İslam dininin Peygamber Efendimizden sonra ikinci buyuk şahsiyeti Hz. Ebû Bekir’dir (r.a.). İslam davası uğrunda eşsiz bir fedakĂ‚rlık orneği ve sadakat timsali olmuştur. Hayatı baştan sona ahlak, fazilet ve yuce insanlık ornekleriyle doludur.
Hz. Ebû Bekir (r.a.), henuz peygamberlik guneşinin dunyamızı aydınlatmadığı o vahşet devirlerinde bile, ici aydınlık bir şahsiyetti. Hayatında bir kere olsun cansız ve şuursuz, ne kendilerine ne de başkasına fayda ve zarar veremeyen putlara tapma gibi bir bedbahtlığa duşmemişti. İcki, kumar gibi Cahiliye Ă‚detlerine iltifat etmemiş, yaradılıştan yuksek ruhlu biriydi. Mekke’de herkes tarafından sevilen ve saygı duyulan bir kimseydi. Zengindi, itibarlıydı. Ticaretle meşgul olurdu. Duşkunlere yardım etmeyi severdi.
Hz. Ebû Bekir ticaret sebebiyle ceşitli ulkelere gidip gelen, kulturlu ve araştı
ran biriydi. İcinde bulunduğu devrin insani değerler bakımından tam bir cokuş hĂ‚li yaşadığını biliyor ve hissediyordu.
Bir bekleyiş icindeydi Hz. Ebû Bekir. Duştuğu vahşetten insanlığı kurtaracak bir kurtarıcının bekleyişi icindeydi. Aslında dikkatli ve duşunen insanlar icin bir hidayet nurunu haber veren, gelmesinin yaklaştığına işaret eden hadiseler de yok değildi. Hz. Ebû Bekir gibi ciddi şahsiyetler, Hz. İbrĂ‚him’den (a.s.) kalan tevhid dinine inananlar da, bu nurun bekleyişi ve hasreti icindeydiler.
Bunlardan biri de Kus bin SĂ‚ide idi. Kus bin SĂ‚ide, edip ve şair biriydi. Allah’ın birliğine ve oldukten sonra yeni bir hayatın başlayacağına inananlardandı. Bir gun bu zat, iclerinde Hz. Ebû Bekir ile Peygamberimizin de bulunduğu bir topluluğa şoyle bir konuşma yapmıştı:
”Yemin ederim ki, Allah katında bir din vardır. O din, bulunduğunuz dinden daha sevgilidir. Allah’ın gondereceği bir peygamber vardır ki, gelmesi pek yakındır. Golgesi başımızın ustune gelmiştir. Ne mutlu o kimseye ki, ona iman eder. Ona isyan ve muhalefet edecek bedbahta ise, yazıklar olsun!”
Kus bin SĂ‚ide’nin haber verdiği bu mujdeye mazhar olacak olan da, Hz. Ebû Bekir’in en samimi dostu ve arkadaşı Hz. Muhammed idi (a.s.m.). Hz. Ebû Bekir en cok onunla olduğu zamanlar huzur buluyor, onunla sohbet etmeyi tercih ediyor ve en cok ona guveniyordu. Ticaret icin Mekke’den bir muddet ayrılacak olsa, donduğunde ilk ziyaret edip sohbet etmek istediği zat Hz. Muhammed’di (a.s.m.).
Bir gun Hz. Ebû Bekir, ruyasında bir ayın gokten suzulerek Mekke uzerine indiğini, sonra bolunerek parcalarının şehrin butun evlerine dağıldığını, daha sonra da toparlanıp kendi evine girdiğini gormuştu. Gorduğu bu ruya kendisini oldukca heyecanlandırmıştı. Ruyasını Mekke’de bulunan bazı Ehl-i Kitap Ă‚limlerine sordu. Onlar da beklenen peygamberin yakın bir zamanda Mekke’de cıkacağını, kendisinin de ona uyma bahtiyarlığına erenlerden olacağını, hattĂ‚ hayatında iken onun en yakın veziri olacağını soylediler.
Hz. Ebû Bekir, Peygamber Efendimizden birkac yaş kucuktu. Babasının adı Osman’dı, fakat lakabı olan “Ebû KuhĂ‚fe” ile meşhur olmuştu. Annesinin adı ise, “butun iyiliklerin anası” manasına gelen Ummu’l-Hayr idi. Hanımının ismi Zeynep, kunyesi de Ummu Rûman’dı. Bundan once Kuteyle ile evliydi; Ummu Rûman’ın vefatından sonra da EsmĂ‚ bint-i Umeys ile evlendi.
Hz. Ebû Bekir’in ucu kız, ucu de erkek olmak uzere altı cocuğu dunyaya geldi: Bunlar Hz. Âişe, Abdullah, EsmĂ‚, Abdurrahman, Ummu Gulsum ve Muhammed (r.a.) idi.
Mekke, Hz. Muhammed’e gelen peygamberlik haberiyle calkalanıyordu. Ki-taplarında “yeni bir peygamberin geleceği” haberini okuyan bir kısım Yahudiler ve Hıristiyanlar bile, bu haber karşısında şaşkına donmuşlerdi. Muşrikler ise, “Peygamberlik, gele gele icimizden bir yetim ve kimsesize mi gelecekti?! Kabilemizin ileri gelenlerinden birisine gelmeli, değil miydi?” diyerek buna karşı geliyorlardı.
Bilhassa muşrikler, tapmış oldukları putların Peygamberimiz tarafından ko-tulenmesini bir turlu hazmedemiyorlardı.
Hz. Ebû Bekir bu sırada, ticaret maksadıyla gitmiş olduğu Yemen’de bulunuyordu. Mekke’deki bu son gelişmelerden habersizdi. Donduğunde, Ebû Cehil ve Utbe bin Muayt olmak uzere, Kureyş ileri gelenleri hemen etrafını sardılar. Cunku Hz. Muhammed’in en yakın arkadaşının o olduğunu biliyorlardı. Aslında, arada Ebû Bekir olmasaydı, Peygamberimizi susturmak icin coktan kuvvete başvuracaklardı.
Hz. Ebû Bekir, “Hayrola,” dedi, “bir haber mi var? Ben yokken bir şeyler mi oldu?”
“Evet, hem de pek buyuk bir haber var. Ebû TĂ‚lib’in yetimi Muhammed, peygamberlik iddiasına kalkıştı!”
“Bunu bizzat kendisi mi soyledi?”
“Evet, kendisi soyluyor ve durmadan putlarımızı kotuleyip duruyor!”
“Demek kendisi soyluyor ha! Kendisi soyluyorsa doğrudur” dedi ve “Şimdi nerede olduğunu biliyor musunuz?” diye sordu.
“Evinde.” dediler.
Hemen kalkıp doğruca Peygamberimizin yanına gitti. Bunu bir de kendisinden duymak istiyordu. Cunku o biliyordu ki, Hz. Muhammed, hayatında hic yalan soylememişti. Bunun icin halk kendisine “Muhammedu’l-Emîn” diyordu.
