Fanilik…. Diğer deyişle olumluluk… Varolmamanın dayanılmazlığı… Varoluşumuzun birincil kaygısı…Bircoğunuzun, bu sozcuğu okuduktan sonra yazıyı okuma okumama arasında gidip geldiğini tahmin ediyorum. Bizim gercek anlamını algıladığımızda telaffuz etmeye bile dayanamadığımız bir sozcuktur olum. Şakayla karışık kullanırız kimi zaman ama bu kullanışlarımızın coğu oylesinedir, gelişiguzeldir. Kacımız olum hakkında duşunmeye başladığımızda kalbimizin daha hızla carptığını hissetmiyoruz? Kacımız olum korkusu icimizde belirdiği yaşadığımıza dair bir kanıt aramıyoruz?
Nedir bu olumle cekişmemiz, alıp veremediğimiz? Birisi olduğunde onun olduğunu hep dolaylı yollarla anlatma cabalarımız. Vefat etti, kaybettik, sizlere omur… Vefat etti. Ne kadar zor telaffuz edilebilen bir sozcuktur vefat, olume kıyasla. “v” ve “f” harflerinin gereksiz uyumsuzluğu. Ama ısrarla vefat ettiyi kullanırız. Etmek ne demektir. Etmek bir eylemde bulunmak, yapmaktır. Yani bir şeyi ettiğimizi soylememiz icin o eylemde bulunmamız onu yapmamız gerekir. Buradaki vefat etmek eylemi de sanki kişinin yaptığı bir şeymiş gibi sanki kişi kendi vefat etti. Amacımız olumun kontrol edilebilir olduğunu hissedebilmek midir acaba? Hic unutmam, lisedeydim ve herkes kendisini, ailesini tanıtıyordu. Sıra bana geldiğinde ben “babam oldu” demiştim. Oğretmenim bana korkulu gozlerle bakmış ve hemen “yani vefat etti.” diyerek beni duzeltmişti. O an soylenmemesi gereken bir şey soylediğimi anlamıştım. Sanki olene saygısızlık ettiğimi hissetmiştim; oldu demek olen hakkında kotu bir şey soylemekle eşdeğerdi sanki. Şimdi anlıyorum ki oldu demek, insanın kendi olumluluğunu hatırlaması demekmiş.
Bir de kaybettik sozcuğune değinmek istiyorum. “A kişisini kaybettik”. Kaybetmek ne demektir? Kaybetmek, yitirmek demektir. Ama sanki kaybetmek dediğimizde artık bizim hayatımızda olmayan ama hala bir yerlerde varolmaya devam eden bir şeyi anlatmaya calışmıyor muyuz? Aslında o yok olmadı hala var sadece biz kaybettik, bizim bulabileceğimiz bir yerde değil…
Hala yazıyı okumaya devam edenlere soruyorum, olum korkumuzla kacımız yuzleşebiliyoruz? Danışmanlıklarımda yasla ilgili cok olguyla calıştım ve calışıyorum. Hepsi de yakınlarının olmesiyle yuzleşmek zorunda kalarak, insanın olumlu bir varlık olduğu gerceğine yakından tanıklık etmiş kişilerdi. Olumu kabullenebilmeleri icin vefat, kaybetme sozcukleriyle savaşırım hep. Olum sozcuğunu dile getirmelerini sağlamaya calışırım. Ama bu sozcuğu soyledikleri an ağlamaklı olurlar. Kaybettim demek acıyı daha hafifletiyor sanki.
Yakınını kaybeden (olen) biri icin olum miti bir gerceğe donuşur. Sıklıkla duyulan olumun sessiz gelişi ve yakınlarından birini alışı. Onu aldıysa beni alma ihtimali de vardır. İşte olumle her yuzleşme kendi olumluluğuyle yuzleşmedir bir yerde. Bu yuzdendir ki olume cok yaklaştığımızı hissettiğimizde ya da yakınlarımızdan birini kaybettiğimizde ya da olumu cağrıştıran herhangi bir şey gorduğumuzde hayatın değerini tekrar sorgulayarak, yaşamın tadını cıkarmaya karar verişimiz…
Hep merak etmez miyiz: olurken insan acı ceker mi? Kacımız olum korkumuzu kabul ediyoruz? Bunu sorguladığımda gordum ki, cok azımız olum korkularımızın farkındayız. Kabul etmeyenler ise olumle yuzleşmemek icin turlu bahaneler one surerler, onu yadsırlar: işkoliklik de bir tur olumden kacış değil midir?
Kimimiz bu korkumuzun farkındayız, kimimiz değiliz. Ama hepimiz olum gerceğiyle baş etmek icin farklı savunmalar kullanıyoruz. Bazen kullandığımız savunmalar o kadar kemikleşiyor ve kalınlaşıyor ki psikolojik sıkıntılar ortaya cıkabiliyor: yaygın kaygı bozukluğu obsesif kompulsif bozukluk olarak tanımlanan (halk arasında takıntı hastalığı) agorafobi, hipokondri (halk arasında hastalık hastası) ve depresyon.
Neden korkuyoruz bu kadar? Olum aslında bir bilinmezlik bizim icin. Sonunun ne olduğu nereye gittiğimizin bilinmezliği ve bu bilinmezliğin getirdiği yoğun kaygı, tedirginlik ve korku. Olum bir değişimdir aslında, ama nasıl değiştiğinin belirsizliği. İnsan olarak bizlerin en katlanamadığı şey değil midir belirsizlik. Hep bir şeyleri secmek isteriz, hep bir şeyleri bilmek. Hayatımızda her şey, uzucu de olsa belirgin olmalıdır ki ona gore savunma kalkanlarımızı hazırlayalım. Tek amacımız hayat uzerinde kontrolumuzu sağlayabilmektir.
Peki nedir benim bu yazıyı yazmamdaki amac? Neden bu kadar kacındığımız bir konuyu secmiş olabilirim? Acaba ben de bu yolla mı onunla baş edebiliyorum?

Psikolog Nilufer TUNCA



[h=2]Balıkesir Psikoloji uzmanlarına ulaşmak icin tıklayın![/h]