Atlantis Efsanesi ve Kafkasya ile
İlişkisi

Şeyh Şamil torunu Aydın Erkan'ın carpıcı araştırması





Atlantis insanlık tarihinin en buyuk muammasıdır...

Efsane şoyle baslar; zamanımızdan 11.500 yıl kadar once genellikle bir coklarının Atlas Okyanusunda olduğunu iddia ettikleri bir kıta varmış. Bu ulke insanlığın, ozellikle beyaz-Ari ırkın doğduğu ve cok ustun bir uygarlığa yukseldiği bir adaymış. Buyukluğu Libya ye Asya (Anadolu)’nın toplam alanından daha genişmiş. Burada Guneş’e tapan bir dini ve teknolojide cok gelişmiş bir ilmi benimsemiş, cok yuksek kulture sahip ve cok uygar bir millet yaşarmış... Atlantisliler, Avrupa, Akdeniz, Karadeniz, Hazar Denizi ve Orta Amerika kıyılarına yaptıkları seferler ile ora halklarına bu uygarlıklarını aşılamış ve koloniler tesis etmişlerdi.

Sık sık meydana gelen depremlere ada halkı alışmışsa da. gene epeyce zararlı. oluyordu. Bir gun cok şiddetli depremler sonucu, Atlantis adası tamamıyla sulara gomulerek yeryuzunden yok olur ve silinir gider.

Zamanımızdan 2400 yıl kadar evvel yaşamış olan eski Atinalı filozof-duşunur Eflatun (Plato) M.E.428-348, Atlantis efsanesini ilk yazan adamdır. Eflatuna gore, Atinalı Solon, M.E. 6ncı. yuzyılda yaşadı, devlet adamı, eski Mısır'ı ziyarete gittiğinde orada buyuk itibar gorur ve Sais Mabedi rahipleri ile goruşur. Bu Mısır rahipleri Solon'a Yunan ve Mısır uygarlıklarının daha bir cocuk kadar genc olduklarını ve fakat asıl insanlığın altın devrinin kendi zamanlarından 9000 yıl evvel sulara gomulerek batan ve yok olan Atlantis uygarlığı olduğundan bahsederler. Solon hayret ve ilgi ile bu acıklamaları dinler ve ilk defa olarak bir batılı Atlantis’in varlığını efsane şeklinde dahi olsa,oğrenmiş olur.

Sonradan bu notlar ve bilgiler Eflatun tarafından diyaloglar adı altında kaleme alınır.
Birinci diyalog, Timaeus, ikinci diyalog, Critias, veya Atlantik’ dir. Eflatun bu iki. yazıda Atlantis kıtasını ve gelişimini sonuca kadar detayları ile izah eder. (İlgilenenler, bu eseri okumaları tavsiye olunur).

Bir cok alime gore, Atlantis, Atlas Okyanusunda değil, fakat başka bir yerde idi. Orneğin, Akdeniz'de, veya Ege’de Tera adası, Afrika’da, Kuzey Denizinde, vs., bazı araştırmacılar ise bu muamma ulkenin Kafkasya'da olduğundan bahseder, bunlar Reginald A. Fessenden, Delisle de Sales, Hermann Wirth, gibi tarihci ve araştırmacılardır.

Atlantis kıtasının Kafkasya'da olduğu gercekte ispatlanamayacağı ve mantığa aykırı olabileceği duşunulebilir, fakat gercek olan bir şey vardır ki Kafkasya ile Atlantis arasında cok yakın bir ilişki saptanmıştır.
Atlantis’ in sulara batışını izleyen buyuk tufanın o zamanki bilinen dunyayı sular altında bırakmış olması da gerekirdi. Bu tufanda su yuzunde ancak yuksek dağların kalmış olabileceği de cok mumkundur. Avrupa'nın en yuksek dağları Pireneler, Alpler ve Kafkas dağlarıdır, ve bu civarda yaşayan insanlar en yakın kara olduğu icin tufanda kurtulanlar arasında aayılabilir. Bu buyuk felaketten kurtulabilen bir kısım Atlantisliler'in de boyle dağlık kara parcalarına sığınarak hayatlarını kurtarabilecekleri de akla gelen bir teoridir. Eflatun da bunu bu şekilde yansıtmıştır.

