[B]ABDURRESID IBRAHIM (1857-1944m.) Efendi
Salih Okur
TAKDIM
“Bir Abdurresit gibi, evine veda edip, cikip gitmeli. Ve bir daha da gelmemeli. Eger bugun Asya’da irsad adina uc bin tane, dort bin tane insan gidip; olur, geriye gelmezse, Asya’da kirk milyon insan dirilir.” (***)
20. yuzyilda Islamin derdini butun agirliginca sirtinda hisseden bir cok kamet vardir. Ikbal, Mehmed Akif, Bediuzzaman, Hasan el Benna vs...Bunlarin arasinda basdondurucu aksiyonuyla buyuk dava adami Abdurresid Ibrahim’i en baslarda saymak gerekecektir.
Trablusgarb’tan Tuva’ya, Cava adasindan Mancurya ve Japonya’ya kadar koskocaman bir cografyayi canla basla, demir asa elde, demir carik ayakta adim adim gezerek Islam kardesligini soluklayan, Ittihad-i Islami (islam birligini) haykiran, Istanbul’daki bir muminin Singapur’daki kardesinin acisini hissetmesine vesile olan, insanlari insanligin evrensel degerlerine; yani fitrata, yani Hak dine, yani kendilerine davet eden bu buyuk mollayi anlatmak gercekten cok zor... Cunku hizina yetisemiyorsunuz...
Su anda butun dunyada hosgorunun buketlerini tasiyan mutluluk sakalarinin da (su tasiyicilari) bir bakima piri kabul edebilecegimiz Kadi Abduresid’i rahmet ve minnetle aniyor ve buyuk muhacir Nebi’nin(ASM) su inci mercan sozunu hatirlatiyoruz: “Insanin olmesiyle her ameli kesilir; ancak Allah yolunda mucahede edenin ameli, bundan mustesnadir: Onun ameli, kiyamet gunune kadar nemalanir ve kabir fitnesinden de emin kilinir.” (Tirmizi, Ebu Davud)
RUS CIZMESI ALTINDA
Abdurresid Ibrahim Rus yayilmaciliginin Turk-Islam topraklarini tehdit ettigi 19. yy’in ikinci yarisinda dunyaya geldi. Kendisi Papa’ya yazdigi bir sikayet mektubunda o gunleri soyle tasvir eder: “Yuzyilar boyu Rusya bizi yok etmeye calisiyor, ulkelerimizi birbiri ardindan isgal ediyor, ahalisini yeryuzunden silmek icin her turlu yollara bas vuruyor. Kirim Tatar halkinin neredeyse yarisi yok edildi, bir kismi baba ocagindan yabanci ulkelere suruldu. Boylece, kalan zavalli bir azinligi karsi koyulamayacak duruma dusurup, onlara daha iyi eziyet etme imkanina kavustular. Kazan-Astrahan Tatarlari ve Idil Ural halklarinin yarisi yok edildikten sonra, kalanlar Ruslara kul olarak yasiyorlar. Bu insanlara karsi misli gorulmemis eziyetler yapiliyor...
...Idil Ural bolgesinde Rusya cesitli askeri ve tenkil (cezalandirma) seferleri ile kahraman Baskurtlarin direncini kirdi. Topraklari Rus maceraperestleri ve hukumetin himayesindeki zumreye dagitildi. Topraklari elllerinden alinan halk ise aclik ve sefalete terk edildi. Kafkasya’da yasayan dag halklari da bu zulumden kurtulamadilar, topraklari Ruslara verildi. Halk vahsice zulumlere ducar kaldi. Hakimiyet altina dusen bu uzun silsilenin son zincirini Turkistan teskil etti. Bu eski Turk kultur ve ortacag dunya medeniyetinin merkezi simdi Rus askerlerinin cizmeleri altinda her turlu zulmun kol gezdigi bir yer haline geldi. Binlerce Turkistanli katl edildi.”
DOGUMU
Abdurresid Ibrahim iste bu kosullar altinda, 23 Nisan 1857’de Rusya’nin Bati Sibirya bolgesinde, Tobolsk ilinin Tara kasabinda dogdu. Aslen Ozbek asillidir. Atalari 15. yuzyilda Buhara’dan gelerek bu kasabaya yerlesmislerdi. Babasi Omer bey, annesi Baskurt Turklerinden Afife hanimdir. Ikisi de dindar insanlardi. Annesi Tara’da bulunan kiz medresesinde uzun yillar muallimlik yapmisti.
TAHSIL HAYATI
Ilk dini egitimini babasindan alan Abdurresid, yedi yasindayken, Tara’ya 80 km uzakliktaki Avyus koyunde yatili olarak medreseye basladi. Tara’daki medreseler koydeki egitime nazaran daha iyi olmasina ragmen buraya gonderilmesinin sebebi hayatin zorluklarina daha iyi alismasi icin olabilir ki, gorulecegi gibi hayati hep zorluk ve cile yorungelidir. Belki de merhum babasi kisa bir sure sonra vefat edecegini hissederek boyle bir karara varmistir.
8 ay bu koyde kaldiktan sonra, annesinin gayretleri ile Orenburg ilinde bir Baskurt koyu olan Elmen koyune gonderildi. Bu koy egitim olarak diger yerlere gore daha iyi oldugu gibi koy halki da ilme buyuk onem veriyordu.
Ornek alinmasi gereken bu muhtesem durumu Abdurresid Ibrahim soyle anlatiyor: “Gayet fakir bir Baskurt koyu olup, oldukca fakir idiler. Buna ragmen besyuz kadar talebe okuturlardi. Evlerini talebelere vererek kendileri kumes tabir olunacak barakalarda, butun bir aile ust uste yasarlardi. Bu koyden birisi oldugu zaman akrabalari onun okuttugu talebe sayisiyla ovunurlerdi. Talebelerine hicbir karsilik beklemeden ekmegini verir, camasirlarini yikarlardi.”
Bu koyde 4 sene tahsil gordu. 1871’de kisa araliklarla once annesini, sonra babasini kaybeden ve fakru hale dusen kucuk Ibrahim, bir yandan calisarak harcligini kazandi, diger yandan tahsiline devam etti. Ama o zamana kadarki medrese egitimi kendisine cok bir sey kazandirmamisti. O siralar Rusya’daki medreselerin genel halini “Tercume-i Halim” adli eserinde soyle anlatir: “Medreselerde nizam, intizam hic yok. Ders okuma oldukca kotu, ayda, haftada bir ders okutuluyor. Talebe kendi kendine calisir, mutalaa ederse bir derece tahsil etmis olur. Elbette boyle talebeler cok olmaz, bu halde bir talebenin medresede yirmi sene kalmasi adeta mecbur olmustu. Hocalar bu durumun islahi icin hic calisma yapmiyorlar. Talebelerde ahlak gayet kotu, tutun, enfiye ve iskambil gibi butun kotu aliskanliklar cok yaygin.”
Aslinda o siralar butun Islam topraklarinda durum pek farkli sayilmazdi. Bir alimimiz bu durumu soyle ifade ediyor: “Bizler bir bos donemin cocuklariyiz. Mektep yikilmis, medrese harab olmus, tekye ortadan kalkmis, harab eller, yikilmis hanumanlar (ocaklar) , kimsesiz coller. Biz bu donemde yetismisiz. Evet petekler sonmus, ballar kalmamis, boyle bir donemde yetismisiz.” Yine ayni buyugumuz medreselerin kohnelesmesi hususunda “Basta funun-u musbeteyi (musbet ilimler) medreseden kovan Osmanli donemindeki kadihanlar gibi insanlari bizim de, tarihin de, Allah’in da affetmesi dusunulemez. Cunku bir milletin felaketini hazirlamislardir” demektedir.
Tabii bu konuda daha fazla yazmak saded harici olur, ama sunu da belirtelim: “Medrese sistemimiz Nizamulmulkle oturmustur. O zaviyeden bakarsaniz 900 yasinda. Eger medresemiz 3-4 asir evvel acuzeyi semta (saci agarmis kadin) haline gelmis, ihtiyarlamissa sayet bu demek ki 4-5 asir iyi yasamis. Ama bir de mektebe bakin. Mektep 70 yasinda acuzeyi semta. Eli titriyor, ayagi titriyor. Cok erken ihtiyarlamis...”
Teman medresesinde de kisa bir sure egitim goren Abdurresid, namini sikca duydugu, Kazan’daki Kiskar medresesine gitti. Buradaki egitim onda hayranlik uyandirmisti. Fakat Pasaport suresinin dolmasi uzerine istemeyerek oradan ayrildi. Bir sure gizlice Kirgiz koylerinde dolastiysa da sonunda yakalandi ve hapse atildi. Bir sene suren hapishane hayati onun ufkunu genisletmesine vesile oldu. Zira hapishane Rusya’nin degisik yerlerinden gelen, pek cogu siyasi ve dini olaylara karismaktan suclu bulunmus soydaslariyla doluydu. Burada bulundugu sirada Rus esaretindeki Turk ve Musluman halklarin durumu hakkinda epeyce malumat sahibi oldu.
ILK HACCI
1879’da Orenburg’a gelen molla Abdurresid burada bir Tatar zengininin hizmetkarligini ustlenerek ve onun refakatinda once Istanbul’a daha sonra da Hacca gitti.(1880)
Hac donusu geri donmeyerek Medine’ye yerlesmis ve tahsiline biraktigi yerden devam etmistir. Bes sene suren bu tahsilinde fikih, tefsir , hadis, kiraat gibi dini derslerinin yaninda Arapca ve Farsca da okumustur. Mesela, devrinin allamesi Mevlana Seyyid Ali Zahir kendisinin ustadlarindadir. Bu tahsilinin sonunda icazetnamesini de alan Abdurresid Ibrahim, bazi yazarlarca daha ziyade kendi kendini yetistirmis(otodidakt) bir sahsiyet olarak kabul edilmektedir.
