FAİZİN İSLÂMÎ ACIDAN yasak olduğunu bilmeyenimiz yoktur. İlahî bir emir olarak faizin yasak oluşunun sebebi acıktır: “Allah, yasakladığı icin.” Tıpkı oruc tutmak veya zekat vermenin farz oluşu gibi, bunun da sebebi “emr-i ilahî”dir. Ubudiyetlerimizin yegÂne gerekcesi budur. Bununla beraber o emri takip eden birtakım maslahatlar da vardır. Bu oldukca normaldir. Cunku, o Emri Veren, her şeyin “fıtrî” halini ve neyin nasıl olması gerektiğini cok iyi bilendir.

MeselÂ, Allah emrettiği icin tuttuğumuz oruc ve verdiğimiz zekatın ferdî ve toplumsal bircok maslahatları netice verdiklerini de biliriz. Ama hicbir zaman orucu perhiz yapmak icin tutmaz; zekatı da toplumsal gelir dağılımını dengelemek icin vermeyiz. Nitekim, vergisini bir vatandaşlık borcu olarak veren biri, zekat yukumluluğunden kurtulmuş olmadığı gibi, namazın bedensel faydalarını keşfedip aerobik hareketler yapan biri de namaz kılmış olmaz. Bu orneklerde olduğu gibi, ubudiyetin hareket noktası, “emir”den “maslahat”a kayarsa, o zaman emri gorduğu halde maslahatı (pekÂlÂ) gorememiş birinin ubudiyet gerekceleri ortadan kalkmış olur.

Bununla birlikte, ubudiyetini Allah’ın emri nedeniyle yapan biri icin soz konusu maslahatlar birer guven kaynağı olabilirler. Ve bu anlamda gerekli oldukları soylenebilir. Cunku, her bir emrin, ozel bir zorunluluk olmamakla beraber, birtakım maslahatları ve hikmetleri vardır. O halde. Allah emrettiği icin oruc tutarız. Orucun ise bazı faydaları vardır. Yine faiz, Allah emrettiği icin haramdır. Allah’ın bize emrettiği her emrin bir “ubudiyet terbiyesi” olduğunu duşunursek, uzunca da olsa şimdiye kadar ifade ettiğimiz kayıtlar altında sorumuza tekrar donebiliriz:

Faiz neden haramdır?

Cevabımız hazırdır: Allah yasakladığı icin. Bu cevapla devam edersek, faiz yasağına uymama durumunda ubudiyetimiz yara alacaktır. Yani ubudiyetimiz eksilecektir. Ubudiyet - rububiyet butunluğunden biri eksildi mi diğeri artacaktır. Ubudiyetin terkettiği yerleri rububiyet vehmi dolduracak; rububiyet vehminin terkettiği yerleri ise ubudiyet bilinci dolduracaktır. Faiz almama-vermemenin bir ubudiyet tavrı olduğu acıktır. Aynı şekilde, bu emre uymamanın da kendi icinde bir rububiyet iddiası taşıdığı soylenebilir. Bunu, “emrî” acıdan, yani itaat-itaatsizlik bağlamında bu şekilde anlayabiliriz. Bu yuzden “İslÂmî” acıdan faiz haramdır. Ancak bu haramın arkaplÂnını gun ışığına cıkarma durumunda “İslÂmî” acıdan olduğu kadar neden “İmanî” acıdan da yasak olduğunu gormemiz mumkundur. O halde bir surec olarak faiz olayını yeniden hatırlayalım:

Ozel veya tuzel birileri başka birilerine anapara olarak bir miktar para vermektedir. LÂkin, bu masum bir borc verme olayı değildir. Parayı veren, bir dizi “belirleme”de bulunmaktadır. Belli bir sure ve verilenin ustune eklenecek yine belli bir miktar soz konusudur. Parayı veren bir şeyler “ister” ve istediği “olur”. Buna hic şuphesi yoktur. Kısacası, faizci kendinden oldukca “emin”dir. Obur tarafta ise tarlasında buğday ekmiş biri, ya da carşıda satıcılık yapan biri, kazancı konusunda herhangi bir belirlemede bulunmuş değildir. Ne kazanacağı sure, ne de kazanacağı miktar bellidir. Bu yuzden sık sık dua eder. Siftah etti mi, rızkı Verene şukreder. Hasılı, rızkın gelişi ile Rızkı Gonderen bir cağrışım olarak surekli hatırındadır. Sebepler dairesinde yapacağını yapar. Ancak, bilir ki bu sebepler her zaman urunun beklendiği gibi alınması veya malın umulduğu gibi satılması icin yeterli değildir. Bu yuzden kendi cabasını, rızk icin gerekli olmasına karşın yeterli olmayan bir sebep olarak gorur. Kendinden cok fazla “emin” değildir. Bu iki tablo arasında oldukca onemli bir fark vardır. İlkinde sebepler dairesi buyuk olcude kuvvetlenip kalınlaşmaktadır. Biri, -rızkını değil- gelirini belirlemiştir.(determinizm).

Faiz burada bu belirleyicilik imkÂnını sağlamakla, faizi vereni ubudiyet ortamından uzaklaştırmaktadır. Zira esbap perdesi dehşetli bir şekilde kalınlaşmakta, esbaba yaslananlar da istediklerini yapabiliyor olmanın sarhoşluğuyla bir rububiyet vehmine kapılmaktadır. Başka bir deyişle faiz, insanı tesiri esbaba veren bir gaflet ortamına başarılı bir şekilde cekmektedir. Bu ise bir “titreşim hÂli” olan ubudiyet tavrına kapalı bir hÂldir. Korku ile umit; hayat ile olum, ve aclık ile tokluk ortasında bir yerde bulunan insanoğlu, bunun farkına vardığı oranda mu’mindir. İşte faiz bu farkın farkına varılmasını onlemektedir. Ve galiba haram oluşunun da bir sırrı budur. İslamiyet'te faiz yasağının ayrı bir ehemmiyete haiz olduğu kuşkusuzdur. Konunun onemi, Kur’an ve hadislerde şiddetle men edilen faizin, (İslamî olmayan) gunumuz ekonomisinde kilit kavramlardan biri olmasından ileri gelmektedir. O kadar ki, cağdaş ekonominin, faiz politika ve uygulamalarıyla akort edildiğini soylemek fazla bir abartı sayılmaz.

Gunumuzde para ve sermaye piyasalarının ulaştığı muazzam boyutlar herkesin malmudur. Ote yandan, sadece kendi sermaye olanaklarıyla yuruyen, hatta yeni bir iş kurmak icin munhasıran oz sermayesine guvenen şirket ve girişimci turune rastlamak cok zordur. Cağdaş işletmecilik ve makro ekonomide hayatî bir role sahip olmasına karşılık, dinimizde faizin kesinlikle haram addedildiği ve en sert mueyyidelere bağlandığı hususu bir vakıadır. Doğal olarak bu durum Turkiye ve dunyadaki tum Muslumanları ikilem icerisinde bırakmakta ve onları, finans kuruluşlarıyla adeta ortak bir yaşamın zorunlu olduğu modern iş ve toplum hayatında pasifliğe itmektedir. Bunun nedeni faiz mevzuunun İslamî literatur ve yayınlarda hak ettiği derecede yaygın ve kapsamlı olarak ele alınmaması ve yeterince aydınlatılmayan mutedeyyin insanların hata yapıp gunah işlemek endişesiyle finans kurum ve urunlerinden genellikle uzak durmayı tercih etmeleridir. Bu yazının amacı; turlu bicim ve isimler taşıyan faiz olayına karşı hassasiyet icerisinde olan halkımızın aydınlatılmasına mutevazi bir katkıda bulunmaktır.

