Peygamber Efendimiz (asm) şoyle buyuruyor:

"Bana, Kur'Ă‚n-ı Kerim ve onun bir misli (huccet olmada eş değer bir benzeri) daha verilmiştir. Karnı tok vaziyette koltuğunda oturarak, 'Sadece şu Kur'Ă‚n'a sarılınız; icinde helal olarak gorduğunuz şeyleri helal sayın, haram olarak gorduğunuzu de haram kabul edin.' diyecek bazı kimselerin gelmesi yakınlaşmıştır. Şuphesiz Allah Resûlunun haram kıldığı şey, Allah'ın haram kılması demektir." (Musned:4/130-133, Tirmizi, İlm, 2660 nolu hadis.)

Aynı muhtevaya sahip bir başka hadis de MikdĂ‚m b. Ma'dîkerib (radıyallahu anh) tarafından rivayet edilmiştir. [Ebu DĂ‚vud, Sunne, 6, (4604); Tirmizî, İlm, 60, (2666); İbnu Mace, Mukaddime 2, (12).]

"Onlar ki, ellerindeki Tevrat ve İncil'de yazılı bulunan o elciye, o ummi peygambere uyarlar. O ki kendilerine iyiliği emreder, onları kotulukten men eder; onlara temiz ve hoş şeyleri helal, pis ve cirkin şeyleri haram kılar?." (A'raf, 7/157)

"Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gunune iman etmeyen, Allah'ın ve Resulunun haram kıldığını haram saymayan ve hak dini din edinmeyenlerle, ezilip buzulup kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın." (Tevbe, 9/29)

Bu ayetlerde Peygamberimiz'in (asm) haram kılma yetkisi acıkca gorulmektedir.

İkinci ayette "Allah'ın haram kıldığı..." denildikten sonra Resulunun haram kıldığı da ayrıca belirtilmiştir. Bu nedenle her ikisini de sadece Allah'ın haram kıldığı ayetler olarak sınırlamak yanlış olur. Allah'ın haram kılması ayetlerle olduğuna gore, Resulunun haram kılması bundan ayrı olmalıdır. Ancak Resulunun haram kılması da Allah'ın izni iledir.

Bu ayetlere gore Peygamber Efendimize (asm)uymayı emreden Allah'tır.

İslĂ‚m tarihinde cozulmelerin yaşandığı ve Kur'Ă‚n ruhundan uzaklaşıldıgı zamanlar Ă‚limler cıkış yolunu Sunnetin icinde aramışlar ve orada da bulmuşlardır. Cunku Kur'Ă‚n'ı en iyi anlatan şuphesiz Peygamberdir.

İslĂ‚m Ă‚limlerinin hepsi, Kur'Ă‚n'ı acıklamada Peygamber (a.s.m.) sunnetini birinci kaynak olarak gormuşlerdir. Bunun dayandığı bir gercek var mı?

Evet, peygamberlik gorevi sadece Kur'Ă‚n'ı getirmekle bitmez; onu acıklamak, izah etmek ve nasıl tatbik edileceğini gostermek, onun gorev sınırları icindedir. MeselĂ‚ şu Ă‚yetler onun İlĂ‚hî gorevlerinden bir kısmını belirtiyor:

"Hak dini onlara acıklasın diye, her peygamberi Biz kendi kavminin lisanıyla gonderdik."(İbrahim Sûresi,14-4)

"O kimseler ki, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de vasıflarını yazılı buldukları ummî peygamber olan Resulullaha uyarlar. O peygamber ise kendilerini iyiliğe sevk edip kotulukten sakındırır; temiz ve guzel nimetleri onlara helĂ‚l, habis olanları ise haram kılar; daha once kendilerine yuklediğimiz ağır yukleri ve uzerlerindeki bağları onlardan kaldırır. İşte ona îmĂ‚n eden, ona hurmet eden, duşmanlarına karşı ona yardımda bulunan ve onunla indirilmiş olan nûra uyanlar, kurtuluşa erenlerin tĂ‚ kendisidir."(A'raf Sûresi, 7-157)

"Allah ve Resulu bir meselede hukmunu verdiği zaman, bir mu'min erkeğin yahut bir mu'min kadının artık işlerinde başka bir yolu secme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulune isyan ederse, apacık bir sapıklığa duşmuştur." (Ahzab Sûresi ,33-36)

"Hayır! Rabbine and olsun ki, onlar, aralarındaki anlaşmazlıklar icin senin hukmune muracaat edip, sonra da verdiğin hukme gonullerinde hicbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle rĂ‚zı olup uymadıkca iman etmiş olmazlar." (Nisa Sûresi, 4-65)

"Peygambere itaat eden Allah'a itaat etmiş olur. Kim bundan yuz cevirirse, seni oylelerinin uzerine muhĂ‚fız olarak gondermedik; sen ancak doğru yolu gosterip tebliğ etmekle mukellefsin."(Nisa, 4-80)

"Peygamber size ne emretmişse alın, neyi yasaklamışsa ondan da kacının. Allah'tan korkun. Muhakkak ki Allah'ın azĂ‚bı pek şiddetlidir."(Haşir Sûresi, 59-7)

"De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve gunahlarınızı bağışlasın. Allah cok bağışlayıcı, cok merhamet edicidir" (Âl-i İmran Sûresi, 3-31)

Evet, buna benzer Ă‚yetler Peygamberimizin (a.s.m.) gorevini, sadece Kur'Ă‚n'ı insanlara getirmekle sınırlı olmadığını belirtiyor.

Bunu biraz acabilir miyiz?

1. Efendimizin bir gorevi ozet şeklinde olan Ă‚yetleri acıklamaktır: MeselĂ‚ Kur'Ă‚n "Namaz kılın" diyor, ama namaz nasıl kılınacak? "Rukû ve sucud yapın" diyor, ama rukû ve sucud nasıl yapılacak, teferruat vermiyor. Kıyam nasıl yapılacak, ayrıntı yok. İşte Peygamberimiz "Ben nasıl namaz kılıyorsam oyle kılın" diyerek Ă‚yet-i kerimeyi şekil ve muhteva olarak acıklıyor ve nasıl tatbik edilebileceğini gosteriyor. Namaz, oruc, zekĂ‚t, hac gibi Kur'Ă‚n-ı Kerimde mucmel (ozet) olarak gelip acıklanmayan emirleri Peygamberimiz acıklıyor.

2. Efendimizin gorevleri arasında, anlaşılması zor olan Ă‚yetleri acıklamak da vardır.

MeselĂ‚ Ă‚yet-i kerîmede, "Onlara karşı gucunuzun yettiği her turlu kuvveti ve cihad icin ayrılıp eğitilmiş atları hazır tutun ki, onunla Allah'ın ve sizin duşmanlarınızı ve bunlardan başka sizin bilemediğiniz, fakat Allah'ın bildiği duşmanlarınızı korkutasınız" (EnfĂ‚l Sûresi,8-60) buyuruluyor. Bu Ă‚yette "Kuvvet ve savaş atlarını hazır bulundurun" tabiri geciyor. Sahabe Peygamberimize sormuş: "Kuvvet nedir?" Peygamberimiz, "Bilin, kuvvet atmaktır, kuvvet atmaktır, kuvvet atmaktır" diye uc defa tekrar etmiştir. Her devrin değişen atma vasıtalarına suratle, vakit kaybetmeden ayak uydurmamızı emir buyurmuştur.