Egitimi sirasinda tasavvufa da ilgi duymus ve Medine’de Mevlana es Seyh Mazhar efendinin derslerini takip etmistir. Fakat o siralardaki asliyetinden cok sey kaybetmis tasavvufi cereyanlar seyyahimizi sofilerden sogutmus gibidir. Mesela Cin seyahatinda bir muftuden bahsederken bu durum gozumuze carpmaktadir. “Bicare Van Guvan(Abdurrahman) mutaasib bir adamdir. Fakat bizim sofilerimiz gibi milletin menfaatini dusunmez derecede cahil mutaassip degildir.”
Bununla beraber onun tasavvuf karsiti olarak lanse edilmesi de yanlis olur. O sadece gordugu uygulamalari elestirir. Bir yerde gercek tasavvuf buyukleri icin su ifadeleri kullanir: “Bu gun bati filozoflarinin buyukleri bizim en ufak, en bayagi mutasavviflarimizin hayranidirlar. Bu bicareler buyuk mutasavviflarimizin felsefesinden katiyyen habersizdirler. Ah, ya Rabbi! Hadis-i seriflerden olan felsefeleri hakkiyla serh ve izah edecek olursak bizim onumuze kim cikabilir?”
Mesela Imam Rabbbani (R.A) hakkinda soyle der: “Bilhassa Kutbu’l Arifin Ahmed el Faruki gibi Muceddid-i Elf-i SÂni es Serhendi(ks) belki de butun dunyanin en buyuk adamlarindandir.”
Muhyiddin Arabi hakkinda da saygiyla dopdoludur: “Hazret-i Muhyiddin el Arabi Futuhat’inin ikinci cildinde, 180. babda diyor ki: “Kadinin degerini, ruhi yapisini ve ic dunyasini bilen kimse onu sevmemezlik edemez. Belki onu sevmesi, irfan sahibi olmanin olgunlugudur. Ve onu sevmek peygamber mirasi oldugu gibi, Allah sevgisini de netice verir.”
GERI DONUS VE IZDIVAC
1884 senesinin sonlarina dogru Medine’den ayrilip deniz yoluyla Istanbul’a, oradan da Odessa uzerinden memleketi olan Tara’ya geldi.(1885) Bir muddet sonra burada muderrislige basladi ve ayni yil evlendi. Bu evliliginden Munir, Kadriye, Fevziye adli uc evladi dunyaya geldi.
EGITIM HAMLELERI
Ama o bir yerde durabilecek bir adam degildi. “Fitrati muteheyyic (yaratilisi heyecanli) olan kimselerin rahati cidaldedir (mucadelededir)” sozu ile ifade edilen yaratilista, engin bir hamiyyet sahibi idi. Alti ay Tara’da kaldiktan sonra Medine’ye talebe goturmek uzere Istanbul uzerinden ikinci defa hacca gitti. Ogrencilerini Medine’ye yerlestirdikten sonra memleketine dondu ve hemen Medreselerin islahi calismalarini baslatti. Halkin ona olan buyuk teveccuhu (yonelisi) karsisinda bunda zorlanmadi ve bir “usul-i cedid - yeni yontem” okulu acti.
Dikkat edersek Muhammed Abduh’tan gunumuze muhim Islam mutefekkirleri(Akif, Ikbal, Bediuzzaman vb.) yeni bir anlama usulu uzerinde onemle durmakta, Musluman aklinin ve kalbinin yeniden insasi uzerine fikirler serdetmekteler (ortaya koymaktalar) . Mesela gunumuzun onemli bir kanaat onderi “Dagarcik” asli eserinde bu noktaya soyle parmak basiyor. “Tefakkuh fikih uretmektir. Tefakkuh etmeden fikih okuyanlarin ise fikhi tuketmekten baska careleri yoktur. Iste bunun icin yillardir “yeni bir fikih usulunden once yeni bir tefakkuh usulu gerekir” diye diye dilimde tuy bitti.
Abdurresid Ibrahim de ayni fikirdedir: “Bugun Islam aleminin islahi icin, birinci derecede ulema kisvesinde (ALIM GIYSISINDE) olanlarin islahinin gerektigine artik kanaat etmek gerekir.”
Bediuzzaman’a Muhakemat’inda “Maatteessuf benim ile su zamanin kitasinda istirak eden cumlesi; eger cendan, (Her ne kadar) onucuncu asrin(hicri) evladidirlar, fakat, fikir ve terakki cihetiyle (gelisme yonuyle) kurun-u vusta’nin (orta cagin) yadigaridirlar” dedirten, ayni hal degil midir?
Abduresid Ibrahim 1890’da Tara’dan yanina aldigi on talebeyle tekrar Istanbul’a geldi. Ogrencilerini Darussafaka ve Dar-ut tedris okullarina yerlestirdi. Bu talebelerin butun masraflari Osmanli devletince karsilaniyordu. Bir muddet Payitahtta (baskentte) kaldiktan sonra memleketine dondu. Onun Istanbul’a talebe yollamasi Muslumanlar arasinda buyuk bir sevincle karsilandi ve kendisine Rusya’nin her bolgesinden akin akin muracaatlar basladi. Fakat Rus hukumeti bu durumu kendi aleyhine addederek cok rahatsiz olmus ve talebe akinina siki denetim getirmistir.
KADILIK DONEMI
1891’de Ufa sehrine geldi. Buradaki Orenburg seri mahkemesince mahkeme azaligina ve kadilik gorevine tayin olundu. Rusya’daki Muslumanlarin en buyuk mahkemesi olan bu mevkide Muslumanlarin yararina calismalar yapti. Ayrica gonullu olarak, fakir ve yetimler icin dernekler kurdu. Baskent Petersburg’a giderek icisleri ve maarif (egitim) bakanlariyla gorusmeler yapti, yine Muslumanlarin dertlerine cozum bulmaya calisti.
Mahkeme Reisinin Hacca gitmesi uzerine, 8 ay kadar mahkeme reisligi gorevini de ustlendiyse de, Rus emellerine alet olamayacagi gerekcesiyle, kukla mahkeme reisi ile ihtilafa duserek gorevinden istifa etti. Bu istifasi uzerindeki Rus baskisinin daha da kesafet (yogunluk) kazanmasina sebeb oldu. Bunun uzerine mucadelesini surdurmek uzere Istanbul’a geldi.(1895)
MATBUATLA MUCAHEDE
Ufa’da bulundugu yillarda kaleme aldigi “Liva-ul Hamd” adli risalesini Istanbul’da bastirtarak gizlice Rusya’ya soktu. Bu brosurde, Rus baskisi altindaki Turk boylarina seslenerek onlari Turkiye’ye goc etmeye tesvik ediyordu. Bu brosur derhal bir tesir uyandirarak 70 bin insanin Anadoluya hicretine vesile oldu.
Ardindan meshur eseri “Colpan Yildizi” ni kaleme aldi. Bu eserinde de Rusya’nin esaret altinda tuttugu Muslumanlara yaptigi zulumler anlatilmaktaydi. Bu risale de gizli yolardan Rusyaya sokuldu ve buyuk ilgi gordu.
Istanbul’da bulundugu iki sene zarfinda bir yandan kimizcilik(Kisrak sutunden yapilan icecek) ve ziraatcilik yaparak gecimini temin ederken ote yandan esaret altindaki soydaslari icin yapacaklarini planliyordu. 1896’da Avrupa’ya gitti. Isvicre’de tanistigi Rus sosyalistlerine Rusya’daki Muslumanlarin sorunlarini anlatti ve yardimlarini talep etti. Bilindigi gibi, sosyalistler 1925’lerde dizginleri iyice ellerine alincaya kadar baris ve ozgurluk havarisi gorunup daha sonra da Carlik Rusyasini mumla aratmislardir.
SEYYAH-I ALEM
Abdurresid Ibrahim, 1897 Nisaninda uc sene surecek ilk buyuk seyahatina basladi. Bu seyahatina baslamasina istibdad doneminin vehham (cok vehimli) idaresinin onun faaliyetlerinden tedirgin olmasinin da payi vardir. Safahat sairi bunu soyle dillendirir:***
“Bir zamanlar yine Istanbul’a gelmistim ben.
Hale baktikca fakat ummetin Âtisinden
Pek derin ye’se dusup Rusya’ya gectim tekrar.
Gecmeseydim edeceklerdi ya zaten icbar!
Sigmiyor en buyuk endazeye (olcuye) isler artik;
Saltanat namina, din namina bin maskaralik.
Ne felaket, ne rezaletti o devrin hali!
Basta bir kukla, butun milletin istikbali,
Iki uc kuklacinin keyfine mahkum olmus;
Bir siyaset ki, didiklerdi eminim Karakus!”
Istibdat doneminin uygulamalari onda da Abdulhamid Han’a karsi olumsuz dusuncelerin gelismesine sebeb olmustur. Hatiralarinda yer yer bunu goruyoruz.
Mesela bir yerde soyle diyor: “Abdulhamid Han hazretlerinin korktuklari bir sey varsa, tahttan indirilme meselesiydi. Hatta “hal” manasini andirdigi icin Kunut duasinda okunan “ve nahleu” kelimesini okudukca tuyleri urperirmis. Hatta bir zamanlar o kelimenin Kunut duasindan silinmesi hakkinda dusundugu de meshurdur. Sonunda basina geldi.”
Yine “ Abdulhamid Muslumanlarin hurmetini kirdi. Ne care, Muslumanlarin kotu bir ameliyesidir. Lakin insaallah bundan sonra oyle olmaz umidindeyim” gibi ifadelerine katilamayacagiz. Ama onu ve digerlerini hakli cikartacak ve kraldan cok kralci takiminin yaptiklari da ortadadir. Bu konuda degerli bir mutefekkirimiz soyle diyor: “Abdulhamid cennet mekan doneminde o mabeyndeki (padisahin yakinlarindaki) gammazlamadan nasibini almayan insan yoktur. Ve Abdulhamid’i seven hicbir aydin yoktur.”
...Seyyah-i sehirimiz Istanbul’dan ayrilarak Misir, Hicaz, Filistin, Italya, Avusturya, Fransa, Bulgaristan, Yugoslavya, Bati Rusya, Kafkasya, Bati ve Dogu Turkistan, Yedisu vilayeti ve Sibirya bolgelerinde dolasip cesitli temaslarda bulunarak Tara’ya geldi. Boylece ummet-i merhumenin (acinacak ummet) durumunu yakindan inceleme imkani buldu...