FAİZİN TANIMI

İktisatcılara gore, serbest piyasa ekonomisinde faiz, yaşamsal bir fonksiyona sahip olup; kaynakların tasarruf ve tuketim arasındaki boluşumunu tayin eder. Tasarruflar yine faiz mekanizması vasıtasıyla daha verimli alanlara yonelir. Kaynakların azaldığı durumlarda nispeten verimliliği duşuk olan yatırımlar tasfiye edilir. Yaygın bir tanıma gore, faiz, paranın kiralanması karşılığında hak edilen bedeldir. Dar anlamda; odunc fonlara uygulanan ve piyasanın belirlediği kira bedelidir. Bu bağlamda, fon piyasalarındaki arz ve talebe gore oluşur. Buna “borc faizi” de denir.

Faiz, para sahibine bağlı olmayan gayri-şahsî bir gelirdir. Bu genellikle faiz haddinin piyasa koşullarına gore oluştuğunu, parasını odunc veren kişinin bunda bir rolu olmadığını gosterir. Gercekten gunumuzde muşteriler ile malî kurumlar arasındaki kişisel ilişki giderek kaybolmakta, milyonlarca insan parasını emanet ettiği bankaların sahip veya yoneticisini hic tanımamaktadır. Yani kurumlarla insanlar arasında kişisel ilişki tamamen kaybolmuş gibidir. Bir başka yonuyle faiz, mal ve hizmet kullanımını ertelemenin karşılığıdır veya one almanın bedelidir. Yani, bugun ile gelecek arasındaki bağlantıyı sağlar.

Faiz, konusu bir miktar paranın odenmesinden ibaret olan borclarda, alacaklının bu paradan mahrum kaldığı sureye ve belli bir orana bağlı olarak hesaplanan bir karşılıktır. Olayı yasal acıdan değerlendiren bu tanım, faizin oluşmasına neden olan iki unsur; zaman ve faiz oranını ortaya koymaktadır. Bircok tanımda faizi, paranın kullanılma bedeli olarak goruruz. Bu tamamen doğru değildir. Cunku odunc verenin (mukriz) faize hak kazanması icin borclunun parayı kullanması şart değildir. Faizin doğumu icin gerekli ve yeterli olan alacaklının bir miktar paradan belli bir sure mahrum kalmış olmasıdır. Bir alacağın faiz getirmesi icin, paranın mulkiyetinin borcluya gecmiş olması ve belli bir sure sonra iadesinin şart koşulması gereklidir.

Populer ve genel olarak kabul edilen bir diğer tanımlamaya gore de, faiz; borc verenler icin bir gelir, borc alanlar icin ise bir maliyettir.

İslamî terminolojide faiz, ‘riba’ kavramıyla acıklanmaktadır. Şoyle ki, riba: fazlalık, ziyade, nema (artma, coğalma) anlamına gelir. Boylece, odunc karşılığında alınacak fazlalık nakit olsun veya mal olsun ayırt edilmeyerek yasak kapsamına alınmıştır. Riba, aynı zamanda haram kazanc demektir. İslam Hukukundaki bir diğer tarife gore, “faiz, alım satımda şart kılınan fazlalıktır.”

FAİZ CEŞİTLERİ

Teori ve uygulamada faiz cok ceşitlidir ve muhtelif sınıflandırmalara tabi tutulur. Biz konuya sadece faiz olgusunun iyi kavranmasına yardımcı olacak kadar yer vermeyi uygun goruyoruz. Normal olarak faiz, vadenin sonunda anaparayla birlikte odenir. Buna basit faiz denir; hesap etmesi kolaydır, dolambaclı bir tarafı yoktur. İlan edilen, uzerinden anlaşılan faiz oranıyla, gercekleşen arasında fark yoktur. Kağıt uzerinde faiz denince kastedilen basit faizdir, ancak uygulama pek bu yonde değildir.