3. Sonra Kur'Ă‚n-ı Kerimin mutlak ve Ă‚m (sınırsız ve genel ifadeli olan) Ă‚yetlerini takyitle tahsis ediyor, yani onlara sınır getiriyor. MeselĂ‚, "Allah alışverişi helĂ‚l, faizi ise haram kıldı"(Bakara Sûresi,2-275) buyuruyor. Bu Ă‚yet-i kerîmeye gore her şeyin alışverişi helĂ‚ldir. Ama Peygamberimiz buna bir sınır getirerek domuzun ve ickinin alışverişini yasaklamıştır. Demek meşru alışverişin sınırlarını bu şekilde acıklamış oluyor.

Diğer bir ornek ise şu Ă‚yet-i kerimedir: "İman eden ve imanlarına zulum bulaştırmamış olanlar-korkudan emin olmak işte onların hakkıdır ve doğru yola eriştirilenler de onlardır."(En'am Sûresi,6-82) Sahabe bu Ă‚yet gelince telĂ‚şlanıp Peygamberimize sormuş: "Hepimiz nefsimize zulmediyoruz. YĂ‚ Resulallah, bizde zulme duşmeyen var mı?" Peygamber (a.s.m.) "Şirk pek buyuk bir zulumdur" Ă‚yetini hatırlatarak buradaki zulmun şirk olduğunu acıklamıştır. Dolayısıyla bu neviden olan Kur'Ă‚n-ı Kerimdeki anlaşılması zor olan Ă‚yetleri Peygamberimiz acıklıyor.

3. Sonra Kur'Ă‚n'da olan meseleler ayrıca Peygamberimiz tarafından tekraren teyit ve te'kid edilmiştir. Boylece onun daha iyi anlaşılması sağlanmıştır. Bu da bu sadette soylenebilir.

4. Peygamberimizin bir de şĂ‚ri' yonu, yani, Kur'Ă‚n'da olmayan hukumleri koyma yetkisi var. MeselĂ‚, yiyeceklerden haram olanların isimleri iki Ă‚yet-i kerimede belirtilir. Ama onların hicbirisinde eşek eti gecmez. Peygamberimiz Hayber Seferi sırasında, ehlî (evcil) eşek etini haram etmiştir.

Bunlar nicin Kur'Ă‚n'da acıklanmamış da Peygamberimize bırakılmıştır?

Kur'Ă‚n butun teferruatı verseydi ciltlerle dolu bir kitap olurdu. Halbuki bu da Kur'Ă‚n'dan istifademizi zorlaştırır. Bu bakımdan meselelerin bir kısmının acıklamasını Peygamberimize bırakmıştır. Peygamberimize bıraktırmasının da ayrıca birtakım maslahatları var. Cunku birtakım meseleler zaman icerisinde neshedilmiş, yururlukten kalkmıştır.

Hem hadislerin bir kısmı bize zayıf hadisler şeklinde gelmiştir. Bu zayıf hadislerle amel ihtilĂ‚f getirmiştir. İhtilĂ‚f ise ummet icin rahmettir. Halbuki Kur'Ă‚n-ı Kerimde kesin olarak butun bu meseleleri zikretmiş olsaydı, orada ihtilĂ‚f etme şartımız azalırdı. Dinimizin gelişen zamana ve toplum şartlarına gore esnekliği azalabilirdi. Halbuki dinimizin ustun bir yonu-kanatimce-zamana ve zemine gore yeni yorumlara imkĂ‚n tanımasıdır. Bu guzel birşeydir.

HattĂ‚ dahası var. Peygamberimiz de Ă‚limlere bir marj bırakmıştır. Dinimizin guzelliği bu. Âlimler Kur'Ă‚n-ı Kerim ve Sunnetten hareketle hukum koymada birtakım temel kaideler belirtmiş ve usul koymuştur. Âlimler bu usullerle yeni meseleleri yoruma kavuşturuyor. Boylece başka şeriata ve kultur sistemine ihtiyac hasıl olmadan, kanun alma ihtiyacı duymadan yeni şartlara gore kanunlarımızı kendimiz koyabiliyoruz. Nitekim Osmanlının son donemlerine kadar butun ortaya cıkan yeni ihtiyaclarımız kendi değerlerimiz cercevesinde kanunlaştırılmış, Kur'Ă‚n ve Sunnetten cıkartılmıştır.

Halkımız hadislerle Kur'Ă‚n-ı Kerimi nasıl oğrenecek? MeselĂ‚ YĂ‚sin Sûresini hepimiz cok okuyoruz. "Peygamberimiz acaba bu sûreyi nasıl tefsir etmiş" diye oğrenmek istesek, bunu nereden bulacağız. Bir usulu, yontemi var mı bunun?

Oncelikle Kur'Ă‚n, Kur'Ă‚n ile tefsir edilir. Cunku bir Ă‚yet diğer bir Ă‚yeti acıklar. Bir konu bir yerde bir yonu anlatılır, diğer bir yerde diğer bir yonu anlatılır ve hakeza. Fakat Peygamberimizin de Kur'Ă‚n'la ilgili cokca tefsiri vardır. Buharî'nin en geniş bolumlerinden birisi Tefsir'dir. Tirmizî'nin en geniş bolumlerinden birisi yine Tefsir bolumudur. Kaldı ki Buharî ve Tirmizî'de yer almayan tefsire muteallik hadisler, başka kaynaklarımızda verilmiştir.

Ben bazan matematiği uygulayarak diyorum ki: bir doğru iki noktadan gecer. Aynı şekilde Kur'Ă‚n-ı Kerimden cıkaracağımız bir mĂ‚nĂ‚da Kur'Ă‚n-ı Kerim cıkış noktasıdır. İkinci bir nokta olarak Hadise atıf yapmazsak, o zaman o tek noktadan binlerce goruş cıkabilir. Halbuki din nedir? Tevhid, birlik, beraberlik dinidir. O Ă‚yetten herkes kendi kafasına gore bir yorum değil, gerceğe uygun yorum cıkaracaktır. Acaba Peygamber ne demiştir, ona bakacağız. Peygamber sozlerinde yoksa, acaba Sahabe ne demiştir, Tabiîn ne demiştir, Etbeuttabiîn ne demiştir, onlara bakacağız. Onlar Kur'Ă‚n'ı aslına uygun şekilde anlama şansına bizden daha cok sahipti.

Hadislere ne derece guvenilir?

Hadislere guvenmemek icin bir sebep yok. Daha once de belirttiğimiz gibi, Kur'Ă‚n-ı Kerim insanları Peygamberimize yoneltiyor, "Onun getirdiğini alın, onun yasakladıklarından kacının" diyor. Yani Kur'Ă‚n ikinci bir kaynağı olarak devamlı şekilde Peygamberimizi nazara veriyor.

İkincisi Peygamberimiz kendisini one suruyor, Sunnetine dikkat cekiyor ve Sunnetle bu işin yuruyeceğini Peygamber Efendimiz ifade ediyor. MeselĂ‚ Peygamberimiz Hz. Muaz'ı Yemen'e gonderiyor. "Orada ne ile amel edeceksin" diyor. Hz. Muaz "Kur'Ă‚n'la amel edeceğim" diyor. "Kur'Ă‚n'da bulamazsan?" diye soruyor Peygamberimiz. "Sizin sunnetinizle," diyor Hz. Muaz. "Sizin sunnetinizde bulamazsam, ictihadımla" diyor. Peygamberimiz bundan cok memnun kalıyor. İslĂ‚m ulemasının hepsinin elinde delildir bu hadis. İctihadın gerekli olması hususunda, Sunnetin delil olması hususunda bu delildir. Dolayısıyla Resulullahın sağlığında Sahabe ikinci kaynak olarak hadisi bilmektedir.

Hz. Omer anlatıyor: "Ben emsalim bir kardeşimle munavebe yaptım. Bir gun o tarlaya gidiyor tarla işlerini yurutuyor, ben Resulullaha gidiyorum, orada Resulullahı dinliyorum. Akşam gelince emsalim olan kardeşime o gun Resulullahtan gorduğumu, duyduğumu anlatıyorum. Ertesi gun ben tarlaya gidiyorum, emsalim kardeşim Resulullahı takibe gidiyor, duyduğunu, gorduğunu akşam bana anlatıyor. Boylece Peygamberimizi her gun yakından takip etme fırsatı buluyoruz."

