[B]
EvliyĂ‚nın buyuklerinden ve İslĂ‚m Ă‚limlerinin en meşhûrlarından. İsmi, Muhammed bin Muhammed; kunyesi, Ebû HĂ‚mid; lakabı Huccetu'l-İslĂ‚m ve Zeynuddîn'dir. Tûsî ve GazĂ‚lî diye de meşhûr olmuştur. 1058 (H.450) senesinde İran'ın Tûs şehrinde doğdu. 1111 (H.505) senesinde Tûs'ta vefĂ‚t etti. Kabri TaberĂ‚n denilen yerdedir.

İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî hazretlerinin babası fakir ve sĂ‚lih bir zĂ‚ttı. Âlimlerin sohbetlerinden hic ayrılmazdı. Elinden geldiği kadar, onlara yardım ve iyilik eder, hizmetlerinde bulunurdu. Âlimlerin nasîhatını dinleyince ağlar ve Allahu teĂ‚lĂ‚dan kendisine Ă‚lim bir evlĂ‚t vermesini yalvararak isterdi. Allahu teĂ‚lĂ‚ onun duĂ‚sını kabûl edip, Muhammed ve Ahmed isminde iki oğul ihsĂ‚n etti. Yun eğirip Tûs şehrindeki dukkanında satan bu sĂ‚lih zĂ‚t, vefĂ‚tının yaklaştığını anlayınca, oğlu Muhammed GazĂ‚lî'yi ve diğer oğlu Ahmed GazĂ‚lî'yi hayır sĂ‚hibi ve zamĂ‚nın sĂ‚lihlerinden bir arkadaşına bıraktı. Bir mikdĂ‚r mal vererek vasiyet etti ve ona dedi ki: "Ben kendim, Ă‚lim olamadım. Bu yolla kemĂ‚le gelemedim. Maksadım, benim kacırdığım kemĂ‚l mertebelerinin, bu oğullarımda hĂ‚sıl olması icin yardımcı olmanızdır. Bıraktığım butun para ve erzĂ‚kı, onların tahsîline sarf edersin!"

Arkadaşı vasiyeti aynen yerine getirdi. Babalarının bıraktığı para ve mal bitinceye kadar, yetişip olgunlaşmaları icin calıştı. Sonra onlara; "Babanızın, sizin icin bıraktığı parayı tahsil ve terbiyenize harcadım. Ben fakirim, param yoktur. Size yardım edemeyeceğim. Sizin icin en iyi cĂ‚reyi diğer ilim talebeleri gibi medreseye devĂ‚m etmenizde goruyorum." dedi. Bunun uzerine iki kardeş doğru soze uyup, medreseye gittiler.

Cocukluğundan îtibĂ‚ren ilim tahsîl eden Muhammed GazĂ‚lî, fıkıh ilminin bir kısmını kendi memleketinde okudu. Bir muddet sonra CurcĂ‚n'a giderek İmĂ‚m Ebû Nasr İsmĂ‚ilî'den ders alıp, ilim okudu. Uc sene kadar CurcĂ‚n'da ilim oğrendi. Sonra tekrar memleketi olanTûs'a donmek uzere yola cıktı. Yolculuk sırasında, katıldığı kervanın onunu yol kesiciler cevirdi. Kervanda bulunan kıymetli şeyleri aldıkları gibi, ilim tahsîlinden donen Muhammed GazĂ‚lî'nin uc sene boyunca tuttuğu notları ve kitaplarını da aldılar.

Muhammed GazĂ‚lî hazretleri, yol kesicilerin arkasından gidip kitaplarını ve notlarını vermeleri icin yalvardı. "Ne olur işinize yaramayan ders notlarımı bana verin." dedi. EşkıyĂ‚ cetesinin reisi; "Nedir onlar? Nasıl şeylerdir?" dedi. MuhammedGazĂ‚lî hazretleri; "Onları oğrenmek icin memleketimi terk ettim. Gurbetlere gittim. Benim oğrendiğim bilgiler o notların icindedir." dedi. EşkıyĂ‚ reisi kucumser bir ifĂ‚deyle gulerek; "Sen onları bildiğini nasıl iddia ediyorsun. Biz onları senden alınca ilimsiz kalıyorsun." dedi ve ders notlarını geri verdi.ZĂ‚ten ilim Ă‚şığı olan Muhammed GazĂ‚lî eşkıyĂ‚ reisinin sozlerinin de tesirinde kalarak kendi kendine; "Allahu teĂ‚lĂ‚ yol kesiciyi beni îkaz icin o şekilde soyletti." dedi.

Tûs'a gelince, uc yıl butun gayretiyle calışarak CurcĂ‚n'da tuttuğu notların hepsini ezberledi. O hĂ‚le geldi ki, yol kesiciler o notların hepsini alsa ona zararı olmazdı.

Memleketinde bulunduğu uc sene icinde Ă‚lim zĂ‚tların derslerine ve ilim meclislerine devĂ‚m etti. Zaman zaman buyuk velî Ebû Ali FĂ‚rmedî hazretlerinin sohbetlerinde bulundu. Daha sonra zamĂ‚nının buyuk ilim ve kultur merkezi olan NişĂ‚bur'a gitti. Buyuk Ă‚lim İmĂ‚mu'l-Haremeyn Ebu'l-MeĂ‚lî el-Cuveynî'nin ders halkasına devĂ‚m etti. Ondaki ustun zekĂ‚ ve kĂ‚biliyet ile calışkanlığını goren hocası, buyuk alĂ‚ka gosterdi. Burada usûl-i hadîs, usûl-i fıkıh, kelĂ‚m, mantık, İslĂ‚m hukûku ve munĂ‚zara ilimlerini oğrendi. Bu hocasından başka, Ebû HĂ‚mid er-RazekĂ‚nî, Ebu'l-Huseyin el-Mervezî, Ebû Nasr el-İsmĂ‚ilî, Ebû Sehl el-Mervezî, Ebû Yûsuf en-NessĂ‚c gibi devrin buyuk Ă‚limlerinden ders okudu. NişĂ‚bûr'da tahsîlini tamamlayınca, buyuk bir ilim ve edebiyat hĂ‚misi olanSelcuklu vezîri ustun devlet adamı NizĂ‚m-ul-Mulk'un dĂ‚veti uzerine BağdĂ‚t'a gitti.

NizĂ‚m-ul-Mulk'un topladığı ilim meclisinde bulunan zamĂ‚nın Ă‚limleri, İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî'nin ilminin derinliğine ve meseleleri îzĂ‚h etmekteki ustun kĂ‚biliyetine hayran kaldıklarını îtirĂ‚f ettiler. Ustun vasıflarından dolayı hem Ă‚limler, hem de halk tarafından cok sevildi. O zaman ortaya cıkan sapık fırkaların mensupları, onun yuksek ilmi yanında, en zor, en ince mevzûları en acık bir şekilde anlatması, hitĂ‚bet ve izĂ‚h etme kĂ‚biliyetinin yuksekliği, zekĂ‚sının parlaklığı karşısında perişan ve mağlûb oldular.

Bu sırada otuz dort yaşında bulunan İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî'nin İslĂ‚miyete yaptığı buyuk hizmetleri goren Selcuklu vezîri NizĂ‚m-ul-Mulk, onu NizĂ‚miye Medresesi (Universite)nin Başmuderrisliğine, şimdiki tĂ‚biriyle Rektorluğune tĂ‚yin etti. Bu medresenin başına gecen İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî, uc yuz seckin talebeye, luzumlu olan butun ilimleri oğretti. Bunlardan başka, pekcok talebe yetiştirdi. Ebû Mensûr Muhammed, Muhammed bin Es'ad et-Tûsî, Ebu'l-Hasan el-Belensî, Ebû AbdullahCumert el-Huseynî talebelerinin meşhûrlarındandır.

Bir taraftan da kıymetli kitaplar yazan İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî, ilim ehli, devlet adamları ve halk tarafından buyuk bir muhabbet ve hurmet gordu. Şohreti gun gectikce arttı. NizĂ‚miye Medresesinde bulunduğu yıllarda, KitĂ‚b-ul-Basît fil-Furû', KitĂ‚b-ul-Vasît, el-Vecîz, MeĂ‚hiz-ul-HilĂ‚f adlı kitaplarını yazdı.

Ayrıca İsmĂ‚iliyye adındaki sapık fırkanın goruşlerini curutmek icin KitĂ‚bu FedĂ‚ih-il-BĂ‚tıniyye ve FedĂ‚il-il-Mustehzeriyye adlı eserini yazdı. Yine bu sırada Rumcayı oğrenerek felsefecilerin sapıklığını ortaya koymak icin eski Yunan veLatin filozoflarının kitaplarının aslı uzerinde uc sene titizlikle incelemeler yaptı. Bu incelemeleri esnĂ‚sında ve neticesinde felsefecilerin maksatlarını acıklayan MekĂ‚sid-ul-FelĂ‚sife kitabı ile felsefecilerin goruşlerini reddeden TehĂ‚fut-ul-FelĂ‚sife kitabını yazdı.

