HayÂtı

Doğumu ve Ailesi

“Huseyin Munir Derman, 1910 yılında Trabzon’da dunyaya geldi. Babası Ahmet Rasim Efendi, annesi Şehvar Hatun’dur. Annesi Gumuşhane’de, babası Vakfıkebir’de doğmuştur. Şehvar Hatun’un annesi Pembe Hatun, babası Uzun Mehmet Efendi’dir. Ahmet Rasim Efendi’nin annesi Kafkasya’dan Cevahir, babası Buhara’dan Hacı Ali Efendi’dir. Munir Derman’ın anne tarafından buyuk annesi Gul Hatun “ Evliya Kadın” olarak bilinmektedir. Gumuşhane’nin Hedre Koyu’nde turbesi vardır. Yine anne tarafından şeceresi “Ucan Şeyh” diye tanınan Ahmet ZiyÂeddin GumuşhÂnevî Hazretlerine kadar uzanmaktadır. Nazım ve Nuriye isimli iki kardeşi kendisi doğmadan, ağabeyi Hasan Kazım ise 47 yaşında vefÂt etmişlerdir.”[1]

“Ahmet ZiyÂeddin Gumuşhanevî Hazretleri; buyuk velîlerden; ismi Ahmed b. Mustafa, kunyesi ZiyÂeddin olup, Gumuşhanevî diye meşhurdur. Babası Emir ler sulalesinden Mustafa Efendi’dir. 1813’de Gumuşhane’nin Emirler mahellesinde doğdu. 1893 tarihinde İstanbul’da vefÂt etti. Kabr-i şerîfi Suleymaniye Camii avlusunda Kanûni Sultan Suleyman Han turbesinin kıble tarafında olup ziyÂret mahallidir.”[2]

“Munir Derman’ın harikuladeliklerle dolu hayÂtı Trabzon’da başlamaktadır. Rus işgali nedeniyle oradan gecip Gumuşhane’ye yerleşmişler. Daha sonra burası da Rus işgaline uğrayınca tekrar işgalden kurtulan Trabzon’a goc etmişlerdir. Burada ne kadar kaldıkları bilinmemektedir. Derman Hoca bu goc macerasını şoyle anlatıyor: “Hedre’den muhacir cıktık…Kafile hÂlinde yuruyerek…Nereden gectik…Nerede konakladık. Hatırlamıyorum. Ankara’ya kadar geldik. Bentderesi denen semtte kucuk bir evde oturduk…Pembe Ninem Ankara’da Hakk’a goctu..”[3] “Hacı Bayram-ı Velî turbesi yanındaki mezarlığa defnedildi. Sonraları o mezarlık kaldırıldı. Rahmetli dayım, annesi ninemin kabrini toprak ve kemikleriyle aldı. Hedre koyune goturerek buyuk ninesi Evliya Kadın’ın yanına defnettirmişti. Dayım o zaman Gumuşhane mebusu idi.” [4]

1.1.2. Eğitim HayÂtı

“Munir Derman, oğrenimine babasının yazdırdığı, Fransız kolejinde başlamıştır. Burada Fransızca’yı en iyi şekilde oğrenmiştir. Aynı zamanda rahibin oğlu olan arkadaşı sayesinde Rusca’yı da hazinesine katmıştır. Liseyi bitirdikten sonra devletin actığı burs sınavına katılmıştır. Bu burs sınavında şoyle bir hatırası olmuştur: “Bu sınavda Ataturk sozlu olarak şoyle bir soru yoneltmiştir. “Napolyon kimdir, Ataturk Kimdir ?” bu soruya sadece Munir Derman doğru cevap vermiş. Cevabı işe şoyle olmuş. “Ataturk Halifeliği kaldırıp cumhuriyeti kuran, Napolyon ise cumhuriyeti kaldırıp krallığı kuran kimsedir.” Bu cevap Ataturk’un cok hoşuna gitmiş, Munir Derman’ın sacını okşamış. Derman Hoca bu devlet bursu ile tahsil hayÂtının buyuk bolumunu Fransa’da gecirmiştir. Burada felsefe bilimleri ve Psikoloji bolumlerini okumuştur.”[5]

“Fransa donuşunde Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakultesinde Fransızca başta olmak uzere dersler verdi. Munir Derman 22 yaşlarında İstanbul’da tıp fakultesine başlar. Orayı da bitirir, doktor olur. Yine tahsil hayÂtı devam eder. Bir tanıdığı vasıtasıyla Suudi Arabistan’a gider. Kral’ın saray doktorları arasına girer. Arabistan’da iken aynı zamanda Mısır’daki Ezher Universitesine kaydını yaptırır. Hem doktorluk yapar hem de Mısır’daki Ezher’e devam eder. Dışarıdan derslere hazırlanır. Ve imtihanlarına girmek sûretiyle Ezher Universitesini de bitirir. Suudi Arabistan’dan doner. Turkiye’ye dondukten sonra hukumet tabibi olarak Ağrı’nın Eleşkirt ilcesinde gorevlendirilir. Şark hizmetini Eleşkirt’te bitirir. Daha sonra Bilecik’in Bozhoyuk ilcesi hukumet tabipliğine naklen tayini yapılır.”[6]