Hz. Ebû Bekir heyecan icinde doğruca Peygamberimizin huzuruna gitti. Peygamberimiz kapıyı kendisine actığında tebessum ediyordu. Cunku kendisine inanacak yegĂ‚ne şahsın Ebû Bekir olacağından emindi:
“Ey Ebû KĂ‚sım,” dedi, “peygamberlik iddiasında bulunduğun doğru mu?”
“Evet, ey Ebû Bekir! Ben, sana ve butun insanlara Âlemlerin Rabb’i tarafından gonderilmiş bir elciyim. İnsanları bir ve tek olan Allah’a inanmaya, putlara tapmaktan vazgecmeye cağırıyorum.”
Hz. Ebû Bekir bu davet uzerine bir an bile duraklamadan:
“Ben şehadet ederim ki ey Muhammed, sen, bir olan Allah’ın elcisisin.” dedi. Boylece Hz. Ebû Bekir, erkeklerden ilk Musluman olma şerefine sahip oldu.
Hz. Ebû Bekir gibi, kavmin guvenilir, itibar edilir ve ileri gelen birisinin Musluman olması, Hz. Âişe’nin ifadesiyle, Peygamberimizi dunyada en cok sevindiren hadiselerden biri olmuştur.
Bu hadise, Hz. Ebû Bekir’in şeref ve faziletini tek başına ifade etmeye yetecek bir hadisedir. Nitekim daha sonra bir hadis-i şeriflerinde Peygamber Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:
“Ebû Bekir’den başka İslam’a davet ettiğim herkes, once bir şaşkınlık ve tereddut gecirdi. Fakat Ebû Bekir, kendisine İslam’ı anlattığımda ne tereddut gecirdi, ne durakladı.”[1]
Hz. Ebû Bekir zaten hazır olan gonlunu ve fikrini İslam’a acıverdi. Artık aradığı ve beklediği İlahî gerceklerin feyiz ve heyecanına kendini butunuyle verdi. Resûlullah’ın yanından ayrılmıyor, yeni gelen İlahî vahiyleri dinlemek icin can atıyordu. Ezelî ve ebedî hakikatleri kalbine doldurdukca yerinde duramıyor, bunları kĂ‚inata haykırmak, ilan etmek ve başkalarının da bu İlahî feyiz ve kurtuluşa ermesi aşkıyla yanıyordu.
Ebû Bekir’in (r.a.), Musluman olduğunda 40 bin dirhem serveti vardı. Hepsini İslam davasına harcanmak uzere Peygamberimizin emrine verdi. Hz. Ebû Bekir bir yandan fikriyle, ikna ve ispat kabiliyetiyle İslam’ı durmadan tebliğ ediyor, diğer taraftan da fakir Muslumalara maddi yardımlarda bulunuyordu. Onun vasıtasıyla Mekke ileri gelenlerinin pek coğu İslam’a girme şerefine ermiştir.
Bu zatların bir kısmı şunlardır:
Hz. Osman (r.a.), Talha bin Ubeydullah (r.a.), Sa’d bin Ebî Vakkas (r.a.), Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a.), Zubeyr bin Avvam (r.a.), Abdurrahman bin Avf (r.a.)…
Bu zatlar, hayatta iken cennetle mujdelenen 10 kişiden altısını teşkil ermektedir. Ayrıca Osman bin Maz’un (r.a.), Ebû Seleme (r.a.), Erkam bin Ebî Erkam da (r.a.), yine onun vasıtasıyla İslam’la şereflenenlerdendir.
Hz. Ebû Bekir’in yardım ve gayretleriyle İslam davası gun gectikce Mekke ufuklarındaki karanlıkları dağıtmaya başlamıştı. Her gecen gun yeni kimseler İlahî nurun cazibesine kapılıyordu. Bu arada muşrikler de boş durmuyor, yeni Musluman olanları vazgecirmek icin var gucleriyle calışıyorlardı. İslam yayıldıkca tedbirlerini artırıyorlar, soz ve alayla mĂ‚ni olmaktan vazgecip maddi kuvvet kullanmaya başlıyorlardı. Musluman olanları yakaladıkları yerde bayıltıncaya kadar dovuyor ve işkence ediyorlardı.
Hz. Ebû Bekir’in de gayretleriyle, Peygamber’in yuce davasına uyanların sayısı 38’i bulmuştu. Muslumanlar imanlarını kuvvetlendirip ibadetlerini rahatlıkla yapabilmek icin, Hz. Erkam’ın evinde gizlice toplanmaya başlamışlardı.
Yine bir gun, giriş cıkışı emniyetli olan bu evde toplanmışlardı. Aralarında Hz. Ebû Bekir de bulunuyordu. Tevhid davasını muşriklere acıkca ilan etmek icin Resûlullah’tan (a.s.m.) izin istemişlerdi. Resûlullah evvela henuz az olduklarını ifade buyurmuşsa da, Hz. Ebû Bekir’in de ısrarı uzerine izin verdi. Hep birlikte KĂ‚be’ye gittiler. Ebû Bekir (r.a.) ayağa kalkıp, orada hazır bulunan muşriklere doğru donerek konuşmaya başladı:
“Bir olan Allah’a hamd ederim. Allah’a iman ebedî bir saadettir, inkĂ‚r ve puta tapmak ise pek kotu bir felakettir. Artık bu manasız Cahiliye Ă‚detinden vazgecin. Allah Resûlu’nun davetine uyun.” dedi.
Muşrikler once bir şaşkınlık gecirdiler. Fakat hemen ardından toparlanıp Muslumanların uzerine saldırdılar! Hz. Ebû Bekir’i yere yatırdılar, ellerine gecirdikleri şeylerle vurmaya başladılar. Azılı muşrik Utbe bin Rebia civili ayakkabılarıyla yuzunu gozunu kanlar icinde bıraktı. Ebû Bekir’in yakınları yetişip guclukle kendisini kurtarabildiler.
