Hicret’ten bir sene onceydi… 12 kişilik bir kafile Mekke’ye geldi. Bunlardan altısı bir sene once İslam’la şereflenmiş, seneye goruşmek uzere Peygamberi*mizle sozleşmişlerdi. Fakat bu buluşmadan kimse haberdar olmayacaktı. Mek*ke’ye yakın, “Akabe” denilen dar ve kucuk bir vadide Peygamberimizle goruştu*ler. “Allah’a şirk koşmamak, hırsızlık ve zina yapmamak, cocuklarını oldurme*mek, kimseye iftira etmemek ve her nevi işte Peygamberimizin sozunden cık*lamak” uzere biat ettiler. Peygamberimiz de onlara, “Verdiği sozde duranın uc*ret ve mukÂfatını Allah tekefful etmiş, onlara cenneti vaat etmiştir.” mujdesini verdi. Bunun uzerine, diğer altı kişi de oracıkta iman ettiler.[1]

Bu anlaşma “Birinci Akabe Biatı” olarak İslam tarihine gecti. İşte bu 12 zat*tan birisi de, Medine’nin ileri gelenlerinden ve zenginlerinden olan Sa’d bin Rabî (r.a.) idi. Hz. Sa’d, Hicret’ten az once meydana gelen İkinci Akabe Biatı’nda da Hazrec kabilesi*ni temsil eden dokuz kişinin arasında bulunuyordu. Yine cok gizli olarak geceleyin ya*pılan bu biatta Peygamberimiz, hazır bulunanlara ebedî saadet mujdesini vermişti.

Hz. Sa’d bin Rabî, Cahiliye Devri’nde az sayıdaki okuma-yazma bilen kişiler*den birisiydi. Kabile reisi olması dolayısıyla da sozu gecen, nufuzlu bir insan*dı.

Hicret’ten sonra Peygamberimiz, Muhacir’le Ensar arasında kardeşlik bağı ku*runca, Mekke’nin zenginlerinden ve cennetle mujdelenenlerden Abdurrahman bin Avf’ı (r.a.) Sa’d bin Rabî ile kardeş ilan etti. Hz. Sa’d, kardeşini evine gotur*du. Yemek yediler. Yemekten sonra Hz. Sa’d, oz kardeşin yapmadığı bir yakınlık ve fedakÂrlık manzarası sergiledi: “Ben mal bakımından Ensar’ın en zenginiyim. Malımın yarısını sana ayırdım. Sonra bak [senin hanımın yok], iki hanımımdan hangisini istersen senin icin boşa*yayım, iddeti bitince onunla evlenirsin.”

Hz. Abdurrahman, evini barkını ve malını mulkunu Mekke’de bırakmış, gel*mişti. Muhtac durumdaydı. Fakat o, tok gonullu bir insandı.

Hz. Sa’d’ın sozleriyle, samimiyetin ve muhabbetin en ulvi hazzını duydu. Memnuniyet ve şukranını bildirdikten sonra, “Kardeşim, Allah, aileni ve ma*lını sana mubarek etsin! Benim bunlara ihtiyacım yoktur. İcinde ticaret yapılan bir carşınız yok mu, bana orayı gosterin.”[2]

Hz. Sa’d, ona Kaynuka kabilesinin pazarını gosterdi. Hz. Abdurrahman pa*zara gitti, alım satım yaptı, kısa zamanda buyuk servet elde etti. Nitekim kendi*si, “Allah’a şukur, elime kum alsam altın olur!” demektedir.

Hz. Sa’d, fedakÂrlığıyla Kur’Ân’ın senasına mazhar olmuş, Hz. Abdurrahman da kanaatinin bereketiyle varlığa kavuşmuştu. Bu hadise, Asr-ı Saadet’teki “isar” hasletinin, din kardeşini her hususta kendi nefsine tercihin en acık bir misaliydi.

Bedir Gazası’na katılan Hz. Sa’d’ın ustun cesareti Uhud’da hemen goruldu. Hep on saf*larda kılıc sallıyordu. Cevresine de devamlı cesaret veriyordu. Bir ara bozgun goruldu*ğunde, Hz. Sa’d’ın hızı hic kesilmemişti. Umitsizliğe duşen*ler de, Akabe Biatı’nda Re**sû*lul*lah’ın emrinden cıkmamak uzere ettikleri yemini hatırlıyorlardı. Fakat savaş es*na*sında bir grup muşrik, uzerine hucum edip ağır şekilde yaraladılar. Oyle ki, vucudu ta*nınmaz hÂle gelmişti. 12 dişi kırıl*mış, 70 yerinden de kılıc, mızrak ve ok yarası almıştı.