1.1.3. Evliliği ve Cocukları

“Annesi Şehvar Hatun ile otururlarken İstanbul’da, mufettiş olan dayısının kızı Cahide Hanım vardı. Annesi “Sana onu almak istiyorum” der. İstanbul’a giderler, dayısının kızını isterler ve Cahide Hanım’la evlenir. Cahide Hanımı Bozhoyuk’e gelin getirirler. O artık evlenmiştir. Annesi ve hanımıyla birlikte aynı evde otururlar. Bu arada bir kız cocukları dunyaya gelir. Adını Ayşin koyarlar. Kendileri mesai haricinde muayenehane acmaz. Aldıkları maaşla kıt kanaat gecinmeye calışırlar. Bu arada Munir Derman Hz.lerinin kızı Ayşin Hanım buyur, Fransız kolejini bitirir ve evlenip İstanbul’a gider. Bu evlilikten bir kızları dunyaya gelir. Adını Gulbanu koyarlar. Gulbanu’da buyur. Ankara kolejini bitirir ve bu arada Ayşin Hanımefendi birinci eşinden ayrılır. İkinci bir evlilik daha yapar. İkinci evliliğinden de iki kızı dunyaya gelir. Munir Derman Hz.leri torunlarının isimlerini bizzat kendileri koyar. Feryal ve İsra. Yetişmelerinde buyuk anneleri olan Cahide Hanım Efendinin buyuk rolleri olmuştur. Munir Derman eşi ile ilgili olarak şu acıklamayı yapar: “Cileli insanların mÂnevî yonleri kuvvetli olur. Yengenizde cok cileli birisidir. Onun icin o evliya bir kadındır. Yengenize hurmet edin, onun duasını alın.””[7]

1.1.4. Yaptığı Gorevler

“Universitede-Ankara Universitesi Dil Tarih Coğrafya Fakultesi- dersler veren Munir Derman Hoca, doktorluk mesleğine ilk olarak sağlık bakanlığı nezdinde gonderildiği-Ağrı, Doğubayazıt, Eleşkirt- şark hizmetiyle başlar. Evlendikten sonra ikinci gorev yeri olan Eskişehir’e yerleşmiştir. Eskişehir’de genel cerrÂhi dalında doktorluğa devam etmiş ve buradan emekli olmuştur. Bu donemlerin hangi tarihte başlayıp bittiği bilinmemekle beraber bir donemde Talal isminde tıp fakultesinden cok samimi olduğu arkadaşının vasıtasıyla Arabistan’da calışmıştır. Yedi yıl kadar Kral’ın doktorluğunu yapmıştır. Bu donemle ilgili bÂzı hatıraları vardır. Hucreyi Saadet’e sadece bir defa cok ısrar edildiği icin girmiş diğerlerinde edebinden dolayı iceri girmeyi istememiştir. Bu bir defalık girişinde de coraplarına kadar her şeyini cıkarmıştır. Bu hareketi Arapların cok hoşuna gitmiş, onu omuzlarına almışlardır.”

“Munir Derman Hoca, yaklaşık olarak 1963-1964 yıllarında Turk Tıbbında ilk defa kopan bir ayağı ameliyatla takarak uluslar arası tıp dunyasında ilgi cekmiştir. Olay şoyle olmuştur.

“Bir kadın hastaneye geliyor, elinde bir ayak. “İyi bir cerrah yok mu? Muhammed(sallallÂhu aleyhi ve sellem) aşkına şu bacağı taksın” diye bağırıyor. Derman Hoca, Muhammed (sallallÂhu aleyhi ve sellem) adını duyunca kotu oluyor. Hemen ayağı kopan genci ameliyat ediyor. Dokuz saat ameliyattan sonra Hoca cıkıp secde ediyor. Eve gidiyor, gelişme olursa bildirilmesini ric ediyor. Sonra Hoca’ya telefon edilip bacağın sıcaklaştığı mujdesi veriliyor. Bu başarılı ameliyattan sonra ilk tebrik telgrafı Sovyetler Birliği’nden gelmiş, sonra Amerika’dan, Fransa’dan, Almanya’dan davet telgrafları almıştır.”[8]

“Eskişehir’deki gorevinden emekli olduktan sonra, dÂvet edildiği Almanya’ya gitmiştir. Onbeş yıl Almanya’da anatomi profesorluğu yapmış, sonra yurda donmuştur. Bu vazifelerin haricinde ilac fabrikasında calışmıştır. BÂzı ilacların acık patentini almıştır. Fakir hastalara bizzat yardımcı olmuştur. Derman Hoca atom modelinin dokumunu yapmıştır. Şartlar elvermediği icin geliştirememiştir. Tıpla ilgili eserleri de vardır. Eserlerinin bir kısmını II. Dunya harbinde Fransa’da kitapların olduğu yer bombalandığından kaybetmiştir. Gulhane hastanesinde Fransızca olarak romatizma ve kan grupları ile ilgili olarak kitapları mevcuttur.”[9]