O sırada dunyĂ‚nın tepsi gibi duz oduğunu iddiĂ‚ eden ve bu tur sacmalıkları ilim adı altında insanlara vermeye calışan Avrupalı filozofların bu fikirlerinin yanlışlıklarını ortaya koydu. DunyĂ‚nın yuvarlak olduğunu, karaciğerde kanın temizlendiğini, safranın, lenfin ve zararlı madde eriyiklerinin burada kandan ayrıldığını, bu işte dalağın, bobreklerin ve safra kesesinin rollerini, kanın madde mikdĂ‚rlarındaki oranın değişmesi ile sıhhatin bozulacağını, bugunku fizyoloji kitaplarında olduğu gibi anlattı. Bu bilgileri kuvvetli delillerle isbĂ‚t ederekAvrupalıların bilmedikleri doğru bilgileri kitaplarında yazdı.

İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî'nin, felsefecilerin goruşlerini curutmek ve îtikĂ‚dlarına felsefe karıştıran sapık fırkalara cevap vermek icin yaptığı bu calışmasını işiten bĂ‚zı kimseler, onu felsefeci zannetmişlerdir. Bunun sebebi, felsefe ile tefekkur arasındaki muhim farkı bilmemek olabilir. Felsefeciler aklı rehber edinmişlerdir. Mutefekkirler ise aklı kullanmakla berĂ‚ber, akla da rehber olarak peygamberleri ve onların bildirdiği îmĂ‚nı almışlardır. Goz icin ışık ne ise, akıl icin îmĂ‚n da odur. Işık olmayınca goz goremediği gibi, îmĂ‚n olmayınca akıl da doğru yolda yuruyemez. İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî, filozof değil muctehiddir. ZĂ‚ten İslĂ‚miyette felsefe ve filozof olamaz. İslĂ‚m Ă‚limi olur. İslĂ‚m dîninde, felsefenin ustunde İslĂ‚m ilimleri, filozofun ustunde de İslĂ‚m Ă‚limleri vardır.

BağdĂ‚t'ta bulunduğu sırada ilim oğretip talebe yetiştirmekle meşgûl olan İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî hazretleri, kardeşi AhmedGazĂ‚lî'yi yerine vekil bırakarak uzun bir seyahatte bulunmak uzere BağdĂ‚t'tan ayrıldı. Şam'a giderek velîlerle goruştu ve sohbet etti. Tasavvuf buyuklerinin kitaplarını okudu onlardan rivayet edilen sozleri ve hallerini inceledi.

İnsanlardan tamĂ‚men uzaklaşarak halvet, yalnız kalmak; uzlet, insanlardan uzaklaşmak; mucĂ‚hede, nefsin istemediklerini yapmak ve riyĂ‚zet, nefsin istediklerini yapmamak sûretiyle nefsinin tezkiyesi ve ahlĂ‚kının mukemmelleşmesiyle meşgûl oldu. İhyĂ‚u Ulûmi'd-Dîn adlı meşhûr eserini yazdı.

Sonra Kudus'e gitti. Bu sırada BĂ‚tınî denilen sapık fırkaya karşı Mufassıl-ul-HilĂ‚f, CevĂ‚b-ul-MesĂ‚il ve Allahu teĂ‚lĂ‚nın isimlerini (EsmĂ‚-i husnĂ‚yı) anlatan El-Maksad-ul-Esma adlı eserini yazdı. Kudus'te bir muddet kaldıktan sonra, hacca gitti. Haccı muteĂ‚kiben BağdĂ‚t'a dondu. NizĂ‚miye Medresesinde Şam'da yazdığı İhyĂ‚'sını kalabalık bir talebe topluluğuna ders olarak okuttu. Bu seferki tedris hayĂ‚tı uzun surmedi. Doğduğu yer olan Tûs'a ve NişĂ‚bur'a gitti. Burada yine BĂ‚tınîlere karşı Ed-Derc-ul-Merkûn kitabı ile El-KıstĂ‚s-ul-Mustekîm, Faysal-ut-Tefrika, KimyĂ‚-ı SeĂ‚det, Nasîhat-ul-Mulûk ve Et-Tibr-ul-Mesbûk adlı kıymetli eserlerini yazdı.

İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî hazretlerine; "BağdĂ‚t'ta, pekcok ilim talebesi varken, orada ilim neşretmekten, oğretmekten nicin vaz gectiğinizi kimse bilemiyor ve bu kadar uzun zamandan sonra NişĂ‚bûr'a donmenizin sebebini kimse anlayamıyor!" dediklerinde bu hĂ‚diseyi şoyle anlatmıştır:

"Ben şer'î ve aklî ilimlere bu kadar alışkanlık peydĂ‚ edip, her ikisinde de inceleme ve araştırma yaptım. O esnĂ‚da bulunduğum yolda, bende; Allahu teĂ‚lĂ‚ya, nubuvvete ve Ă‚hiret gunune yakînî bir îmĂ‚n hĂ‚sıl oldu. ÎmĂ‚nın bu uc aslı ile kalbim cok kuvvetlendi. Ayrıca takvĂ‚ sĂ‚hibi olmak nefsin isteklerini bırakmak ve butun dunyevî arzuları terk etmeden Ă‚hiret saĂ‚detine kavuşmanın imkĂ‚nsız olduğunu anladım. Hepsinin başı dunyĂ‚ alĂ‚ka ve bağlarını kalbten tamĂ‚men kesmek ve bu dĂ‚r-ı gurûrdan, aldanma yeri olan dunyĂ‚dan uzaklaşıp, ona muhabbet koklerini, gonul bahcesinden sokup atarak, Ă‚hirete donmek ve azîmet etmek ve cenĂ‚b-ı Hakk'a tam gayret ile donup tovbe eylemektir. Bu da, emelleri kısmak, makamı, malı ve parayı terk etmek, meşgûliyeti, tutulma ve insanlarla beraber bulunmayı bırakmanın yanında, kalbin icinde sekîne ve karar hĂ‚sıl olmadan tamam olmaz.

Sonra ben hĂ‚llerimi duşundum. Ceşitli bağ ve tutulmalar icine battığımı gordum. Her tarafımı kuşatmışlar. Amellerimi gozumun onune getirince; hepsinin ustun ve guzelinin ilim oğretmek olduğunu anladım. Oğretmek istediğim ilimlerin, bilgilerin coğu, onemsiz olup, Ă‚hiret icin faydasızdırlar.

Sonra ilimdeki niyetimi duşundum. HĂ‚lis, Allah rızĂ‚sı icin olmayıp, belki makam sevdĂ‚sı ve şohretle berĂ‚ber karışık buldum. Boylece yakînen helĂ‚k sĂ‚hilinde olduğumu anladım. Eğer hĂ‚llerimi duzeltmekle uğraşmazsam helĂ‚k olur, kendime kotuluk ve zarar ederim. Bir muddet boyle duşundum durdum. Fakat henuz karar veremedim. BĂ‚zan BağdĂ‚t'tan ayrılmaya, icinde bulunduğum hĂ‚lleri bırakmaya karar verir, bir gun azîmet yolunu secer, ayağımı ileri atar, bĂ‚zan biraz daha durayım deyip, adımımı geri alırdım. Bir sabah olmazdı ki, Ă‚hireti istemede sıdk ve rağbet uzere bulunayım da, ona nefsin istekleri ve dunyĂ‚ arzusu askerleri saldırıp, akşam olunca beni uzaklaştırmasınlar. Duşuncemi değiştirmesinler.

Bir hadde geldi ki, dunyĂ‚ arzuları beni, zincirden bağlar ile, kendilerine ceker ve bu mĂ‚nĂ‚nın hĂ‚sıl olması icin zorlarlardı. ÎmĂ‚n sozcusu de seslenip: "Hadi, cabuk ol! Omrunden cok az kaldı. Onunde ise, uzun bir yolculuk var. Kazandığın, elde ettiğin ilmin hepsi, riyĂ‚ ve aldatmadır. Eğer sen, şimdi Ă‚hiret icin hazırlanmaz, o sonsuz Ă‚lem icin azık bulundurmazsan, ne zaman yapacaksın? Şimdi alĂ‚kaları kesmez, engelleri kaldırmazsan ne zaman keseceksin ve kaldıracaksın?" derdi.

O zaman kalbimde bir rağbet peydĂ‚ olup, dunyĂ‚ ve ehlinden kacmak, onlardan uzaklaşmak icin kesin karar verirdim. Sonra şeytan, aldatma ve hîle yoluna başvurup: "Bu duşunduğun hĂ‚l, cabuk gecici bir şeydir. Sakın bu yola gitme. ZîrĂ‚ sen bu goruşu kabûl ve karar verip, bu buyuk makĂ‚mı terk edersen ve eziyetli olmayan izzet ve şĂ‚nı bırakıp gidersen, hasımlarla munĂ‚zaradan hĂ‚sıl olan zevk ve safĂ‚dan gecersen, nefsin yine sana gĂ‚lib olur. Bu sefer ondan kurtulmaya uğraşırsın. HĂ‚lbuki o zaman bir daha donemezsin, bî cĂ‚re ve dermansız kalırsın." derdi.