Mehmed Akif, “Suleymaniye Kursunde” adli enfes siirinde onu soyle konusturur:
“Sarki bastanbasa yillarca dolastim, gezdim;
Hem de oldukca gorurdum, kafa gezdirmezdim!
Bu Arapmis, bu Acemmis, bu Tatarmis demedim;
Musluman unsurunun hepsini gordum kendim.”
Tara’da bir muddet kaldiktan sonra Japonya’ya geldi. Kisa bir muddet kaldiktan sonra 1900 yilinin sonlarinda Petersburg’a dondu. Burada Mirat adli bir dergi cikardi. Ona gore basin medeniyetteki insanlar icin kursulerin en yuksegi idi. Artik fikirlerin carpisacagi bir asra giriliyordu. Hatiratinda bunu soyle ifade eder. “Bundan sonra Avrupa’da kilic fetihleri degil, siyaset fetihleri devri baslayacaktir.”
JAPONYA
1902-1903 yillari arasinda onu tekrar Japonya’da goruyoruz. Abdurresid Ibrahim Uzak Dogu’nun bu parlayan yildizina cok ehemmiyet veriyordu. Ona gore bu cografyanin Bati esaret ve zulmunden kurtulmasi Japonya’nin superguc olmasindan geciyordu. Ahlaken “Musluman” olan bu millette Islamiyetin kisa zamanda inkisaf edecegini umid ediyordu:
“Sorunuz simdi de Japonlar nasil millettir?
Onu tasvire zafer-yÂb (amacina ulasan) olamam hayrettir.
Su kadar soyleyeyim; din-i mubinin orada,
Ruh-u feyyazi yayilmis yalniz sekli: Buda.
Siz gidin saffet-i Islam’i Japonlarda gorun.
O kucuk boylu, buyuk milletin efradi bugun.
Muslumanliktaki erkan-i siyanette ferid.
Musluman denmek icin eksigi ancak tevhid.”
“Muslumanlik sanirim parlayacaktir orada
SÂde, Osmanlilarin gayreti lazim arada.”
Mesela “Japonya’da aylarca dolastigim halde bir sarhosa rastlayamamistim” demektedir. Yine verdigi bilgilere gore 1905- Rus–Japon harbinde Japonlarin savasi kazanma sebebleri sunlardir:
1-Ruslarda rusvet pek cok, Japonlarda hic yok.
2-Ruslar hep kuvvetle savasir, Japonlar ise akil ile, tedbirle savasiyorlar.
3-Ruslarda ahlak cok bozulmus. Ahlak duskunu bir millet savasamaz.
4-Japonlar cok caliskan ve idealist bir kavim.
5- Izzet-i nefislerine cok duskun bir millet. Mesela Ruslar harp boyunca bir tek Japon’u esir alamazken, kendileri 75 bin esir vermis.
Hatiratinda soyle demekten kendini alamaz: “Dunyada hic nam ve sani olmayan ufacik bir kavmin butun yeryuzunde mevcut insanlari titretircesine meydana cikmasi hicbir zaman hatirdan cikmayacak harikadir.”
Japonya ile adi adeta ozdeslesen ve bu ulkede ilk Islam tohumlarini atan Abduresid Ibrahim, 1884 senesinde ziyaret ettigi devrin padisahi Sultan Abdulhamid’e bir mektup yazarak Japonya’da Islamin yayilmasi icin devlet-i Âliyenin destegini istiyordu. Fethi Okyar’in naklettigine gore Sultan bu konuda soyle demektedir: “Japonlarin Ruslara karsi kazandiklari zaferin arifesinde idi. Japon imparatorluk ailesine mensup bir prens beni ziyaret geldi. Imparatorundan hususi bir mektup getiriyordu. Benden Islam dininin muhtevasini, iman esaslarini, gayesini, felsefesini, ibadet kaidelerini izah edecek kudrette bir dini-ilmi heyet istiyordu. Bunun sebebi vardi, orada Islamiyeti yaymayi mukaddes vazife sayan Abdurresid Ibrahim isimli, asli Kazan’li olan bir Musluman aliminden mektup almis, Japonya’da Islam’i tÂmim (yayma) hareketine yardimci olmam istenmisti. Islam aleminin halifesi idim, bir tarafta daima iftihar ettigim ve hizmetkari olmaya calistigim bu Âli vazife, diger taraftan ruhumda bu mahiyette serefli hizmete duydugum hasretle, mumkun olan herseyi yaptim. Fakat bu yardim daha cok maddi sahada kaldi. Cunku Abdurresid Ibrahim bizim din adamlarimizdan baska huviyet icinde idi. Turkce, Arapca, Farsca’dan baska Rusca ve Japonca biliyordu. Kirk yasindan sonra Fransizca ve Latinceyi ogrendigini yazmisti.”
Japonya’da Rus karsiti faaliyetlere girismesi uzerine Rus hukumetinin ricasi sonucu Japonya’dan ayrilmasi istendi. Istanbul’a geldiyse de(1904) Rus hukumetinin Osmanli nezdindeki girisimleri neticesi tutuklanarak, Moskof yetkililere teslim edildi ve Odessa’ya goturulup, hapsedildi. Iki hafta kadar hapis kaldiysa da, Rusya Turklerinin buyuk baskisi sonucu serbest birakildi.
NESRIYAT HIZMETLERI
Hapisten tahliye olduktan sonra Petersburg’a yerlesti. Rus hakimiyetindeki Turkler arasinda siyasi ve dini bir birlik kurmak amaciyla Ulfet adli bir dergi cikardi. Ulfet butun Rusya’da buyuk bir ilgiye mazhar oldu, hatta Turkistan’da gordugu asiri alaka yuzunden polis kayitlarina “zararli nesriyat” olarak gecti. Ulfet Turkce yayin yapiyordu ve Osmanli Turkleri ile Rusya Musluman Turk boylari arasinda bir dil bagi islevi de goruyordu.
85. sayisinda Rus hukumeti tarafindan kapatilan dergi, dini meselelere agirlik verdigi icin medrese talebeleri tarafindan da buyuk bir ilgiyle takip ediliyordu.
Ulfet’e olan teveccuh Tilmiz’i dogurdu. Tilmiz mecmuasi Arapca yayin yapiyordu. 1906’da basladigi yayin hayatina Rus idaresi 1907’de son verdi. Bu mecmuanin cikmasindan amac da; Turkce bilmeyen Kafkas Muslumanlari gibi kardeslerimizle ortak bir lisanda birlesmek ve onlari da dunya Muslumanlarinin durumundan haberdar etmekti.
Ulfet ve Tilmiz’in ardi ardina kapatilmasi da Abdurresid Efendi’yi yildirmadi ve Kazak sivesiyle yayin tapan Serke’yi cikardi.
Safahat’ta bu hizmetleri kendi dilinden soyle anlatilir:
“Evvela gizlice bir matbaa tesis ettim.
Bes on oksuz bularak basmacilik ogrettim.
Kalemim cok puruzluydu, fakat caresi ne?
Sonra, bilmem kimin uslubu avamin nesine!
Dilimin dondugu siveyle butun gun yazdim;
Okuyanlar o kadar coktu ki, hic ummazdim.
Usta, asarini (eserlerini) verdikce cocuklar basti;
Alti ay gecti, bizim matbaanin cikti adi.
Gogsu imanli bes on tane fedai gelerek,
Dediler; “Sen ne basarsan, onu tevzi edecek (dagitacak)
Vasitan iste biziz, korkulacak sey yoktur...
Para lazimsa da bildir ki, verenler bulunur.”
Bir cerideyle (dergiyle) hemen baslayiverdim vaaza.
Zaten en baslica yol halki budur ikaza.”
Diger yandan halkin destegi ile buyuk bir egitim seferberligi de baslamistir:
“Parasizlikti bidayette (baslangicta) isin korkulusu
Agniya(zenginler) altini bezletti (cogaltti) , etekler dolusu.
Actik oldukca guzel medreseler, mektepler.
Okuyup yazmayi tamime (yaymaya) calistik yer yer.
Tatarin yuzde bugun altmisi hakkiyla okur.
Ruslarin halbuki nispetleri gayet dûndur (asagidadir) .”
SURA
1905 yilina gelinirken artik Rus carligi catirdama sinyallerini vermeye baslamisti. Japon yenilgisi, ardindan basarisiz ihtilal girisimi Petersburg’un demir pencesini gevsetmesi gerektigini gostermisti. Bu suni hurriyet teneffusunden her kavim gibi Rusya Muslumanlari da yararlanmak istediler ve haklarini aramaya basladilar. Bu girisimlerin de basini yine Kadi Abdurresid cekiyordu.
Ilk once bir araya gelinmeliydi. Muslumanlarin munevver (aydin) kesimi ve zengin tabakanin katilimiyla Mekerce’de(Nijni Novgorod) buyuk bir toplanti yapilmasi kararlastirildiysa da, Rus yetkililer buna izin vermedi. Ama Abdurresid Efendi yilacak, vazgececek gibi degildi. Yine onun teklifiyle bu toplanti gizlice Oka nehrinde, kiralanmis bir gemide yapildi. Burada, Rusya’daki Muslumanlarin bir cati altinda meselelerinin muzakere edilmesi ve savunulmasi fikri kabul edildi. Abdurresid Ibrahim Petersburg’a dondugunde derhal “Bin Uc Yuz Senelik Nazra” adli eserini nesretti. Bu eserinde Muslumanlarin birlik olmalarinin ehemmiyeti dile getirilmisti.
13 Ocak 1906’da ikinci toplanti gerceklestirildi ve Abdurresid Efendinin hazirladigi “ittifak nizamnamesi” oy birligince kabul edildi. Ote yandan yine onun onculugunde Rusya Muslumanlarinin Muhtariyet(Ozerklik) meselesi gundeme getirildi. Bu fikir Rus meclisi Duma’daki Musluman milletvekilleri vesilesi ile her yer ve her vasatta dile getirilmeye basladi. Abdurresid Ibrahim bu konudaki goruslerini kaleme aldigi “Aftonomiya” risalesinde acikca dile getirdi.