1.1.5. Tasavvufa İntisabı

“Trabzon’da 4 yaşından i’tibÂren Buhara’lı Hocası Omer İnan Efendinin mÂnevî eğitiminde ilerlemiş, ondan feyz almış ve seyr u sulûkunu aynı zÂtta tamamlamıştır. HÂfız Nigar ismindeki hocasından Kur’an oğrenip yedi yaşında hafız olmuştur. Omer İnan Efendi, Derman Hoca’nın kucukluğunde Rus askerlerinin attığı topları eliyle tutar, uzerine bir şeyler okur ve gonderirmiş. Ciftcilikle uğraşan Omer İnan Efendi, cok kanaatkÂr ve celÂlli bir zÂtmış. Herkes ondan korkar ve cekinirmiş. Kendisi cok buyuk bir velîymiş. Derman Hoca, Hackalı Hoca diye Trabzon’da sık sık tayyi mekÂn yapan bir zÂttan bahsetmiştir; fakat onunla mÂnevî bir yakınlığı olmamıştır. Bunun yanında mÂnevî terbiyesine yardımcı olan, Doğu Beyazıt’taki gorevi esnasında tanıştığı “Omer” isminde bir zÂttan bahsetmiştir. Şam’da bulunan dort kişiden de el aldığı bilinmektedir. Bu zÂtların kim oldukları hakkında malumat yoktur. Munir Derman Hoca’nın anne ve babası da Omer İnan Efendi’ye intisÂplı olduklarından, kendisinin intisÂbı kolay olmuştur. İnan Efendi, O’nun mÂnevî terbiyesiyle cok yakından ilgilenmiştir. Onu on beş yaşında kırk gunluk erbaine sokmuş, her gun sadece yemesi icin bir tas corba vermiş, karanlık bir odada cile doldurmuştur. Halvetten cıktıktan sonra, İnan Efendi’nin evinin bahcesinde, cardakta yemek yemek icin oturmuşlar, sofraya kızarmış tavuk gelmiş, İnan Efendi “yiyelim” deyince Derman Hoca, budu koparmaya başlamış. Daha ağzına goturmeden Efendisi budu elinden cekmiş, almış. “Senin daha nefsin temizlenmedi, tekrar halvete, odaya gir” demiş. Hoca ağlayarak kalkmış. Halvete kapanıp, kırk gun sonra cıkmış. Omer İnan Efendi onu sabah namazına ormana gondermiş. Er-Rahman suresini okumasını tembihlemiş. Ormanda siyah sarıklı bir zÂt cıkmış karşına.“Halvetin mubarek olsun, artık sende bizden oldun. Zaman zaman yanına geleceğim ve dediklerimi yaparsın” deyip kaybolmuş. Bunu Hoca’sına anlatmış, hocası onu tebrik edip, yolun acık olsun demiş. Du etmiş, onu uğurlamış.”[10]

“Yine bir sabah namazında efendisi Hoca’yı tek başına, karanlıkta ormana gondermiş. O zaman butun ağaclar ve cicekler Munir Derman ile konuşmuş. Ağacın biri cok kuruymuş, ağlıyormuş. Derman Hoca’nın kendisine yaslanmasını istiyormuş. Hoca ağaca yaslanınca, ağacın dibinden bir cicek cıkmış ve uzerinde bir şebnem damlası varmış. Damla buyuyup hocayı icine almış. Onu yıkamış. Siyah sarıklı bir adam Onu okşamış, “O isterse her şey olur” deyip ortadan kaybolmuş. Boylece mÂnevîyÂtı hızla gelişmeye başlamış.”[11]

1.1.6. Murşit Olduktan Sonraki HayÂtı

Derman Hoca’nın şeyhi Omer İnan Efendi’den icazetini nasıl aldığı hakkında malumat yoktur.

1.1.6.1 İrşadı

“Derman Hoca’nın meşrebinde celÂllik vardır. Aynı zamanda kuvvetli merhamet yatağı olan Derman Hoca garip ve tek bir fert olarak yaşamıştır. Fazla arkadaş edinmemiştir. Ferdiyet makamında idi. Herkesin bilmediği meşrep Şemsettin Tebrizî’ inin meşrebidir. O’da bu meşreptendir. Garip gelip, garip giden Derman Hoca cok yoğun, anlaşılmama yalnızlığı cekmiştir. Halvet O’nun en cok kullandığı usûldur. Kendisi makamının yukselmesi icin riyazetler yapmıştır. Her zaman “az yemek, az uyumak” gerektiğini talebelerine hatırlatmıştır.”[12]

O, kendisini kitabında şoyle anlatımıştır. “Ben evliya veya ermiş bir insan değilim.Basit bit mu’min olmaya calışan bir insanım, dunya nimetlerinin şukrunu eda icin calışıyorum; vakit bulursam istiğfar ile uğraşacağım. HayÂt-ı hususiyemi bilmeyenler hırpalayacı sozler soyleyebilirler; bunlara bir mÂn vermedim. Her şeyden el cektikten sonra meşgûl olanlardan değilim ben. Meşgûl iken her şeyden el cekmeye calışanlardanım.”[13]

“Derman Hoca kendi gayretiyle talebe almamıştır. Hakk tarafından kendisine gonderilenleri talebeliğe kabul etmiştir. Cok sayıda murîd edinmemiştir. Gercek talebelerinin sayısı altıyı gecmemiştir. İrşat olunacakları irşÃ‚d etmiştir. Derman Hoca kendi tarzını şoyle anlatır: “ Her gun yıkanmam emir olundu. Az yemem, az su icmem emir olundu. Bu emirler hic gucluk cekmeden, ben arzu etmeden husûl buldular. Ayda iki gece ben, bilmediğim mechul diyarlara davet ile goturuldum. Oradan rağbet ve i’tibÂr ederler bana. Butun muşkuller halloldu bana. CelÂl koşesinden daima SettÂr sıfatının altından bağırmak emir olundu bana. Murşitlik rutbesi verildi; irşÃ‚d ederim. Murid gonderirler bana. Eteğime yapışanlara CelÂl koşesinden hırpalamak emir olundu bana. Maşrıktan mağribe atıldım. Mağrip sultanı emretti bana. Her gece Sultan-ı Mağribi ziyÂret ederim. Âlem-i Misal tayyi mekÂn oldu bana inÂyet. Gayb RicÂli’ni gordum. Selam ettiler bana. Edep icinde divan durdular. Kulağıma fethiyye salÂsını okudular. Ucler, yediler sonra dortler buz gibi su ikram ettiler bana. Su icmekle kanın icre hucrem zikrini guslederim. Tevhîde girdim. Bu gusl farz oldu bana. Kanaatten bereket evcain saldılar evim canibime. Bir lokma soframda yiyen, doyan olur, tuhaf geldi bana. Rız ruzgÂrının bir yaprağı gibi oldum. Cok şukurler Allah’ıma, salÂt olsun Mahbubuna. CemÂlullah zÂhir oldu. CemÂl CelÂl, CelÂl CemÂl karışarak tevhîd oldu. Derya icre duşuverdim. Damla idim, umman oldum. Dertli idim. Derdim gidip Derman oldum. Kırklar sofrasında bulundum. Bunların ucu ile haftada bir kere buluşurum. Kırklardan mısın diye sorma bana. Ben o uc ile dort yaparım. Hic ile kırk oluruz. Uc kişi bir de ben, bir de hic, bir taife teşkil ederiz, gezeriz. Hem kırkız, hem dorduz, hem hiciz biz.”