Milletler devir, devir gecirdikleri gelişimleri ve uygarlıkları zamanla unuturlar. Felaketler, tufanlar, depremler cok şeyi yok eder, kalan harabeler bir taş yığınıdır. Bir yuzyıl evveline kadar Mısır halkı hiyeroglifleri okumaktan ve gecmiş Mısır’ın ustun uygarlığının derecesinden habersiz yaşıyorlardı. İranlılar'ın Pers ve Darius hakkında hemen hemen hicbir bilgileri yoktu. Sonraları arkeolojik araştırmalar sayesinde eski yazılarda deşifre olunca cok şeyler oğrenildi, ve bu milletlerin bugunku hallerinden cok daha ustun bir uygarlığa sahip oldukları anlaşıldı. Yunanlılar ve Romalılar da aynı sınıflandırmaya girebilir.
Kafkasya’ya gelince konumuz dahiline giren, ozellikle Kuzey-Kafkasya bircok efsane ve masallara konu olmuş, iklimi, gecmişi, coğrafyası ve tarihi ve insanları ile cok ilginc bir ulkedir.

Bu ozellikle Cerkezistan (veya Cerkezya) bolgesinde 19ncu yuzyıldan beri yapılan arkeolojik kazılarda cok ilginc ve kıymetli kral mezarları. ve katakomb kulturu ve uygarlığının kalıntıları keşfedilmiştir, (E. Chantre) Maikop ve civarında. Gene sahilde Tuapse' den icerde Osetya’ya kadar olan bolgede ki bu da eski Cerkezya mıntıkası. olarak kabul edilir, Dolmen denilen yekpare taş yapıtlara rastlanmaktadır. Bunların birer mezar mı yoksa birer anıt mı oldukları henuz belirlenememiştir.

Kafkasya hakkında iki cok şumullu eser yazmış olan ve bu ulkede Carlık devrinde ve sonra bizzat geziler yapmış bulunan İngiliz John F. Baddeley, ikinci eserinde, Kuzey-Kafkasya’da gormuş olduğu “Devasa” harabelerden bahseder. Dunyada diğer bir eşinin ancak Guney Amerika'da,Bolivya'da, 4000 metre yukseklikte Titicaca golunun sahillerinde, “Tihuanaco” kalıntılarında gorulduğu bu “Devasa" harabelerin nasıl bu yuksek yerlerde binlerce yıl evvel, ne gibi aletlerle ve kimler tarafından yapıldığı muamması hala cozulmemiştir. Baddeley'in gorduğu harabeler Osetya mıntıkasında, Kaluat koy sırtlarında, Edisa adı ile anılır. Yazar bu kalıntıları yerli Prof. Melitset Bekof ile gezmiş ve hayran kalmıştır. Adına “Devler Kalesi denilen bu yapıtlar yuksek bir plato uzerine kurulmuş olup, birkac donumden fazla bir alanı kaplamakta idi. Volkanik olduğu iddia edilen ve yuzlerce ton ağırlığında kayalardan yapılmıştır. Dikdortgen şeklinde olan duvarlarının kalınlığı yerine gore uc metreden fazladır. Taşlar yekpare bloklar olup kesilmiş veya yontulmuş değildir,sanki kalıptan cıkmışsa benzer, yuzlerce ton ağırlığındadır her bir taş. Herhangi bir cimento gibi madde ile yapıştırılmamış olup, gayet duzgun şekilde aralarında milimetrik bir acıklık olmadan birbirlerine uyum sağlamışlardır. Boylece bu gorkemli yapıt insan ustu bir kalıntı. Gorunumu vermektedir.

Baddeley’in sorusuna cevaben, Prof. Melitset Bekof, bunların Keltler'den kalma olabileceğini soyler, fakat Baddeley' e gore bu eserin Kafkas-Nart mitolojisine de dayanabileceği tasavvur edilebilir.