Ancak, dedigimiz gibi hurriyet ortami kisa surdu. Istibdat geri donmustu.Yeniden baski idaresine donulunce bir cok Musluman aydin solugu hapiste ve surgunde aldi. Abdurresid Ibrahim’in dergileri kapatildi ve Rusya’da kalmak can guvenligi icin tehdit olusturmaya basladi. Bunun uzerine Rusya’dan ayrilmaya karar verdi:
“Iste biz boyle didinmekte, calismakta iken.
Bir sabah uc tanidik, seslenerek pencereden,
Dediler: “Simdi hukumet basacak matbaani...
Durmanin vakti degildir. Hadi kaldir tabani.”
Bir isaretle cocuklar cekilip ta geriye,
Daldilar hepsi birer sesleri cikmaz delige.
Onlarin nevbeti gecmis, sira gelmisti bana.
Yolu tuttum, yalnizca dogruca Turkistan’a.”
IKINCI BUYUK SEYAHAT(1907-1910)
TURKISTAN
Boylece Abdurresid Ibrahim Efendi uc sene surecek buyuk yolculuguna basliyordu. Ama bu bir alelade seyahat degildi. Bu, Islam aleminin sorunlarini, ummetin durumunu vicdani devamli o ummet icin atan bir muminin yerinde gozlemlemesi, tarihe sahitligi idi. Bu bereketli seyahat cok sukur kendisi tarafindan kaleme alinarak bize ulasmis bulunuyor. Okumayanlarin ilk elde hemen okumalarini salik verecegimiz bu nefis hatirat “Alem-i Islam” adiyla nesredilmis ve Kadi Abdurresid’in en bas eseri olarak taninmistir.
Mehmed Akif, Sirat-i Mustakim’de yayinlanan “Gayet Muhim Bir Eser” baslikli bir yazisinda bu kiymetli eser hakkinda sunlari yaziyor: “Ben coktan beri bu kadar samimî, bu kadar mufîd (faydali) lÂkin bu kadar muessir (tesirli) kitap okudugumu hatirlamiyorum. Araplar "Soz ruhtan cikarsa ruha girer; agizdan cikarsa kulagin hududunu asmaz." derler ki ne kadar dogrudur! Bakilsa Abdurresid'in yazisinda hic bir sanat yok, hic bir incelik yok. LÂkin hic bir sanatin, hic bir inceligin ruhta husule getiremeyecegi teessurati bu tabiî, samîmi sozler ani bir surette hÂsil ediyorlar (olusturuyorlar) .” (Not: Bulabilenlerin Islam harfleri ile olan baskisini okumalarini, yoksa Isaret Yayinlari tarafindan sayin Ertugrul Ozalp beyin editorlugunde gerceklesen enfes baskisini tavsiye ederim. Mehmed Paksu’nun sadelestirerek 1987’de Yeni Asya yayinevince yapilan baskisini tavsiye etmiyoruz. Cunku yanlis sadelestirmeler ve atlamalar var.)
1907 sonlarinda Bati Turkistan sehirlerini dolasti ve ahalinin durumuna yakinen sahid oldu. Durum icler acisiydi:
“Sormayin gordugum alemleri hic soylemeyeyim;
YÂdi temkinimi sarsar da kan aglar yuregim.
O Buhara! O mubarek, muazzam toprak.
Zilletin koynuna girmis uyuyor mustagrak.
Ibn-i Sinalari yuzlerce dogurmus o iklim,
Tek cocuk vermiyor agusuna ilmin ne akim.
O rasadhane-i dunya, o Semerkand’i bile.
Oyle dalmis ki hurufata mazisiyle;
Ay tutulmus, “Kovalim seytani kalkin!” diyerek,
Dumbelek calmada binlerce kadin, kiz, erkek!
Bu havalide cehalet ne kadar coksa, nifak,
Daha salgin, daha dehsetli...Umumen ahlak.
Cok bozuk az gelecek namutenahi duskun.
Oyle murdarini gormekteki insan fuhsun.
Birakin, soyleyemez, mevkiimiz camidir.
Baska yer olsa da, tafsile hÂy manidir.
Ya taassuplari? Hic sorma nasil maskaraca.
O, uzun hirkasinin yenleri yerlerde hoca,
Hem bakarsin esi yok dine teaddisinde(tecavuzunde)
Hem ne soylersen olur dini hemen rencide.
Milletin hayri icin ne dusunsen; bidat.
Ser’i tagyir ile, terzil ise-hasa- sunnet.
Ne Huda’dan sikilirlar, ne de Peygamberden.
Bu ilimsiz hocalardan, bu beyinsizlerden.
Cekecek memleketin hali ne olmaz? Dusunun!
Sayisiz medrese var gerci Buhara’da bugun.
Okunandan ne haber? On para etmez fenler,
Ne bu dunyada soran var, ne de ukbada gecer.”
Ama seyyahimiz butun butun umitsiz degildi, genclerde bir uyanma baslamisti. Ne yazik ki bu bir fecr-i kazibti. (yalanci safak) Ve sanki merhum bunu takip eden ve 70-80 sene sonra O mubarek Maveraunnehir (Ceyhun irmaginin dogusunda kalan ulkeler) topraklarinda, anayurdumuzda dogacak fecr-i sadiki (dogru safak) mujdeliyor, oralara el verecek yigitleri tebrik ediyordu;
“Su kadar var ki sebÂbinda(genclerinde) ufak bir gayret
Baslamis…Bir gun olup parlayacaktir elbet.
O zaman iste su toprak yeniden islenerek,
Bu filizler gibi binler fidan besleyecek!”
Abdurresid Efendi Bati ve Dogu Turkistan’i kapsayan bu bir senelik seyahatinde bir taraftan ileri gelen kimselerle goruserek Rus hukumetine karsi ortak hareket edilmesi icin ugrasiyor, ote taraftan da medreselerin islahi ve usul-i cedit (yeni usul) mekteplerinin kurulmasi icin calisiyordu. Memleketi Tara’ya dondukten kisa bir sure sonra ailesini alarak Kazan sehrine yerlestirdi. Kazan’da hemen siyasi faaliyetlere baslayarak Dorduncu Musluman kongresinin toplanmasi icin hazirliklara giristi. Yine gizlice bir gemide gerceklesen toplantida egitimle alakali bir komite olusturularak ogretmenlik yasina gelmis Kazan bolgesindeki genclerin Istanbul’a gonderilerek egitim almalari kararlastirildi. Bu sayede bir cok genc Turkiye’ye gelmistir.
1908 Eylulunde seyahatinin kalan kismini tamamlamak uzere Kazan’dan yola cikti. Seyahate cikisini soyle anlatmaktadir; “Onumde bir giden, arkamda bir ceken yok idi, yalniz himmet kemerini bele baglayarak, tevekkul asÂsini ele aldim. Yalniz ilÂ-yi kelimetullah (Allah adini yuceltme) halis niyetiyle, Allah ipine sarilma fikrini tervic ve takviye mukaddes emeli ugruna coluk cocugumu ve mini mini cigerparelerim olan masumlarimi Allah’a emanet ederek yola ciktim.”
M. Fethullah Gulen Hocaefendi bir sohbetinde onun fedakarlik ve feragatini (tok gozluluk) soyle anlatiyor: “Abdurresid Ibrahim Filipinlere Muslumanligi gotururken, bilmem nereye Muslumanligi gotururken, -Bediuzzaman'in arkadasidir-soyle diyor: “Araba ile oraya dogru ayrilirken 5 - 6 yasinda kizim faytonda benimle beraberdi. Kazan'dan herhalde ayrildik. Kiz yuzume bakti. Dolu dolu gozleri ile " baba, ne zaman doneceksin? diyordu. Ben “belki yakinda” diyordum ama, fakat icimde de dogru olmayan bu sozu soylerken bir burukluk yasiyordum. Cunku katiyen bir daha geriye donmeyi dusunmuyordum. Ben Hz. Muhammed'in dili olmayi dusunuyor, Kur'an'in bir dili olmayi dusunuyordum. "
JAPONYA
Sibirya uzerinden Mogolistan- Mancurya’ya gecerek basladigi yolculuk Buradan gemi yolculugu ile Japonya’ya uzandi. Eserinin buyuk kismin Japonya’ya ayrilmistir. O Japon milletine hayran olmustu:
“Dogruluk, ahde vefa, va’de sadakat, sefkat;
Acizin hakkini I’lÂya (yukseltmeye)samimi gayret;
En ufak seyle kanaat, coga kudret varken;
Yine ifrat ile vermek, veren eller darken;
Kimsenin irzina, namusuna yan bakmayarak,
Yedi kat ellerin evladini kardes tanimak;
Oleceksin! denilen noktada merdane sebat;
Yeri gelsin, gulerek, oynayarak terk-i hayat,
Ihtirasat-i hususiyyeyi soyletmeyerek,
Nef-i sahsiyi (ozel cikarini) umumunkine kurban etmek...
Daha bunlar gibi cok nadire gordum orada.
Ademin en temiz ahfadina (torunlarina) malik bir ada.
Medeniyyet girebilmis yaliniz fenniyle...
O da sahiplerinin lahik olan (yetisen) izniyle.
Dikilip sahile binlerce basiret, iman;
Ne kadar maskaralik varsa kovulmus kapidan!
Garbin esyasi, eger kiymeti haizse yurur;
Moda seklinde gelen seyyie (kabahat) gumrukte curur!
Gece gunduz acik evler, kapilar mandalsiz;
Herkesin sandigi meydanda, bilinmez hirsiz.
Ya o mahviyyeti insan goremez bir yerde...
Togo(*)’nun umdugunuz tavri mi vardir? Nerde!
“Gidelim!” der, goturur! Sonra gelip ta yanima;
Cay bosaltirdi ben ictikce hemen fincanima.
Muslumanlik sanirim parlayacaktir orda;
Sade Osmanlilarin gayreti lazim arada.