Savaş sona erip muşrikler cekilip gittikten sonra şehit ve yaralıların toplan*masına başlanmıştı. Hz. Sa’d’ın, Peygamberimizin yanında ayrı bir yeri vardı. Onu merak ediyordu. Daha sonra sahabilere, “Sa’d bin Rabî’nin ne yaptığını, hayatta kalanlar arasında mı, yoksa şehitler arasında mı bulunduğunu araştırıp bana kim haber getirecek?” dedikten sonra eliyle işaret ederek, “Savaş esnasın*da ben onu bir ara şurada gormuştum.” buyurdular.

Ubeyy bin KÂ’b (r.a.) anlatıyor:

“Peygamberimizin gosterdiği tarafa doğru gittim. Uhud Vadisi’ne serilmiş bulunan şehitler arasında Sa’d’ı tanıyabilir miyim, diye seslenerek bir muddet dolaştım. Fakat bir cevap alamadım. Sonra, ‘Ey Sa’d, Re*sû*lul*lah beni sana gon*derdi.’ diye yuksek sesle bağırdım. Az sonra boğuk bir ses cevap verdi. Sesin gel*diği tarafa yoneldim. Hz. Sa’d yerde yatıyordu, ona son nefesinde yetişmiş*tim.

“‘Ey Sa’d, Re*sû*lul*lah senin hayatta kalanlar icinde mi, yoksa şehitler arasında mı bulunduğunu gorup kendisine haber vermemi emretti.’ dedim.

“Hz. Sa’d’ın sesi cok hafif, inilti gibi cıkıyordu: ‘Ben artık oluler arasındayım.’ diyor, kurtulamayacağını soylemeye calışıyordu. Zor anlaşılır bir sesle son soz*lerini soyluyordu: ‘Benden Re*sû*lul*lah’a selam soyle ve ona, Sa’d bin Rabî senin icin, ummetlerine doğru yolu gosteren peygamberlerin alacakları mukÂfatla*rın en hayırlısı ve en ustunuyle Allah bizden dolayı mukÂfatlandırsın, diyor, de. Kavmim Ensar’a da selamımı ilet; onlara da, Allah, Allah! Siz Akabe gecesinde Re*sû*lul*lah’ı koruma hakkında biat etmediniz mi? Vallahi gozleriniz kımıldar*ken Re*sû*lul*lah’ı duşmanlarından korumaz da ona bir zarar dokunursa, sizin Al*lah katında ileri surecek hicbir mazeretiniz yoktur, de!’”[3]

Zeyd bin SÂbit’in rivayetine gore, o sırada Hz. Sa’d şunları da soyluyordu:

“Re*sû*lul*lah’a selam olsun, sana da selam olsun! Ona, ‘YÂ Re*sû*lal*lah, ben artık cennetin kokusunu duymaya ve bulmaya başladım.’ sozlerimi naklet.”

“Hz. Sa’d bunları soyledikten sonra şehadet şerbetini icti. Geldim, Hz. Sa’d’ın durumunu Re*sû*lul*lah’a bildirdim. Re*sû*lul*lah kıbleye donup ellerini actı: ‘Al*lah’ım, Sa’d bin Rabî’yi karşıla, ondan razı ol. Allah’ım, ona rahmet et. O sağlı*ğında da, olurken de Allah ve Resûl’u icin nasihat ederdi.’ buyurdu.”[4]

Peygamberimiz, Uhud şehitlerinin bazılarını ikişer ucer defnettiriyordu. Sa’d bin Rabî de, HÂrice bin Zeyd’le (r.a.) birlikte aynı kabre defnedildi.

Hz. Sa’d şehit olunca kızı Ummu Sa’d oksuz kalmıştı. Kucuk bir cocuktu. Hz. Ebû Be*kir onu himayesi altına aldı ve ona babasını arattırmamaya calıştı. Bir gun Hz. Omer, Hz. Ebû Bekir’in ziyaretine gelince yanında bir kızcağız gordu. Hz. Ebû Bekir, onun uzerine hırkasını ortmuş, yanına oturtmuştu. Hz. Omer “Bu kimdir?” diye sorunca, “Bu, benden ve senden daha hayırlı olan bir zatın kı*zıdır.” dedi. Hz. Omer, merakla sor*du: “Senden daha hayırlı olan kimdir?” Hz. Ebû Bekir, “O, Re*sû*lul*lah’ın cennetle muj*delediği ahd uzerine oldu, ben ve sen ise yaşıyoruz!” dedi.[5]Hz. Ebû Bekir bu sozle ustun bir tevazu gosteriyor ve aynı zamanda muminin korku ve umit icinde bulunması gerektiğini ders veriyordu. Kendisi cennetle mujdelendiği hÂlde, Hz. Sa’d’a imreniyordu...


__________________________________
[1]Sîre, 2: 75.
[2]BuhÂrî, Buyû: 1.
[3]Sîre, 3: 100-101; Usdu’l-Gàbe, 2: 277.
[4]İstiÂb, 2: 35.
[5]İsÂbe, 2: 27.

ALINTI#


__________________