Hz. Ebû Bekir bayılmıştı. O gun akşama kadar baygın hĂ‚lde yattı. Gozlerini actığında etrafına bakındı ve ilk sozu, “Resûlullah’tan ne haber?” oldu. O olum baygınlığı icindeyken bile Resûlullah’ı soruyor, “Ona bir şey oldu mu?” diyordu. Annesinin, “Evladım bir şey yiyip icmez misin?” sorusuna yine aynı cevabı veriyordu: “Resûlullah nerede? Onun durumu nasıl?” Annesi bir şey bilmediğini soyleyince, “Anneciğim,” dedi, “Hattab’ın kızı Ummu Cemil’e git, Resûlullah’ın ne hĂ‚lde olduğunu sor.” Ummu Cemil’in, Resûlullah’ın iyi olduğu haberini getirmesine rağmen, gonlu tatmin olmuyordu. Mutlaka Peygamberimizin durumunu kendi gozleriyle gormek istiyordu. Onu gormeden bir şey yiyip icmemeye yemin etti. Bu hĂ‚liyle bir yere gidemeyeceğini soylediler. Fakat o, mutlaka gidip Resûlullah’ı gormek istiyordu. Onu gormeden hicbir şey kendisine huzur veremezdi. Etraf tenhalaşınca koluna girdiler, Erkam’ın evine goturduler. Resûlullah’ı gorunce, “Anam babam sana feda olsun, yĂ‚ Resûlallah!” deyip ağlamaya başladı. Resûlullah da kendisini kucakladı, optu. Onun bu hĂ‚li rikkatine dokundu ve gozlerinden yaşlar aktı.[2]
Hz. Ebû Bekir teslimiyetiyle, bağlılığıyla ve ustun fedakĂ‚rlıklarıyla, Peygamberimizin nazarında “insanların en sevgilisi” olmuştu. Peygamber Efendimiz de sık sık evine gider, kendisiyle istişarede bulunur, İslam’ı neşir ve tebliğ hizmetlerinde ve sair işlerde onun fikrini alırdı. Bu beraberlik, başladığı ilk gunden, Resûlullah’ın ahirete irtihĂ‚line kadar devam etti. Ondan bir an bile ayrılmadı. Savaş meydanlarında, Hicret esnasında bu beraberlik devam etti. Kızı Hz. Âişe’yi Resûlullah’a nikĂ‚hlamakla bu yakınlık daha da percinlendi.
Mekke, yeni hidayete gelen Muslumanlara giderek dar geliyordu. Muşriklerin baskıları ise her gecen gun artıyor; işkencelerin ardı arkası kesilmiyordu. Dinlerini ve hayatlarını kurtarabilmek icin Muslumanlardan bir grup, Peygamberimizin izniyle Habeşiştan’a hicret etti. Geri kalanlar icin de İlahî izin gelince, Muslumanlar kafile kafile Medine’nin yolunu tutmaya başladılar. Fakat Peygamberimize henuz hicret izni gelmemişti. Yanından bir an bile ayrılmayan Hz. Ebû Bekir, kendisinin durumunu sorunca, Resûlullah, “Acele etme, ey Ebû Bekir. Belki Allah sana da bir hicret arkadaşı verir.” buyurdu. Artık Ebû Bekir Hicret’te de Resûlullah ile birlikte olacağını anlamıştı. Hz. Ali, Hz. Ebû Bekir ve Peygamberimizden başka Mekke’de kimse kalmamıştı.
Muşrikler, Muslumanların hicret etmesinden de rahatsız oldular. Resûlullah’ı kacırmak istemiyorlardı. DerhĂ‚l toplandılar. Resûlullah’ın vucudunu ortadan kaldırmaya kesin olarak karar verdiler!
Ancak CenĂ‚b-ı Hak, Habib’ine Cebrail vasıtasıyla durumu bildirdi. Bu gece yatağında yatmayıp hicret etmesini emretti. Yol arkadaşı olarak da Hz. Ebû Bekir’i tayin buyurdu.
Peygamberimiz hemen Hz. Ebû Bekir’in evine gitti. Kapıda karşılaştılar. Hz. Ebû Bekir heyecanlıydı:
“Anam babam sana feda olsun, yĂ‚ Resûlallah! Bir şey mi var?” dedi. Resûlullah, Allah’ın Medine’ye hicret izni verdiğini, kendisinin de beraberinde olacağını soyledi. Ebû Bekir, Resûlullah ile birlikte hicret etme şerefine nail olmaktan dolayı sevinc gozyaşları doktu.
Peygamberimiz o gece Hz. Ali’yi kendi yatağında bırakıp Hz. Ebû Bekir’le birlikte gizlice yola cıktı. Sevr Dağı’na doğru ilerlemeye başladılar. Hz. Ebû Bekir heyecanlıydı, Peygamberimize bir zarar gelmesinden endişe ediyordu. Muşrikler kendilerini fark edip peşlerine duşebilirlerdi! Hz. Ebû Bekir kendisini iyice unutmuş, sadece Resûlullah’ı duşunuyordu. KĂ‚h onune geciyor, kĂ‚h arkasında kalıyor, kĂ‚h sağ ve sol tarafına gecerek muhtemel saldırılara siper olmak istiyordu.
Gecenin gec vakitlerinde Sevr Dağı’ndaki mağaraya ulaştılar. Mağaranın icine hic insan girmemişti. Haşerat doluydu. Once Hz. Ebû Bekir mağaraya girdi. Etrafı kontrol etti ve elbisesinin parcalarıyla delikleri tıkadı. Kalan bir deliğe de ayağı gelecek şekilde oturdu. Resûlullah da gelip onun yanına oturdu. Mubarek başını mağara arkadaşının dizine dayayarak uyudu. Biraz sonra Hz. Ebû Bekir, ayağında muthiş bir sızı hissetti. Acısından Ă‚deta ciğeri yandı. Ama onun fedakĂ‚rlığının olcusune bakın ki, Resûlullah’ı uyandırmamak icin yerinden hic kıpırdamadı. Fakat acının tesiriyle gozlerinden yaş geldi. Resûlullah mubarek yuzune duşen bu damlalarla uyandı:
“Ne oldu, ey Ebû Bekir?” dedi. Ebû Bekir:
“Anam babam sana feda olsun, yĂ‚ Re*sû*lal*lah! Ayağımı bir şey soktu!” dedi.
Maddi ve manevi dertlerin dermanı olan Resûlullah, mubarek tukruğunu ısırılan yere surduğu anda Hz. Ebû Bekir’in ağrısı sızısı hemen kesiliverdi. Bu buyuk fedakĂ‚rlık karşısında duygulanan Peygamberimiz, duygularını şoyle dile getirdi:
“Ey Allah’ım! Ebû Bekir’in derecesini kıyamet gunu benimle beraber eyle.”
Muşrikler Resûlullah’ı yerinde bulamayınca ofkeden ne yapacaklarını şaşırdılar. Resûlullah’ı bulup getirene buyuk mukĂ‚fatlar vaat ettiler. Sabaha karşı, iyi iz suruculer, Peygamber Efendimizi bulup getirmek uzere yollara duştuler. Nitekim izlerini bulmakta da gecikmediler. HattĂ‚ izleri takip ederek mağaranın kapısına kadar geldiler. Muşriklerin ayak seslerini duyan Hz. Ebû Bekir heyecanlandı. Fakat Resûlullah hic metanetini bozmadı. Ebû Bekir’e:
“Uzulme, ey Ebû Bekir!” dedi, “Allah bizimle beraberdir. İki kişinin ucuncusu Allah olursa, kimse bir şey yapamaz.”
Bu soz uzerine Ebû Bekir sakinleşti. Nitekim muşrikler aralarında konuşurken mağara kapısında gordukleri orumcek ağı ve bir guvercin dolayısıyla mağaraya girmekten vazgecip oradan uzaklıştılar.