Bir Sahabî diyor ki: "Ben Resulullahtan her duyduğumu yazardım. Bana dediler ki, 'Resulullah da bir insandır. Bazan ofkeli halde konuşur, bazan sukûn halinde konuşur. Herşeyini yazmak doğru değildir.' Bunun uzerine vazgectim. Ama duyduklarım aklımda kalmaz hale geldi. Onun icin yine Peygambere gidip durumu anlattım. 'YĂ‚ Resulallah, senden guzel şeyler işitiyor ve bunları yazıyordum. Fakat Ensar boyle boyle soyledi. Bunun uzerine vazgectim. Ama şimdi yazmayınca da rahatsızım, ne yapayım?' dedim. Resulullah mubarek ağzını gostererek 'Bundan haktan başka birşey cıkmaz, yaz' buyurdu."

Yine Resulullaha uğrayanlar oluyor ve hafızalarından şikĂ‚yet ediyorlar. Peygamberimiz onlara "Sağ elini yardıma cağır" buyuruyor, yazmalarını soyluyor.

Bir başka şey daha soyleyeyim. Enes (r.a.) cok hadis rivayet edenlerin arasında yer alır ve Muksirûn denilen yedi kişiden biridir. Mustedrek'te rastladığım bir hadiste Hz. Enes diyor ki: "Ben Resulullahtan gunduzleri hadis yazar, geceleri tashih etmesi icin ona okurdum." Yani, Peygamberimiz onun yazdıklarını duzeltiveriyor. Ondan sonra hadis ilminde talebelerin oğrendiği hadisleri hocalara goturup okuması, arz etmesi soz konusu olmuştur. Talebe yazdığını, ezberlediğini hocanın onunde okur, hoca onu tashih ederdi ve oyle icazet alınırdı.

Butun hadislere Kur'Ân tefsiridir diyebilir miyiz?

Evet. Peygamberimiz (a.s.m.) yaşayışı ile Kur'Ă‚n-ı Kerimi pratiğe dokmuştur. Dolayısıyla Kur'Ă‚n'ın insanlardan istediği ideal hayat tarzı ve şekli Peygamberimizde kendini gostermektedir. Bunu eğer kulluk noktasından ele alırsak, Allah'a karşı kulluğumuzun nasıl olması gerektiğini en mukemmel şekilde Peygamberimiz gostermiştir. İbadetlerin hepsini Peygamberimiz en mukemmel şekilde yerine getirmiştir. Peygamberimizin kulluğu, Kur'Ă‚n-ı Kerimin bizden istediği kulluğun en mukemmel şeklidir, butun yonleriyle. Beşerî munasebetler de oyle. İnsanlarla ve komşularıyla olan munasebetlerinde en guzel ornekleri gostermiştir. Karı-koca munasebetlerinde en guzel karı-koca munasebetlerini ortaya koymuştur. Cocuk terbiyesinde, cocuklara karşı nasıl davranılması gerektiğini gostermiştir.

Demek ki Peygamberimiz (a.s.m.) butun hayatının her safhasında, her kesitinde, her karesinde en guzel ornek olarak Kur'Ă‚n-ı Kerimin idealini temsil etmiştir, yaşamıştır, gostermiştir. Muslumanlar bunu imkĂ‚nları nispetinde aynen Peygamberden alabilirler. Bir hadiste Hz. Ayşe Peygamberimiz ahlakını "Onun ahlĂ‚kı Kur'Ă‚n ahlĂ‚kıydı" diye ifade ediyor. Dolayısıyla Peygamberimiz ahlĂ‚k yonuyle de Kur'Ă‚n-ı Kerimin ahlĂ‚kını şerh etmiştir, acıklamıştır. Belki hepsini kelama dokmemiştir, ama fiile dokmuştur. Onun her sozu, her fiili ve her davranışı, Kur'Ă‚n-ı Kerimin ruhunun tefsiridir.

Diğer yandan, eski milletlerle ilgili kıssalara da acıklama getirmiştir. Hz. İbrahim'in bazı Kur'Ă‚n'da olmayan meselelerini Peygamberimizin hadislerinde bulabiliyoruz. Demek ki, Kur'Ă‚n'ın temas ettiği, insanlığa getirmek istediği, vermek istediği, hukuk olsun, ahlĂ‚k olsun, yaşayış tarzı olsun, butun derslerin hepsini Peygamberimizin hayatında, bazan sozleriyle, bazan fiilleriyle, bazan tahlilleriyle bulabiliyoruz.

Şimdi Kur'Ă‚n-ı Kerimde "Yiyin, icin, israf etmeyin" buyuruluyor. Başka bir Ă‚yette de, tebziri yasaklıyor. tebzir, israfın kardeşidir. Şimdi bu iki Ă‚yeti daha iyi anlamak icin Peygamberimizin uygulamasına bakalım:

Efendimiz israfa gayet net bir sınırlama getirmiştir ki, bunun en canlı orneği abdesttir. Abdest alırken suyu israf etmemek icin olculu kullanırdı. Uc avuc suyla organları yıkamayı emir buyurmuştur. Fazlası mekruhtur. Bu miktarla sınırlamış Peygamberimiz. Sahabe şaşırıyor ve diyor: "YĂ‚ Resulallah, suyun tasarrufu icin mi?" "Hayır," diyor Peygamberimiz. "Nehir kenarında olsan bile organlarını ucer defa yıkayacaksın."

Ben hadislerde gordum, Ebu ed-DerdĂ‚'dan gelen bir rivayet: "Birgun Peygamberimiz bir yere giderken nehre rastlamış. Oradan bir kap su getirmişler Peygamberimize. O da onunla abdest almış ve bir miktar su artmış. Biz olsak o suyu şoyle etrafa serpiveririz. Halbuki Peygamberimiz buyuruyor ki: 'Gidin, bunu nehre boşaltın. Ola ki ileride bir canlının kursağına gıda olur."

Bir de, fazla yesek, fazla konuşsak, zamanımızı boş yere gecirsek, israf yapmış oluruz. Bunlar da bizim geri gelmeyecek israflarımız. Veya bir kibrit copunun yakılması da israftır. Bunlar da mekruhtur. Gunde beş defa abdest alırken suyun israf edilmemesiyle, tabiata karşı saygı dersi verilmiştir. İsrafın hayatın diğer alanlarında da ciddî bir mesele olduğu, abdest orneğiyle ders veriliyor.

Şimdi, "İsraf etmeyiniz" Ă‚yet-i kerimesinin acıklanmasına bakınız. Demek Ă‚yet-i kerimeyi okuduğumuz zaman bu Ă‚yetlerin hadis-i şeriflerde nasıl acıklandığına bakmamız lĂ‚zım. Hadis kulturumuz ne kadar geniş olursa Kur'Ă‚n-ı Kerimi o nisbette anlamış oluruz.
Ben sonuc itibarıyla şoyle bir şey soyleyebilir miyim? Kur'an-ı Kerimden bir ayet okuduğumuz zaman, bunun anlamını meallerden ve tefsirlerden oğrenmeye calışacağız. Ancak bununla yetinmeyeceğiz, hadis kulturumuzu coğaltacağız. Bol miktarda hadis oğrenerek bunlarla hayatımızı şekillendireceğiz. Bu şekilde Kur'Ă‚n'ı okuduğumuzda onun anlamını Efendimizden bizzat oğrenmiş gibi olacağız.