İşte nefsin ve şeytanın bĂ‚tılı hak gosteren bu aldatma ve hîleleri sebebi ile, ben de, dunyĂ‚ arzuları ve Ă‚hiret isteği arasında tereddut ve hayret vĂ‚disinde altı ay kadar şaşkın, inler ve ağlar hĂ‚lde kaldım. Bu zaman 1093 (H.486) yılının Receb ayında son buldu. NihĂ‚yet aynı ayın sonunda işim ihtiyĂ‚r ve irĂ‚deden gecip, Ă‚nîden Allahu teĂ‚lĂ‚, dilime susmak kilidi vurup, muhurledi. Dilim soylemez, kalbim ise cok muzdarib oldu. Kendimi cok zorladım, gayrete getirmeğe calıştım. Huzûrumda bulunan uc yuz ilim talebesinin gonlunu almak, hatırlarını şen etmek, bu vesîle ile bir gun ders vermek icin kendimi zorladım. Dilimde soyleyecek kuvvet, bir kelime telaffuz edecek guc bulamadım. Bu dil tutulması, kalbime oyle bir uzuntu ve elem verdi ki, arzu ve isteğim kalmadı. Hazmım kesildi. Ne bir lokma ciğneyip yutabilir, ne de bir damla su icebilirdim. Boyle devĂ‚m edip, kuvvetten duştum. Zayıfladım. HattĂ‚ doktorlar hayĂ‚tımdan umid kestiler. Bana ilĂ‚c vermekten imtinĂ‚ edip, bu boyle bir durumdur ki, kalbe indi. Ondan uzuvlara sirĂ‚yet edip, mizĂ‚cını bozdu. İlĂ‚c kabûl etmez, iyileşmez. Ancak kalbini muhim işlerden rahata kavuşturur, her şeyden temizlerse, belki iyileşir dediler.

Bundan sonra, ben aczimi anladım ve gordum. Yalvararak ve sızlıyarak Allahu teĂ‚lĂ‚ya sığındım. CĂ‚resi olmayan hasta gibi yanarak ve inliyerek duĂ‚ ettim. NihĂ‚yet Neml sûresi altmış ikinci Ă‚yetinde meĂ‚len; "Muztar olan (sıkıntıya duşen) kimse duĂ‚ ettiği zaman onun duĂ‚sını kabûl edip fenĂ‚lığı kaldıran..." buyrulduğu gibi, Allahu teĂ‚lĂ‚ duĂ‚mı kabûl edip, kalbimi uyandırdı. İcimdeki mal ve makam arzusunu kaldırdı. Hepsinden yuz cevirip, cocuklarımdan, dostlarımdan, vatanımdan ve eshĂ‚bımdan ayrılmayı bana kolay eyledi. Derhal icimden Şam tarafına gitmek arzusu geldi. Ama gorunuşte hacca gideceğim dedim. Halîfenin ve eshĂ‚bımın, maksadımın Şam'da kalmak ve bu sebeble onlardan ayrılmak isteğimi bilmelerini istemedim. Sonra bir daha donmemek niyeti ile BağdĂ‚t'tan cıktım. Fakat duşuncemi gizliyor, aksini bildiriyordum. Bunun icin ceşit ceşit ifĂ‚de ve izĂ‚h yollarına başvuruyordum. Onlar ise benimle alay ediyor, beni cevr-u cefĂ‚ oklarına hedef tutuyorlardı. Sanki iclerinde, benim o tur safĂ‚ ve zevkten yuz cevirmem ve dunyĂ‚lıklardan kesilmek istememin bir din işi ve yakîn sebebi olduğunu uygun gorecek bir kimse yoktu. Onlara gore, benim bulunduğum muderrislik rutbesi, yuksek bir din mevkii olup, ilimlerinin butunu buraya kavuşabilmek icindi.

Sonra genel vaziyetten maksadın ne olduğunu tĂ‚yin konusunda ihtilĂ‚f edip, BağdĂ‚t'tan uzak olanlar vĂ‚li ve hukumdĂ‚rlardan bir şey olduğunu sanarak utandı ve orada duramadı dediler. Ama BağdĂ‚t'a ve oradaki devlet adamlarına yakın olanlar, devlet adamlarının bu bağlılıklarını, gitmemem icin bana yalvarmalarını, beni zorlamalarını, iltifĂ‚t ve alcak gonulluluklerini ve benim onlardan yuz cevirmemi, sozlerine iltifĂ‚t etmeyip, soyledikleri sozlere, okşayıcı ifĂ‚deleri kabûl etmediğimi bilirlerdi. Onlar, bu semĂ‚vî bir iştir ki, Ă‚limlere ve muslumanlara bir nazar değmesi sonucudur derlerdi.

NihĂ‚yet BağdĂ‚t'tan ayrıldım. Yanımda olan malı dağıtmaya başladım. Kendime yetecek ve cocuklarıma kĂ‚fi gelecek kadar yanımda bulundurdum. Onda da şoyle bir ruhsat yolu buldum ki, Irak malı, muslumanların işlerini gormek icin vakıf olunmuştur. Bunun icin dunyĂ‚da Ă‚ile nafakası icin, bundan almaktan daha sĂ‚lih ve temiz bir mal bulamadım. Şam bolgesine gidip, Şam şehrinde iki sene kadar kaldım. Orada bir meşgalem yoktu. Ancak uzlet, halvet, mucĂ‚hede, riyĂ‚zet, nefsin tezkiyesi, ahlĂ‚kın mukemmelleşmesi ile meşgûl oldum. Butun bunları tasavvuf ehlinin ilminden oğrendiğim şekilde yaptığım gibi, Allah kelime-i celĂ‚lini zikr ile, kalbin tasfiyesi ve hĂ‚llere kavuşmakla uğraştım.

Boylece o buyukler yolunun ilim ve amel olmadan tamamlanamayacağını yakînen anladım. Onların ilimlerinin hĂ‚sılı, nefsin gecitlerini ve tehlikelerini aşmak ve kotu ahlĂ‚ktan temizlenip, kotu sıfatlarının kokunu sokup atmaktır. Bununla kalbi Allah'tan başkasına tutulmaktan korumak ve Allahu teĂ‚lĂ‚nın zikri ile susleyip O'na kavuşmaktır. O zaman bana ilim, amelden kolay geldi. O buyuklerin ilimlerini kitaplarından tahsîl ve onları mutĂ‚laa ile tamamlamaya koyuldum. MeselĂ‚ Ebû TĂ‚lib-iMekkî'nin Kût-ul-Kulûb kitabını ve HĂ‚ris-i MuhĂ‚sibî'nin kitaplarını; Cuneyd-i BağdĂ‚dî'nin, Şiblî'nin, BĂ‚yezîd-i BistĂ‚mî'nin ve başka meşĂ‚yıhın (kuddise sirruhum) sozlerini ve onlardan rivĂ‚yet edilen yazı ve haberleri mutĂ‚laa eyledim. Herbirinin ilimlerinin maksadlarına muttali oldum. Onların yolundan oğrenerek ve dinliyerek, tahsîli mumkun olanı tahsîl ettim. Onların secilmişlerinin secilmişlerine mahsûs olan ilimlere kavuşmanın, oğrenmek ve okumakla mumkun olmadığını anladım.

Bir muddet Şam Mescidinde îtikĂ‚f eyledim. Uzun gunlerde minĂ‚resine cıkıp, kapısını ustume kapadım. Orada durdum. Sonra hac farîzasını edĂ‚ icin Beyt-ul-harama gidip, Mekke ve Medîne'nin bereketi ve Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ziyĂ‚reti ile O'ndan imdĂ‚d ve yardım istemek arzu ve şevkim harekete geldi. Gittikce arttı.

Hazret-i HalîlurrahmĂ‚n'ın (aleyhisselĂ‚m) ziyĂ‚retinden sonra, Hicaz'a doğru yola cıktım. Mekke-i mukerremeye gidip hac ibĂ‚detimi yerine getirdikten ve peygamberimiz Muhammed aleyhisselĂ‚mın kabr-i şerîfini ziyĂ‚retle şereflendikten sonra beni, bĂ‚zı arzu ve insanlarla, cocukların ve Ă‚ilemin istemesi vatanıma cekti. Boylece vatanıma dondum. Tabîatim bu donuşten son derece uzak ve benim îtikĂ‚dım uzere bu goruş gĂ‚yet yanlış olduğu hĂ‚lde, vatanıma kavuştuktan sonra, orada da uzlete cekildim. Zikr ile kalbin tasfiyesine olan aşırı bağlılığımdan, hep uzlet istiyordum. LĂ‚kin gunluk olaylar ve coluk-cocuğun gecim durumu ve hĂ‚l darlığı kalbimin safĂ‚sına mĂ‚ni olup, maksudun yuzu bulutlandı ve halvetin safĂ‚sı bulandı. Sonra safa hĂ‚li verecek neticeler ele gecmez oldu. Ancak arasıra bir mikdĂ‚r safĂ‚ hĂ‚sıl olup, yine ortulurdu. LĂ‚kin boyleyken yine kesmeyi tamĂ‚ etmeyip, bĂ‚zan bir zuhûrat engel, bĂ‚zan o mertebelere donmek vĂ‚ki olurdu. O yıl bu şekilde gecti. O halvetler esnĂ‚sında hĂ‚sıl olan hĂ‚lleri saymak mumkun değildir. Faydası olur umidi ile bir iki şey bildirelim:

Ben ilm-i yakîn ile bildim ki, Allahu teĂ‚lĂ‚ya kavuşanlar ve hidĂ‚yet yolunun yolcusu olanlar, bilhassa tasavvuf ehli olan buyuklerdir. En guzel sîret ve ahlĂ‚k, onların sîret ve ahlĂ‚kları, en doğru yol, onların yolu, en guzel ve en olgun ahlĂ‚k, onların ahlĂ‚k ve Ă‚detleridir. Belki butun akıllı insanların akılları, hikmet sĂ‚hiplerinin hakîmĂ‚ne buluşları ve İslĂ‚miyetin esrĂ‚rını bilen fukahĂ‚ ve ulemĂ‚nın ilimleri toplanıp bir araya gelse, onların sîret ve ahlĂ‚kından birini tahvîl edemez, değiştiremez, ondan hayırlı ve ustun olana cevirmeyi duşunseler, cĂ‚re ve yol bulamazlar. ZîrĂ‚ onların zĂ‚hir ve bĂ‚tınında olan butun hareket ve hareketsizlikler peygamberlik kandilinden alınmıştır. Yeryuzunde ise, peygamberlik nûrunun otesinde bir nûr yoktur ki, Ă‚leme ışık sacsın ve daha cok parlasın.