Bileşik Faiz: Faizi azdıran, anaparayı zararlı mikrop gibi kabartan ve borcluyu şaşırtan “bileşik faiz”dir.(murekkep faiz). Ve kısaca, faize faiz işletilmesi demektir. Orneğin, bir yıl vadeli bir ticari kredide, vadede borc tasfiye edilmeden evvel, senede dort kez faiz tahsil edilir. Bu yuzden bankanın muşteriye sozgelimi % 60 olarak ilan ettiği faiz oranı, gercekte % 75 oranında gercekleşir. Ana para ve faizin aylık taksitlere bolunduğu kredi kartı borclarında murekkep faiz cok daha yuksek seviyelerde gercekleşir. Hicbir banka (veya malî kuruluş) kredi muşterisine bileşik faiz oranını soylemez. Ancak ilginctir ki, aynı bankalar hazine bonosu pazarlarken muşteriye sağladıkları nemadaki bileşik faizi muhakkak hem de on plana cıkararak bildirmekteler. Murekkep faiz borclu icin cok tehlikeli sonuclar doğurabilir. Kar topunun cığ halini alması gibi, borcluyu bazen farkında bile olmadan ağır borc yukuyle karşı karşıya bırakabilir.

İskonto Faizi: Faizin hesaplanarak, onceden anaparadan duşulmesi suretiyle net bakiyenin odenmesidir ve borclu yonunden genellikle aldatıcıdır. Orneğin, banka, faktoring şirketi veya başka bir alacaklı tarafından yıllık % 40 olarak soylenen 6 ay vadeli bir iskonto faizi aslında yıllık % 56 olarak gercekleşir.

Temerrut (direnme) faizi: Borcunu zamanında odeyemeyen borcluya daha yuksek bir faiz oranının tatbik edilmesidir. Borcluların daima kotu niyetli olduğu ve kasten borcunu odemediği varsayımına dayanır. Temerrut faizi mukellefi olmak icin borclunun kusuru olup olmadığı araştırılmaz. Alacaklının temerrut faizine hak kazanmak icin zararını kanıtlaması gerekmediği gibi, borclu da kusursuzluğunu ispatlayıp, faizden kurtulamaz.

Gecikme Faizi: Alacağını vadesinde tahsil edemeyen alacaklının, bu yuzden uğradığı farz edilen zararın karşılığıdır. Yani alacaklının maruz kaldığı zararı karşılamayı hedefleyen bir tazminat mahiyetindedir. Alacaklının zararı ispat etmesi gerekmez, borcun odenmesindeki gecikme yeterli sebeptir.

Cezai faiz: Sozleşmeye uymayan borcluya uygulanır. Sadece para borcları değil, her turlu borc icin soz konusu olabilir.

Kanunî Faiz: Tarafların iradesine bağlı olmaksızın yasadan doğar. Taraflar bir mukaveleye faiz şartı koymasalar bile, para borcunu eda etmeyen aleyhine kanunî faiz doğar.

Akdî Faiz: Bir alacak turu icin faiz yurutulebileceğine dair yasalarda bir hukum bulunmasa bile, tarafların karşılıklı iradesiyle bir faiz kararlaştırılabilir ve mukaveleye konulabilir.

TARİHİ SUREC İCİNDE FAİZ

Faiz ilk cağlardan itibaren odunc işlemleriyle birlikte ortaya cıkmıştır. Ulkemizde yapılan kazılarda Asurlu tuccarların M.O. 2000 yıllarında Anadolu halkına % 100 faizle odunc altın ve gumuş para ile kalay ve buğday sattığını ortaya koymuştur. Neredeyse insanlık tarihi kadar eski olan faiz, din adamlarıyla birlikte filozof ve iktisatcıların surekli ilgisine mahzar olmuştur. Faiz butun dinlerde ve gelmiş gecmiş butun hukuk duzenlerinde devlet otoritesinin mudahalesine konu olmuştur. Odunc sozleşmeleri ve diğer tur mukavelelerden kaynaklanan ana borcun uzerindeki meblağların borca dahil edilmesi, alacaklıya karşılıksız kazanc sağlaması ve borcluyu iktisaden zor duruma duşuren sonucları nedeniyle, hem ahlaki hem toplumsal acıdan daima sakıncalı bulunmuştur. İlk cağlardan itibaren faiz, bir doktrin, adalet ve ahlÂk meselesi olarak ele alınmış ve mahkum edilmiştir.