Kesinlikle. İşte bunu anlayan Ă‚limlerimiz, meselĂ‚ Taberî, bir Ă‚yetle ilgili aklına ne kadar hadis gelmişse hepsini yazmıştır. Taberî tefsirinde cok hadis naklediyor diye bazıları tenkit bile etmiş. Kırk ciltlik tefsirinin buyuk bir bolumu hadislerle doludur. Ama hadislere baktığımız zaman, Ă‚yetleri daha iyi anlıyoruz. Cunku hadisin verdiği nur başka, kendi tefekkurumuzle cıkartacağımız mĂ‚nĂ‚ başka. Benim goruşum, Kur'an-ı Kerimi hadislerle anlamaya yonelmek en guzeli.

Sunnet Nedir?

Sunnet: Peygamberimizin yaptığı, konuştuğu, hal ve hareketlerinin tamamına sunnet diyoruz. Oyleyse hayatı boyunca yaptığı her şeye sunnet diyebiliriz.

Fıkıh kitapların da gecen sunnet kelimesi ise, daha cok "yaparsak sevabı var, yapmazsak gunahı yok" manasına geliyor. Mesela, yemeği sağ elle yemek, dişleri temizlemek, ayakta yemek yememek gibi.

Ancak sunnet kelimesini geniş anlamıyla aldığımız da Peygamberimizin yaptığı her şeyi icine alır. Bu durumda, Allah'ın istekleri ve yasakları da sunnetin icinde yer alır. Mesela, Peygamberimiz namaz kılmış mı? Evet. Oyleyse namaz kılmakta bir sunnettir.

Şu halde sunneti bolumlere ayırmak gerekecektir.

Farz olanlar: Allah'ın mutlaka yapmamızı veya terk etmemizi istediği her şeydir. Allah'ın emir ve yasaklarını en iyi şekilde uygulayıp ornek olan Peygamberimizdir. Biz de ona uymak suretiyle en ust seviyede Peygamberimize uymuş oluruz. Namaz kılmak , Oruc tutmak, Zina etmemek, haram yememek gibi.

Vacip olanlar: Dinimizin vacipleri. Mesela gece namazını 3 rekat olarak kılmak vaciptir.

Nafile olanlar: İbadetleri yaparken farz ve vaciplerin dışındaki yaptığımız şeylerdir. Mesela namaz kılarken Kur'andan bazı sureleri okumak farz, ama subhaneke duasını okumak nafiledir.

Adab olanlar: Bunlara da edeb diyoruz. Yemek yerken, yatarken, camiye, tuvalete girip cıkarken (v.b.) gunluk işlerimizi yaparken Peygamberimiz'e uyarsak o işi adabına uygun yapmış oluruz. Bunlara uymayan ise gunah işlemiş olmaz.

Demek ki Sunneti farz, vacip, nafile ve adap diye ayırabiliriz. Sunnetin en yukseği ve en faziletlisi bu sıraya goredir.

Bunu bir insanın vucudu gibi duşunebiliriz. İnsanın yaşaması icin gerekli organları vardır. Beyin, kalp, kafa vesaire. İşte iman etmemiz gereken esaslarda ruhumuzun beyni kalbi gibidir.

Vucudumuzun gozu, kulağı, eli, ayağı vesaire duyu organları vardır. Farzlar da bunun gibidir. Ruhumuzun gozu, kulağı, eli, ayağıdır. Farzları yapmayan elsiz, ayaksız, gozsuz, kulaksız bir insan gibi eksiktir.

Vucudumuz da bir de parmak, kaş, sac gibi guzellikler ve susler vardır. Bunlar olmasa da yaşarız. Ama olduğu zaman daha mukemmel insan oluruz. Bunun gibi sunnetin nafile ve adab kısımları da ruhumuzun susu ve guzelliğidir. Yapsak cok sevabı var, yapmasak gunahı yok.

Ozetlersek, farz ve vacip kısımlar mutlaka yapılması gereken sunnetlerdir. Nafile ve adap kısımlar ise yaparsak cok sevabı var.

Haramların durumu ise vucudunuzu aids, zehir ve ateş gibi oldurucu şeylerden koruduğumuz gibi ruhumuzu da oldurucu ve zehirleyici haramlardan korumamız gerekir.

Sunnet ve Hadislerin Bağlayıcılığı

Sunnetin, Peygamber Efendimizin Hayatı Muslumanları Bağlar mı, Ona Uymak Zorunda mıdırlar?

Bu konuyu Kur'an-ı Kerim, hadis-i şerifler ve alimlerin goruşleri doğrultusunda ele alarak işleyeceğiz.

1. Kur'an-ı Kerim: Hz. Peygamber (a.s.)'a Kur'an-ı Kerim dışında (1) vahiy geldiğini gosteren ayetler vardır.

Bunlardan bazıları şunlardır:

1- Kendi icinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi kotuluklerden arındıran, size Kitab'ı ve Hikmet'i talim edip, bilmediklerinizi oğreten, (2) Allah'ın kendisine Kitab'ı ve Hikmet'i bildirdiği, (3) ifade edilen ayetlerde, Hz. Peygamber (s.a.m.)'a Kitab ile beraber bir de Hikmet'in verildiği anlaşılıyor.

Atıf, ma'tufa hem benzerlik hem de muğayeretlik manasını taşımaktadır. Bu itibarla, Kitab'tan kasık Kur'an-ı Kerim olduğuna gore Hikmet'in başka bir şey olması lazım. Bunun da sunnet olma ihtimali hepsinden once gelir.(4) Atıftan ma'tufa olan farklılığı bu benzerlik noktası ise ikisinin de Allah'ın bildirmesiyle olmasıdır ki ikisinin de kaynağı vahiydir.(5)

2- "Hatırlayın ki, Allah size iki taifeden birinin sizin olduğunu vaat ediyordu. Siz de kuvvetsiz olanın sizin olmasını istiyordunuz" (6) ayetinde belirtilen vaat, onceden muslumanlara verilmiş ama ne olduğu ayette bildirilmemiştir. Bu da başka bir vahiyle haber verildiğinin delilidir.

3- "Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir şey soylemişti. Fakat eşi bu sozu başkalarına haber verip, Allah da bunu Peygamber'e acıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirip, bir kısmından da vazgecmiştir. Peygamber bunu ona haber verince eşi, "Bunu sana kim bildirdi?" dedi. Peygamber, "Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi" dedi"(7) ayeti acıkca Kur'an dışında vahiy olduğunun delilidir. Zira verilen sırrın ifşasına dair bir acıklama Kur'an da olmadığı halde Hz.Peygamber bunu bilmektedir. Oyleyse bunu kendi kendine bilemeyeceğine ve Allah'ın bildirdiği ifade edildiğine gore, Kur'an icine girmemiş bir vahyin varlığı acıkca ortaya cıkmaktadır.

2. Hadis-i şerifler:

1- Mikdad b. Ma'dikerib'in rivayetine gore Resulullah (a.s.), şoyle buyurmuştur: "...Bana Kitab ve onunla beraber onun gibisi verildi" .(8)

2- Kudsi Hadisler: (9) Bu tur hadislerde gecen, "Resulullah (a.s.), Rabbinden rivayet ettiği hadiste şoyle buyurdu", "Resulullah'ın (a.s.), rivayet ettiği hadiste Allah Teala şoyle buyurdu" denilmesi ve hadislerin "Ey kullarım" diye başlaması Hz. Peygamber'e Kur'an dışında vahiy geldiğinin delillerindendir.

3- Cibril Hadisi10) diye bilinen meşhur hadise. Cebrail (a.s) beşer suretinde gelmiş ve bazı sualler sorarak cevap almış, Hz. Peygamber' (a.s.m)da ashabına, bunun Cebrail (a.s) olduğunu ve dini oğretmek icin geldiğini bildirmiştir.