Misyonerler, gece gunduz yeri devretmedeler,
Ulema (alimler) , vahy-i Ilahiyi mi bilmem, bekler?
Bediuzzaman hazretleri de “Divan-i Harbi Orfi - Sikiyonetimli Savas Meclisi” adli saheserinde ayni meseleye parmak basar; “Kesb-i medeniyette (medeniyet elde etmekte) Japonlara iktida (uymak) bize lÂzimdir ki, onlar Avrupa'dan mehasin-i medeniyeti (medeniyetin guzelliklerini) almakla beraber, her kavmin mÂye-i bekasi (varliginin temeli) olan ÂdÂt-i milliyelerini (milli adetlerini) muhafaza ettiler.”
Tabii burada sunu belirtmekte fayda var; Japonya’nin bu hali 1910 seneleridir. Maalesef Ikinci Dunya Savasinin galipleri bu ulkeyi isgal ederken kokleri ile birlikte isgal etmislerdir. Her turlu melanetleri ile bu temiz insanlari delik desik birakmislardir. Onun icin bir buyugumuz hakli olarak soyle demektedir: “Amerikan dusmanligi, milliyetcilik duygusu ve ezilmislik hissinin esas alinarak gerceklestirilen Japon hamlesi, katiyen uzun omurlu olamaz. Cunku, ister siyasî, ister ekonomik, isterse kulturel olsun, her turlu kalkinmanin uzun omurlu olmasi, saglam temeller uzerine kurulmasina baglidir. Halbûki, Japon kalkinmasinda kalici esaslar degil, reaksiyoner cikislar hakimdir.
Nitekim, Bati bugun Japonya’ya fuhustan tutun da, icki ve kumara kadar her turlu melanet ve sefahati sokmus durumda. Daha baska ulkeler gibi, Bati’nin bu oyununa dusmus ve mozaigi delik-desik olmus bulunan Japon saltanatinin uzun omurlu olmasi herhalde dusunulemez.”
Abdurresid Ibrahim kaldigi sure boyunca Japonya’da buyuk alakaya mazhar oldu. Japon imparatorluk ailesi ile yakin dostluk kurdu. Japon egitim sistemini yakindan inceledi. Bir cok cemiyet ve serefine verilen ziyafetlere katildi. Duzenlenen toplanti ve konferanslara istirak etti. Meramini anlatacak kadar Japonca ogrendi. Islam hakkinda Misyonerler tarafindan yayilan yanlis kanaatleri tashih etti. Japon gazeteleri bu konusma ve konferanslari ertesi gun okuyucularina aktardigindan hayranlari gittikce artti. Ilk once bir kisim ust duzey Japon diplomatlar Islam’la sereflendi. Onlarin da gayretleri ile Abdurresid Ibrahim “Asya Gi Kay” adli dernegi kurdu. Bu dernegin amaci Uzakdogu halklari arasinda dayanisma ve yardimlasma ve Islami davet idi. Baskanligina da eski bir Samuray olan ve Islam’a girerek Ebubekir adini alan Japon diplomat Ohara getirildi.
Dernek Daito isimli bir de brosur cikarmaya basladi. Ote yandan Tokyo’da bir cami icin arsa alinarak yapimina baslandi. Bunlar Japonya’daki ilk Islam kivilcimlariydi.
KORE
Seyyahimiz icinden hic gelmese de plani geregi Japonya’dan ayrilmak zorunda kaldi. Bindigi gemi 19.06.1909’da Kore’nin Pusan limanina vardi. Pusan kasabasinda yasadigi bir ilginc hatirayi burada derc etmek (eklemek) istiyorum. Yalniz burada su hususa dikkat cekmek gerekiyor; Sark insanlari umumiyet itibariyla duygusal, mert, misafirperver, cesur, izzet-i nefs sahibi insanlardir. Bu topraklarda akildan ziyade kalp hakimdir. Ve bati medeniyeti senaat ve denaatleri (alcaklik ve fenalik) ile giremedigi muddetce de bu saf doku bozulmadan yuzlerce sene kalabilmistir. Mesela Abdurresid Efendinin izahatina gore “Eskiden Bir Koreli katiyen yalan soylemezmis. Hatta bir adamin yalan soyledigi ortaya cikarsa babasi evlatliktan cikarirlarmis. Fuhus eskiden hic yokken bu on sene icinde o da baslamis ve ilerlemis.” Insan bunun gibi seyleri duyunca bir dusunurun su sozunu hatirlamadan edemiyor: “Insanligin en buyuk dusmanlari Avrupa’dan cikmistir.” Elhak dogru bir sozdur…
Soyle diyor merhum seyyahimiz; “Kayikci bizi vapurdan karaya goturdu. Ufak para bulunmadigindan tabii olarak yarim yen verdim. Kayikci bizim parayi aldi, bir tarafa gitti. Ben dikkate almadim. Hepsi alti kurus bir para. Gumrukten esyalarimizi topladigim gibi rikse(Insanin cektigi bir ulasim araci) ile tren istasyonuna gittik. Trenin hareketine vakit varmis. Biz de biraz yemek filan yeyelim diyerek orada bulunan Japon misafirhanesine girdik. Misafirhaneden ciktigim zaman fukara bir adam bize dort kurus kadar para veriyor. Dedim; “Bu ne parasi?” “Kayikciya elli sin vermissiniz, onun fazlasi” Iste fitri terbiye. Avrupalilarin vahsi ve barbar tabir ettikleri sarkta (doguda) neler var? Bir kere ehemmiyetsiz bir para sonrada o gumruk sahilinden trene kadar yirmi dakikalik bir mesafe. Kim arayacak, kim bulacak? Fakat Sark terbiyesi kul hakkina baska gozle bakar.”
CIN
Kore’de bir hafta kalan Abdurresid Ibrahim oradan trenle Cin’e yoneldi. Oradaki bazi izlenimleri soyle; “Bugun butun Cin’de-Turkistan Cin’i, Kansu, Sansi vilayetleri mustesna olarak- Islam’in yalniz adi kalmis.” Maalesef Asr-i Saadetten hemen sonra Islamla tanismasina karsin yuzyillarin getirdigi ilgisizlik ve kopukluk bu topraklari Islam’dan hayli uzaklastirmis, Cin dinleri ile karisik bir hale getirmis. “Islam tarihlerinde Cin Muslumanlari hakkinda hicbir sekilde malumat yoktur. Zaten biz Muslumanlar oyle bir hale gelmisiz, ne mazimiz (gecmisimiz) malum, ne halimiz, ne istikbalimiz (gelecegimiz) .”
Bir de ayni ifadeleri Safahat’tan takip edelim;
“Cin’de, Mancurya’da din bir gelenek baska degil.
Musluman unsuru gayet geri, gayet cahil.
Acaba meyl-i teali (gelisme arzusu) ne demek onlarca
“Boyle gorduk dedemizden” sesi milyonlarca
Kafadan ayni tehevvurle (dusuncesiz hareket) bakarsin cikiyor.
Ars-i Âmali bu soz t temelinden yikiyor.
Gorenek hem yalniz Cin’de mi salgin nerde
Hep Musab (ugramis) alem-i Islam o amansiz derde.
Getirin magrib-i Asya’dan bir Muslumani
Bir de Cin surunun altinda uzanmis yatani.
Dinleyin her birinin ruhunu, mutlak gelecek
Boyle gorduk dedemizden sesi titrek titrek.
Boyle gorduk dedemizden sozu dinen merdud (kabul edilmemis) .
Acaba saha-i tatbiki neden n mahdud (sinirsiz)
Cunku biz bilmiyoruz dini. Evet bilseydik.
Care yok gostermezdik bu kadar sersemlik.”
Cin’de namazlar bile bir acayip hale gelmistir; “Ah o bicare namazda okunan hutbe! Ben once zannettim ki hutbeyi Cin lisaniyla okuyor da anlamiyorum. Sonra dikkat ettim, meger Arapca okuyormus. Sonra namaza kalktik. Burada okunan Fatiha, neuzu billah. Cok aci haller. Fatiha’nin tamamindan “Alemin” ile “nestein” anlasilabiliyor.”
“Fatiha, oyle Fatiha ki insanin tuyleri urperir. O mubarek Fatiha suresi agliyordu. Neyse o gece zaten yorulmus bulunuyordum. Uzun bir dusunce ile yattim. Uydum, butun ruyalarim mubarek Fatiha suresi uzerinde gecti. Ah! Bicare Islamiyet, neler gelmis basina? Milyonlarca Musluman ne halde bulunuyor? Bunlari dusunen rahat uyur mu?”
Isin daha acikli tarafi bir Cinli Mollaya dedikleridir; “Cin’de ulema icinde sizden daha muktedir, sizden daha cok laf anlar bir adam gormedim. Ama ne yazik ki sizin de okuyusunuzla namaz caiz olacak kadar degildir. Siz Ibrahim Halebi’nin Zellet’ul KÂri (okuyucu hatalari) meselesini bir kere daha iyice mutalaa ediniz. Kendi namazinizin caiz olmadigina kendiniz fetva verirsiniz.”
“Bu havalidekiler pek yaya kalmis dince
Oyle Kur’an okurlar ki sanirsin Cince.
Butun adetleri ayin-i Mecusiye (atesperest ayini) karib (yakin) .
Bir sehadet getirirler o da oldukca garib.”
Tabii bu yozlasmis telakki ile kadinlarda tesettur kalkmis, kiyafetler Budistlere benzemis, uyusturucu iptila seklinde yayilmis, pislik almis basini gitmis. O derece ki Pekin’in pisligi icin Abdurresid Ibrahim’in su tespiti manidar; “ Bizim Istanbul’un en pis caddesi Pekin’in en temiz caddelerinden daha temizdir.” Tabii bu yirminci asrin baslarindaki Cin’in bir fotografi…
Bir de Zavalli Cin halkinin Ingiliz, Fransiz Alman ortak guclerince 1900 senesinde elim bir seklinde katliamina da deginmek gerekiyor. Batili “humanist” dostlarimizin yaptiklarini devamli hatirda tutmak gerekiyor zira: “1900 senesinde PlÂgovisciki’de sucsuz Cinlileri Amur nehrine doktuler. Kiz ve erkek cocuklarini, hatta hamile ve emzikli kadinlari karninda ve kucaginda bulunan cocuklariyla beraber suru suru Amur nehrine attilar. Amur nehri uzerinde 3 km kadar bir mesafe insan cesedinden kopru haline gelmisti.” Bravo dogrusu su batililara. Bir de “yavuz hirsiz” misali uste cikmalari ve bizdeki batici entel cucelere ve saf halk yiginlarina yutturmalari yok mu?...