Kur’Ă‚n-ı Kerim, Tevbe Sûresi’nin 40. Ă‚yetinde bu hadiseyi haber verirken, Hz. Ebû Bekir’in şanını da kıyamete kadar yuceltmiş oluyordu. Bu Ă‚yette mealen şoyle buyurulur:
“Ey muminler! Siz Allah’ın Resûl’une yardım etmezseniz de, Allah ona yardım etmiştir. KĂ‚firler onu yurdundan cıkardıklarında, mağaradaki iki kişiden biri olduğu hĂ‚lde o, yanındaki dostuna ‘Uzulme,’ diyordu, ‘Allah bizimle beraberdir.’ Allah boylece onun uzerine emniyet ve rahmetini indirdi, sizin gormediğiniz ordularla onu takviye etti ve kĂ‚firlerin davasını alcatttı. Yuce olan, Allah’ın davasıdır. Allah’ın kudreti her şeye galiptir ve O’nun her işi hikmetledir.”
Resûlullah, sadakat ve fedakĂ‚rlık timsali Hz. Ebû Bekir’le birlikte, duşman tehlikesinden emin olmak icin mağarada uc gun kaldı. Bu sırada, Hz. Ebû Bekir’in kızı Esma kendilerine yiyecek getiriyor, oğlu Abdullah da haber ulaştırıyordu. Butun bunları gece karanlığında yapıyorlar, gun ışımadan da yanlarından ayrılıyorlardı.
Uc gun sonra, mağaradan cıkıp İslam tarihinde yepyeni bir devir acan “Hicret” icin Medine’nin yolunu tuttular. Tehlikeli ve yorucu bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaştılar. Daha once oraya hicret etmiş Muslumanlarla birlikte Medineli halk sokaklara dokulerek bu eşsiz misafirleri sevinc gozyaşları icinde bağrına bastı.[3]
Hz. Ebû Bekir, Medine’ye hicret ettikten sonra da devamlı Resûlullah’ın yanında bulundu. Butun varını İslam’a vermiş bir insandan zaten başka bir şey beklenemezdi.
Sadakat, sevdiği ve bağlandığı şahsa benzemek, butun varlığını ona adamak ve Ă‚deta kendi varlığını sevdiğinin varlığında yok bilmektir. İşte Hz. Ebû Bekir’i erişilmez bir mertebeye yukselten sır budur. Ona “Sıddık” dedirten vasfı, Resûlullah’a olan bu eşsiz sadakat ve bağlılığıdır. Resûlullah’ın soylediği her şeye ne kadar akıl almaz dahi olsa tereddutsuz inanır, iman ederdi.
Onun bu vasfını, Resûlullah’a ilk duyduğunda iman etmesi gosterdiği gibi, Mirac mucizesini tasdiki de ispat etmektedir.
Resûlullah bir gece Cebrail’le birlikte Mekke’den Mescid-i AksĂ‚’ya, oradan da Allah’ın izniyle yuce Ă‚lemlere goturulmuş ve aynı gece donmuştu. Ertesi gun bu eşsiz mucizeyi muşriklere haber vermiş, fakat muşrikler inanmamışlardı. HattĂ‚ birtakım yeni Muslumanlara bile Mirac mucizesinin kabulu ağır gelmişti. Bu Muslumanlar doğruca Hz. Ebû Bekir’e gittiler:
“Yakın ve samimi dostunun anlattıklarından haberin var mı?” dediler, “Bu gece Mescid-i AksĂ‚’ya gittiğini, orada namaz kıldığını, gecmiş peygamberlerle goruşup goklere cıktığını ve donduğunu anlatıyor.”
Hz. Ebû Bekir sadece bir şeyden emin olmak istiyordu:
“Bunu o mu soyluyor? Siz bu anlattıklarınızı kendisinden mi duydunuz?”
“Evet,” dediler, “kendisinden duyduk.”
Hz. Ebû Bekir hic tereddut etmeden hemen şu cevabı verdi:
“O soylediyse mutlaka doğrudur. Ben ona ve Allah’tan getirdiği her şeye iman etmişim.”
Daha sonra hemen Peygamber Efendimizin yanına gidip, Mirac’ı bizzat kendisinden dinlemek istedi. Resûlullah bu buyuk mucizeyi anlatınca, Hz. Ebû Bekir şoyle dedi:
“Yemin ederim ki, sen doğru soyluyorsun. Cunku sen Allah’ın Peygamber’i*sin. Ben buna bir kere daha şehadet ederim.”
Bunun uzerine Peygamber Efendimiz kendisine iltifatta bulunarak:
“Ey Ebû Bekir, sen zaten Sıddık’sın” buyurdu. Ve bundan boyle bu unvan, kıyamete ka
dar şerefli bir vasıf olarak Hz. Ebû Bekir’in adıyla birlikte anılmaya başlandı.[4]
Hastalığı sırasında sahabiler Resûlullah’ı sık sık ziyaret ediyorlardı. İclerinde Ebû Bekir’in de bulunduğu bu ziyaretlerden biri esnasında Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şoyle buyurdu:
“CenĂ‚b-ı Hak, kulunu, dunya ile ahireti tercih hususunda serbest bıraktı. Ama o kul, ahireti tercih etti.”
Bu ifadelerden ilk anda kimse bir şey anlamadı. Yalnız Hz. Ebû Bekir, Peygamberimizin, bu sozle, vefat edeceğini işaret ettiğini anlamıştı. Hemen ağlamaya başladı ve şunları soyledi:
“Babalarımız, analarımız, cocuklarımız, mallarımız, canlarımız sana feda olsun, yĂ‚ Resûlallah!”
Peygamberimiz onun bu feraset ve hassasiyetinden dolayı duygulandı ve şoyle buyurdu:
“Ağlama, ey Ebû Bekir. Eğer Allah’tan başka bir dost edinecek olsaydım, Ebû Bekir’i dost edinirdim. İslam kardeşliği ve sevgisi şahsi dostlukların uzerindedir.” Sonra da: “Mescitte Ebû Bekir icin acılan kapılardan başka butun kapılar kapatılsın.” buyurdu.[5]
Bu konuşmadan birkac gun sonra Peygamber Efendimizin (a.s.m.) hastalığı, cemaatle namaz kıldıramayacak derecede ağırlaştı. Buyurdu ki:
“Hz. Ebû Bekir’e soyleyin, insanlara namaz kıldırsın.”
Bunun uzerine Hz. Ebû Bekir, muminlere 17 vakit namaz kıldırdı. HattĂ‚ bir sabah namazında da Peygamber Efendimize imamlık yapma şerefine er*di.