“Gunumuz tarîkat anlayışını eleştirir ve şoyle der; “Size beş vakit namaz, Allah ve Resulu yeter. Bu devir , tarîkat devri değil, her şeyin sahte olduğu bir devir.” Klasik tarîkatlardaki devran, zikir halkası, toplantı gibi gosterilere izin vermemiştir. Evrat olayını da benimsememiştir. Kendisini hicbir zaman belli etmeyen Derman Hoca cemaatleşmeye de karşıydı. “Allah’a giden yol birdir” derdi. Cemaatleşme olunca fitne cıkacağını ifÂde etmiştir. “ Mu’min kişinin tek gorevi Hakk’ın emirlerini yerine getirmek ve Allah’a karşı samimi olmaktır” diye soylerdi.”[14]

“Hoca’nın kendi riyazetleri cok ağır olmuştur. 1982 Haziranında halvete girmiş, oruc bitimine kadar her akşam yalnızca tek bir zeytinle idare etmiştir. On beşinci gunun sonunda bir bardak su icmiştir. Kendisi ve annesi soğan ve sarımsak yememişlerdir. Bir zeytinle tek bir marul yaprağıyla oruc tutardı. Cok namaz kılardı. Gunlerce, gecelerce… İki yıl boyunca orucunu bırakmamıştır. “İtikat orucu bu, bu asırda bir iki kişinin cekilip bu orucu tutması lazım” derdi. Talebeleri irşÃ‚d ederken de onlara durumlarına ve seviyelerine gore riyazetler verirdi, halvete sokardı. “Tasavvuf yaşanan bir hÂldir, sonradan tasavvuf diye isimlendirilmiştir” derdi. İrşadın sozlerle değil, sessiz ve sozsuz akıtılarak verileceğini soylerdi. Talebelerine en cok tavsiye ettiği şey devamlı abdestli olmaları gerektiğiydi. Bir talebesine altı sene soğan sarımsak yedirmemiştir. Soğan sarımsağın duşunce gucunu zayıflattığını, bÂzı esmÂların işleyişini etkilediğini bildirmiştir. Konuşmazdı, idrak ettirirdi. “Hakiki murşit bakarak, yakarak temizler, Şeyh insanın icini dışını yıkar. Ben icimle bakarım, tamamen otelerin adamıyım” derdi. Asrının insanı olmadığı icin cok uzulurdu. Bu asrın otesindeydi. Hic arkadaşı yoktu. “Kendimi anlatacağım bir arkadaşım bile olmadı. Bir dost bulamadım, gun akşam oldu” diye sık sık soylenirdi. Kalabalıktan hoşlanmazdı. Kendisinin gorunmuyor ve anlaşılmıyor olmasını şoyle anlatırdı: “Bana Hocam soylemişti yıllar evvel. Seni ancak ben gorebilirim. Başkası goremez. Nicin der gibi mubarek gozlerine baktım, gulerek bana “ Sen gorunmezsin de ondan” demişti. Hocam gorunmek istiyorum dedim. “Sırası gelince gorun” dedi. Gorundum fakat goremediler. Kader boyle. Bakarlar bana govdemi gorurler. HÂlbuki ben başka yerdeyim. Gunu gelince gomerler beni. Govdemi gomerler. Orada bile başka yerdeyim. Doktor nerede, Derman ne oldu. Sana bana olan O’na da oldu. Yıllar gecti, dunya değişti, hocam goc etti. Ne var ne yok ufukta kayboldu, perdelendi. Ben oğut tutarım. Hocamı kırmak aklımdan gecmez.” [15]

“Derman Hoca, cok zaman sukût eder, ağlardı; doğuştan secilmiş bir insandı. Kendisine Kahhar gorevi verilmiştir. Bu yuzden de talebelerine zorlukla muamele eder, cok olcup tartardı. Yine de onları incitmekten cekinir, severdi. Her muşkullerini hallederdi. Maddî ve manevî yardımlarını talebelerinden esirgemezdi. O’nun murîdlerine karşı celÂllenmesinin arka planında sonsuz bir merhametin saklı olduğu bilinmektedir. Hata yaptıklarında kaşlarını catar, soğuk davranırmış. Bunu bazen ozellikle imtihan niyetiyle yaptığı olurmuş. Direkt olarak talebelerinin hatalarını yuzlerine vurmadığı icin, boyle bir yol secmiştir. “Hata yuze vurulmaz” derdi. Bu ilgi, hoşgoru hatta celÂl karşısında elbette ki talebelerinin ona olan aşk ve muhabbeti son derece fazla idi. “Derman Hoca” denildiği zaman gozleri yaşla dolan, gozlerinin ici gulen pek cok talebesi onu hÂl sevgi ve saygıyla anıyor. Talebeleri onun mizacına uygun ve ona gosterdikleri saygı ve hurmet gereğince karşısında hep susmuşlar, sessiz olmuşlardır. Sohbetleri esnasında icleri heyecanla dolarmış. Derman Hoca’nın talebelerinin de ağızları sıkıydı. Onlarda tıpkı hocaları gibi sanki gorunmezlik iksiri icmişlerdi. Derman Hoca işini başkalarına yaptırmaktan hic hoşlanmaz, talebelerine bile hizmet eder, gonullerini hoş tutardı. Omrunde bir defa kendisi icin dua etmemiştir.”[16]