VelhĂ‚sıl aklı olan kimse, tasavvuf hakkında ne soyliyebilir ki, tasavvuf ehlinin kalbi, Allah'tan başka her şeyden temizlenmek ve başlangıcı, her an Allahu teĂ‚lĂ‚nın zikrine dalmak; nihĂ‚yeti ise, busbutun fenĂ‚ fillah olmaktır. Bunun bile son olması, ihtiyĂ‚rı altında bulunan mertebeye nisbetledir. Keşf mertebesi ve onun evveliyĂ‚tındandır. Gercekte ise bu fenĂ‚ makĂ‚mı tasavvufun başlangıcıdır. Nitekim İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî kuddise sirruh da: FenĂ‚ fillĂ‚h, bu yolda ilk adımdır buyuruyor.) Ondan onceki hĂ‚ller, sĂ‚lik icin sulûk yolunda dehliz, aralık gibidir. YĂ‚ni vĂ‚sıtadırlar. Tasavvufun ilk hĂ‚lleri, keşif ve muşĂ‚hedenin zuhûra gelmesidir. HattĂ‚ bu keşif ve muşĂ‚hede sĂ‚hibleri, uyanıkken, melekleri ve peygamberlerin ruhlarını muşĂ‚hede ederler. Onların sesini duyarlar, fayda ve hakîkat iktibĂ‚s ederler. Sonra o hĂ‚l, sûret ve misĂ‚llerin muşĂ‚hedesinden, başka derecelere yukselir ki, o makam kelimelerle anlatılamaz. Bahsedilirse, sarîh hatĂ‚ gorunur ve ondan sakınmak mumkun olmaz.

Bu bildirilen hĂ‚lleri zevk yolu ile tatmak saĂ‚detine kavuşamayıp, şevk sĂ‚hibi olmayan, peygamberlik mertebesinin hakîkatının yalnız ismini anlar.

1105 (H.499) senesinde BağdĂ‚t'tan tekrar ayrılan ve uzletle insanlardan uzak kalma muddeti on bir sene suren İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî hazretleri NişĂ‚bur'a gitti. NişĂ‚bur'a gitmek uzereyken şoyle buyurdu:

Yakînen biliyorum ki, her ne kadar gorunuşte ilme ve onun yayılmasına donmuşsem de, yine hakîkatta donmuş değilim. ZîrĂ‚ rucû' etmek, donmek, ilk hĂ‚llere avdet etmektir. Ben o zaman da bir ilim neşreder, yayardım. HattĂ‚ onunla makam ve devlet sĂ‚hibi olmak, dunyĂ‚lık ve başkanlık elde etmek isterdim. Butun insanları soz ve hareketlerimle ona cağırırdım. Ama şimdi, bir ilme dĂ‚vet ederim ki, onunla mevki, makam ve mal terk olunur. Sevab kazanılır. Haşmet ve makĂ‚mın derecelerinin duşukluğu bilinir. HĂ‚lĂ‚ niyetim ve kastım budur. Allahu teĂ‚lĂ‚ benim bu niyetimi bilicidir. Maksadım dĂ‚imĂ‚ nefsimi ve başkalarını ıslĂ‚h eylemektir. LĂ‚kin o maksada kavuşacağımı bilemem. Hele yakînî îmĂ‚n ile inanmış ve kalbin muşĂ‚hedesi ile iyice anlamışımdır ki, her ferdde olan hareket ve kuvvet, Allahu teĂ‚lĂ‚nın ihsĂ‚nı iledir. Benim her hareketim ve amelim O'ndandır. Allahu teĂ‚lĂ‚dan yalvararak, once beni ıslĂ‚h eylemesini, sonra da benimle başkalarının ıslĂ‚hını isterim. EvvelĂ‚ bana hidĂ‚yet verip, sonra benimle başkalarına hidĂ‚yet versin. Bana hakkı, sûret-i hakta gosterip, tĂ‚bi olmak, uymak nasîb eylesin. BĂ‚tılı, sûret-i bĂ‚tılda gosterip sakınmak muyesser eylesin. Âmin!".

İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî hazretleri zĂ‚hirî ilimlerde olduğu gibi, tasavvuf ilminden de buyuk nasîb almıştır. Onun tasavvufî yonunu anlatan kitaplar Silsile-i aliyye buyuklerinden Ebû Ali FĂ‚rmedî hazretlerine bağlı olduğunu yazmaktadırlar.

İlimde muctehid derecesinde derin Ă‚lim, tasavvuf yolunda yuksek bir velî olan İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî hazretleri, sozleriyle, halleriyle ve eserleriyle insanlara İslĂ‚miyetin emir ve yasaklarını anlatmaya calıştı.

Omrunun son yıllarını Tûs'ta gecirdi. Burada evinin yakınına bir medrese ve bir de tekke yaptırdı. Gunleri, insanları irşĂ‚d etmekle gecti. Elli yaşını aştığı bu sıralarda El-Munkızu AniddalĂ‚l, fıkhın kaynaklarına (Usûl-i fıkha) dĂ‚ir El-MustasfĂ‚ ve Selef-i sĂ‚lihîne (Ehl-i sunnet îtikĂ‚dına) tĂ‚bi olmayı anlatan İlcĂ‚m'ul-AvĂ‚m an İlm-il-KelĂ‚m adlı eserlerini yazdı.

İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî hazretleri, Sultan Sencer ile goruşmuş, ona mektup yazmış ve bizzĂ‚t nasîhatta bulunmuştur. Ayrıca, Sultan Sencer'e Nasîhat adlı bir risĂ‚le yazmıştır.

Selcuklu sultanı olan Sultan Sencer; Ehl-i sunnet îtikĂ‚dında, dînine bağlı ve bid'atleri reddeden bir pĂ‚dişĂ‚htı. Uzun muddet tahtta kalmış olup ilme ve ulemĂ‚ya karşı cok hurmet eder, kendisi de ilimle meşgûl olurdu. O zamanın en meşhûr Ă‚limi olan İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî hazretlerine hased edenler, İmĂ‚m-ı A'zam'ın aleyhinde bulunuyor diye iftirĂ‚ ederek, Sultan Sencer'e şikĂ‚yet etmişlerdi. Bunun uzerine Sultan Sencer, İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî'yi yanına dĂ‚vet edip, goruşmek istediğini bildirdi. Durum İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî'ye iletilince bĂ‚zı mĂ‚zeretlerini bildirerek gitmedi. Sultan Sencer'e mĂ‚zeretini bildirmek ve nasîhat etmek uzere bir mektup gonderdi. Bu mektubun tercumesi şoyledir: Allahu teĂ‚lĂ‚ pĂ‚dişĂ‚h-ı İslĂ‚mı, İslĂ‚m beldesinde muvaffak eylesin, nasibdĂ‚r kılsın. Âhirette ona, yanında yeryuzu pĂ‚dişĂ‚hlığının hic kalacağı mulk-i azîm ve Ă‚hiret sultanlığı ihsĂ‚n etsin.

DunyĂ‚ pĂ‚dişĂ‚hlığı, nihĂ‚yet butun dunyĂ‚ya hĂ‚kim olmaktan ibĂ‚rettir. İnsanın omru ise, en cok yuz sene kadardır.

CenĂ‚b-ı Hakk'ın, Ă‚hirette bir insana ihsĂ‚n edeceği şeylerin yanında, butun yeryuzu, bir kerpic gibi kalır. Yer yuzunun butun beldeleri, vilĂ‚yetleri, o kerpicin tozu toprağı gibidir. Kerpicin ve tozunun toprağının ne kıymeti olur? Ebedî sultanlık ve saĂ‚det yanında, yuz senelik omrun ne kıymeti vardır ki, insan onunla sevinip, mağrûr olsun? Yukseklikleri ara, Allahu teĂ‚lĂ‚nın vereceği pĂ‚dişĂ‚hlıktan başkasına aldanma.

Bu ebedî pĂ‚dişĂ‚hlığa (saĂ‚dete) kavuşmak, herkes icin guc bir şey ise de, senin icin kolaydır. Cunku Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Bir gun adĂ‚let ile hukmetmek, altmış senelik ibĂ‚detten efdaldir." buyurdu. MĂ‚dem ki Allahu teĂ‚lĂ‚ sana, başkalarının altmış senede kazanacağı şeyi bir gunde kazanma sebebini ihsĂ‚n etmiştir, bundan daha cok muvaffakiyete fırsat olamaz! ZamĂ‚nımızda ise iş o hĂ‚le gelmiştir ki, değil bir gun, bir saat adĂ‚letle iş yapmak, altmış yıl ibĂ‚detten efdal olacak dereceye varmıştır.