OSMANLI SEVGISI
Seyyahimiz gezdigi yerlerin hepsinde Osmanliya ve hilafete buyuk bir baglilik gorur: “O da gariptir ki Muslumanlar her nerede olurlarsa olsunlar, hep Osmanlilarin meftunu (asik) ve dostu olup, hep kendi aralarinda Osmanlidan birkac tuccari gormek arzusunda bulunuyorlardi.”
“Yaliniz hepsi de hurmetle anar naminizi
Hic unutmam, sarilip hirkama bir Cinli kizi
Ne diyor anlamadim, soyledi bir cok seyler
Sonra meyus (uzuntulu) olarak agladi, bicare meger
Bana sultani sorarmis da “nasildir?” dermis.
Yol yakin olsa imis, gelmeyi isterlermis."
Maalesef ne Osmanli ne de Cumhuriyet devlet ricali (adamlari) bu buyuk destegi gorebilmislerdir. Zira cogu bati sarabiyla sarhos bu insanlarin onlerini gormeleri zordur. Nerde kaldi onu gormek…Bakin Osmanli konsolosluklarinin haline: “Osmanli konsolosluklarinda ne oruc tutan var, ne namaz kilan var.”
HINT ALT KITASI
Abdurresid Ibrahim 7 Agustos 1909 tarihinde Singapur’a vardi. Bura halki da kendisini buyuk bir cosku ile karsiladilar. Adada bulundugu muddetce Muslumanlara ittihad-i Islam (islam birligi) agirlikli vaazlar ve sohbetler yapti, onlari uyuduklari uykudan uyandirmak istedi. Sii ve Sunni Muslumanlara yonelik su ikazi hepimiz icin biraz durup dusunmeyi gerektirmiyor mu?: “ Bin uc yuz sene once gecmis adamlara lanet okuyacagimiza bu saat bizim hayatimiza taarruz etmekte olanlara hic olmazsa “ne yapiyorsunuz? ” dersek daha munasip olmaz mi?”
“Bin uc yuz sene once vefat etmisleri biz diriltemeyecegiz. O gecti. Oradan bahsedersek birbirimizin kalbini rencide etmekten baska bir netice vermez. Bugunku ihtiyaclarimizi dusunelim. Ve buyuk dusmanlarimiza karsi simdiki halimizi ve gelecegimizi dusunelim.”
Singapur’da parasi bittigi icin yolculuguna devam edemiyordu. Ama durumu fark eden Muslumanlar biletini alarak onu Hindistan’a trenle yolcu ettiler.
Hind alt kitasi o siralar Islam’in en buyuk dusmani Ingilizler tarafindan idare ediliyordu.Abdurresid Ibrahim bu durumu soyle acikliyor: “Hindistan’da Ingiliz zulmu tahammul edilecek gibi degildir.”
Yine su tespiti onemli; “Ingiltere devletinin elinde bulundurdugu arazinin butun mahsulu sizin bildiginiz gibi, yirminci asirda bundan yuz sene onceki mahsulune nispeten yariya dusmustur. Hic suphe etmeyiniz, Ingiltere devleti Hindistan’i harap etmek icin yaratilmis cekirgedir dersem hata degildir.”
Ingilizler bu topraklari somurmekle kalmamis Kadiyanilik ve emsali bir cok haserenin turemesine de zemin hazirlamislardir. “Hindistan esasen mezhep yuvasidir” ve “Hindistan’da Ingilizlerin paralarini kuvveti ile meydana gelmis yeni yeni mezhepler pek cok olup hepsinden birer numune de Bombay’da bulunur.”
Gerci “Hintliler eskiden beri esarete aliskin bir millettir. Ingiltere hukumeti ne kadar zulmederse eder,bir Hindli yine ses cikarmaz.” “Hindliler bu zilleti tamamiyla kabul ediyorlar. Degil avami, belki Londra’da tahsil gormus subaylari da aleni olarak tahkirleri oldugu gibi kabul ediyorlar. Ben bir iki subay ile gorusup sordum: “Nicin size Ingiliz subaylari ellerini vermiyorlar? Ve nicin maaslariniz musavi (ayni) degil? Buna nasil tahammul ediyorsunuz? Dedigimde ne cevap verirlerse begenirsiniz?: “Ingilizler sahiptir (efendi) ” cevabini veriyorlar.Biliyorsunuz ki, Hindistan’da ‘Sahip’ deme ‘efendi’ demektir. Bir Ingiliz kim olursa olsun, amele olsun, Hindlilere efendidir.”
Hindistan’da Ingilizlerin katliamlari da insani urpertici cinsten. Sadece bir tanesine kisaca yer verelim. 1857’de Guvanpur sehrini topa tutarak otuz bin insani oldurmusler; bir kismini diri diri Ganj nehrinde bogarak ve bir cok alimleri de yine diri diri gaz dokup ateste yakarak yok etmislerdir. Abdurresid Ibrahim anlatiyor: “ Silahsiz bicareleri evlerinden alarak takim takim biner adami birden topa tutmuslar. Bu vahsetleri icra ettikleri zaman medeni generaller kahkahalarla gulerlermis. Bilhassa buyuk alimleri atese attiklari vakit generallerden birisi ellerini cirparak alkislar, bogula bogula guler, sesi ciktigi kadar bagira bagira cirpinir, adeta sevincinden cildirirmis. Ben ne zamanki o halleri gozleri ile goren ihtiyarlardan dinledimse, yarim asir sonra soylendigi halde o vahsetten kan aglamamak mumkun degildi. Hele Mevlevi Can Muhammed Sah Merheti Sahip cenaplarindan dinledigim zaman ister istemez gozlerimden yarim saat yas dokulmustu. Kendileri yetmis bes, belki daha yasli, hem bembeyaz sakalla kafasini sallayarak: “Otuz bin adami zulmen oldurduler, onlardan bin kisisi alimlerdi” dedigi zaman sakallarindan gozyaslari burcak burcak yuvarlaniyordu.”
Onun nihai gorusu soyledir-ki Istikbal fiilin onu tasdik etmistir-: “Hindistan’da hic suphe yoktur ki, Ingilizlerin yerleri daha cok sarsilacaktir.”
Ingilizler Abdurresid Ibrahim gibi bir ismin bu topraklarda bulunmasindan son derece rahatsiz oldular, onu taciz ettiler, nezarete attilar, pesine casuslarini saldilar. Mesela bu casuslardan birisinin kendisini takibini soyle anlatir: “Gece yarisindan sonra saat uc siralarinda tren Bombay duragina geldigi zaman bizim haserat uyumakta idi. Ben de hemen vagondan indim. Yoluma devam ettim. Buyuk cadde ile Islam mahallesine gitmekte iken kasaphane hizasinda haserat kosarak benim arkamdan yetisti. Sokak da gayet tenha. Beni tutacak olmustu. Orada bir yumruk yuvarladim. Bir daha, bir daha, o duduk calarak geriye dogru yollandi. Ben orada Omer Efendinin bulundugu Sahcihan oteline girdim. Artik bir daha ne o beni gordu, ne ben onu. Iste Ingilizlerin misafirperverligi.”
“Hindi bastan basa gezmekti muradim, lakin.
Nerde olsam beni takibi yuzunden polisin.
Takatim bitti de vazgecmede muztar kaldim.
Kaldim amma yine her mahfile (toplanti yeri) az cok daldim.”
Hindistan’da daha fazla kalmasinin tehlike arz etmesi uzerine 7 Ekim 1909’da, yaninda Japon muhtedisi (hidayete ermis) Omer Yamaoka oldugu halde Bombay’dan gemi ile Hicaz’a hareket etti…
ISTANBUL’A DONUS
1910 yilinda Haccini ifa eden Abdurresid efendi Hicaz demiryolu ile Beyrut’a oradan da gemi ile Istanbul’a geldi. Hariciye nezaretine (Dis Isleri Bakanligina) Osmanli vatandasligina gecmek icin bir dilekce verdi. 1912’de Osmanli vatandasligina kabul edildi.
Istanbul’a geldikten sonra Sirat-i Mustakim dergisi idarehanesinin duzenledigi konferanslara katildi. Bursa ve Istanbul’da tertip edilen samimi konferanslarin konusu Alem-i Islam’in durumu idi. Cok yogun bir ilgiye mazhar olan bu dertlesmelerle ilgili Islam Sairi Mehmed Akif bey sunlari yaziyor: “Zaten hazretin meclisi de oyle degil mi? Binlerce huzzara (hazirda olanlar) karsi îrad ettigi hutbelerde memleketine mahsûs sive ile Istanbul sivesini mecz eyleyerek (birlestirerek) , hic bir parlak cumleden, mutantan bir terkîbden imdat istemeyerek gayet acik bir lisan ile yuruttugu mulÂhazat (dusunceler) cemaati meshur ediyor (sihirliyor) ; namutenahi (durmadan) soylese insanin namutenahi dinleyecegi geliyor.”
Istanbul’da Sultanahmet, Ayasofya, Sehzadebasi camilerinde vaaz tarzinda yapilan bu konferanslara en az bes bin kisi istirak etmis, cemaat disarilara tasmistir. Bu konferanslarda Abdurresid bey halka “Sibiryali Meshur Seyyah-i Sehir” veya “Hatib-i Sehir” diye takdim ediliyordu. Akif bey bu konferanslardan birini siirlestirmis ve “Suleymaniye Kursusunde” adiyla nesretmistir. Bu siirinde Abdurresid Ibrahim’i soyle tavsif eder (vasiflandirir) :
“Kimdi kursudeki bir bilmedigim pir amma
Hic de bigane degil kalbe o cazip sima.