Resûlullah ruhunu teslim ettiğinde, Ebû Bekir (r.a.) başka bir yerde idi. Halk toplanmış, ağlaşıyordu. Ebû Bekir (r.a.) haberi alıp geldiğinde, kimseyle konuşmadan doğruca Resûlullah’ın bulunduğu odaya girdi. Yuzundeki ortuyu kaldırdı, alnından optu. Sonra da tam bir teslimiyet ve tevekkul icinde şoyle dedi:
“Bizler Allah’ın kullarıyız ve O’na doneceğiz. Anam babam sana feda olsun! Sen sağ iken de guzeldin, olu iken de guzelsin. CenĂ‚b-ı Hak sana bu olum şiddetinden başka ikinci bir keder vermeyecektir. Takdir edilmiş olan bu olum gecidini ise, şimdi atlatmış bulunuyorsun.”
Fakat ne garip ki, munafıklar, Resûlullah’ın olumu sırasında bile nifaklarından ve bozgunculuklarından vazgecmiyorlardı.
“Muhammed, Peygamber olsaydı olmezdi!” diyerek Muslumanların maneviyatını sarsmaya calışıyorlardı.
Hz. Omer bu soylentilere daha fazla dayanamayarak kılıcını sıyırdı ve:
“Resûlullah vefat etmemiştir. Kim boyle bir şey soylerse, şu kılıcımla boynunu vururum!” dedi.
Bu sırada Hz. Ebû Bekir geldi ve Hz. Omer’in uzuntu icinde soylediği bu soze karşılık şu manalı konuşmayı yaptı:
“Allah, daha hayatta iken Resûl’une oleceğini haber vermişti. Evet, Resûlullah (a.s.m.) olmuştur. Baki olan ancak Allah’tır.” Sonra da Âl-i İmrĂ‚n Sûresi’nin şu mealdeki 144. Ă‚yetini okudu:
“Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan once de nice peygamberler gelip gecti. O olur veya oldurulurse gerisin geri mi doneceksiniz? Kim gerisin geri donerse şunu iyi bilsin ki, Allah’a en kucuk bir zarar vermiş olmaz. Fakat şukredenlere Allah mukĂ‚fatını verecektir.”
Devamla şunları soyledi:
“Allah’ın dini yaşayacaktır. Allah’ın davası tamamlanmıştır. Allah, dinine sarılıp onu yuceltmek icin calışanların yardımcısıdır. Elimizde Allah’ın kitabı vardır. O, bir nur ve şifadır. Allah, Resûl’unu doğru yola onunla iletmiştir. Allah’ın helal ve haram kıl*dığı şeyler onun icindedir.”[6]
Hz. Ebû Bekir, AshĂ‚b’ın ileri gelenlerinin yaptıkları konuşmalardan sonra ittifakla “Resûlullah’ın halifesi” secildi. Cunku herkes onun Resûlullah (a.s.m.) yanındaki yerinin herkesten onde olduğunu biliyor ve takdir ediyordu. Ebû Bekir (r.a.) halife secildiğinin ertesi gunu mescidin minberine cıktı ve şu tarihî konuşmayı yaptı:
“Ey insanlar! Ben sizin en hayırlınız olmadığım hĂ‚lde size emîr oldum. Fakat Kur’Ă‚n ve Resûlullah’ın sunneti bize oğretildi. Bilgimiz varsa ancak bu sayededir. Halifelik hizmetinde benim icin bir rahatlık yoktur. Gucum yetmeyen ağır bir işi elimde olmayarak uzerime almış bulunuyorum. Bu vazife icin daha guclu birisinin secilmesini cok arzu ederdim. Size Allah’tan korkmanızı tavsiye ede*rim!
“Ey insanlar! Eğer vazifemi hakkıyla yerine getirirsem bana uyun ve bana yardım edin. Eğer kotuluğe saparsam beni doğru yola getirin! Doğruluk emanettir, yalancılık da hıyanettir. İnşaallah icinizde en zayıfınız, kendisinin hakkını alıncaya kadar yanımda en guclunuz olacaktır. İcinizdeki en guclunuz de, uzerine gecirdiği hak kendisinden alınıncaya kadar benim yanımda en zayıfınız olacaktır. Ben Allah’a ve Resûl’une itaat ettikce siz de bana itaat edin. Allah ve Resûl’une isyan ettiğimde bana itaat etmeniz gerekmez. Kendim ve sizin icin Allah’tan af ve bağışlanma diliyorum.”[7]
Hz. Ebû Bekir, halife olduktan sonra buyuk bir titizlikle ve Peygamber Efendimize sadakada uzerine duşen vazifeleri yapmaya koyuldu. İlk işi, Peygamberimizin yapmak isteyip de omrunun vefa etmediği, UsĂ‚me ordusunu Şam’a gondermek oldu. Sahabilerin ileri gelenlerinden bazıları o sırada meydana cıkan “Yalancı Peygamberler” meselesini ileri surup “ordunun sefere cıkmasının biraz geciktirilmesi” istikametinde goruş beyan etmişlerdi. Bunlara karşı halifenin cevabı şu oldu:
“Allah’a yemin ederim ki, eğer kaplanlar ve kurtların Medine’ye gelip beni parcalayacaklarını bilsem, yine Resûlullah’ın emrini yerine getireceğim! Cunku Resûlullah, ‘UsĂ‚me ordusunu mutlaka gonderin.’ buyurmuştur.”
Hz. Omer’in UsĂ‚me’yi genc bulup daha yaşlı birinin kumandan olmasını teklifi uzerine de:
“Ey Hattab’ın oğlu! UsĂ‚me’yi Resûlullah kumandan tayin ettiği hĂ‚lde, bu kararı ben nasıl değiştirebilirim?!” dedi.[8]
UsĂ‚me ordusu, Ebû Bekir’in (r.a.) verdiği talimatla hareket etti. Rumlarla karşılaşmadı. Fakat geri donerken, dinden donen Huzaalılardan bir grubu bozguna uğrattı. Boylece hem Resûlullah’ın emri yerine getirilmiş, hem de başgosteren buyuk bir fitneden Muslumanlar kurtarılmış oldu.
Artık Hz. Ebû Bekir devletin reisi ve Resûlullah’ın halifesiydi. Kızı ve Resûlullah’ın hanımı Hz. Âişe, babasının hilafeti hususunda şu ibretli sozleri soyle*miştir:
“Bu vazife oylesine ağır bir yuktu ki, eğer dağların uzerine cokseydi onları paramparca ederdi! Fakat Hz. Ebû Bekir bu ağır vazifeyi Allah’ın yardımı ve muminlerin desteği sayesinde en mukemmel şekliyle yerine getirdi. Halifeliği muddetince Kur’Ă‚n ve hadiste acık bir delil bulunmayan hususlarda sahabilerden gerekli gordukleriyle istişarede bulundu.”
Hz. Ebû Bekir son derece iyi bir idareciydi, işlere kabiliyet ve ehliyetli olanları tayin ederdi. Mesela maliye işlerine, Peygamber Efendimizin “Ummetin Emini” dediği Ebû Ubeyde bin Cerrah’ı tayin etti. Adalet timsali Hz. Omer’i hukuk işlerine, vahiy kĂ‚tiplerinden Zeyd bin Sabit’i de kayıt ve yazışma işlerine memur etti.