Bunun gibi daha bircok izah edilemeyen sırlara sahip olan Kafkasya'da gecmişte cok buyuk bir uygarlığın bulunduğu ve orada yaşamış insanları etkilediği inkar edilemez.
Sonraları halk evvelce değindiğimiz gibi bu buyuk uygarlığı unutmuş basit bir pastoral hayat yaşamaya başlamıştır. Fakat en ilginc nokta şudur: Kuzey-Kafkasya halkları, ozellikle Cerkez dediğimiz, Adige’ler ilk cağlardan beri bu ulkenin otokton yerel ahalisini teşkil etmektedir Adigeler'in, Şhabze denilen yazılmamış ve fakat en kucuk noktasına kadar uygulanan tore ve adetleri, yani bir nevi anayasaları. vardır. 19 uncu yuzyılda Avrupalılar'a kıyasla basit bir hayat ve toplum duzeni yaşayan bu Cerkezler' in arasına gelerek bin yıldan fazla yaşayan İngiliz araştırmacı ve seyyah James S.Bell, bu insanlar icin; “Butun gorduklerimin bana verdiği kanı şudur, genellikle Cerkezler, şimdiye kadar tanıdığım, işittiğim ve okuduğum milletlerin en kibar ve nazik olanıdırlar." diye yazmıştır.

Gene Cerkezleri 1818-1819 yıllarında ziyaret etmiş olan Şovalye Kont T.de Marigny, bu insanların arasındaki terbiye, buyuğe ve kadına saygı, boğazına, beline ve diline sahip olmada gosterdikleri irade ile misafirperverlik, fazilet ve inceliklerini uzun, uzun anlatır ve eğer ailevi vaziyeti musait olsa idi, bu insanlar arasına yerleşip geri kalan hayatını orada yaşamak istediğinden bahseder.

Şimdi en muhim noktaya gelelim; yazılı bir kanunları,polisi, universitesi, yazılı bir edebiyatı ve maliye teşkilatı, para, altın ve diğer değerli kıymetlere dayanan bir ekonomik duzeni olmayan bu toplumun,ilkel, barbar bir kabile duzeni olması gerekirken; halkın birbirini yağmaya, sefahate, ickiye ve eğlenceye duşkun, korku ve dehşetin kol gezdiği bir duzende yaşaması icap ettiği şartlarda, aksine bu ilkel şartların mevcut olduğu bu toplumda, bin yıllık bir gelişmeden gecmiş bir İngiliz milletinin, veya diğer ileri milletlerin, tahsil, kanun ve devlet otoritesi ile gelişmiş niteliklerinin yerleşmiş ve gecerli olduğu gorulmektedir. Bu ileri ulkelerde bu gibi toreleri ve terbiyeyi uygulamak icin, yuzlerce yıllık tahsil ve eğitim ile devamlı,. tekamul eden kanunlar yapılır ve bunlar polis, asker vs., kuvvetlerle işleme sokulurken, Cerkezler'de tamamen doğal olarak uygulanmakta ve asırlardan beri devam edegelmekte idi. Rus işgaline kadar(1864) bağımsız Cerkezya'da yalnız misafir olmayan ve izinsiz ulkeye giren yabancılara karşı tecavuz,hırsızlık ve duşmanca hareket gorulmuştur.

Cok eski devirlerde Araplar buyuk tufandan once var olan bir ada uygarlığından ve burada yaşamış olan AD diye bir kavimden bahsederler. Bu adanın deprem ve tufan sonucu battığını efsane ederler. Bu batan ada efsanesi Atlantis ile aynıdır. (Charles Berlitz,Mystery of Atlantis, 1976)
Sonraları tek tanrı dinleri ilk insana Adem demiştir... Acaba bu ilk insan değil de ilk kavim olmasın?

Cerkezler kendilerine, kendi lisanlarınca ADIge derler. Bu da AD'dan gelen anlamına gelebilir. Bir de ADemey adında bir Cerkez boyu vardır ki gecmişinin Adem’e dayandığını iddia eder.
Eflatun, Kritias adlı ikinci diyalogunda Atlantisliler'den ve adetlerinden bahsederken şunları yazıyor; “Torelerine ve adetlerine cok bağlı idiler. İlahlarına karşı saygılı idiler. Cunku yuksek bir seciye ve ruh asaleti taşıyorlardı. Nezaket ve akıl onların hayatlarında ve karşılıklı ilişkilerinde en onemli yontemleri idi. Ahlak en onem verdikleri kıymet idi. Dunyevi şeyler ile o kadar ilgilenmezlerdi, mal, mulk, altın, servet onların alakadar oldukları mevzular değildi. Bunlara dunyevi bir yuk olarak bakarlardı. Luks ve sefahat onları. zehirlememişti. Servet onların iradelerini kırmamıştı. Aklı başında, ayık insanlardı. Bu dunyevi mal, mulk,servet ve sefahatin arkadaşlık, şeref ve karşılıklı saygılarını yitirebileceğinin tehlikesini kavramış, mutevazi insanlardı