Bembeyaz lihye-i pakiyle (temiz sakaliyla) beyaz destari n(sarigi)
O mehib (heybetli) alni, o pek munis olan didari (yuzu) ,
Her taraftan kusatip bedri (dolunay) saran hale gibi,
Ne sehamet (yigitlik) , ne melahat (yuz guzelligi) veriyor ya Rabbi.
Hele gozler iki mihrak-i semavidir (gokten gelen yakici nokta) .
Bir suaiyla alevlendiriyor idraki.
Ah o gozlerden inen huzme-i nurÂnurun,
Bagli her tÂr-i fusunkarina (buyuleyici iplikgine) bin ruh-i zebun (aciz ruh) ”
Istanbul’da Sultanahmet civarinda bir eve yerlesen bu buyuk dava adami yine bos durmadi. Tearuf-i Muslimin adiyla bir dergi cikardi. Adindan da anlasilacagi gibi bu dergide Muslumanlarin birbirini tanimasini, dertlerini ogrenmesini ve bir uhuvvetin (kardesligin) teessusunu hedef aliyordu. Diger yandan merhum Esref Edip beyin gayretleri ile ”Alem-i Islam” adli hatirati Istanbul’da basildi ve adeta kapisildi. Bunun bir sebebi de Mehmed Akif’in su ifadelerinde gizliydi; “Vakia Abdurresid’in bu seyahatnamesi insana o kadar keyif vermiyor. Cunku bir cok aci hakikatleri olanca aciligiyla, olanca uryanligiyla (ciplakligiyla) gosteriyor, sarkin emrÂz-i ictimaîsini (sosyal hastaliklarini)ortaya dokuyor. LÂkin hastalik butun a'rÂziyle, edvÂriyle (zamanlariyla) meydana cikmalidir ki mudÂvati (tedavisi) kabil olsun, esbabi (sebepleri) bertaraf edilebilsin.”
Yeri gelmisken, Akif’le aralarinda derin bir dostluk kuruldugunu da soyleyebiliriz. Bir gun dev saire soyle demistir: “Ah Akif! Ne yapayim ki senin kalpleri tutusturan siirlerine can verecek yasta degilim. Yirmi sene evvel bunlari yazmis olsaydin kim bilir bunlar bana daha ne kadar kuvvet verecekti. Butun Asya’yi, Afrika’yi gezdim, senin gibi bir sair gormedim. Sen butun Asya’yi, Afrika’yi dolasmalisin. Buzlu steplerde, kizgin collerde yasayan Musluman akvamin (halklarin) ahvalini yakindan gormelisin. Senin siirlerin ilkbaharin feyzi gibi donmus ruhlara yeniden hayat verir. Sen onlari gormelisin, onlar seni gormeli dinlemeliler.”
Akif’in yakin dostu merhum Esref Edip Fergan bey bu dostluk ve etkilesime soyle parmak basiyor: “Ustadin Suleymaniye Kursusunde soylettigi zat. Onun Muslumanlari irsad hususundaki himmet ve gayretlerine meftun..Ustad bu cok atesli hatibi Suleymaniye kursusunden soyletti. Musluman milletlerin musab olduklari hastaliklari onun lisaniyla tesrih etti (acikladi) . Ustadin bazi siirleri uzerinde Abdurresid’in cok tesiri oldugunda suphe yoktur. Bilhassa Safahat’in ikinci kitabi(Suleymaniye Kursusunde) tahlil edilirken bu noktayi nazar-i dikkate almak lazimdir.”
Abdurresid Ibrahim herhalde bu siralar Bediuzzaman hazretleri ile de tanisir ve dost olur. Muhterem Mehmed Kirkinci Hocaefendi hatiratinda merhum tarihci Ibrahim Hakki Konyali’nin su hatirasini naklediyor: “Turkistanli meshur seyyah, buyuk bir Islam alimi ve mucahidi olan Abdurresid Ibrahim Dar-ul hilafet olan Istanbul’a geldiginde Bediuzzaman hazretlerine misafir olmustur. Abdurresid bey cok iri, babayigit biri idi, yemesi, icmesi fevkalade idi. Ustad ise az yer, uc bardaktan fazla cay icmezdi. Abdurresid Ibrahim bey tahminime gore yirmi bardaktan fazla cay icti. Ustad da onu yalniz birakmadi. O cay icmeyi bitirinceye kadar Ustad da onunla beraber cay icti.”
Bediuzzaman hazretleri Abdurresid Ibrahim’den aldigi bilgileri zaman zaman eserlerinde nakletmistir. Mesela 1910’da Sam’da verdigi meshur hutbede naklettigi su malumat gibi; “HattÂ, Rus'u maglûp eden Japon Baskumandaninin IslÂmiyet’in hakkaniyetine sehadeti de sudur ki: “Hakikat-i IslÂmiyet’in kuvveti nispetinde, Muslumanlar o kuvvete gore hareket etmeleri derecesinde ehl-i IslÂm temeddun edip (medenilesip) terakki ettigini (gelistigini) tarih gosteriyor. Ve ehl-i IslÂm’in hakikat-i IslÂmiyede zaafiyeti derecesinde tevahhus ettiklerini, vahsete ve tedennîye dustuklerini ve hercumerc (karisikliklar) icinde belÂlara, maglûbiyetlere dustuklerini tarih gosteriyor. Sair dinler ise bilÂkistir (aksinedir) . Yani, salÂbet ve taassuplarinin zaafiyeti nispetinde temeddun ve terakki ettikleri gibi, dinlerine salÂbet (direnc) ve taassuplarinin kuvveti derecesinde de tedennî ve ihtilÂllere maruz kaldiklarini tarih gosteriyor. Simdiye kadar zaman boyle gecmis. ”
TRABLUSGARB’DA
1911 senesinde Italyan’larin Libya’ya ansizin saldirmasi uzerine Abdurresid Ibrahim hemen Trablusgarb’a, cepheye gitmeye karar verdi. O sirada 54 yasindaydi. Yerinde duramiyordu; “Saskinliklar zail (yok) olur olmaz herkes dar-ul harbe gitmeye basladi. Ben de duramadim, bir atestir kalbimi kapladi. Gitmeden rahat olmazdim. Vakia ben yasliyim, benim elimden bir sey gelmez. Fakat, hic olmazsa cihad edenlere su vermeye yararim.”
Evvela gemi vasitasiyla Misir’a gittiler. Ingiliz isgali altindaki bu ulkeden bedevi kiyafetleri icinde deve kiralayarak hayati tehlikelerle dolu bir yolculugun ardindan Libya’nin Sollum sehrine ulastilar. Buradan da siddetli catismalarin surdugu Derne’ye vardilar.
Seyyahimiz cesitli cephelerde bulundu. Bir avuc Osmanli subayinin ve Libyali kardeslerimizin tek vucut halinde dasitani (destansi) direnisi onu cok sevindirdi. Ozellikle de Enver Pasa’nin calismalari; “Enver Pasa Hizir gibi herkesten once yetisti, en buyuk vazifeyi o gordu. Yoktan bir ordu teskil ederek buyuk ve sanli milletimizin namus ve serefini butun cihana tanitti. Milyonlarca Arabin kalbinde Pasalik unvanini aldi.”
Trablusgarb’ta bes ay kaldiktan sonra Istanbul’a dondu. Burada Trablus savasi ile alakali verdigi konferanslar buyuk ilgi gordu.
BALKAN HARBI
1912 yilinda baslayan Balkan savasi ve akabinde serhat sehri Edirne’nin dusman cizmesi altina girmesi uzerine Abdurresid Ibrahim o siralar cikardigi ve Alem-i Islam’a gonderdigi “Islam Dunyasi” adli dergide bu topraklarin kaybedilmemesi icin butun dunya Muslumanlarini cihada cagirdi. Her tarafta maddi yardim ve gonullu toplanmaya basladigi haberleri geliyordu. Japonya’da Edirne’nin dusus haberini bazi gazeteler siyah cerceveler halinde halka duyurmuslardi. Bu hadise de bu buyuk zatin Japonya’da ulkemiz adina olusturdugu kamuoyunun buyuklugu hakkinda bir fikir vermektedir.
CIHAN HARBI - DUNYA SAVASI
Birinci Dunya Savasinda da yine onu hep degisik yerlerde goruyoruz. Mesela bir defa Enver Pasa ile birlikte Dogu’da askerlere moral veriyor, diger yanda Rus saflarindaki Musluman askerlere propaganda yapiyordu.
Bir ara Almanya’ya giderek Musluman esirler arasinda dolasti. Esir kamplarinda verdigi vaazlarla onlari halifenin safinda carpismaya ikna etti. Bu esirlerden “Asya Taburu” adi verilen bir tabur olusturularak Irak cephesinde Ingilizlerle savasmaya gonderildi.
1912 yilinda Osmanli vatandasligina giren Abdurresid Ibrahim savas sirasinda ve sonrasinda Teskilat-i Mahsusa (istihbarat teskilati) adina bazi vazifeleri de yerine getirdi.Bunlar genelde Rusya Turkleri ile ilgili gorevlerdi. Bu arada Avrupa’da katildigi konferans ve toplantilarda her firsatta mazlum Rusya Muslumanlarinin sesi solugu oldu. Bu siralar Stockholm’de kurulmus olan Rusya’daki Yabanci Milletler cemiyetinde Rusya’daki Muslumanlarin temsilciligini yapti.
RUSYA’YA DONUS
Savasin bitiminden sonra 1918 yilinda memleketini ziyaret niyetiyle Istanbul’dan ayrildi. Bu seyahatinde de Rusya’daki Bolsevik devriminin oturma sancilarini ve devletsizligin ve anarsiligin urperticiligini butun ciplakligiyla gordu.