“O alışılmış evliy tipinden farklı idi. Saclar uzun, sakal yok. Haneciler otelinde(Ankara) uzun yıllar kaldı. Zannedersiniz ki o odayı guzelce doşemiş ama oyle değil; bomboş bir otel odasıydı. Hoca’yı her tip insan ziyÂrete gelirdi. Meslek olarak, tasavvufî seviye olarak, kulturel seviye olarak. O yuzden talebeleri arasında kopukluk vardır. Hoca cok celÂlli olduğu icin celÂl meşrep olanlar O’na giderlerdi.”[17]

“Derman Hoca’nın talebe eğitiminde halveti kullandığını soylemiştik. Bunun yanında bÂzı oğrencilerine gunduz ve gece soylemeleri icin salavÂtlar vermiştir. Virtler vermiş ama bunların sayılarını kişiye gore değiştirmiştir. “Sayı telefon numarası gibidir. Tuşlayın istediğiniz yer cıkar” demiştir. Bununla beraber toplu zikir katiyen vermemiştir. “Oturun, bir koşeye cekilin, ibÂdet edin, teheccut namazı kılın, tefekkur edin” dermiş. BÂzı talebelerine Kuran’dan belli kısımların okunması şeklinde dersler verdiği de olmuştur. “La ilahe illallah deyin. Ama kalpten gercekten deyin” diyerek sayılara kızdığı da olmuştur. SalavÂt ve vitrin yanında gok aylarında uc gun oruc tutulmasını da istemiştir. Zaman zaman talebelerine zÂhirî sohbet yapmış, ancak bu sohbetler tek bir mevzu uzerinde durarak kısa acıklamalar şeklinde olmuştur. Kendisi talebe eğitiminde seyr u sulûku şoyle anlatır: “ Seyr u sulûkta murîd icin on asıl yol belirlenmiştir. Buna usûl-u aşere derler.”

• Tevbe

• Zuht

• Allah’a Gonul

• Kanaat

• Uzlet

• Zikir

• Allah’a Teveccuh

• Sabır

• MurÂkabe

• Rız (Nefis rızÂsından cıkıp Allah’ın rızÂsına girmektir.)

Seyr u sulûkun yedi mertebesi vardır:

• Makam-ı Nefs: Seyr u İlallah. Nefs-i EmmÂre

• Makam-ı Sadr: Seyr u BillÂh. Nefs-i LevvÂme ’den kurtulmaktır.

• Makam-ı Rûh: Seyr u Alellah. Nefs-i Mulhime ile mucade edilir.

• Makam-ı Sır: Seyr u Maallah. Nefs-i Mutmainne

• Makam-ı Sırr-ı Sır: Seyr u Fillah. Nefs-i RÂziye

• Makam-ı İfna: Seyr u Anellah. Nefs-i Merziyye

• Makam-ı Hakaik-i Hakika: Seyr u Billah. Nefsi SÂfiyye“Derman Hoca’nın toplum ve halk nezdinde en buyuk irşÃ‚dı vaaz ve nasihatleridir. Hacı Bayram, Maltepe, Aslanhane camilerinde sık sık vaazlar vermiştir. Sadece Ankara’da değil, doktorluk gorevini yaptığı Eskişehir’de de cok sayıda sohbeti olmuştur. Uzun sure vaazlarının yanında İslam Mecmuası’nda yazılar yazmıştır. Aslanhane Camii’nde ramazanlarda vaaz vermiştir. Teravih namazından sonra dağılanlar olur, geriye az insan kalınca bir saat kadar sohbet yapmıştır. Sohbetlerini bazen gulunc hakîkatlere ayırmış, gulup gecmiştir. Yanına gelenlere namaz kılmaları hususunda ısrarla tavsiyede bulunur ve yumuşak konuşurdu. Her gelenin muşkulunu cozerdi. Etrafındaki sohbet halkasında memurdan esnaftan cok sayıda insan vardı. MÂnevî meseleleri fen ve diğer ilimlerle acıklayan Derman Hoca “ bir din Âliminin butun fen ilimlerini bilmesi gerekir” derdi.” [18]

1.1.6.2 Talebeleri

“Derman Hoca’nın her zaman talebe sayısı az olmuştur. O talebelerini kendi secmemiş daima kendisine mÂnevîyÂttan gonderilen talebeleri yetiştirmiştir. O’nun son derece itina ederek yetiştirdiği oğrencilerinin bÂzılarının isimleri şoyledir: Hakim Yurdanur Şendir, Remzi Kasım Can, Yaşar Cetinkaya, Gunnur Şahin, Sabri Tandoğan, Şeyh Mansur, Sevim Kubat. Bu şahıslara hangi tarihte Hoca’nın eğitimine girdikleri hususunda malumatımız yoktur. Derman Hoca’nın on yıl icinde yetiştirdiği Şeyh Mansur ismindeki talebesi en meşhurudur. O’nun halifesi olmuştur. O’na icazet vermiştir. Derman Hoca’nın halife olarak yetiştirdiği bilinen tek oğrencisi Şeyh Mansur Efendi, Hoca’ya sonsuz bir muhabbetle bağlıydı. Hoca’yla farklı şehirlerde olduklarından kendisini cok gormek istemiş ama Hoca buna izin vermemiştir. Hoca’ya “Neden goruşmuyorsunuz?” diye sormuşlar, Derman Hoca : “İki bomba bir araya gelirse patlar” demiş. Gercekten de hic goruşmeden ahret yurduna gocmuşlerdir. 1989 yılının başlarında Şeyh Mansur da vefÂt etmiştir.”[19]“Derman Hoca’nın hÂl manevî tasarrufu ile eğitmekte olduğu talebeleri vardır. VefÂt edeceği zaman yerine birini bırakmamıştır.”[20]

Daha onceki hazırlanmış olan tezde talebeleri ile ilgili olarak ifade edilen isimlere ek olarak isimlerine veya kendilerine ulaşabildiğimiz Mehmet Gungor Sonmez, Ahmet Kayhan Efendi, İsmail Akdeniz, Raziye Akdeniz, Yaşar Kochisarlı ve Huseyin Ayırgan isimli talebeleri de mevcuttur.