4- Hz. Peygamber'in (a.s.), şuphesiz Rabbim Allah, bana vahyetti, (11) ben emrolundum, nehyolundum, (12) gibi ifadeleri ve Cebrail (a.s)'ın bazı şeyleri kendisine oğrettiğini bildirmesi de, (13) Kur'an dışında vahyin varlığına acık delillerindendir .(14)

Ayrıca bir Yahudi'nin sorularına cevap veren Hz. Peygamber'in "aslında bunları bilmiyordum. Ancak Allah onları bana bildirdi"(15) buyurması da konuyu destekleyen diğer bir husustur.

3. Alimlerin goruşleri:

Ashab-ı Kiram (r.a.) Peygamber Efendimiz (a.s.)'ın uygulamalarından, izahlarından ve ifadelerinden Kur'an dışında vahiy aldığını biliyorlardı. Bunu bircok defalar ifade etmişlerdir. Alimler de Kur'an, hadis ve ashabın ifadeleri doğrultusunda sunnetin kaynağı hakkında fikir ve beyanda bulunmuştur, hepsi olmasa bile sunnetin kaynağının vahye dayandığını ifade etmişlerdir.

Aişe (r.a) validemiz, Hz. Hatice hakkında vahiy geldiğini ifade eder ve O'na cennetten bir koşk verildiğinin bildirildiğini soyler.

Rivayetlerde gecen, Cibril, Kur'an'ı indirdiği gibi sunneti de indirdi.(16) Ayrıca komşuya iyi davranmayı, abdest almayı, namaz kılmayı, telbiyenin yuksek sesle yapılmasını, kutlu akik vadisinde namaz kılınmasını, namazların vakitlerini, ummet-i Muhammed'in (a.s.m) gireceği cennet kapısını, seyyidu's-şuheda olan Hz. Hamza (r.a)'ın adının sema ehli tarafından levhalaştırılması (17) gibi bilgilerin Cibril (a.s) vasıtasıyla alması da Kur'an dışında vahiy olduğunu gosterir.

Tavus ise, bizzat vahiy yoluyla inmiş bulunan diyetlere dair bir yazılı metine sahip olduğunu ve zekat ve diyetle ilgili hukumlerin vahiyle geldiğini belirtir. (18)

EvzĂ‚i, "Sana Resulullah'tan (a.s.) bir hadis ulaştığında sakın ha başka bir şeyle hukmetme; Cunku Resulullah (a.s.), Yuce Allah'tan bir tebliğciydi" diyerek, (19) sunnetin vahye istinad ettiğini ifade etmiştir.

Daha once de ifade ettiğimiz gibi bu konuda onemli acıklamaları olanlardan biri de İmam Şafii'dir.(20) Konuyu ilmine guvendiği bir zata dayandırdığı ve kendisinin de kabul ettiği anlayışa gore Sunnet; ya vahiydir, ya vahyin beyanıdır, ya da Allah'ın kendisine tevdi etmiş olduğu bir durumdur. Bu da kendisine has kıldığı nubuvvete ve buna dayalı olarak ilham ettiği hikmete dayanır. Şu halde hangi durum esas alınırsa alınsın, Allah, insanların Rasullah'a itaatını emretmiş, sunnetin gereği ile amel etmelerini istemiştir. Sunnet'in Kur'an'ı acıklaması, ya Allah'tan gelen Risalet yoluyla, ya ilhamla ya da kendine verilmiş "emir" ile gercekleşir.

Aynı kanaatleri paylaşan İbn Hazm, Sunneti vahyi gayri metluv olarak ifade eder ve vahyi metluv olan Kur'an'a uymamız gerektiği gibi, ikinci vahiy olan sunnet'e de uymamızın esas olduğunu belirtir. Zira bağımlılığı ve Allah'tan olmaları bakımından ikisi de aynıdır .(21)

Gazali hazretleri de sunnetin vahye istinad ettiğini ifade ile, vahyi ğayri metluv olduğunu belirtir .(22)

Sunnetin tamamı vahiy olarak kabul edilirse, Hz. Peygamberin (a.s.) nasıl Kur'an'ı Kerim'i değiştiremiyorsa, sunneti de değiştiremeyeceği anlamı kendiliğinden ortaya cıkmaktadır .(23)

Kur'an gibi, sunnetin de tamamı vahye istinad ediyor, anlayışı icinde, onemli bir husus ortaya cıkmaktadır. Şayet, Hz. Peygamber (a.s.), her hadise ve olayda, Kur'an ayeti gibi, sunnet vahyini bekliyorsa, bu durumda O'nun ictihatları, istişareleri nasıl değerlendirilecektir. Elbette vahyi beklediği zamanlar olmuş ama hayatın her safhasını boyle duşunmek ve değerlendirmede bulunmak bizi sıkıntıya sokacaktır.

İşte bu gibi durumlar bazı alimleri, sunnetin tamamının değil de bir kısmının vahye bir kısmının da ictihat ve istişare gibi durumlara dayandığı kanaatine sevk etmiştir.
Mesela İbn Kuteybe, sunnet'in kaynağını uce ayırarak şoyle der:

a) Cebrail'in Allah'tan getirdiği sunnet .(24)
b) Allah'ın Resulune (a.s.) bıraktığı; re'yini acıklamasını istediği sunnet .(25)
c) Resulullah'ın, bize Ă‚dab icin kıldığı sunnet. Bunlar yapıldığında sevap alınıp, terkinde ise ceza olmayan sunnettir .(26)

Benzer goruşu benimseyen Hanefilerden Serahsi, Hz. Peygamber (a.s)'ın, re'y ve ictihat sonucu ulaştığı neticelerin, vahiy mesabesinde olduğunu belirtir:

Vahiy iki kısımdır:

1- Zahir vahiy. Bu da uce ayrılır.
a) Melek lisanıyla gelen, kulakla algılanan ve Allah'tan geldiği kesin bilinen vahiy. Bu kısım Kur'an vahyidir.

b) Kelamsız, melek tarafından yapılan işaretle Hz.Peygamber'e acıklanan vahiydir .(27)

c) İlhamdır. Bu da, Resulullah (a.s.)'ın kalbinin en ufak bir kuşkuya mahal kalmayacak şekilde ilahi te'yide mazhar olmasıdır. Onun kalbine bir nur doğar, meselenin hukmu acıkca belli olur.

2- Batınî vahiy: Buna "ma yuşbihu'l-vahy" diyen Serahsi, Resulullah'ın (a.s.), re'y ve ictihadı sonucu ulaştığı hukumler olduğunu soyler. O'nun hata uzere bırakılmaması, devamlı vahyin kontrolunde olması gibi hususlar, bu kısımdan olan hukumleri de vahiy mesabesinde kılmaktadır. Ummetten diğerlerinin ictihadı ise, yanılma ihtimallerinin olması ve bu yanılmalarının vahiyle duzeltilme imkanı bulunmaması sebebiyle Hz. Peygamber (a.s.m) in ictihadı mesabesinde değildir .(28)

Serahsi'nin bu acıklaması neticede Hz. Peygamber (a.s.)'ın butun davranışlarının vahye dayandığı O'nun tashihinden gectiği anlamına gelmektedir. Zira, Hz. Peygamber (a.s.)'ın davranışı veya sozu ya doğrudur, ya da yanlıştır. Hayatı boyunca duzeltilmişse tamam. Aynen kalmışsa onun doğru olduğu ortaya cıkar. Zira yanlışın Allah tarafından devam ettirilmesi mumkun değildir.