DunyĂ‚nın kıymetsizliği, acık ve ortadadır. Buyukler buyurdular ki: DunyĂ‚ kırılmaz altın bir testi, Ă‚hiret de kırılan toprak bir testi olsa, akıllı kimse, gecici olan ve yok olacak olan altın testiyi bırakır, ebedî olan toprak testiyi alır. Kaldı ki dunyĂ‚, gecici ve kırılacak toprak bir testi gibidir. Âhiret ise hic kırılmayan ebediyyen bĂ‚kî kalacak olan altın testi gibidir. Oyleyse, buna rağmen dunyĂ‚ya sarılan kimseye nasıl akıllı denilebilir? Bu misĂ‚li iyi duşununuz ve dĂ‚imĂ‚ goz onunde tutunuz.

Beni yanınıza dĂ‚vet etmiş bulunuyorsunuz. Benim hĂ‚lim şudur: Elli uc senelik bir omur yaşamış bulunuyorum. Bunun kırk senesi, ilim oğrenmek ve oğretmekle gecti. Yirmi senem, Sultan-ı Şehîd'in (Melikşah'ın) saltanĂ‚tı zamĂ‚nında gecti. Sultan Melikşah'tan İsfehan'da ve BağdĂ‚t'ta bulunduğum sıralarda pekcok iltifĂ‚t ve ikrĂ‚m gordum. Cok defĂ‚ muhim işlerde, Emîr-ul-muminîn ile onun arasında elcilik vazifesi yaptım. Din ilimlerinde, yedi yuz kitap yazmaya muvaffak oldum. YĂ‚ni dunyĂ‚nın her turlu saĂ‚detini gordum. Fakat hepsini terk ettim. Bir muddet Beyt-i Mukaddes'te (Kudus'te) kaldım. Halîlullah İbrĂ‚him aleyhisselĂ‚mın mubĂ‚rek turbesinde ahdettim, bundan sonra hicbir sultĂ‚nın yanına gitmeyeceğim ve hicbir sultĂ‚ndan en ufak bir şey kabûl etmeyeceğim. MunĂ‚zarayı terk edeceğim dedim. On iki seneden beri bu ahdimde durdum. Bu bakımdan, sultanlar beni bu hususta mĂ‚zûr gorduler.

Şimdi beni huzûrunuza cağırdığınıza dĂ‚ir bir haber almış bulunuyorum. Emre itĂ‚at olsun diyerek, MûsĂ‚ RızĂ‚ hazretlerinin mubĂ‚rek turbesine kadar geldim. İbrĂ‚him aleyhisselĂ‚mın mubĂ‚rek makĂ‚mında yaptığım ahdi bozmamak icin, ordugĂ‚ha kadar da geldim. Bu turbede, kabrin başucunda diyorum ki: "Ey Resûlullah'ın torunu, sen şefĂ‚atci ol ki, Allahu teĂ‚lĂ‚ pĂ‚dişĂ‚h-ı İslĂ‚m'ı (Sultan Sencer'i), dunyĂ‚ sultanlığında babalarından daha ileri gitmeye muvaffak etsin. Âhiret sultanlığında, saĂ‚detinde ise, SuleymĂ‚n aleyhisselĂ‚mın derecesine eriştirsin. Halîlullah İbrĂ‚him aleyhisselĂ‚mın makĂ‚mında yapılan ahde hurmet etmesi icin muvaffakiyet versin. Gonlunu Hakka cevirip, halkı bırakan bir kimsenin (İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî'nin) kalbini perişĂ‚n eylemesin."

İnanıyorum ki, hakkınızda boyle duĂ‚ etmem, Hak teĂ‚lĂ‚nın dergĂ‚hına yuz tutmam, resmî olarak yanınıza gelmemden daha faydalıdır. Eğer bunu kabûl etmeyip, gelmem icin bir fermĂ‚nınız olursa, emre itĂ‚atın lĂ‚zım olduğunu bildiğim icin, ahdimi bozarak, fermĂ‚nınızı kabûl etme yolunu secerim.

Allahu teĂ‚lĂ‚, dilinize ve gonlunuze oyle şeyler getirsin ki, bununla yarın Ă‚hirette utanmaktan muhafaza etsin... VesselĂ‚m."

Bu mektup Sultan Sencer'e ulaşınca, mĂ‚dem ki Meşhed'e gelmiş, ordugĂ‚hımıza az bir mesĂ‚fe var. Oradan gelmek guc bir iş değildir diyerek, gelmesini istediğini bildirdi. Bunun uzerine İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî, Sultan Sencer'in yanına geldi.Huzûruna girince ayağa kalkıp, İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî'yi karşılayıp kucakladı. Sonra da kendi tahtına onu oturttu. Cok hurmet gosterdi. İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî oturduktan sonra, yanında bulunan bir talebesine, Kur'Ă‚n-ı kerîmden bir miktar oku buyurdu. Talebesi de meĂ‚len; "Allah kuluna kĂ‚fi değil mi?" buyurulan, Zumer sûresi 36. Ă‚yetini okuyunca, İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî "Evet" dedi. Daha sonra soze başladı. SultĂ‚na karşı şoyle konuştu:

"BismillĂ‚hirrahmĂ‚nirrahîm. Allahu teĂ‚lĂ‚ya hamd olsun. Kurtuluş ancak muttekîler, takvĂ‚ sĂ‚hibi olanlar icindir. Duşmanlık da ancak zĂ‚limleredir. Mulk-i İslĂ‚m bĂ‚kî olsun. İslĂ‚m Ă‚limlerinin Ă‚deti şoyledir: İslĂ‚m meliklerinin huzûruna girdiklerinde; duĂ‚, senĂ‚, nasîhat ve bir ihtiyĂ‚cın giderilmesi husûsunda konuşma yaparlar.

DuĂ‚ hususunda evlĂ‚ olan, gece karanlıklarında Hak teĂ‚lĂ‚ya gizlice munĂ‚caat etmek, yalvarmaktır. Cunku insanlar arasında yapılan duĂ‚larda riyĂ‚, gosteriş ihtimĂ‚li var. HĂ‚lis olmayan boyle dualar, Hak teĂ‚lĂ‚ indinde mustecĂ‚b değildir. Bu huzûrda medh ve ovgude bulunmak da riyĂ‚kĂ‚rlıktan uzak değildir. Yukseklik ve ışık bakımından, guneşin parmakla gosterilip, ovulmeye ihtiyĂ‚cı yoktur. Guzellik kemĂ‚le ulaşınca, ovenlerin pazarını bozar, bunların eli boş kalır.

Medih ve senĂ‚dan maksad ise bir işi yukseltmektir...

Bu dort husustan en muhim olan, nasîhat ve ihtiyĂ‚cı gidermektir.

Nasîhat berĂ‚tı, izni, RisĂ‚let kaynağından alınan yuce bir mertebedir. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Size iki vĂ‚iz (nasîhatcı) bıraktım, biri susar, biri konuşur. Susan nasîhatcı olumdur. Konuşan ise Kur'Ă‚n'dır." Dikkat et, susan nasîhatcı olum, lisĂ‚n-ı hĂ‚l ile ne soyluyor ve konuşan nasîhatcı ne soyluyor? Susarak, hĂ‚liyle nasîhat eden olum diyor ki:

Ben, her canlıyı pusuda beklemekteyim. ZamĂ‚nı gelince Ă‚niden pusudan cıkıp yakalayıveririm. Eğer benim herkes icin yapacağım muĂ‚melenin bir benzerini gormek isteyen varsa; pĂ‚dişĂ‚hlar, kendilerinden once gelip gecmiş pĂ‚dişĂ‚hlara, emîrler de, vefĂ‚t etmiş gecip gitmiş emîrlere baksınlar. MelikşĂ‚h, Alparslan, Cağrı Bey toprak altından hĂ‚lleriyle şoyle nidĂ‚ ediyorlar:

"Ey PĂ‚dişĂ‚h, ey gozumuzun nûru, bizim nerelere sevkedildiğimizi ve ne korkunc işler gorduğumuzu sakın unutma! Emrinde bulunanlardan biri ac iken, aslĂ‚ bir gece bile tok uyuma! Biri cıplak iken, sen istediğin gibi giyinme! Şoyle vasiyet ederler: Benden bir kelime kabûl et, bu; "La ilĂ‚he illallah"dır. Bunu dĂ‚imĂ‚ dilinde tut, yalnız kaldığın zaman soylemeyi aslĂ‚ unutma. Asıl îmĂ‚n, bunu soylemekle istikrĂ‚ra kavuşur. Buyruldu ki: "ÎmĂ‚n, suyunu tĂ‚atdan alır. Koku adĂ‚let ile, devamı Hakkı zikretmek ile kĂ‚imdir." Bunların hepsini yapıp Ă‚hiret azĂ‚bından kurtulursan da, kıyĂ‚mette suĂ‚lden kurtulamazsın. Hadîs-i şerîfte; "Herbiriniz cobansınız ve herkes emri altında bulunanlardan mesûldur..." buyruldu.