Mehmet Gungor Sonmez Munir Derman Hoca ile ilgili hoca-talebelik ilişkisi hakkında goruşmemizde şunları ifade etti. “ 1984 yılında Hocam ile tanıştım. Vefatına kadar yanından ayrılmadım. Her hafta cumartesi-pazar haric Haneciler otelindeki odasında hep yanında, hizmetinde oldum. Saat 10-*11 gibi gelir, 5’e 6 ‘ya kadar yanında olurdum. 1986 yılında Hoca’mın yardımıyla halvete girdim.”

Mehmet Gungor Sonmez Bey ile yapılan goruşmede, bizlere anlattığı Munir Derman Hoca ile yaşadıkları bir kac hatırası şoyledir:

“Hocam’ın vefatından bir hafta on gun kadar gecmiş idi. Ben ise Hoca’mın ailesine Hocam’ı anlatmakta idim. Ben anlattıkca başta Eşi Cahide Hanım olmak uzere hayretler icerisinde kalıyor ve Munir Hocam hakkında duydukları karşısında şaşkınlıklarını gizleyemiyorlardı. Bir muddet bu sohbetler devam etti. Bir gece Hocam ruyamda “Yeter artık , konuşma” diyerek gozume bir yumruk attı. Yumruğun acısıyla uyanmışım. Uyandığımda gozum, yediğimin yumruğun ağrısıyla belirli bir muddet sancılandı. Birtakım sırları ailesine dahi ifşa edince Hocam tarafından bizzat uyarılmış oldum. Bu olay Hoca’mın dunya değiştirmesine rağmen Allah’ın izniyle tasarrufunun devam ettiğini gostermiş oldu bana.”

Bir diğer hatırasında ise “Hocam benden, kaldığı otelde hizmetindeyken bir demet maydanoz alıp gelmemi istedi. Ben de aldım geldim. “Yıkadın mı” diye sordu , Ben de “hayır yıkamadım” dedim. İkinci hafta tekrar benden bir demet maydanoz daha almamı istedi. Ben de aldım ve otele girmeden gecen haftaki uyarı sebebiyle yıkadım ve oyle yanlarına vardım. Tekrar maydanozu “yıkadın mı” diye sordu. Ben de evet yıkadım dedim. Hocam maydanoz demetini eline almasıyla bağırmaya başlaması bir oldu ve “bu nasıl yıkama” diyerek kızdı. Devamında ise kendisi bir leğeni alarak ince ince her bir maydanoz yaprağını ayıkladı ve saplarını aynı boyda keserek yonleri aynı yone bakacak şekilde dizdi. Bir sonraki hafta tekrar bir demet maydanoz almamı istedi ve ben yaklaşık 3,5 saat sonra temizleme işlemini tamamladım. Bu surecte ben bir sırra erdim. Bu sırra ermenin sevinciyle Hocama konuyu aktarmak uzere iken Hocam “Biz sana universite eğitimi veriyoruz , sen ise ilkokul cocuğu gibi kekeliyorsun” diyerek beni azarladı. Ben ise sırra erdiğim icin kendimi onemli sayarken, Hocamın uyarısı uzerine kendime geldim. Maydanoz demetlerini sonraki donemde istenen şeklide hazırlamayı adet edindim; kendime onem arzetmeden….

1.1.7. Hakk’a Yuruyuşu

“Doktor Munir Derman aşağı yukarı iki yıla yakın Ankara Sanatoryum Hastanesinde yattı. Akciğerlerinden rahatsızdı. Nefes alırken zorluk cekerdi. Bir muddet daha yattı, iyi olmaya başladı. Sonra tekrar nuksetti. Tekrar duzeldi, tekrar nuksetti derken hastanede kalması iki seneyi buldu.

2 Aralık 1989 Cumartesi, ikindi uzeri, saat 15.00 sularında gozlerini bu fÂni dunyaya kapayarak Hakk’a kavuştular. Son sozu, son nasihati yoktur. Olumunden iki yıl once vasiyetini hazırlamış ve yakın talebelerine vermişti. Bu vasiyetnamesinde soyle soyluyordu: “ Şu şu kişiler cenazemi kaldırsınlar. Kalabalık istemiyorum, olumumu ilan etmeyin. Bu dunyaya garip geldim, garip gitmek istiyorum. Tantanaya gerek yok. Cenazeme cicek getirmesinler. Tenha bir koye defnedin beni. Şayet; Ankara Yenimahalle ilcesine bağlı Ankara’ya 20 km olan Memlik Koyu’ne defnederseniz memnun olurum.

Cenaze namazımı koyde kılın, sadece bir hafız Kur’an okusun o kadar. Orası benim makamımdır. Bir muddet sonra kabrimi acsanız, beni zÂten orada bulmazsınız, gider, gelirim. Beni vefÂtımdan sonra 24 saat bekletin ondan sonra defnedin” buyurmuşlardır. Munir Derman Hoca soğuğu cok severlerdi, sevdikleri gibi de kar yağarken gomulduler.3 Aralık 1989 Pazar gunu “Memlik” koyune goturulerek orada cenaze namazı kılındı ve defenedildi. Hava oldukca soğuk, yerde kar vardı. Bir taraftan da kar yağıyordu. Kabristan bir tepe uzerinde idi. Tepenin altından pınarlar akardı. Yeri cok guzel, sÂkin ve havadardı.”[21]