Şatıbi ise şoyle der:
Hadis ya saf Allah'tan gelen bir vahiydir, ya da Hz. Peygamber (a.s.) tarafından yapılmış bir ictihattır. Ancak bu durumda onun ictihadı Kitap ya da sunnetten sahih bir vahye dayandırılmış ve onun kontrolunden gecmiştir. Hz. Peygamber'in ictihadında hata yapabileceği goruşu benimsense bile, o asla hatası uzerinde bırakılmaz, derhal tashih edilir. Sonunda mutlaka doğruya doner. Dolayısıyla ondan sadır olan hicbir şeyde hata ihtimali yoktur .(29)

Bu ifadelerden hareketle diyebilir ki, sunnetin tamamı vahiydir, diyenler pek de ifrat etmiş olmuyorlar. Zira, neticede sunnetin tamamı vahyin kontrolunden geciyor, ya ibka ediliyor ya da tashih ediliyordu. Yani vahyin kontrolune girmemiş bir uygulamanın varlığını kabul edemeyeceğimize gore netice olarak hepsinin vahye dayandığını rahatlıkla soyleyebiliriz. Ancak sunnetin tamamının vahye dayandığını soylerken bununla Rasulullah'ın devrinde tesbiti yapılan ve bize kadar sahih olarak gelen sunnetleri kastettiğimizi de belirtelim.

4. Vahyi takriridir
Sunnet'i tarif ederken bir kısmının da takriri sunnet dediğimiz, Hz. Peygamber (a.s.m) huzurunda yapılıp ta gorduğu veya duyduğu halde susması veya tasvip buyurmasıdır . (30) Yani Ashabı Kiram gerek onceki Cahiliye doneminden kalma bazı uygulamaları, gerekse kendi anlayış ifadeleri olarak yaptıkları konuşma, davranış gibi hususlardan birini Hz. Peygamber, gorduğunde veya duyduğunda onları bazen duzeltiyor, bazen değiştiriyor, bazen da seslenmiyordu. Ashabı Kiram O'nun bu susmasını tasvip olarak değerlendiriyordu. Zira ummetin yaptığı bir hatayı aynen bırakması, Hz. Peygamber (a.s.) adına uygun olmazdı. Bu sebeple O'nun susmaları bile o fiil veya sozun yanlış olmadığı anlamına geliyordu.

Ashab (r.a), Hz. Peygamber (a.s.)'ın kontrolunde olduğu gibi, Resulullah (a.s.) da İsmet sıfatının (31) bir gereği olarak, devamlı vahyin kontrolu altındaydı. Dolayısıyla O'nun hatasının duzeltilmeden bırakılmayacağı (32) ve bu uyarının da geciktirilmeden hemen yapılacağı (33) bilinmelidir. Bu ozelliğiyle Hz. Peygamber (a.s.) butun insanlardan ve ictihada ehil olanlardan ayrılmaktadır.

Daha peygamber olarak gorevlendirilmeden once bile bazı davranışlarından dolayı ikaz edildiği bilinmektedir .(34)

Bir defasında, Kureyş cocukları ile oyun oynarken izarını cıkarıp taş taşımak istemiş ancak bu durumdan şiddetle menedilmiştir. Yine zemzem kuyusunun tamiri icin amcası Ebu Talib'e yardım maksadıyla izarını cıkarıp uzerine taşı koymak istemiş, fakat baygınlık gecirmiştir. Kendine geldiğinde ise, uzerinde beyaz elbise olan birinin ortunmesini istediğini soylemiştir .(35)

Vucudunun gorulmesi uygun olmayan hususlar icin muhafaza edildiği gibi, o gunun toplumunda gorulen bazı nahoş uygulamalardan da korunmuştur. Kendi ifadesiyle, duğun gibi yerlerde yapılan oyun ve eğlencelere bakmak istemiş ancak onları duyamamış ve uyuya kalmış, ondan sonra da Peygamberlikle vazifeleninceye kadar kotuluğe bulaşmamıştır .(36)

Henuz peygamber değilken ve ummetine ve insanlığa ornekliği kesin olarak belirtilmemişken boyle koruma altında olan bir zatın, butun yonleriyle ummetine ve insanlığa numune olduğu bir donemde muhafaza edilmemesi, hatalı ve eksik bir durum varsa duzeltilmemesi (37) duşunulebilir mi?

Nitekim Kur'an-ı Kerim'de bunun misallerini gormekteyiz.
Hz. Peygamber (a.s.) vahyi muhafaza icin endişe etmiş, ancak Allah Teala, buna mahal olmadığını bildirerek endişesini gidermiştir .(38)

İnsanların hidayete gelmeleri, Allah'ın emrine uymaları hususunda O'nun vazifesinin yalnız tebliğ olduğu vahyin ancak Allah'ın dilemesiyle olacağı, sonucu Allah'ın dilemesine bağlı olduğu (39) gibi hususlarda uyarılmış; mağfiret dilediği amcası Ebu Talib hakkında, ikaz edilerek dua etmekten men edilmiştir . (40)

Diğer taraftan, Uhud savaşından sonra duşmanlarına lanette bulunmaktan (41) ve Hz. Hamza (r.a)'a yapılan muamelelerden sonra musle yapmak arzusundan (42) da vazgecirilmiştir.

Ayrıca, Bedir savaşında elde edilen esirlerle ilgili fidye karşılığı salıverilme fikrinden dolayı uyarılmış, (43) munafıklarla ilgili onları kazanma arzusuyla yaptığı uygulamadan men edilmiş (44) , esirlerin arzusu icin Allah'ın helal kıldığı şeyi kendine haram kılması sebebiyle de ikaz edilmiştir .(45)

Bu ve benzeri ayetler Hz. Peygamber (a.s.)'ın yaptığı bazı tasarruflarının rızayı İlahi'ye muvafık olmadığı durumlarda tashih edildiğinin ack gostergeleridir. Allah Teala, O'nu, once muhayyer bırakıyor ve ictihat etmesini, ashabıyla istişare eylemesini istiyor. Sonucta Allah'ın rızasına uygun ise oylece kalıyor, değilse tashih ediliyordu. Nitekim, once muşrik cocuklarının babaları hukmunde olduğunu beyan edip, sonra cennetlik olduklarını soylemesi, ilk onceleri kelerin, meshe uğramış Yahudiler olduğunu soylemesi sonra bu goruşunden vahyin uyarısıyla vazgecmesi, kabir azabı hakkındaki goruşun Yahudi fitnesi olduğunu soyledikten sonra, vahyin uyarısıyla kabir azabının varlığını beyan edip, dualarında ondan Allah'a sığınması gibi hususlar , (46) Kur'an vahyi dışında da kendisinin uyarılıp tashih edildiğini gostermektedir.

İşte Resulullah'ın huzurunda yapılan veya haberdar olduğu bir fiil, hareket veya sozu yanlış olarak devam ettirmesi mumkun olmadığı ve bu tur takriri sunnetin ummet icin ornek olması kesin olduğu gibi, Allah'ın huzurunda Resulullah (a.s.)'ın yaptığı davranış ve fiillerin de yanlış olarak devam etmesi soz konusu değildir ve butun hayatı boyunca ondan sudur eder herşey daha da evleviyetle bizim icin ornektir.

Şu halde, alim, habir, semi, basir, hakim olan Allah (c.c), Peygamber Efendimiz'den sadır olan her turlu soz, fiil ve davranışı ya tashih etmiştir, ya da aynen devam ettirmiştir. Bu dokunmayıp devam ettiği şeylere ister hanefi ulamasının dediği gibi batınî vahiy diyelim, (47) isterse takriri vahiy diyelim, neticede Hz. Peygamber (a.s.m)'in sunnetinin vahye dayandığını ifade edebiliriz.