Buyuk Yunan filozofu Aristo "Politika" adlı meşhur kitabında şoyle der:

“En cok tiksinmeyi hak eden, faizciliktir: cunku bundan sağlanan kazanc, doğrudan doğruya paranın kendi varlığından ileri gelir ve paranın doğuşuna yol acmış olan ereğe aykırıdır. Zira para mubadele icin yaratılmıştır; oysa faiz paranın miktarını coğaltır… Dolayısıyla da doğaya en aykırı duşen para kazanma tarzıdır.”

Saint Thomas d’Aquin’e gore:

“Parayı ve paranın kullanımını ayrı ayrı satmak imkÂnı yoktur. Herhangi bir malın bizzat kendisiyle kullanımını ayırmak ve boylece satmak mumkun olmadığına gore, kullanım karşılığı olan bir faiz istemek aslında haksızlık, hatta hırsızlıktır. Cunku bu ayni şeyi iki defa satmak (kullanımıyla bizzat malın kendisini) demektir. Faiz, zamanın bir fiyatı ise, hic kimse faiz talep etme durumunda değildir. Cunku zaman butun insanlar icin ortaktır ve sadece Tanrı’ya aittir. Oyleyse, bir faiz odetmek, hem hırsızlıktır ve hem de zamanı insanlara bedava veren Tanrı’ya karşı işlenmiş bir suctur.”

Roma hukukunda olsun Eski Yunan'da olsun, değişik yaklaşımlarla bile olsa faizin sınırlandırılması, hatta yasaklanması yoluna gidilmiştir.

Yahudilik’in orijinal halinde faiz yasaklanmıştı. Daha sonra İsrail kavmi arasındaki ilişkiler gozetilerek bu yasak saptırılmış ve sadece Yahudiler arasında gecerli olduğu, Yahudi olmayanlardan faiz alınmasının serbest olduğu hukmune varılmıştır. Hıristiyan dininde faize karşı olan tutum ceşitli evrelerden gecmiştir. Hz. İsa faiz işlemlerini dolaylı olarak ret ederek, muritlerine cıkar gozetmeksizin yardım suretiyle hayır işlemelerini oğutlerdi. Kilise yasak konusunda uzun sure ısrarlı olmuşsa da, sonra toplumsal ve iktisadî hayatın baskısıyla ve ozellikle kapitalizmin ortaya cıkmasıyla yavaş yavaş faizle oduncu kabule yanaşmıştır. Jean Calvin faize sadece tuketim acısından bakmamış, uretimi de dikkate alarak bu maksatla faizle para almaya cevaz vermiştir.

Merkantilistlere gore faiz sermayenin kirasıdır. Merkantilistler faizi, arazinin icarı ve gayrimenkulların kirasıyla aynı hukumde ve değerde tutarak “faiz de kapitalin kirasıdır” demişlerdir. Fizyokratlara gore de, bir para tutarının odunc verilmesi halinde hak ettiği faiz, bu parayla satın alınabilecek toprağın getireceği ranttan daha az olamaz. Adam Smith ve David Ricardo gibi klasik ekonomistler faizin, odunc alanın odunc paradan sağlayacağı kÂr icin alacaklıya odediği karşılık olarak gormuşlerdir.

Sermayedar=muteşebbis goruşunden hareket eden klasik iktisatcılarda faiz ve kÂr ic ice ele alınmış ve birbirine karıştırılmıştır. Klasiklerin icinde bulundukları sanayileşme sureci bu varsayımı haklı gosteriyordu.

Kur’anı incelediğini bildiğimiz, K. Marks, faizi tabiata aykırı ve ahlÂksızlık olarak nitelemiştir. Keynes, klasik iktisatcılardan ayrılarak, faizin tasarruflar icin gerekli olmadığını savunmuştur. O’na gore faiz yatırımları teşvik etmez, aksine engeller.