Ey PĂ‚dişĂ‚h! Hak teĂ‚lĂ‚nın hak nîmetini edĂ‚ eyle ki, nîmet; doğru îmĂ‚n, doğru îtikĂ‚d, guler yuz ve guzel ahlĂ‚ktır ve iyi amellerdir. Bunlardan iyi amel işlemek senin elinde, diğerleri hediye-i ilĂ‚hîdir. MĂ‚dem ki Allahu teĂ‚lĂ‚ bu nîmetleri sana ihsĂ‚n etmiş, sen de dorduncuden, iyi amel etmekten kendini mahrûm etme ki, kufrĂ‚n-ı nîmet etmiş olmayasın ve ey ayakta duran emîrler! (vezîrler, kumandanlar!) Eğer devletinizin mubĂ‚rek ve dĂ‚imî olmasını istiyorsanız, nîmetin kadrini biliniz. Nîmeti, felĂ‚ket ve bedbahtlıktan ayırd ediniz. Biliniz ki; sizin bu Horasan melîkinden başka, goklerin ve yerlerin mĂ‚liki olan başka bir pĂ‚dişĂ‚hınız vardır. Yarın kıyĂ‚mette, herkesi hesĂ‚ba cekecek ve "Benim nîmetimin hakkını nasıl elde eylediniz, nasıl yerine getirdiniz?" buyuracak. Meliklerin kalbleri, Allahu teĂ‚lĂ‚nın hazîneleridir. Rahmet, azĂ‚b ve cezĂ‚ya dĂ‚ir yeryuzunde her ne vukû bulsa, meliklerin gonulleri vĂ‚sıtasıyla olur. Allahu teĂ‚lĂ‚, kendi hazînemi size emĂ‚net ettim. Sizin dilinizi o hazînenin kilidi yaptım, korudunuz mu? Yoksa emĂ‚nete ihĂ‚net mi ettiniz? diye soracak. Hazîneye ihĂ‚nette bulunan, bir mazlûmun hĂ‚lini pĂ‚dişĂ‚htan gizliyendir.

Bir ihtiyĂ‚cın arz edilmesine gelince, benim bir umûmî, bir de husûsî olmak uzere iki hĂ‚cetim vardır. Umûmî olan şudur: Tûs ahĂ‚lisi sıkıntı icindedir. Soğuk ve susuzluktan mahsûller tamĂ‚miyle mahvolmuştur. Onlara acı! Hak teĂ‚lĂ‚ da sana acısın. Aclık dert ve belĂ‚sıyla muminlerin boynu ve belleri kırıldı...

Husûsî hĂ‚cetim ise şudur: Ben, on iki seneden beri halktan uzaklaşmış, bir koşeye cekilmiştim. Sonra Fahr-ul-mulk, NişĂ‚bûr Medresesi muderrisliğini kabûl etmem icin ısrĂ‚r etti.Ben ona; "Bu zaman, benim sozlerimi kaldıramaz. Bu zamanda bir hak soz soyleyenin, kapı ve duvar bile aleyhine gecer." demiştim. Bugun ise iş o raddeye gelmiş ki, işitmiş olduğum sozleri ruyĂ‚da gorseydim, karışık ruyĂ‚dır derdim. Bunların aklî ilimler ile alĂ‚kalı olanlarında eğer bir kimsenin îtirĂ‚zı varsa, buna şaşılmaz. Cunku benim sozlerimde, herkesin anlayamayacağı gibi mĂ‚nĂ‚lar coktur. Bununla berĂ‚ber ben, kime olursa olsun herhangi bir sozumu acıklayıp isbĂ‚t edebilirim. Boylece meseleyi acıklığa kavuştururum. Bu gĂ‚yet kolaydır. Fakat, İmĂ‚m-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin aleyhinde bulunmuşum diye soz soyluyorlarmış. İşte buna aslĂ‚ tahammul edemem. Allahu teĂ‚lĂ‚ya yemîn ederim ki, ben, Ebû Hanîfe'nin ummet-i Muhammed arasında, fıkıh ilminin inceliklerinde ve mĂ‚nĂ‚sında en buyuk Ă‚lim olduğunu kesin olarak kabûl etmekteyim. Her kim ki, bu soylediğimin tersine bir sozum olduğunu veya bir şey yazdığımı soylerse o yalancıdır.

Sizden şunu isterim ki; beni, NişĂ‚bûr'da, Tûs'da ve diğer butun şehirlerde ders verme işinden affediniz. Kendi hĂ‚limde kalayım. Bu zaman, benim sozlerime tahammullu değildir vesselĂ‚m."

Sultan Sencer, İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî hazretlerini dikkatle dinledikten sonra şu cevĂ‚bı verdi: "Soylediğin bu sozleri duymak ve İmĂ‚m-ı A'zam hakkındaki guzel kanĂ‚atlerini, Irak ve Horasan Ă‚limlerinin hepsinin duyması icin, onları burada toplamamız lĂ‚zımdır. Buyuk İslĂ‚m Ă‚limleri hakkındaki kanĂ‚atinizi ve onlara olan hurmet ve sevginizi herkese duyurmak uzere, her tarafa dağıtmak icin bu ifĂ‚deleri yazmanızı istiyorum. Tedristen, ders verme işinden muaf tutulma arzuna gelince, bu mumkun değil. Fahr-ul-mulk, seni NişĂ‚bûr muderrisliğine celb edebilmiştir. Biz, senin nĂ‚mına medreseler yaptıracağız. Butun Ă‚limler gelsinler, kendilerine kapalı kalan meseleleri oğrensinler, muşkullerini halletsinler."

Ancak İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî hazretleri, omrunun bundan sonraki son iki yılını, kendi memleketi Tûs'ta kitap yazmak, insanları irşĂ‚d etmek ve talebelere ders vermekle gecirdi.

Omrunun son senelerinde memleketi olan Tûs'da bulunduğu sırada insanlara nasihatı sırasında buyurdu ki:

Bir kimsenin dunyĂ‚ ticĂ‚reti, Ă‚hiret ticĂ‚retine mĂ‚ni olursa, bu kimse bedbahttır, zavallıdır. Bir comlek almak icin, altın kupa verene ne denir? DunyĂ‚, saksı parcası gibidir. Hem kıymetsizdir, hem de cabuk kırılır. Âhiret ise, altından kupa gibidir, hem cok kıymetlidir, hem de dayanıklıdır, kırılmaz. HattĂ‚ hic tukenmez. DunyĂ‚ ticĂ‚retinin Ă‚hirete yaraması icin veCehennem'e suruklememesi icin, cok uğraşmak lĂ‚zımdır. İnsanın sermĂ‚yesi, dîni ve Ă‚hiretidir. Bu sermĂ‚yeyi kaptırmamak icin, cok uyanık olmak lĂ‚zımdır. Dînini kayırmak isteyenler yedi şeye dikkat etmelidir:

1. Her sabah şoyle niyet etmeli; "Kendimin, evlĂ‚d ve Ă‚ilemin rızkını kazanmak, onları kimseye muhtĂ‚c bırakmamak, Allahu teĂ‚lĂ‚ya rĂ‚hat ve temiz ibĂ‚det edebilmek, Ă‚hiret yolunda yuruyebilmek icin, vĂ‚zifeme gidiyorum." demelidir. O gun muslumanlara iyilik, yardım ve nasîhat, emr-i mĂ‚rûf, nehy-i munker yapmayı, kalbinden gecirmelidir. Namazda kusûr edenlere, gunah işliyenlere, emr-i mĂ‚rûf yapmalı, onlara goz yummamalıdır. Boyle niyet eden bir tuccĂ‚r, bir memur, bir oğretmen, bir hĂ‚kim ve bir subay, vazîfesini yaptığı kadar, hep sevap kazanır. Onun her işi, ibĂ‚det olur. DunyĂ‚da kazandığı şeyler de, fazladan kĂ‚rıdır.

2. En az, binlerce insan calışmayacak olursa, kendisinin bir gun bile yaşayamayacağını duşunmelidir. MeselĂ‚, ciftci, fırıncı, dokumacı, demirci, iplikci ve daha nice sanatkĂ‚rlar, hep onun icin calışıyor. O hepsine muhtactır. Herkes onun icin calışıp, ona hazırlayıp da, onun boş oturması, kimseye faydalı olmaması doğru olur mu? Bu dunyĂ‚da herkes yolcudur. Geldik gidiyoruz. Yolcuların birbirlerine yardım etmesi, el ele vermeleri, kardeş gibi olmaları lĂ‚zımdır. Her musluman boyle duşunmelidir. Vazîfesine başlarken, musluman kardeşlerime yardım etmek, onları rahat ettirmek icin calışacağım. Din kardeşlerim benim işimi gordukleri gibi, ben de, onlara hizmet edeceğim demelidir. İş gorurken niyetin doğru olmasına alĂ‚met, insanlara faydalı olan bir meslek, bir sanat secmektir. YĂ‚ni, oyle bir iş gormeli ki, eğer o iş olmasa, muslumanlar sıkıntı cekerdi. O hĂ‚lde, keyf, oyun ve benzerlerine, sanat dense de ve haram işleyenlere sanatkĂ‚r ismi verilse de, bunları yapmak ibĂ‚det olmaz. HattĂ‚, haram olmıyan, mubah olan, fakat insanlara luzûmlu olmayan sanatları secmemelidir. Hadîs-i şerîfte buyruldu ki; "En iyi ticĂ‚ret, bezzĂ‚zlıktır, kumaş satmaktır.En iyi sanat, terziliktir."