Bundan hareketle, Hz. Peygamber'in icinde bulunduğu toplumun bazı orf ve adetlerini aynen devam ettirmesi Allah'ın kontrolunden gectiği ve bir nevi vahyi takriri olması sebebiyle, onlara sadece birer adet ve gelenek olarak bakmanın doğru olmayacağını duşunuyoruz. Zaten o uygulamaların temelden Hz. İbrahim (a.s) veya başka peygamberlere dayandığını onceden ifade etmiştik.

Şu halde Hz. Peygamber'in sergilediği davranış ve hareketler, aynıyla Cahiliye de bulunsa bile, yanlış olsaydı, mutlaka vahiy tarafından tashih edilecekti. Tashih edilmeyenler ise tasvip edilmiş demektir denilebilir.

HADÎSLERİN YAZILMASINA İZİN VEREN RİVAYETLER

Hadîslerin yazılmasına ruhsat veren, yazıldığını gosteren rivayetler coktur. Bunlardan biri, yazdığı hadîsler, kitap halinde sonraki nesillere intikal eden Abdullah İbnu Amr (radıyallahu anh) 'a aittir. Der ki:
"Ben Hz. Peygamber (aleyhissalĂ‚tu vesselam) 'den işittiğim şeyleri, ezberlemek arzusuyla yazıyordum. Kureyş beni menederek: ' 'Sen Resûlullah (aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m)'tan her duyduğunu yazıyorsun, halbuki Resûlullah (aleyhissalĂ‚tu vesselam) bir insandır, ofke ve rıza, her iki hĂ‚lde de konuşur dediler. Bunun uzerine yazmaktan vazgectim. Ancak durumu da Hz. Peygamber (aleyhissalĂ‚tu vesselam)''e arzettim. Resûlullah (aleyhissalĂ‚tu vesselam) parmağıyla mubarek ağızlarına işaret buyurarak: "Yaz, dedi Nefsimi elinde tutan Allah'a kasem ederim, buradan haktan başka bir şey cıkmaz".

Abdullah İbnu Amr (radıyallahu anh)'ın sistemli şekilde hadîs yazdığını te'yid eden bir rivayet Ebu Hureyre (radıyallahu anh)'ye aittir ve ustelik BuhĂ‚ri'de kaydedilmiş bulunmaktadır. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) şoyle buyurur: "Hz. Peygamber (aleyhissalĂ‚tu vesselam)'den cok hadîs (bilmede) Abdullah İbnu Amr hĂ‚ric, bana yetişen y oktur. O, beni gecer, zira o yazardı, ben ise yazmazdım".

Hadîslerin yazılması hususunda ruhsat ifade eden rivayetler bundan ibaret değildir. Hafızasından şikĂ‚yet edenlere Resûlullah (aleyhissalĂ‚tu vesselam)ın: "Sağ elinizi yardıma cağırın", "İlmi yazı ile bağlayın" gibi tavsiyeleri, bazı konuşmaların yazılı metnini isteyenlere yazılı verilmesi, hepsi de hadîsten ibaret olan uzunluğu birkac satırdan bir kac sayfaya ulaşan- ve sayısı 300'u bulan pek cok "mektup (yani yazılı vesika)" ların varlığı Hz. Peygamber (aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m)in, hadîslerin yazılması hususundaki ruhsatına yeterli delillerdir. Sadece mektuplar değerlendirilse bile Hz. Peygamber (aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m)'in Kur'Ă‚n'dan başka bir şeyin yazılmasına sistematik, ısrarlı bir muhalefette bulunmadığı, tam tersine, medenî hayatta yazının geniş capta kullanılmasına buyuk ehemmiyet verdiği anlaşılır.

EBU HUREYRE'NİN SAHİFE-İ SAHÎHA'SI:

Bazı rivayetler Ebu Hureyre (radıyallahu anh)'nin, Resûlullah (aleyhissa-lĂ‚tu vesselam)'tan işittiği hadîslerini yazdığını ifĂ‚de etmektedir. Bu sahifenin ismi Sahife-i Sahîha'dır. El-Hasan İbnu Amr İbnu Umeyye ed-Damri anlatıyor: "Uz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh)'nin yanında bir hadîs rivayet ettim. Ancak o : " 'Boyle bir hadîs yok'' diye inkĂ‚r etti. Bunu kendisinden işittiğimi soyledim. O vakit: "Bunu benden işitmişsen o bende yazılıdır" dedi ve elimden tutarak beni evine goturdu. Orada bana Hz. Peygamber (aleyhissalĂ‚tu ves-^ selĂ‚m) 'in hadîslerinin yazılı bulunduğu pek cok kitap ' 'kutuben kesireten'' gosterdi. Rivayet ettiğim hadîsi burada buldu ve: "Ben sana demedim mi? Eğer ben bir hadîs rivayet etti isem. o, yanımda yazılı olarak mevcuttur. "

HADİSLERİN TOPLANMASI:

Hadîs tarihinin ikinci muhim devresini "tedvinu's-sunne" dediğimiz calışmalar teşkil eder. Zaman olarak ikinci hicrî asrı icine alır.

TEDVÎN NEDİR?

Tedvin, lugat olarak cem edip kitap hĂ‚line koymak mĂ‚nasına gelir. Bir hadîs ıstılahı olarak, hadîslerin resmen yazılıp kitap haline konması demektir. Burada "resmen" tabirinin bilhassa ehemmiyeti var. Zira, onceki bahislerde de gorulduğu uzere, hadîslerin yazılması, ferdf ve hususî olarak Resûlullah (aleyhissalĂ‚tu vesselam) devrinde başlamış bir faaliyettir. Hatta bizzat RASULULLAH (aleyhissalĂ‚tu vesselam) tarafından pek cok yazılı vesîkanın bırakılmıştır ve hepsine de "sunnet" denilmektedir.
Ama bunların hicbiri tedvin kelimesiyle ifade edilen "yazma" işine girmez. Cunku tedvîn'de hadîslerin tamamının yazılması soz konusudur. Oyle ise tedvîn'in daha mukemmel bir tarifini: "Hadîslerin hepsine şĂ‚mil olan ve devlet eliyle yurutulen ikinci hicrî asırdaki yazma faaliyetidir" şeklinde yapabiliriz.

NASIL BAŞLADI? Tedvîn işi, Emevi halifelerinden Omer İbnu Abdilaziz'le başlar. Dindarlığı ve Resûlullah (aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m)'ın sunnetine duşkunluğu ile meşhur olan Omer İbnu Abdilaziz (rahimehulllah), sunneti bilen Ashab neslinin, arkadan da buyuk alimlerin ceşitli sebeplerle birer birer hayattan cekilmelerini gorerek hadîsin kaybolacağından endişe eder. Tehlikeyi onlemek icin her tarafdaki mevcut Ă‚limleri hadîslerin yazılması işine sevk etmeyi duşunur. Bu maksadla, halife sıfatıyla valilere emirler, tamimler gonderir.

Omer İbnu Abdilaziz'in gonderdiği bu mektuplardan bir tanesinin metni BuhĂ‚rî'de mevcuttur. Bu, Medine valisi Ebu Bekr İbnu Hazm'a gonderilen mektuptur:

"Beldende Hz. Peygamber (aleyhissalĂ‚tu vesselam) 'le ilgili rivayetleri araştır,topla ve yaz. Ben ilmin (hadîslerin) yok olmasından ve Ă‚limlerin tukenmesinden korkuyorum. Bu iş yapılırken sĂ‚dece Resûlullah (aleyhissalĂ‚tu vesselam)'in sunneti kabul edilsin. Âlimler mescid gibi herkese acık ve malum yerlerde oturup tedrisatta bulunarak ilmi yaysınlar, bilmeyenlere oğretsinler. Zira ilim gizli kalmadıkca yok olmaz.''