Hz. Ebû Bekir, idaresini uzerine aldığı halkın durumunu teftiş etmek icin geceleri dolaşır, zayıf ve kimsesizlerin yardımına koşardı. Salih el-GıfĂ‚rî bununla ilgili bir hatırasını şu şekilde anlatır:
“Yaşlı ve Ă‚mĂ‚ bir kadının bakımını Hz. Omer uzerine almıştı. Kadın kimsesizdi. Hz. Omer yiyecek ve iceceğini bizzat kendisi goturur, işlerini gorurdu. Bir gece baktı ki, kendisinden once biri gelip kadıncağızın butun işlerini gormuş! Ertesi gun erken davranıp vazifesini yaptı ve gizlendiği yerde beklemeye başladı. Bir de baktı ki, mumin*lerin halifesi Ebû Bekir geliyor! Gizlendiği yerden cıktı ve duygulanarak:
“Demek sendin, ey muminlerin emîri!”[9]
Hz. Ebû Bekir, vali ve ordu komutanlarına sozlu ve yazılı tavsiyelerde bulu*nurdu. Bir defasında İkrime’ye (r.a.) şu ibretli tavsiyede bulunmuştur:
“Yapacağım, dediğin şeyi yap; soz verince, vaadini yerine getir. İkaz etmekten korkma, fakat bunu yaparken neyi soyleyip neyi soylemeyeceğine dikkat et. Sucluya hak ettiği cezadan fazlasını verme, hak edene de ceza vermeyi geciktirme.”
Halife secildikten sonra ailesinin gecimi icin devlet hazinesinden maaş almayı hic duşunmemişti. Gecimini ticaret yaparak karşılamak istiyordu.
Halife secildikten sonra bir gun ticaret icin pazara gidiyordu. Hz. Omer’le karşılaştı. Hz. Omer, kendisine BeytulmĂ‚l’den maaş bağlanmasını teklif etti. Hz. Ebû Bekir, “Aldığım paranın karşılığını odeyememekten korkarım!” dedi. Fakat Hz. Omer, vaktinin ancak devlet işlerine yeteceğini, ticaret yapmaya artık vakti kalmayacağını soyledi. Ve onu hazineden gecimi kadar maaş almaya ikna etti. Hz. Ebû Bekir, halifelikte kaldığı iki yıl muddetince hazineden maaş almıştır. Fakat vefat ettiğinde aldığı maaşın hepsinin hesap edilerek tamamıyla mirasından karşılanmasını vasiyet etti.[10]
Hz. Ebû Bekir’in halifeliği doneminde yaptığı hizmetler kısaca şunlardır:
Daha Peygamberimiz (a.s.m.) vefat etmeden once YemĂ‚me, Yemen ve daha başka yerlerde birtakım yalancı peygamberler turedi. Bunlar kabilelerini kendi nufuzları altında toplamak istiyorlardı. Resûlullah’ın vefatını fırsat bilip harekete gectiler. Hz. Ebû Bekir, bunlar uzerine HĂ‚lid bin Velid (r.a.), İkrime bin Ebî Cehil (r.a.), Muhacir bin Ebî Umeyye (r.a.) ve Amr bin Âs’ı (r.a.) gonderdi. Ve bu fitnenin onu alındı.
Resûlullah’ın vefatıyla Arap kabilelerinin bir kısmı dinden dondu. Yahudi*ler, Hıristiyanlar ve munafıklar harekete gecti. Hz. Âişe’nin (r.a.) ifadesiyle, Muslumanlar, kış gecesinde yağmura tutulup dağılan koyun surusune donduler… Ebû Hureyre’nin ifadesiyle, “Şayet Ebû Bekir (r.a.) olmasaydı, Resûlullah’ın vefatından sonra Muslumanlar helak olurdu!” Fakat Hz. Ebû Bekir, CenĂ‚b-ı Hakk’ın yardımıyla, kendisine ihsan ettiği meziyet ve kabiliyetle Muslumanları bu tehlikeli gecitlerden salimen gecirdi.
Hz. Ebû Bekir’in diğer muhim bir hizmeti de, “Kur’Ă‚n’ı toplatması”dır. Gerek Mekke devrinde gerekse Medine devrinde olsun, bir Ă‚yet nazil olduğunda, Peygamberimiz hemen vahiy kĂ‚tiplerinden birini cağırır, derhĂ‚l vahyedilen Ă‚yeti yazdırırdı. Bu şekilde muhtelif zaman ve yerlerde nazil olan Ă‚yetler, bulunan kĂ‚ğıt parcaları, tabaklanmış deriler, yassı beyaz taşlar, develerin kurek kemikleri veya hurma yapraklarına yazılıyordu. Herhangi bir yanlışlığa meydan vermemek icin de, Peygamberimiz, yazılan Ă‚yeti vahiy kĂ‚tibine okutarak, fazla bir şey varsa cıkarttırır, eksik varsa tamamlatırdı. Boylece, Peygamberimiz hayatta iken Kur’Ă‚n-ı Kerim’in tamamı, tam ve doğru olarak yazılmıştı. Fakat yazılan bu nushalar bir yerde biriktirilmiyordu. Sahabilerden isteyen, bu nushaları kendilerine alabiliyordu. Gerek Peygamberimizin hayatta olması, gerekse Kur’Ă‚n hafızı olan sahabilerin cok olması, “sayfalar”ı bir araya getirmeye ihtiyac hissettirmemişti. Ancak Museylimetu’l-KezzĂ‚b’la yapılan YemĂ‚me Savaşı’nda cok sayıda hafızın şehit edilmesi, bu ihtiyacı ortaya cıkardı.
“Sayfaların bir araya toplanması” ihtiyacını ilk hisseden, Hz. Omer’di. Hz. Omer, YemĂ‚me Savaşı’ndan sonra hafızların daha da azalacağı, Ă‚yetlerin yazılı olduğu vesikaların kaybolabileceği endişesine kapıldı. Bu duşuncesini Hz. Ebû Bekir’e actı. Değişik yerlerde dağınık hĂ‚lde bulunan yazılı Kur’Ă‚n sayfalarının bir araya getirilmesini teklif etti. Peygamberimizin hayatta iken boyle bir şeyi yapmamış olduğunu duşunerek evvela tereddut geciren Hz. Ebû Bekir, meselenin ehemmiyetine binaen teklifi kabul etti. Beraberce muzakere ederek, sayfaların bir araya getirilmesini kararlaştırdılar.
Kur’Ă‚n sayfalarının toplatılması vazifesi, Peygamberimizin (a.s.m.) vahiy kĂ‚tiplerinden Zeyd bin SĂ‚bit’e (r.a.) verildi. Hz. Zeyd o sıralarda 20 yaşlarında bulunuyordu. Ayrıca Kur’Ă‚n-ı Kerim’i baştan sona ezberleyen ve en iyi okuyan sahabilerden biriydi.