3. DunyĂ‚ işleri, Ă‚hiret icin calışmaya mĂ‚ni olmamalıdır. Âhiret icin ticĂ‚ret yeri cĂ‚milerdir. Allahu teĂ‚lĂ‚, Kur'Ă‚n-ı kerîmde, MunĂ‚fikûn sûresi, 9. Ă‚yetinde meĂ‚len; "Mallarınız ve cocuklarınız, Allahu teĂ‚lĂ‚yı hatırlamanıza mĂ‚ni olmasın!" buyuruyor. Halîfe Omer radıyallahu anh buyurdu ki; "Ey tuccĂ‚rlar! Once Ă‚hiret rızkını kazanın! Sonra dunyĂ‚ rızkına calışın!" Ticaretle meşgûl olan buyuklerimiz, sabah ve akşamları Ă‚hiret icin calışır, Kur'Ă‚n-ı kerîm okur, ders dinler, tovbe ve duĂ‚ eder, ilim oğrenir ve genclere oğretirlerdi. Kelle kebĂ‚bı, sabah corbası gibi şeyleri cocuklar ve zimmîler satardı. Cunku, muslumanlar, sabah, akşam cĂ‚milerde bulunurdu. İnsanların amellerini yazan ikişer melek, her sabah ve akşam değişmektedir. Bir hadîs-i şerîfte buyruldu ki: "Melekler insanların amel defterlerini goturdukleri zaman, başında ve sonunda iyi iş yazılı ise, gun ortasında yapılanları ona bağışlarlar."

Yine buyurdu ki; "Gunduz ve gece melekleri, sabah ve akşam, gidip gelirken birbirleri ile karşılaşırlar. Hak teĂ‚lĂ‚, (giden meleklere), kullarımı nasıl bıraktınız? buyurur. YĂ‚ Rabbî! Namazda bulduk ve namaz kılarken bıraktık, derler. Allahu teĂ‚lĂ‚ da, şĂ‚hid olun, onları affettim buyurur."

Musluman tuccĂ‚rlar, sanat sĂ‚hipleri, gunduzleri de, ezĂ‚n sesini duyunca, işini hemen bırakıp, cĂ‚miye koşmalıdır. Buyuklerimiz; "TicĂ‚retleri, satışları, Allahu teĂ‚lĂ‚yı unutmalarına sebeb olmaz" (Nûr sûresi: 27) Ă‚yet-i kerîmesine mĂ‚nĂ‚ verirken diyor ki: Demirciler vardı. Demir doğerken, ezĂ‚n okununca, cekici kaldırmışken, demire vurmaz, bırakıp namaza koşarlardı. Ve terziler vardı. İğneyi sokunca, ezĂ‚n okunduysa, o hĂ‚lde bırakıp, cemĂ‚ate koşarlardı.

4. Carşıda, işte Allahu teĂ‚lĂ‚yı zikr, tesbîh etmeli, her Ă‚n O'nu hatırlamalıdır. Dili ve kalbi boş kalmamalıdır. İyi bilmelidir ki, o Ă‚nda kacırdığını, butun dunyĂ‚yı verse, bir daha eline geciremez. GĂ‚filler arasındaki zikrin sevĂ‚bı cok olur. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Carşıya girerken, la ilĂ‚he illallahu, vahdehu lĂ‚ şerîke leh, lehul mulku ve lehul hamdu, yuhyî ve yumît, ve huve hayyun lĂ‚ yemût, bi yedi-hil-hayr, ve huve alĂ‚ kulli şey'in kadîr, diyen kimseye, iki milyon sevĂ‚b yazılır." Cuneyd-i BağdĂ‚dî "kuddise sirruh" buyurdu ki: "Pazarda cok kimse vardır ki, sûfîler halkasında oturanlardan daha kıymetlidirler." Bir kerre de buyurdu ki: "Oyle kimse tanıyorum ki, pazarda her gun uc yuz rekat namaz kılmakta ve otuz bin tesbîh okumaktadır." BĂ‚zısı demiştir ki, bu kimse, kendisidir.

HulĂ‚sa, dîne, ibĂ‚detine yardım niyeti ile dunyĂ‚ya calışanlara, hep boyle sevap vardır. Yalnız para kazanıp, dunyĂ‚ malı toplamak icin calışanlar, sevaptan mahrûm kalır. HattĂ‚ bunlar, cĂ‚mide, namazdayken de, kalpleri dukkĂ‚nın hesĂ‚bındadır. Fikirleri dağınıktır.

5. DunyĂ‚ işlerine cok duşkun olmamalıdır. Sabah namazı kılmadan ve kitap okuyup birkac şey oğrenmeden işe gitmemeyi Ă‚det edinmelidir. İhtiyĂ‚cı kadar dunyĂ‚lık kazanınca, Ă‚hireti kazanmakla meşgûl olmalıdır. Cunku, Ă‚hiret hayĂ‚tı sonsuzdur ve ona ihtiyac daha coktur ve Ă‚hiret ticĂ‚retinde iflĂ‚s etmek uzeredir. İmĂ‚m-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin hocası HammĂ‚d, ticĂ‚ret yapardı.Baş ortusu satardı. Her gun, iki habbe kazanınca eşyĂ‚yı toplar pazardan cıkardı. Buyuklerden bĂ‚zısı dukkĂ‚na, haftada iki gun giderdi.Bir kısmı da, CumĂ‚'dan başka her gun gider, oğle namazında geri donerdi. Bir kısmı nihĂ‚yet ikindiye kadar alış veriş ederdi.Hepsi ihtiyĂ‚cı kadar kazanınca cĂ‚miye gider, ibĂ‚detle, ilim oğrenmekle akşamı yapardı.

6. Şupheli şeylerden kacınmalıdır. Harama yaklaşan zĂ‚ten, Ă‚sî, fĂ‚sık olur. Kalbine sıkıntı getiren şupheliyi almamalıdır. ZĂ‚limlerle, hîle, hıyĂ‚net edenlerle, yemîn ile satanlarla, dukkĂ‚nında haram şey satanlarla alış veriş etmemelidir. ZĂ‚limlere, fĂ‚sıklara veresiye satmamalıdır. Cunku, oldukleri zaman uzulur. HĂ‚lbuki, zĂ‚limler (yĂ‚ni muslumanlara ve İslĂ‚miyete eli, dili ve kalemi ile zarar verenler) olduğu zaman uzulmek gunahtır. Onlara yardım etmek cĂ‚iz değildir. VelhĂ‚sıl, herkesle muĂ‚mele etmemelidir. Doğru insan aramalıdır.

7. Alış veriş yaptığı kimse ile olan sozlerini, hareketlerini, aldığını, verdiğini iyi ve doğru hesĂ‚b etmelidir. KıyĂ‚mette, bunların hepsinden hesĂ‚b vereceğini bilmelidir. Buyuklerden biri, bir bakkalı ruyĂ‚da gorup, Allahu teĂ‚lĂ‚ sana ne yaptı, dedi. Onume elli bin sahife koydular. YĂ‚ Rabbî! Bu sahifeler kimlerindir, dedim. Elli bin kişi ile alış-veriş yapmışsın. Her sahife, bunların birisi ile olan muĂ‚meleni gostermektedir, dediler. Baktım, her sayfada bir kimse ile olan muĂ‚melemin inceden inceye yazılmış olduğunu gordum, dedi. Bir kuruş hîle yapan, bir kuruş hak yiyen, cezĂ‚sını cekecektir ve hicbir şeyin yardımı olmıyacaktır."

Âhiretin dunyĂ‚dan daha iyi olduğuna inanan kimse, bunların hepsini de yapabilir. Bunların hepsini gozetmek, yapsa yapsa, insanı fakîr yapar. Sonsuz saĂ‚dete, ebedî rahatlığa sebeb olacak, birkac senelik fakîrliğe elbette katlanılır. Nitekim bircok kimse, birkac şey kazanmak icin, fırtınalı, karlı havalarda, sıkıntılı yolculuklara; bir rutbeye, dereceye yukselmek icin de nice mahrûmiyetlere katlanıyor. HĂ‚lbuki, olum gelince, butun kazanclar elden cıkmakta, calışıp cabalamaları boşuna gitmektedir.

Kendisi haramlardan ve şuphelilerden şiddetle kacınan İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî hazretleri helĂ‚l kazanmanın onemiyle ilgili olarak buyurdu ki: HelĂ‚l kazanabilmek icin, once helĂ‚li oğrenmek lazımdır. HelĂ‚l ve haram meydandadır. İkisi arasında şupheli olanları tanımak guctur. Şuphelilerden sakınmayan, harama duşer.

Allahu teĂ‚lĂ‚, Kur'Ă‚n-ı kerîmde Mu'minûn sûresi, elli ikinci Ă‚yetinde meĂ‚len buyuruyor ki: "Ey Peygamberlerim! (salevĂ‚tullahi aleyhim ecma'în) HelĂ‚l ve temiz yiyiniz ve bana lĂ‚yık ibĂ‚detler yapınız!" İşte, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunun icin; "HelĂ‚l kazanmak her muslumana farzdır." buyurdu ve yine buyurdu ki: "Bir kimse, hic haram karıştırmadan, kırk gun helĂ‚l yerse, Allahu teĂ‚lĂ‚, onun kalbini nûr ile doldurur. Kalbine, nehirler gibi hikmet akıtır. DunyĂ‚ muhabbetini, kalbinden giderir."