“Derman Hoca gercekten de yıkanmadan defnedilmiştir. Cenazesi soylediği gibi az değil kalabalık olmuştur. Maalesef istemediği telkin de verilmiştir. O’nu taşıyanlar, baş ve ayak kısmında bulunanlar Hoca’nın kendine has manevî kokusunu duymuşlardır. VefÂt ettiğinde hastanede o kokuyu bircok insan hissetmiştir. Hastanede pijaması kesilerek oğrencileri arasında paylaşılmıştır. “Ben oldukten sonra beni cok arayacaklar ” diyen Derman Hoca ardında pek cok sevenini bırakmıştır. MÂnevî emÂnetlerini kendisine yÂkinen hizmet eden, O’na yanaşmış sevdiklerinden birine bırakacağını soylemiş, fakat isim acıklamamıştır.”[22]

1.1.7.1 Kabir Taşım

“Munir Derman Hoca’nın turbesi, ziyÂret etmek isteyenler icin Ankara’ya bağlı Memlik koyundedir. Fevkalade guzel ve yeni bayındır edilmiş yerin, ilk goruntusu klasik anlayışın dışında farklı bir yapılanma icindedir. SkolÂstik gelenekte, metfun olan zÂtın ustunde turbesi yukselirken, Derman Hoca’nın kabri, diğer kabirler arasında ustu acık ve sadedir. Aynı statude olan bircok gonul erinden farklılığı burada bile goze carpmaktadır.”

“Bu “Kabir Taşım” yazısını vefÂt ettiği gun olmeden once kendisi kaleme almıştır.”[23]

“KABİR TAŞIM

Bir govde borcum var toprağa

Verdim borcumu

Rûhumun toprağa borcu yok benim.

Arama toprakta beni ben başka yerdeyim.

Toprağım temizdi temiz teslim ettim borcumu

Bu kabir rûhumla govdemin ayrılış yeri

Burada arama burada değilim

Azapta değil narda değilim.

Dunyada haksızlık, sefalet, aclık, sıkıntı, dertlerle arkadaş yaşadım.

ŞikÂyet etmedim Rabbimden, bu nedir diye.

Kırklar, yediler, dortler, uclerle arkadaş idim.

Hızır’la konuştum, dertleştim dunya yuzunde.

ŞikÂyet etmedim kendi hÂlimden

Nefsinle uğraşma, bu savaş değildir.

Kabirde azabın esası budur.

Bırak nefsini kendi hÂline.

Uğraşma onunla, yakışmaz sana.

Govde, nefs, rûh, başka başkadır.

Yekdiğerine karıştırıp cengelleme onları

Nefis dunyada kalır, govde toprakta.

Rûh gider asıl olan Rabbine

Burada arama burada değilim.

Azapta değil, narda değilim.

Sıkıntım kalmadı, ac ve yoksul değilim.

Govdemi verdim toprağa borclu değilim.

Nefsimin de derdi dunyada kaldı

Uzme kendini ben de senin gibiyim.

Rabbimin yanında ucar gibiyim.

02.12.1989, Cumartesi”[24]

1.2. Eserleri

“Munir Derman Hoca hayÂtının her anını insanlara hizmete adamıştır. O’nun yaptıkları bir omre nasıl sığar anlamak zordur. Yaptığı sohbet ve nasihatler yazıya gecirilip, kitap hÂline getirilmiştir. O’nun eserlerini kaleme alan emekli oğretmen olan bayan hakkında Derman Hoca şoyle soylemektedir: “ Sevgi ile yoğrulu, cok az kişiye nasip olan, zevk veren bir sabır, her turlu menfaatten uzak, uzuntu duymayan bir enerji. Bıkmadan, usanmadan, yuz buruşturmadan, yedi sene maddî mÂnevî yardım ve hizmet. Binlerce sayfa yazı yazmak; onları tekrar daktilo yapmak; temiz ve intizamlı. Bu hasletlerin sahibinin ilhamı ile bu kitaplar yazı hÂline geldi. Bu mubarek kişi olmasa idi, bunlar kitap hÂline gelemezdi. Para ile yapılamazdı. DuÂdan başka serveti olmayan yazarın sozu şu: “Allah O’ndan rÂzı olsun. O’nun kim olduğunu bilen bilir. Allah biliyor ya yetmez mi?

Melek Hoca’nın eserlerinde kullandığı dil, yalındır. Konuşma havası icinde bazen, soru cevap şeklinde, bazen de şiir gibi yazılmıştır. Ama en ağır basan husus gizemli bir dil kullandığıdır. Satırların değil satır aralarının onemine dikkat cekmiştir. Bununla alakalı olarak şoyle soyler: “Soylediklerim kapalı, değişik sohbet ve nasihatlerdir. Yazılarımızda bunlar kelimelerin icine gizlenmiştir. Dikkat edilirse kulağa bir şeyler fısıldar. Akla bir şeyler aktarır. Ama okunanları amel hÂline getirmek şarttır.”[25]

Munir Derman Hoca’nın bize ulaşmış eserleri şunlardır:

Yazılmamış Sırların İlki, Yazılacak Sırların Sonu (I, II, III, IV, V)— (Sarıyıldız ofset, Ankara 2009), Allah Dostu Der ki(Sarıyıldız ofset, Ankara 2010) Su (I, II, III)—(Sarıyıldız ofset, Ankara 2010) Muhiddin İbn Arabî Hazretlerinin Muslumanlara Nasihatleri (Trc. Abdullah Toprak ile beraber) — Vahdet-i Vucûd’a Giriş isiminde bir risalesi vardır.“Ayrıca 50 yılda hazırlanmış 11 ciltlik Ledunnî Tefsiri vardır ama zaman musait olmadığı icin bekliyor.”[26]

Dr. Munir Derman’ın kitapları onun ağzından cıkanların sevenleri tarafından not edilip derlenmesiyle oluşturulmuştur. Bundan dolayı kitaplarında konuşma uslubu hÂkimdir. Bizim eserlerinden anladığımız kadarıyla Munir Derman Hoca, insana ebedî huzûr icin gerekli olan tum ilimlerde derin bilgi sahibidir.