Eflatun’un Atlantisliler'in adetlerinden bahseden bu sozleri, şaşırtıcı bir benzerlikle, Kont de Marigny, E.Spencer, J. Sbell, J. A. Longworth ve D. Urquhart gibi Avrupalılar'ın Cerkezler hakkındaki anılarına benzemektedir. Bu iki kavmin toreleri ve adetleri arasındaki benzerlik hayret vericidir.
Bazı şupheciler, Atlantis'in tamamen hayal urunu olduğunu ve Eflatun’un ideal bir Atina yaratmak icin bu ideal halk ve devlet fikirlerini Atlantis efsanesini yaratarak yaymak istediğinden bahsederler.Eğer bu iddia doğru ise, demek ki Eflatun’un kurmak istediği ideal Atina ve ideal toplum, binlerce yıl

Cerkezya da gercekleşmiş olmuyor mu ?
Avrupa'da Bronz devrinde etken olmuş bir Etrusk uygarlığı vardı. Italya’nın Ligurya yoresinde gelişmiş olan Etrusk uygarlığı sonraları Roma'lılar tarafından tasfiye edilmiş ve yok olmuştur. Bugune dek cozulememiş bir alfabeleri vardır. Silahları ve harp arabaları bronzdandı. Geriye ceşitli sanat eserleri bırakmış olan Etruskler, Italya’ya, Anadolu'dan Lydia'dan geldikleri soylenir. Bu kavim Hititler'in bir kolu idi,Anadolu'ya yerleşmiş Kafkas asıllı bir ırk olduğu iddia edilir. Fransız dilbilimcisi, Georges Dumezil ise Cerkezlerin Ubıh boyu lehcesinin Hititce ile aynı olduğunu kanıtlamıştır. Britanika Ansiklopedisi, acıkca Etrusk lisanının Kafkas dilleri ile alakalı ve cok fonetik benzerlikleri olan bir dil olduğunu yazar. (Encyclopedia Brittanica, Etruscan Language). Bircok Avrupalı dilbilimci ve etnolojist ve araştırmacı da bu tezi savunmaktadırlar. 19. yuzyılda yaşamış Cerkez tarihcisi, Noguma Şura Bekmurzin, Etruskler'in, Ligurlar'ın ve Pelasglar'ın Kafkas asıllı kavimler olduğunu iddia eder. Bu tezi savunanlar arasında son devrin araştırmacı ve yazarlarından Aytek Natımok ve Gunokue K. Ozbay da vardır.
Eflatun ise Etruskler'in yerleşim merkezi ve ulkesi olan Ligurya icin ozellikle Atlantis'in bir kolonisidir der. (C.Berlitz.Mystery of Atlantis).

Tarihci Alexander Başmakof insanlığın gecmişinin esrarı hakkında şunu yazmıştır; "Tarih oncesi (prehistorik) devirlere ait anahtarlar halen Kafkas ve Pirene (Bask) Dağları'nın yuksek vadilerinde yaşayan kavimlerin elindedir."
Basklar, İspanya'nın Pirene Dağları ve Atlantik Okyanusu kıyıları ile Fransa hududu yakınlarında yaşayan Avrupa'nın en eski bir değişmemiş kavmidir. Basklar durustlukleri, enerjik tavırları, sadakatleri ile temayuz etmiş bir millet olup aynı zamanda hala buyu ve buyuculuğe inanırlar. Cok batıl itikatları vardır.
Lisanları Avrupa'nın hicbir lisanına benzemediği gibi, cok eski devirlere. dayanmaktadır. Mağara devri gunlerinin, Kro-Magnon insanlarının lisanını andırır bir kokten gelir. Mesela ‘tavan kelimesi mağaranın ustu manasına olup,’bıcak' kelimesi ise ‘kesici bir taş anlamına gelen bir cumleciktir. Bu milletin antikitesi, Atlantis hakkında bir kitap yazmış olan, yazar Spence'in Atlantis'ten goc edenlerin zaman zaman İspanya ve Fransa sahillerine yerleştiklerini bir nevi teyit eder gibidir.
Britanika Ansiklopedisi, Bask Lisanının, Kafkas lisansları ile alakalı ve aynı aileden olduğunu acıkca yazar.