Hz. Zeyd bu kutsi vazifeyi alır almaz derhĂ‚l harekete gecti. Hz. Ebû Bekir’in emriyle, yanında Ă‚yet yazılı parca bulunanların, Resûlullah’ın huzurunda yazıldığına dair iki şahitle birlikte bu parcaları getirmesini ilan etti. Butun sahabiler meseleye butun gucleriyle sahip cıktılar. Ellerindeki belgeleri, Resûlullah’ın hu*zurunda yazıldığına dair iki şahitle beraber Hz. Zeyd’e getiriyorlardı. Hz. Zeyd de onları sûre ve Ă‚yet sırasına gore duzenliyordu.
Bu şekilde, bir sene gibi kısa bir zamanda, dağınık olan Kur’Ă‚n sayfaları bir araya toplanmış oldu. Ebû Bekir (r.a.), Hz. Zeyd’e Ă‚lim sahabilerden bir heyet teşkil etmesini emretti. Toplanan Kur’Ă‚n Ă‚yetleri bu heyet huzurunda okundu. Hicbiri itiraz etmedi.
Hz. Ebû Bekir vefatına kadar, toplu hĂ‚ldeki Kur’Ă‚n nushasını yanında muhafaza etti. Onun vefatından sonra ise bu nusha Hz. Omer, daha sonra ise Hz. Omer’in kızı, aynı zamanda Peygamberimizin (a.s.m.) hanımı olan Hz. Hafsa’nın yanında kaldı.[11]
Hz. Ebû Bekir İslamiyet’i muhtac gonullere ulaştırmak icin ordular hazırladı. Hz. HĂ‚lid bin Velid kumandasındaki bir orduyu Irak iclerine gonderdi. Bu ordu zaferden zafere koşarak kısa zamanda Irak’ın muhim bir kısmını fethetti. Tevhid sancağını oraya dikti.
Irak’ın fethinden sonra Hz. HĂ‚lid bin Velid’i Şam’a gonderdi. Fakat Şam’ın fetih mujdesini alamadan bu fĂ‚ni Ă‚leme gozlerini kapadı. Sıddîk-i Ekber vefat ettiğinde, tarih hicrî 13 yılını gosteriyordu. Allah ondan razı olsun!
Hz. Ebû Bekir tam bir takva ehliydi. Haram ve şupheli şeylerden kacınmakta buyuk bir dikkat gosterirdi.
Bir defasında, hizmetcisi yiyecek getirmişti. Hz. Ebû Bekir cok acıkmış olduğundan, nereden getirdiğini sormadan birdenbire onu yemiş bulundu. Fakat sonradan, bu yiyeceği nereden getirdiğini hizmetcisine sordu.
“Cahiliye Devri’nde bir kadına yaptığım muskaya karşılık bana vermeyi vaat ettikleri şeydi.” cevabını alınca birden rengi değişti. Parmağını hemen boğazına salarak, yediği şeyi tamamen dışarı cıkardı. Yanındakiler bu davranışını aşırı bularak:
“Ey muminlerin emiri! Butun bunlar bir lokma yiyecek icin mi?!” deyince şu hikmetli cevabı verdi:
“Oleceğimi bilsem yine de o lokmayı cıkarırdım. Cunku Resûlullah’ın şoyle buyurduğunu işittim: ‘Haramla beslenen bir ceset, cehennemde yanmaya mahkûmdur!’”[12]
Hz. Ebû Bekir, kulluk vazifesinde de cok onde bir şahsiyetti. Bir gun sahabiler, Peygamber Efendimizin etrafında toplanmışlardı. Sohbet sırasında Peygamber Efendimiz (a.s.m.) Sahabe-i KirĂ‚m’a bir soru sordu:
“Bugun hanginiz orucludur?”
“Ben, yĂ‚ Resûlallah.” dedi Hz. Ebû Bekir.
Peygamberimiz, “Bugun hanginiz bir cenazeyi takip etti?” diye sordu.
Ebû Bekir, ”Ben, yĂ‚ Resûlallah.” diye cevap verdi.
Peygamberimiz, “Bugun sizden kim bir fakiri doyurdu?” diye sordu.
Ebû Bekir, “Ben doyurdum, yĂ‚ Resûlallah.” dedi.
Peygamberimiz, “İcinizden kim bir hasta ziyaret etti?” diye sordu.
Yine Hz. Ebû Bekir, “Ben!” cevabını verince, Allah’ın Resûl’u tebessum ederek şu mujdeyi verdi:
“Bu hasletler kimde toplanırsa, işte o, cennete girer.”[13]
Hz. Ebû Bekir cok guzel Kur’Ă‚n okurdu. Kur’Ă‚n okuyuşu o kadar tesirliydi ki, okurken hem kendisi ağlar, hem de dinleyenleri ağlatırdı. İslam’ın ilk yıllarında Mekke’de muşriklerin kadınları, cocukları ve koleleri bile onu dinlemek uzere başına toplanırlardı. Fakat muşrikler, “Coluk cocuğumuzu dinimizden cıkaracak!” diye buna engel oldular.
O, Kur’Ă‚n’ı anlama, sunnete vĂ‚kıf olma hususlarında da sahabilerin en Ă‚limi idi. Cunku hayatı boyunca Resûlullah ile beraber olmuş, butun duyguları ve kabiliyetleri ile ondan İslam’ı ve Kur’Ă‚n’ı anlamaya yonelmişti. Bunun icindir ki, Resûlullah sağlığında bile kendisine fetva salahiyeti vermişti. Hz. Ebû Bekir, hangi Ă‚yetin ne zaman ve hangi hadise uzerine indiğini en iyi bilenlerdendi.
Bir gun Hz. Ebû Bekir, AshĂ‚b’dan bir grubun, “Ey iman edenler! Siz kendinizi kotuluklerden korumaya bakınız. Siz doğru yolda olduktan sonra, sapıklığa duşenler size zarar veremez.” mealindeki MĂ‚ide Sûresi’nin 105. Ă‚yet-i kerimesini farklı bir şekilde anladıklarını gordu. Duruma mudahale ederek:
“Bu Ă‚yeti asıl maksadından daha farklı anlıyorsunuz. Ben, bu Ă‚yeti okuduktan sonra, Resûlullah’ın şoyle buyurduğunu işittim: ‘İnsanlar zalimi gorup zulmune engel olmazlarsa, hepsine birden ceza gelmesi beklenmelidir.’”[14]dedi.
Hz. Ebû Bekir cok zengin bir insandı. Zenginliği kadar da cok comertti. Bu comertliği bazen butun varlığını Allah yolunda harcamaya kadar varırdı. Hz. Omer bununla ilgili bir hatırasını şoyle anlatır:
“Bir defasında İslam davası icin Resûlullah, yardımda bulunmamızı emir buyurmuştu. Bu, servetimin cok olduğu bir zamana rast geldi. İcimden, ‘Bugun Ebû Bekir’i gecebilirim!’ dedim. Malımın yarısını getirip Resûlullah’a teslim ettim. Resûlullah:
“‘Ailene ne bıraktın, ey Omer?’ dedi.