İSLÂM’DA FAİZ YASAĞI

Kur’an'da faiz yasağı tedricen getirilmiş ve muhtelif ayetlerde ifadesini bulmuştur. Bakara Suresi, 279. ayet kısa ama kapsamlıdır.

“Eğer tovbe eder faizden vazgecerseniz ana paranız sizindir. Boylece ne zulum etmiş ne de zulme uğramış olursunuz.”

Ayrıca, Hz. Peygamber (asm) Veda Hutbesi’nde şoyle buyurmuştur:

“Cahiliyet ribasından olan her ceşit riba kaldırılmıştır, ancak sermayeniz sizindir. Boylece ne zulum eder ne de zulme uğrarsınız.”

Ayet ve hadisin verdiği mesajların ozu şoyledir:

Odunc verilen değer karşılığında bir fazlalık alınamaz; aynı zamanda alacaklı odunc verdiği ana parayı noksansız geri almak hakkına sahiptir. Kastedilen birinci ve direkt anlama gore, odunc işlemi bir fazlalık temin etme amacıyla yapılamaz. Diğer hadislerin katkısıyla anlıyoruz ki, fazlalığı oluşturan maddenin, odunc konusu olan mal (veya paranın) cinsinden olması gerekmez. Yani, borc konusu, sozun gelişi A malı ise, fazlalığın B malı olarak verilmesi sonucu etkilemez. Ayet ve hadisin karşıt anlamına gore; alacaklı, borc verdiği anaparayı eksiksiz geri alma hakkına sahiptir. Cok doğal gibi gorunmesine rağmen, verilenin aynen geri alınması her zaman mumkun olmaz. Orneğin, Avrupa bankalarında vadesiz olarak yatırılan mevduat bir nema kazanmadığı gibi, bankaca muhafaza edildiği gerekcesiyle masraf kesintisine tabi olur. Yani ana para aynen değil noksanı ile geri odenir. Turkî Cumhuriyetler dahil eski Sovyetler Birliği ve şimdiki Rusya Federasyonu’na bağlı ulkelerde mevduat cekilmek istendiğinde %10-15 oranında kesintiden sonra sahibine odenir. Mudiye yapılan bu muamele karşılıklı rızaya mustenit gibi gorunse de gercek pek de oyle değildir. Cunku kendisine karşı her zaman saygıyla karışık bir urkuntu duyulan bankaların bireylere koşullarını kabul ettirme gucu tartışmasızdır.

Yine batının dev kuruluşları olan yatırım bankalarının uğraş alanlarından biri de zenginlerin kişisel fonlarını yonetmek ve nemalandırmaktır. Ancak borsanın gerilediği donemlerde bu kuruluşlar sık sık zarar beyan ederek aldıklarından daha azını iade ederler. Ulkemizde de oldukca yaygınlaşmış bulunan yatırım fonlarının bazen kendisine guvenen yatırımcıyı zarar ettirdiği malumdur.

İslamiyet’te ise, alacaklı ana parayı aynen geri alması hususunda korunmuştur. Bu bağlamda, borcunu zamanında odemeyen zulmetmiş sayılır. Tefsircilere gore, alacaklı sermayesini noksan almaya zorlanamaz. Hatta borcun odenmemesi halinde, alacaklının (başlangıcta şart koşulmaması kaydıyla) borcludan asıl alacağına ilaveten borcun zamanında odenmemesinden dolayı uğradığı zararın tazmin edilmesini isteyebileceğine dair tefsirler vardır.