Atlantis'in Esrarı, kitabında Charles Berlitz, Bask lisanı icin Avrupa'nın cok eskilerden kalma bir yaşayan fosil lisanı diye bahseder, ­buzul cağından evvelki bir lisan yahut da daha doğrusu Atlantis lisanının gunumuze kalmış tek temsilcisi, der.
Oyleyse, Kafkas lisanları - ozellikle Cerkez, Abhaz Lehceler de - bu temsilciliğe hak kazanmış olmaz mı ?

Bask'lar ırken ve lisanen Kafkasya’nın Abhaz-Abaza kavmine akrabadırlar (Tarihte Kafkasya) isimli kitabında Gen. I. Berkok, Bask’ların, Abask Abhaz, ırkı ile aynı soydan geldiklerini acıklayarak izah eder. Bunlara Kafkasya'da hala ‘Baskheg' diye hitap edildiğinden bahseder.

Boylece Atlantis efsanesi ile Etrusk ve Bask'ların ilişkilerini
acıkca ortaya koymuş olduk. Etrusk ve Bask’ların da Kafkas, Cerkez-Adige ve Abhaz kavmi ile yakın ilişkileri de inkar edilmez bir tarihi gercektir.

Cerkezler arasında en kucuk koydeki en cahil bir ihtiyar kadından dahi duyabileceğiniz yaygın bir soyleşi vardır, birisine kızdıkları zaman şoyle derler, “Ta ham hitug ou vieh” manası, “Allah seni o batan adaya sursun.” Kafkasya sahillerinde hic ada yoktur ve bu soz cok eski bir deyiştir. Hatta dağ koylerinde denizden yuzlerce km. uzakta deniz gormemişler arasında da kullanılmakta idi.

Gene Cerkezlerde ihtiyar nineler ve dedeler, kucuk cocuklara yuzlerce yıl evvel dahi 'ucan gemiler' ve 'yelkensiz vapurlar' ile ilgili masallar anlattıkları bir folklor gerceğidir. (Circassian Star, No. l, vol. l, Nana, Nina)
Gunumuzde Atlantis’in gecmişteki varlığı tam olarak kanıtlanmış değildir. Fakat bircok ilim adamı yuzlerce yazar, yıllardan beri bu konuda yuzlerce eser yazmışlar, tezler yurutmuşler ve iddialarda bulunmuşlardır. Bu konu ile alakalı filimler cevrilmiş ve konferanslar verilmiştir.
Bu incelememiz de bu konuya kucuk bir ışık tutabilirse, mutlu oluruz.

Yazar:
Aydın Osman Erkan

Kaynak:
Hermetics

Bibliyografya,

1. BADDELEY, JONN F., Rugged Planks of the Caucasus. Oxford 1940.
2. BASHMAKOY, A1exander, Ciqnuante Siécles d’evo1ution Ethnique autour de la Mer Noire (Cimmertene-Circaseiene) Paris 1937.
3. BERLITZ, Char1es, Mystery of Atlantis. London 1976.
4. BERKOK, Gnl. İ. Tarihte Kafkasya – İstanbul 1958
5. BElL, James S., Journal of a Residence in Circassia. London 1839.
6. FESSENDEN, Reginald A., The Deluged Civilization of the Caucasus Isthmus, Boston 1923.
7. GUNOKUE K. OZBAY. Kuzey Kafkasya Dergisi. Sayi 58. İstanbul 1980.
8. P.T.S., Circassian Star. Dergi. No. 1, Vol. 1, New York 1978.
9. KESKIN, Bnb. Ali, Ozel Notlar.
10. de MARIGNY, Travels in Circassia. London 1837.
11. NAMITOK, Aytek. Origines des Circassiens. Paris 1939.
12. NOGUMA Ş0RA Bekmurzin, Cerkez Tarihi (Vasfi Gusar) 1844. İstanbul 1974.

__________________