(DunyĂ‚lık kazanmak icin calışmak gunĂ‚h değildir. DunyĂ‚lık sevgisi, dunyĂ‚ya gonul bağlamak gunahtır.) Sa'd bin Ebî VakkĂ‚s radıyallahu anh dedi ki: "YĂ‚ Resûlallah!(sallallahu aleyhi ve sellem) DuĂ‚ buyur da, Allahu teĂ‚lĂ‚, benim her duĂ‚mı kabûl etsin!" CevĂ‚bında buyurdular ki: "Dua kabûl olmak icin, helĂ‚l lokma yiyiniz!" Peygamber efendimiz diğer hadîs-i şerîlerinde şoyle buyurmuştur:

"Cok kimse vardır ki, yedikleri ve giydikleri haramdır. Sonra ellerini kaldırıp duĂ‚ ederler. Boyle duĂ‚, nasıl kabûl olunur?"

"Haram yiyenlerin ne farzları, ne de sunnetleri kabûl olmaz." (YĂ‚ni sevĂ‚bına kavuşamazlar.)

"On liralık elbisenin, bir lirası haram olsa, o elbise ile kılınan namazlar kabûl olmaz."

"Haram ile beslenen vucûdun ateşte yanması daha iyidir."

"Malın helĂ‚lden mi, haramdan mı geldiğini duşunmeyenler, Cehennem'e, neresinden atılırsa atılsınlar, Allahu teĂ‚lĂ‚, onlara acımayacaktır."

"İbĂ‚det on kısımdır, dokuzu helĂ‚l kazanmaktır."

"HelĂ‚l kazanmak icin yorulup, evine donen kimse, gunahsız olarak yatar. Allahu teĂ‚lĂ‚nın sevdiği kimse olarak kalkar."

"Allahu teĂ‚lĂ‚ buyuruyor ki, haramdan kacınanlara hesĂ‚b sormaya utanırım."

"Bir dirhem fĂ‚iz (almak ve vermek), otuz zinĂ‚dan daha gunahtır."

"Haram maldan verilen sadaka kabûl edilmez. Saklanırsa Cehennem'e gidinceye kadar, ona yolluk olur."

Ebû Bekr radıyallahu anh, hizmetcisinin getirdiği sutu icti. Sonra helĂ‚lden olmadığını anlayınca, parmağını boğazına sokarak kay etti, kustu. O kadar zahmetle cıkardı ki, oluyor sandılar. Sonra; "YĂ‚ Rabbî! Elimden geleni yaptım. Mîdemde ve damarlarımda kalan zerrelerden sana sığınırım." diye yalvardı. Omer radıyallahu anh da, Beyt-ul-mala Ă‚it zekĂ‚t develerinin sutunden, yanlışlıkla verilip ictiği zaman, boyle yapmıştı. Abdullah bin Omer radıyallahu anhumĂ‚ buyuruyor ki: "Kanbur oluncaya kadar namaz kılsanız ve kıl gibi oluncaya kadar oruc tutsanız, haramdan kacınmadıkca, kabûl edilmez, faydası olmaz." SufyĂ‚n-ı Sevrî buyuruyor ki: "Haram para ile sadaka veren, cĂ‚mi yaptıran, hayrĂ‚t yapan kimse, kirlenmiş elbiseyi idrĂ‚r ile yıkıyan kimseye benzer ki, daha cok pislenir." YahyĂ‚ bin MuĂ‚z buyuruyor ki: "Allahu teĂ‚lĂ‚ya itĂ‚at etmek, bir hazîneye benzer. Bu hazînenin anahtarı duĂ‚, anahtarın dişleri de helĂ‚l lokmadır." Sehl bin Abdullah-ı Tusterî buyuruyor ki: "Hakîkî îmĂ‚na kavuşmak icin, dort şey lĂ‚zımdır: Butun farzları edeple yapmak, helĂ‚l yemek, gorunen ve gorunmeyen butun haramlardan sakınmak ve bu ucune, olunceye kadar devĂ‚m etmeye sabretmek." Buyukler buyuruyor ki: "Kırk gun şupheli lokma yiyenin kalbi kararır ve lekelenir." Abdullah ibni MubĂ‚rek buyuruyor ki: "Şupheli olan bir kuruşu sĂ‚hibine geri vermeği, bin lira sadaka vermekten daha cok severim." Sehl bin Abdullah Tusterî buyuruyor ki: "Haram yiyenlerin yedi azĂ‚sı, istese de, istemese de gunah işler.

HelĂ‚l yiyenlerin Ă‚zĂ‚sı, ibĂ‚det eder. Hayır işlemesi kolay ve tatlı gelir." HelĂ‚l kazanmanın ehemmiyetini gosteren daha nice hadîs-i şerîfler ve buyuklerin sozleri vardır. Bunun icindir ki, verĂ‚ sĂ‚hipleri haramdan cok sakınmışlardır. Bunlardan biri Vuheyb ibni Verd idi ki, nereden geldiğini anlamadan bir şey yemezdi. Bir gun annesi, buna bir bardak sut vermişti. Sutu nereden aldığını ve parasını nereden verdiğini ve kimden aldığını sordu. Hepsini anlayınca, bu koyun nerede otlamış, dedi.Muslumanların hakkı bulunan bir yerde otlamıştı. Sutu icmedi.Annesi, oğlum, Allah sana rahmet etsin, ic! dedi. O'na gunah işlemekle rahmetine kavuşmak istemem, dedi ve icmedi. Bişr-i HĂ‚fî'ye (kuddise sirruh), ne yiyip, nereden geciniyorsun? dediklerinde, "Herkesin yediği yerden. Ama, yiyip de gulen ile yiyip de ağlayan arasında cok fark vardır." buyurdu.

İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî hazretleri nefsin istediklerini yapmaz, istemediklerini yapardı. İnsanlara nefis muhĂ‚sebesi yapmaları gerektiğini bildirirdi. Her gun yaptığı işler sebebiyle kendini hesĂ‚ba cekerdi.

Nefsine şoyle hitĂ‚b ederdi:

Ey nefsim! Akıllı olduğunu iddiĂ‚ ediyorsun ve sana ahmak diyenlere kızıyorsun. HĂ‚lbuki, senden daha ahmak kim var. Omrunu boş şeylerle, gulup eğlenmekle geciriyorsun. Senin hĂ‚lin, polislerin, kendisini aradıklarını ve yakalayınca, îdĂ‚m edeceklerini bildiği hĂ‚lde, zamĂ‚nını eğlence ile geciren kĂ‚tile benzer. Bundan daha ahmak kimse olur mu? Ey nefsim! Ecel sana yaklaşmakta, Cennet ve Cehennem'den biri, seni beklemektedir.Ecelinin, bugun gelmeyeceği ne mĂ‚lum? Bugun gelmezse, bir gun elbette gelecek. Başına gelecek şeyi, geldi bil! Cunku, olum kimseye vakit tĂ‚yin etmemiş ve gece veya gunduz, cabuk veya gec, yazın veya kışın gelirim dememiştir. Herkese ansızın gelir ve hic ummadığı zamanda gelir. İşte ona hazırlanmadın ise, bundan daha cok ahmaklık olur mu? O hĂ‚lde, yazıklar olsun sana ey nefsim!

Gunahlara dalmışsın. Allahu teĂ‚lĂ‚, bu hĂ‚lini gormuyor sanıyorsan, îmĂ‚nsızsın! Eğer gorduğune inanıyorsan, cok curetkĂ‚r ve hayĂ‚sızsın ki, O'nun gormesine ehemmiyet vermiyorsun! O hĂ‚lde, yazıklar olsun sana ey nefsim!

Hizmetcin sana itĂ‚at etmezse, ona nasıl kızarsın!O hĂ‚lde, Allahu teĂ‚lĂ‚nın sana kızmayacağından nasıl emîn oluyorsun! Eğer O'nun azĂ‚bını hafif goruyorsan, parmağını aleve tut! YĂ‚hut, kızgın guneş altında bir saat otur! YĂ‚hut da, hamam halvetinde fazlaca kal da, zavallılığını, dayanamıyacağını anla! Yok eğer, dunyĂ‚da yaptıklarına cezĂ‚ vermeyecek sanıyorsan, Kur'Ă‚n-ı kerîme ve yuz yirmi dort bin Peygambere (aleyhimussalevĂ‚tu vetteslîmĂ‚t) inanmamış oluyorsun ve hepsini yalancı yapmış oluyorsun. Cunku, Allahu teĂ‚lĂ‚, NisĂ‚ sûresinin 122. Ă‚yetinde meĂ‚len; "Gunah işleyen, cezĂ‚sını cekecektir." buyuruyor. Kotuluk eden, kotuluk gorur. O hĂ‚lde, yazıklar olsun sana ey nefsim!

Gunah işleyince, O kerîmdir, rahîmdir, beni affeder diyorsan, dunyĂ‚da, yuz binlerce kişiye nicin zahmet, aclık ve hastalık cektiriyor ve tarlasını ekmeyenlere mahsûlunu vermiyor! Şehvetlerine kavuşmak icin, her hîleye baş vuruyorsun ve o vakit Allahu teĂ‚lĂ‚ kerîmdir, rahîmdir, istediklerimi zahmetsiz bana gonderir demiyorsun. O hĂ‚lde, yazıklar olsun sana ey nefsim!

Belki inandığını, fakat sıkıntıya gelemiyeceğini soyleyeceksin. Fazla sıkıntıya dayanamayanların, az bir zahmetle, bu sıkıntıyı onlemeleri lĂ‚zım olduğunu, Cehennem azĂ‚bından kurtulmak icin dunyĂ‚da zahmete katlanmanın farz olduğunu, demek ki bilmiyorsun. Bugun dunyĂ‚nın bir miktar zahmetine dayanamazsan, yarın Cehennem azĂ‚bına ve Ă‚hiretteki zi