Bu hatiralardan bir kismini da kisaca nakletmek istiyorum. Maalesef bizim gibi doldurusa getirilen ulkelerde nice genc nesiller o Ekim devrimi hulyalari ve masallariyla yillarca kandirildilar. Onu bir de bizzat yasayanlardan dinlemek lazim ki ne urperticidir. Bu konuda “Komunizmin Kara Kitabi” adli eseri ve merhum Sevki Bektore’nin “Volga Kizil Akarken” adli hatiratini bilhassa tavsiye ederim. Evet Hasan Cemal’in dedigi gibi; “Yalniz Mina Urgan, NÂzim Hikmet, Sabahattin Ali gibi Turk aydinlari degil, pek cok Batili aydin da bir dusun pesinden yuvarlandi gitti.”
Iste Abdurresid Ibrahim beyin bazi tespitleri: “Trenler gorulecek bir seydi. Ne saat hareketleri malum nede ayakta duracak bir mahal mevcuttu. Iki gun iki gece Istasyon taslari uzerinde firsat bekledim. Ve nihayet semt-i hareketi malum olmayan (hareket yeri belli olmayan) bir trene iltica ettim. Trene girdikten sonra anladim ki benden baska bileti hamil (alan) kimse yoktu. Meger buna hic luzum yokmus. Rusya inhilal etmis.(dagilmis)
On saat kadar igne atsan yere dusmez bir trende iskenceli bir yolculuktan sonra Baltof sehrine gelen merhum, daha sonra Ukrayna’nin merkezi Kiev’e vasil olur. Burada sehre giren Bolsevik guclerinin muthis bir katliamina tanik olur; “ Iki gun sonra da bir katliam basladi. Dort-bes bin kisi itlaf edildi. Hic unutmam bir gece Ferid beyin evinde toplanmistik. Gece yarisi ben camiye avdet ediyordum (donuyordum). Gayet siddetli bir infilak meydana geldi. Ertesi sabah da gorduk ve ogrendik ki Carlik taraftarlarindan tevkif edilen uc yuzu mutecaviz (askin) sahsin sahsin hapsedildigi muze daire mevkuflarla beraber berhava edilmis (havaya ucurulmus).”
Bir ay Kiev’de kalan Resid Kadi, daha sonra ailesini almak uzere Almanya’ya gider. Almanya’da devletsizlikten tam bir teror esmektedir; “Nisanin yedinci gunu Berlin’in kuzey kismindaki Aleksandr meydaninda Spartakuslerin kanli bir mucadelesine gozlerimle sahit oldum. Bunlar mevki polis merkezini basarak 63 polisi, kulak ve burunlarini kesmek ve gozlerini oymak suretiyle katlettiler.”
Anarsinin hukum ferma oldugu bu yerlerden bin bir muskulatla ailesi ile birlikte Rus topraklarina girebildi. Rusya’nin durumu icler acisiydi. Her turlu vahset ve devlet teroru ortalikta cirit atiyordu; “Bolsevikler aglayanlara karsi bir Rus darb-i meselini(atasozunu) der hatir ettiriyorlardi; “Moskova, gozyaslarina itimat etmez.” Ve bu sozu muteakip kuvvetli bir kahkaha ile bedbaht muhataplarina ikinci bir yara aciyorlardi.
…Moskova’dan Petersburg’a gittim. Eskiden tanidigim bu sehri bu defa taniyamadim. O tertemiz sehir sanki bir yangin yeri veya muharebe meydani olmustu. Tek bir cop bulunmayan sokaklari hayvan lesleri ve insan enkazi ile dolu idi.”
Bir muddet sonra memleketi Tara’ya dondu; “Hemen biri erkek digeri kizlara olmak uzere iki mektep actik. Halktaki bilim arzusu hadd-ul gayede (son sinirda) idi. Yas mevzu-i bahis olmaksizin butun sehrin Musluman erkek ve kadinini ailemle birlikte tedris ve talime basladik. Bolsevikler bizim medreselerimizi kaldiriyorlar, kapatiyorlardi. Biz sukunetle mucadele ettik. Bolsevikler bir aralik dini ve fenni munazaralar yaptilar. Leh ul hamd muvaffak olduk. Iki sene Tara’da kaldim.”
CIN TURKISTAN’INA SEYAHAT
Abdurresid Ibrahim yine yerinde duramadi ve yaninda oglu oldugu Uygur diyarina dogru yola cikti. Burada da buyuk iltifat ve ikramlarla karsilasti; “Azami derecede yaptiklari ikramin baslicasi Turkiye’den gelmekligimizden neset ediyordu. Mevizeler irad ederek (vaazlar vererek) memleketi dolasmaya basladik. Ahali-i Islamiye yalniz bir seyden son derece muzdarip bulunuyordu. O da Sakarya’ya ve Ankara yakinlarina Yunanlilarin gelmesi idi.”
Kurtulus savasinin kazanilmasi her yerde oldugu gibi Turkistan’da da cok buyuk bir sevincle karsilanmisti; “Hemen camiye kostum. Yuzlerce muvahhidin sevinc gozyasi dokerek Rabbulalemine munacatta bulunuyor, secde-i sukrana kapiliyorlardi.” “Herkesin agzinda; “Halife ordusunun ve onun vekili Gazi Mustafa Kemal’in ismi dolasiyordu.”
RUSYA’DAN TEKRAR AYRILISI
“Turkistan-i Cini’ye” yaptigi seyahatten donen Abdurresid Efendi, Kremlin’deki idarecilerle(Lenin, Stalin vs) yakin iliskiye girerek onlarin serrinden Turk halkinin zarar gormemesine calisti. Ama Bolsevik idarenin gittikce Rus sovenizmine donusmesi ve iyice kanlanmasi uzerine Rusya’dan ayrilmak zorunda kaldi. Turkiye’ye iltica edip Konya’nin Cihanbeyli ilcesinin Bogrudelik koyune yerlesti.
Ama dedigimiz gibi onun gibi bir entelektuelin bir koy hayatina sikisip kalmasi mumkun degildi. Onu yine bu gonullu surgun doneminde(1925-1933) Islam dunyasinin problemlerini dile getiren eserler kaleme alirken, Turkiye’nin degisik illerine ve Misir, Hicaz gibi yerlere seyahat ederken goruruz.
Mesela 1925’in son gunlerinde onu Anadolu'da goruyoruz. Merhum Tahir-ul Mevlevi, hatiratinda Ankara Istiklal mahkemesinde yargilanmak uzere trenle Istanbul’dan giderken bir durakta onunla karsilastiklarindan bahsetmekte; “Tren Izmit’e bir muddet durdu. Yolculardan bazilari vagonlardan inip lokantaya gittiler. Bizim icin imkan olmamakla beraber hacet de yoktu. Aksam ustune dogru duraklardan birinde Tatar seyyahi, meshur Abdurresit efendi bizim vagonun onune dogru gelmisti. Nazarlarimiz karsilasti. Goz ile asinalik, elleri ile dua isaretinde bulundu. Adamcagizin halimizden muteessir oldugu belli idi Allah razi olsun. ”
JAPONYA HICRETI
Turkiye’de ailesi ve dostlari arasinda guzel gunler gecirmesine ragmen onun akli fikri Islami hizmetlerinin ilk tohumlarini attigi Japonya’daydi. Ona gore eger Japonlar Islami kabul ederlerse dunya Muslumanlari Japon imparatoruna biat eder ve yeni hilafet merkezi Japonya olabilirdi.
1933 senesinin Agustos ayinda Istanbul’dan yola cikan bu yasli arslan 12 Ekim’de Tokyo’ya vardi. Japonya halki onu buyuk cosku ile karsiladi. Japon basini da buyuk ilgi gostererek, kendisi ile Musluman dunyasini durumu ile ilgili cok sayida roportaj yaptilar. (Not; Alem-i Islam’in ilk cildinde anlattigi gibi Tatar halkinin Japonlara cok ozel bir sevgisi vardi. Japonlarda da bu sevgi Tatar milletine karsi bulunmaktaydi. Sayin Ilhan Mansiz’a Japonya’da duyulan ilgi de bunun da rolu olsa gerektir. O da Eskisehir’e yerlesen bir Tatar ailesinin evladidir.)
Japonya’da hizla Islami hizmetin basina gecen Abdurresid Efendi Tokyo’da bir buyuk camii acilmasina vesile oldu ve buranin fahri imamligini yapti.(1937) Islam dininin Japon idaresi tarafindan resmen taninmasini sagladi. Bu ulkede yasayan Tatar halkinin sorunlarini cozmekle ugrasti. Sesi kesilinceye, elinden kalem dusunceye kadar IlÂyi kelimetullah icin caba gosterdi ve arkadan gelen bizlere bir Musluman’in azminin neler yapabilecegine sanli bir ornek oldu.
VEFATI
Ve nihayet 17 Agustos 1944’de arkasinda buyuk bir iz birakarak, guzel bir insan olarak beka diyarina goc etti. Bu onun son seyahatiydi.. Vefati gerek Islam dunyasinda, gerekse ikinci vatani bu sirin ulkede buyuk uzuntu ile karsilandi. Japon devlet radyosu ve diger basin organlari tarafindan bu elim haber her yere duyuruldu. Cenazesine istirak etmek isteyenlerin coklugu uzerine uc gun bekletildikten sonra buyuk bir torenle topraga verildi.
Cenab-i Hakk onun azminden, gayretinden, hamiyetinden bir nebze olsun bize de lutfetmesi dua ve recalarimizla kendilerine Mevla’dan sonsuz rahmetler dileriz. Bu gun o Tokyo’da “bir tapu senedi” mesabesindeki mezarinda bizden gayret, fedakarlik, feragat, beklemektedir. Tipki emsali buyuklerimiz gibi…
FIKIRLERINDEN BIR DEMET
***Kendisi gibi bir seyyah olan Ibn-i Batuta icin sunu diyor; “Rahmetli cok buyuk hizmet etmis. O zamanda bu kadar hizmet harikalardan
Abdurresıd ıbrahım - kimdir ? Hayatı , biyografisi
Peygamberler ve Evliyalar0 Mesaj
●44 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Peygamberler ve Evliyalar
- Abdurresıd ıbrahım - kimdir ? Hayatı , biyografisi