisi marangozluk, ayakkabı tamiri, ciftcilik vb. bircok zanaatlerden anlayıp tutumlu bir şekilde dergahın faaliyetlerine devam etmesini sağlamıştır.
Kendisini ziyarete gelenlere hayır dualarda bulunurlardı. Gelenleri hoşsohbetlerinden faydalandırarak irşada susamışlara irfan pınarından icirmekle meşgul olurlardı. Kendisine hediye olarak verilen herşeyi ihtiyac sahiplerine dağıtmışlardır.


7. ASKERLİĞİ

Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara’ya cağrılarak duaları istenmiştir. Askerliğini manevi destek olarak tamamladıktan sonra kendisine hizmet icin Cankırı’lı askerlerden Bekir Usta ve Hacı Ali gorevlendirilerek taltif edilmiştir.


8. AİLE HAYATI


Kırkbeş yaşındayken kendisinden yirmibeş yaş kucuk bir hanımla evlenirler. Esasen dergahın işleri icin bir hanıma da ihtiyac vardı. Dergaha kadın ziyaretciler de gelirlerdi. Adeviye isimli bu hanımla evlenmekle muhtemel dedikoduların da onu alınmıştır. Muhittin ve Fatma adında iki cocukları dunyaya gelmiştir. Ayrıca dergahın kapısına bırakıldıktan sonra buyuttuğu manevi evlatları da vardır.


9. ASTARLIZADE SOYADI


Kanuni Sultan Suleyman İran seferine (1552) giderken Cankırı’ya uğrar. Herkes bu ziyaretten memnun olarak padişahı ziyarete gelir. Padişah; “beni ziyaret etmeyen kaldı mı?” diye sorar. hacı Omer isimli bir zatın halvette olduğu icin gelmediği soylenir. Padişah; “o zaman biz onu ziyaret edelim.” der. O vakitler Hacı Omer Efendi bu gunku dergahın bulunduğu yerde kucuk bir kulubede tefekkur ile meşguldur. Padişah onun huzurunu bozmak istemez. Zatın yuzu ve bedeni beyaz bir astar ile ortuludur. Padişah bu astarlı zatın huzurunu bozmayalım diyerek oraya cami, medrese ve hamam yapılmasını emreder. İşte Omer Efendi, Mehmed Hilmi Efendi’nin 450 sene onceki dedesidir. Astarlızade lakabı ve soyadı ondan yadigardır.


10. ŞEYH ASTARLIZADE MEHMED HİLMİ EFENDİ (K.S.)


Kendisi sunnet-i seniyyeye tamamı ile bağlı, kemalin en yuksek derecesinde bir edep kandili idi. Nakşibendi şeyhlerinden olup Hanefi idi.
Hicbir zaman tarikat propagandası yapmamışlar ve hic kimsenin ayağına gitmemişlerdir. Buna rağmen dergah hergun ziyaretcilerle dolup taşmıştır. Huzuruna her seviyeden insanlar, hatta cok yuksek duzeyde devlet yetkilileri gelmiştir. Onlara sevgiyi, hoşgoruyu, insanlığı tavsiye ederek başta namaz olmak uzere dini vecibelerini yapmalarını ve Kur’an’a tamamıyla uymalarını istemiştir.

Mevlana Celaleddin-i Rumi gibi bir insandı. Yunus Emre ve Muhyiddin-i Arabi en sevdiği evliyalardı. Hatta bu yuzden oğlunun adını “Muhittin” koymuştur. Kendileri her an zikirle ve tefekkurle meşgul olurlardı. Zikri de genellikle kalben yaparlardı. Dergahın alt katında bulunan postunda dizustu otururlardı. Bir gun gelini ile orada bulundukları sırada gelini odada kimsenin bulunmadığını ve ayağını uzatabileceğini soyler. O ise hic kimse olmasa bileAllah’ın kendilerini daima gozlediğini soyler…

Vakit namazlarını dergahta kendisi kıldırırdı. Cuma namazlarını Buyuk Cami’de kılardı. Namaz bitiminde halkın elini opmelerine izin verirdi. Yetimler ve yoksullar en cok ilgilendiği kişilerdi. Cuma gunu dergaha donuşte dergah avlusunda metfun anne ve babasının mezarlarını ziyaret ederek dua ederdi. Bilhassa cocukluğunda kendisine buyuk yardımları dokunmuş olan annesine cok hayır dualarda bulunurdu.