‘”Getirdiğim kadarını da aileme bıraktım.’ dedim.
“Biraz sonra Ebû Bekir geldi. O da malının tamamını getirmişti. Resûlullah (a.s.m.) ona da:
“‘Ailene ne bıraktın, ey Ebû Bekir’ dedi. Hz. Ebû Bekir’in verdiği cevap şuydu:
‘”Onlara da, Allah ve Resûl’unun sevgisini bıraktım.’
“Ben bunun uzerine, ‘Artık hicbir hayır yarışında Ebû Bekir’i gecemem!’ dedim.”[15]
Peygamber Efendimiz (a.s.m.), onun bu yuksek fedakĂ‚rlığını metheden ifadelerde bulunmuştur. Bir defasında, “Bana malı ve sohbeti hususunda insanların en comerti, Ebû Bekir’dir.” buyurmuştur.
Bir başka defa da, “Yaptıklarına karşılık mukĂ‚fatını veremediğimiz kimse yoktur; ancak Ebû Bekir mustesna… Bizim yanımızda Ebû Bekir’in oyle bir comertliği vardır ki, kıyamet gununde onun mukĂ‚fatını ancak Allah verir.” buyur*muşlardır.[16]
Peygamber Efendimizin Hz. Ebû Bekir hakkında takdir ve tavsif dolu hadisleri vardır. Bunlardan birkacını kaydediyoruz:
“Peygamberler mustesna insanların en faziletlisi, Ebû Bekir’dir.”[17]
İbn-i Omer (r.a.) şoyle rivayet ediyor:
“Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir gun evinden cıktı, mescide girdi. Sağında Hz. Ebû Bekir, solunda da Hz. Omer vardı. İkisinin ellerinden tutmuş olduğu hĂ‚lde şoyle buyurdu:
‘”Biz kıyamet gununde işte bu şekilde diriltileceğiz.’”[18]
Bir başka hadis-i şerifte de şoyle buyurulmuştur:
“Kim Allah rızası icin sadaka verirse, cennette ‘Ey Allah’ın sevgili kulu! Bu*raya gel. Bu kapıda buyuk bir hayır ve bereket vardır.’ diye cağrılır. Cok namaz kılanlar cennetin namaz kapısından, mucahitler cihat kapısından, cok sadaka verenler sadaka kapısından, oruclular ise Reyyan kapısından davet edilirler.”
Bu sırada Hz. Ebû Bekir de orada bulunuyordu:
“Anam babam size feda olsun, yĂ‚ Resûlallah! Bir kişi butun bu kapılardan davet edilebilir mi?” dedi. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şoyle buyurdu:
“Evet, davet edilebilir. Senin, işte bu davet edilenlerden biri olduğunu umit ederim.”[19]
Hz. Ebû Bekir, Peygamberimizden 142 hadis rivayet etmiştir. Onun bu kadar az hadis rivayet etmesinin sebebi, Peygamber Efendimizden sonra iki yıl gibi kısa bir muddet hayatta kalmış olmasıdır. Ayrıca devlet işleriyle meşguliyeti de hadis rivayetine mĂ‚ni olmuştur.
Rivayet ettiği hadis-i şeriflerden biri şudur:
“Size doğruluğu tavsiye ederim. Doğruluktan ayrılmayınız. Cunku doğrulukla iyilik bir aradadır ve her ikisi de cennettedir. Yalandan sakınınız. Cunku yalan, kotulukle beraberdir ve her ikisi de cehennemdedir. Allah’tan af ve afiyet isteyiniz. Cunku hic kimseye imanda yakinden sonra af ve afiyetten daha hayırlı bir şey verilmemiştir. Birbirinizi kıskanmayınız. Birbirinize duşmanlık etmeyiniz. Ey Allah’ın kulları, kardeş olunuz.”[20]
[1]el-BidĂ‚ye, 3: 30; Sîre, 1: 269.
[2]İnsĂ‚nu’l-Uyûn, 1: 475; el-BidĂ‚ye,3: 30.
[3]el-BidĂ‚ye ve’n-NihĂ‚ye, 3: 177-180; TabakĂ‚t, 3: 172; Usdu’l-Gàbe, 3: 209-210; Muslim, FezĂ‚ilu’s-SahĂ‚be, 1; Sîre, 2: 128.
[4]Sîre, 2: 39; İnsĂ‚nu’l-Uyûn, 2: 92; TabakĂ‚t, 1: 213-216.
[5]BuhĂ‚rî, FezĂ‚iu’l-AshĂ‚b: 3; Muslim, FezĂ‚ilu’s-SahĂ‚be: 2-3; Tirmizî, MenĂ‚kıb: 15; Usdu’l-Gàbe, 3: 216; Sire, 4: 299; İnsĂ‚nu’l-Uyûn, 3: 458.
[6]BuhĂ‚rî, CenĂ‚iz: 123; İbni MĂ‚ce, Cenaiz: 65, TabakĂ‚t, 2: 265-267; Sîre, 4: 305; İnsĂ‚nu’l-Uyûn, 3: 474.
[7]TabakĂ‚t, 3: 182-183; Sire, 4: 311; İnsĂ‚nu’l-Uyûn, 3: 483; HayĂ‚tu’s-SahĂ‚be, 3: 317.
[8]el-BidĂ‚ye, 6: 305; el-KĂ‚mil fi’t-Tarih Tercumesi, 2: 307; HayĂ‚tu’s-SahĂ‚be, 1: 314-318.
[9]HayĂ‚tu’s-SahĂ‚be, 2: 42.
[10]HayĂ‚tu’s-SahĂ‚be, 2: 148.
[11]BuhĂ‚rî, FezĂ‚ilu’l-Kur’Ă‚n: 2.
[12]Hilye, 1: 31
[13]Muslim, FezĂ‚ilu’s-SahĂ‚be: 12.
[14]Tirmizî, Zuhd: 60; Musned, 1: 2.
[15]Usdu’l-Gàbe, 3: 218; Tirmizî, MenĂ‚kıb: 16; Hilye, 1: 32.
[16]Usdu’l-Gàbe, 3: 218; Tirmizî, MenĂ‚kıb: 16; Hilye, 1: 32.
[17]Feyzul-Kadir, 1: 90.
[18]İbni MĂ‚ce, Mukaddime: 11; Tirmizî, MenĂ‚kıb: 16.
[19]Muslim, ZekĂ‚t: 86; Tirmizî, MenĂ‚kıb: 16.
[20]Musned, 1: 3, 5.
Kaynak:Sahabeler Ansiklopedisi
__________________
Hz.Ebubekir(r.a.)
Peygamberler ve Evliyalar0 Mesaj
●36 Görüntüleme