Munir Derman Hoca, eserlerini kendisi şoyle tanıtır: “Muhtelif kitaplardan alınmış veyahut bir tahsilin netîcesi, akıl ve mantıkla sıralanmış laflar değildir. Kalp penceresine akseden hakîkatlerin insan ozu ile ifÂdeleridir. Yazan yazmamıştır. Yazana kalp mÂverÂsından yazdırılmıştır da ondan bir kıymet taşıyor.”[27]

“Bu sozler icinde doğru olanlar Allah’tandır. O’nun lutfu inÂyetidir. Yanlış olanlar varsa onlar da yazanın uydurmasıdır.”[28]

Dr. Munir Derman eserlerinde, muhataplarını hep duşunmeye, anlamaya davet ediyor. Tam en cok merak ettiğiniz yer de konuyu bitiriyor. “Armut piş, ağzıma duş” yok diyor. Aynı zamanda tıp doktoru olması munasebetiyle etrafındakileri bu konuda da aydınlatıyor.

Dr. Munir Derman’ın talebelerinden Sabri Tandoğan Beyefendi onun eserlerini bize şoyle tanıtıyor:

“Sukûnet ve ciddiyetle okunduğu zaman mÂnevî gelişmemize buyuk yardımları olacak, duygularımızın ve ic varlığımızın ancak en sessiz anlarında soracağı soruları en guzel şekilde cevaplandıracak eserler.”[29]

Sabri Bey onun eserleri hakkında şunları da soylemektedir:

“Munir Derman’ın yazılarını istekle, heyecanla, dura dura, iclerine sindire sindire okuyanlar onu cok sevecekler, yalnız ona karşı değil, butun hayÂta, insanlara ve kÂinÂta başka bir gozle bakacaklar, kendilerini sonsuz guzelliğe goturen ışıklı bir yolda bulacaklardır. HayÂtı bir sanat eseri kadar guzel ve muhteşem bulan Munir Derman bize hÂl diliyle, hayÂtı ve insanı her an keşfe calışmamızı, bizi aslımıza ulaştıracak yoldaki engelleri kaldırmaya calışmamızı oğutler. Onun yazılarını okurken onumuze bir dunya, saadet ve zenginliklerle dolu, akla sığmaz buyuklukte bir dunya cıkacaktır.

Onemli olan onun yazıları ve konuşmalarıyla samimi sûrette meşgûl olmak, onu bir duşunce kaynağı hÂline getirmek ve ondan cıkarılacak fikirlerle varlık, insan ve kÂinÂt hakkında daha derin bir kavrayışa ulaşmaktır.

Denilebilir ki gunumuzde tasavvuf, bu kadar derin, ince, cok yonlu ve terkipci bir anlayışla ele alınmamıştır.”[30]

Dr. Munir Derman, kitabına neden Allah Dostu der ki ismin verdiğini şoyle izah eder: “Buradaki Dost, Allah’ın sectiği dost değildir. Dost olarak yalnız Allah’ı secmiş mÂnÂsına gelen dosttur. Allah’ın sectiği dostun, bu dost ayağının altını oper.”[31]

Yine Dr. Munir Derman “Su” isimli kitabına neden bu adı verdiği konusunda da şunları soyler:

“Eline bir avuc toprak al da bak. Neler var icinde. Sen de icindesin. Topraktan bu hÂle gelmen icin su ile karışman lÂzım, toprak cesedin, su rûhun Diyerek suyun insan hayÂtında ne kadar onemli bir yere sahip olduğunu belirtmiş, kitabına su ismini vererek de bize sanırım bu kitapların su kadar onemli olduğunu ima etmek istemiştir.

“Bu sozlerde suyun renksiz rengini, kokusuz kokusunu, tatsız tadını bulacaksınız. Cunku “Biz her şeyi sudan halkettik” buyrulur.”[32]

Yalnız bu kitapları okumak ya da anlamak o kadar da kolay değildir. Anlamak icin dikkat, ozen ve en onemlisi ihlÂs ve samimiyet gereklidir.

“Şimdi aziz okuyucular, artık suya girip bu su ismindeki kitabı sessiz, gurultusuz, kendi kendinize kaldığınız bir koşede okuyabilirsiniz. Şuphe ve tereddut etmeyiniz, suyu bulandırmayınız. Bu ummana girmekten de korkmayınız. Tuzsuz, tatlı bir denizdir. Fakat Lût Denizi’nde olduğu gibi insan icinde batmaz.”[33]

Munir Derman Hoca bu kitapların hitap ettiği kişileri de şoyle ta’rif eder: “İnanmayana, kendi kendini unutup, insanlık kıymetini kaydedip ben bilirim, Âlimim, ben murşidim, ben şuyum, ben buyum diye gaflet ve delalette olanlara soylemiyoruz. ZÂten bunlar bu kitabı eline bile almazlar. Alsalar bile anlayamazlar. Anlasalar bile okuyamazlar. Bu da bu kitabın sırrı”[34]

Kitapta soylendiği gibi biz de bu kitapları anlamak istiyorsak nefsimizi bir kenara bırakıp, saf ve temiz olarak meşgûl olmalıyız. On yargılarımızı eski bilgilerimizi terketmeliyiz. Soylendiği gibi bu da bu kitabın sırrı.



Kaynak: Elvan SESLİ, Dr. Munir Derman’ın HayÂtı, Eserleri Ve Tasavvufi Goruşleri, T.C. Ankara Universitesi Sosyal Bilimler Enstitusu Temel İslam Bilimleri Bolumu Tasavvuf Anabilim Dalı Başkanlığı, Yuksek Lisans Tezi Ankara Eylul, 2013


__________________