FAİZ YASAĞININ NEDENLERİ

Yukarıdaki ayet ve hadisin (diğerleriyle birlikte) işaret ettiği ikinci hayatî nokta; ribanın (faizin) haksızlık kaynağı olduğudur. Odunc karşılığında ayrıca bir fazlalık (riba) alınması halinde ya alacaklı ya da borclunun haksızlığa uğraması kacınılmazdır. Ulkemiz ve dunya finans hayatı bu hususu doğrulayan orneklerle doludur. Zaten bankalar icat edildikleri Batı dunyasında, “muşterilerin uzerine guneşli havada şemsiye tutup, yağmur başladığında ceken kuruluşlar” olarak tanımlanır Yakın tarihimizde yaşanmış olaylar hem odunc verenin hem de alanın birbirini ve sonunda masum halkı mağdur ettiği cok sayıda dramatik olaylarla doludur. 80’li yıllarda 7.500.000 liraya alınan bir belge ile nereden turediği bilinmeyen bankerler kucuk bir buro ile halkımızdan faiz karşılığı buyuk meblağlar topladılar. Emekli maaşları, ucretler, faiz hevesi ile bankerlere yatırıldı; hatta icinde oturduğu konutunu satarak kiraya cıkan bir cok kimse parasını bankerlere yetiştirdi. Sonunda bankerlerin sınırsız sahtekÂrlığı ile para sahiplerinin saflığı (biraz da ac gozluluğu) yuzunden işler o kadar cığırından cıktı ki, saadet zincirini biraz daha uzatmak icin bir gunluğune dahi faizli para alındı. Ve nihayet bankerler topladıkları para ile birlikte ortadan kayboldular. Yakalananlardan da bir şey geri alınamadı. Ancak bankerlerin bazıları olduruldu, coğu hapse mahkum oldular. "Bankerlik faciası" olarak ekonomi tarihine gecen bu olaylar sırasında millet devletin gozu onunde futursuzca soyuldu. Ozellikle başta İstanbul olmak uzere memleketimizin her vilayetinde esnaf ve tuccardan tefeciye borclandığı icin batanlar olduğunu biliriz. Bazen de gırtlağa kadar borca battıktan sonra tek cıkış yolu olarak tefeciyi oldurenleri de duyarız.

1996 yılındaki Nesim Malki cinayeti borcluların da her zaman icin masum olmadığını gosteren başka carpıcı bir olaydır. 1994 krizi patlak verdiğinde bankalar ertesi sabah muşterilerine kısacık bir yazılı not gondererek kredi hesaplarına %700 faiz uygulama kararı aldıklarını bildirdiler. Birkac gun icinde cok sayıda fabrika ve iş yeri kapanmak zorunda kaldı.. Hukumet aceleyle başlattığı sınırsız mevduat garantisi bankada parası olmayanların sırtından faiz hırsına kapılanları koruyan bir kalkan oldu 2000 kasım ve 2001 şubat ekonomik buhranında kredi faizleri aniden %3000 lere cıkarıldı. Sayısız firma iflas ederek ticarî hayatına son verdi.

Ote yandan, bazı iş adamları da bankadan aldığı krediyi işe yatırmayıp kişisel hesaplarına gecirdi. Bizzat banka sahipleri kendi bankalarını hortumlamakta beis gormedi. Sonucta yirmi iki banka battı, sahipleri hapse girdi ve kamuoyu onunde haysiyetleri ayaklara duştu. Krizin tum zararları kamu tarafından yani milletce ustlenildi.

Ozetle, faiz yasağının hikmeti; ya alacaklı, ya borclunun, ya da yukarıdaki orneklerde anlatıldığı gibi, her ikisinin haksızlık kaynağı olması ve sonunda toplumun diğer kesimlerinin mustahak olmadığı halde zarar gormesidir. Gunumuzde finans arac ve kuruluşları cok ceşitlendiğinden, faiz olgusu değişik maskelerle, ama hemen her ekonomik olayda karşımıza cıkmaktadır. Bizim goruşumuze gore, boyle bir ortamda, herhangi bir mÂlî işlemin faiz yasağı kapsamına girip girmediğini tayin ederken, elimizdeki olcut, soz konusu muamelelerin borclu veya alacaklı yahut da toplum icin herhangi bir haksızlık yaratıp yaratmadığı olmalıdır.

Kaynak
__________________