Şifa arayan bir cok kimse dergahına gelirdi. Samimi bir kalple gelenlerin cok defa iyileştiği canlı şahitlerle sabittir. Dergaha dışarıdan yardım kabul etmez, kendisine intisab eden muridlerini giydirir, yedirir ve bir iş verirdi. Kendileri cok az yemekle yetinirlerdi. En cok sevdiği şeyler cay ve elma idi. Besinler konusunda şoyle derdi:

Koyun eti kimya,
Bal binbir derde deva,
Limon kucuk eczane,
Elma kana deva.


11. ESERLERİ
Tespit edildiği kadarıyla biri yarım defter olmak uzere değişik boyutlarda, te’lif ya da tercume ; Arapca, Farsca ve Osmanlıca eserleri yanında bir de on ciltlik defter halinde el yazması eseri vardır. Bir kısmının uzerine etiketle latin harfleriyle isimleri yazılmıştır: “İnsan-ı Kamil Tercumesi”, “Mevlut”, “Munacaat”, “Her Şeyin Ozeti”. Ayrıca ceşitli dua kitaplarının arasında ve sayfa kenarlarında yazılmış şerhler (acıklamalar) da mevcuttur.


12. VEFATI


Vefatından iki ay oncesinden itibaren bir şey yemeyerek icerisinde bir dunya nimeti bırakmamak gayesiyle bir deri bir kemik haline gelecek şekilde kendisini hazırlıyor. Halsiz ve yorgun duşuyor. Bir şey yemediğinden yaşamasının bir mucize olduğu doktorlar tarafından soyleniyor. Ancak bir gun yuzu ortulu ve gozleri kapalı olduğu halde ağzını oynattığı goruluyor. Hizmetinde bulunan gelini Sabiha Hanım, ağzının arasından bakıyor ve goruyor ki ağzında bal var. Kendilerine hicbir gıda verilmediğini bildiği icin gozlerini actıklarında soruyor ve manevi alemce beslendiği muşahade ediliyor. Hastalığı ve halsizliği arttıkca kendisine yerini kimin alacağı soruluyor. O da kendisinin bu halkanın sonu olduğunu, hayatlarıyla mematları (olumleri) arasında fark olmayacağını soyluyor. Ruhaniyetlerinin her an tasarruf halinde olacağını hatta hayattakinden daha cok tasarruf edeceğini ifade buyuruyorlar.

Vefatlarına sebep olan hastalık sebebiyle beş gun ihvanının yanına cıkamadılar. Nihayet guzel bir olumle ecel şerbetini ictiklerinde tarih 17 Şubat 1962 idi. Ertesi gun vefat haberi duyulduğunda yer yerinden oynadı. Cankırı nufusu bir anda katmer katmer arttı. Turkiye’nin dort bir yanından insanlar akın akın Cankırı’ya geldi. Askeri erkan da cenaze torenine ust duzeyde katıldı.

Merhumun cenaze namazı o gune kadar gorulmemiş bir kalabalıkla Buyuk Cami avlusunda kılındı ve Sarıbaba Mezarlığı’na (Fatih Camii karşısına) defnedildi. Kabirleri hergun cok sayıda ziyaretciler tarafından ziyaret edilmektedir.

Mezar taşında emekli bir hakimin şu mısraları vardır:

Ta rahm-i maderde mahremiyete,
İtina ederdi, bakın hilkate,
Doğunca dunyaya bu pak-i tıynet,
İlimle kemalden aldı huviyet,
Murşid-i Kamilin muridi oldu,
Murşidinden sonra irşada daldı,
Nakşi Tarikatını eyleyen ibka,
“Mehmed Hilmi” bu zat-ı vala,
Bin iki yuz doksan ikide doğdu,
Nefs-i emmareyi temelden kovdu,
Seksen altı sene muammer oldu,
Zevk ile safayı irşadda buldu,
Bu huruf-u tarih-i anı vefatın,
Fatiha ruhuna bu ali zatın.
__________________