İbnu Sa'd'ın kaydettiği rivayette Omer İbnu Abdilaziz (rahimehullah) İbnu Hazm'a yazdığı mektupta şu ziyadede bulunmuştur:
"....cĂ‚ri, bilinen bir sunnet veya Amra bintu AbdirrahmĂ‚n'ın rivayetleri kabul edilsin..."
DĂ‚rimi'nın rivayetinde şıt ziyĂ‚de mevcut:

"Sizce (veya bolgenizde) Hz. Peygamber (aleyhissalÂtu vesselam) 'den sabit ve sahih olan rivayetlerle Hz. Omer'den sabit olan rivayetleri yaz".

Ebu Nuaym'm TĂ‚rîhu İsfehan'da kaydettiğine gore Omer İbnu Abdilaziz, mektubu, butun İslĂ‚m beldelerine gondermiştir.

Şu halde tedvin işinden bahseden muhtelif rivayetleri goz onune alarak konu hakkında daha butun bir fikre varabilmekteyiz.
Hadîslerin tedvininde Halîfe Omer İbnu Abdilaziz'in bu teşebbusunu takdir edebilmek icin; Tedvin'de en buyuk hizmeti gecen ve bu faaliyete ismini veren Muhammed İbnu ŞihĂ‚b ez-Zuhrf nin şu itirafını bir kere daha kaydetmek ister:

"Bizi bu umera (idareciler) mecbur edinceye kadar ilmin yazılmasını uygun bulmuyorduk. (UmerĂ‚nın mudĂ‚hale ve icbarıyla bu işe girişince) hicbir muslumanı yazmaktan men etmemek gerektiğine inandık''.

HADİSLERİN TOPLANMASINA SEVKEDEN SEBEPLER

Hadîslerin yazılıp kitaplar halinde bir yerde toplanmasına sevkeden gercek Ă‚milleri daha yakından gormekte fayda var:

1- Alimlerin ittifakıyla bunlardan biri, Omer İbnu Abdilazîz'in mektubunda da ifĂ‚de edilen husustur: UlemĂ‚nın inkırazı ile hadîslerin yok olma endişesi: Bu gercekten muhim bir husustur. Her ne kadar hadîsler ferdî olarak yazılıyor idiyse de coğunlukla "Ezberlenmek icin" yazılıyordu ve ezberlenince yakılıyordu veya olurken, kendisinden yazılanların imhası tavsiye ediliyordu. Yukarıda Zuhri'den kaydettiğimiz rivayet bile, hadîslerin yazılması hususunda, ilmî cevrelerdeki tereddudu anlamaya kĂ‚fidir.

Ustelik bu donem, siyasî calkantıların, ic kargaşaların sıkca gorulduğu bir devredir. 95. hicrî yılında HaccĂ‚c-ı ZĂ‚lim tarafından oldurulen, devrin meşhur muhaddisi Said İbnu Cubeyr'in kaybı bile Omer İbnu Abdilaziz'i "hadîsler kaybolacak" diye korkutmaya yeterli bir hĂ‚disedir. Kaldı ki, aynı hĂ‚diseler Talk İbnu Habîb'in olumune sebep olur, meşhurlardan MucĂ‚hid kıl payı idamdan kurtulursa da hapse atılır.

2- Omer İbnu Abdilaziz'in mektubuna acık bir şekilde aksetmemiş olsa bile, tedvine sevkeden ikinci muhim Ă‚mil, siyasî ve mezhebi ihtilaflar sebebiyle hadîs uydurma faaliyetlerinin artmasıdır. Bu hususu, Zuhrî (rahimehullah)'in su sozleri tevsik ve te'yîd eder: "Eğer şark cihetinden gelen ve nezdimizde mechul ve merdûd olan hadîsler olmasaydı ne tek hadîs yazardım ne de yazılmasına izin verirdim ".
Suyûtî hazretleri, hadîs uydurma faaliyetlerinin tedvindeki rolune şoyle parmak basmıştır: "Ulemanın ceşitli beldelere dağıtıldığı, Haricîlerin ve RĂ‚fızî-Icrin uydurma ve bidatlarının coğaldığı bir vakitte, sunnet. Sahabe 'nin akvĂ‚li ve fĂ‚biî'nin fetvalarıyla karışık olarak tedvin edildi".

TEDVÎN'İN CEREYAN TARZI:

Rivayetler, Omer İbnu Abdilazîz'in, meseleyi bir tamimle bırakmayıp, ted-vîn calışmalarını titizlikle takip ettiğini gostermektedir. MeselĂ‚ merkezde, bu işte calışacak, hususî katipler tutulmuştur. Soz gelimi HişĂ‚m İbnu Abdilmelik, Zuhri'nin emrine iki kĂ‚tip vermiştir. Bunlar tam bir yıl boyu Zuhrî'nin hadîslerini yazmışlardır.

Tedvin faaliyetlerine, halife Omer İbnu Abdilazîz (rahimehullah) bizzat katılmış, elinde defter kalem namazlara devam etmiş, namazlardan sonra teşkil edilen ders halkalarına oturarak Avn İbnu Abdillah'dan, Yezîb İbnu'r-RakkĂ‚şî'den hadîs yazmıştır.

Tedvin sırasında, sĂ‚dece Resûlullah (aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m)'a nisbet edilen rivayetler değil, Sahabe hazerĂ‚tından ve TĂ‚biîn'den rivayet edilen Ă‚sĂ‚f da bĂ‚zı muhaddislerce "sunnet" mefhumuna dĂ‚hil edilerek yazılmıştır.

Halife'nin emriyle taşrada yazılan hadîsler defterler hĂ‚linde merkeze gonderilmekte, orada coğaltılarak tekrar İslĂ‚m beldelerine yollanmaktaydı. Bu muhim hususu tevsik eden bir rivayet ZuArî'den gelmektedir: "Omer İbnu Abdilaziz (rahimehullah) Sunnet'in cem edilmesini emretti. Biz de onu defter defter yazdık. Omer İbnu Abdilazîz (rahimehullah) uzerinde hĂ‚kimiyeti bulunan her bir yere bunlardan bir defter yolladı."

Bu yollanan defterlerin, merkezdeki aslî nushalardan coğaltılan tĂ‚li nushalar olduğu muhakkaktır.
Bazı rivayetler, merkezde toplanan hadîslerin, ulemĂ‚ nezĂ‚retinde belli bir kontroldan gecirildiğini ifĂ‚de etmektedir: Ebu'z-ZinĂ‚d Abdullah İbnu'z-ZekvĂ‚n anlatıyor: "Omer İbnu Abdilazîz'in fukahĂ‚'yı topladığını gordum. Ulema ona pek cok sunnet toplamıştı. (Bunları fiıkahĂ‚ ile birlikte okuyor) kendisiyle amel olunmayan bir sunnet zikredilince: "Bu fazladandır, uzerine amel yoktur" diyordu",.

Yukarıda, merkezden taşraya gonderildiği belirtilen nushaların bu kontrol muamelesinden sonra istinsah edilmiş olabileceği soylenebilir.

Tedvin faaliyetlerinin muhim bir hususiyeti, hadîslerin, sunen, sahîh veya musned gibi herhangi bir tasnîf tarzında yazılmamış olmasıdır. Burada hadîsleri yazıya gecirmek, yazı ile tesbît etmek esas alınmıştır, şu veya bu tarzda şu veya bu maksada uygun olması değil. Bu sebeple, merfiı, mevkut ve maktu rivayetler sahîhi, baseni ve zayıfıyla birlikte ic ice, yan yana yazılmıştır. Bunların temyîz ve tanzimi muteakip asırda tebvîb devrî'nde ele alınacaktır.

EBU BEKR İBNU HAZM'İN ROLU:

Medine Valisi Ebu Bekr İbnu Hazm, devrinin buyuk bir hadîs Ă‚limi olmasına rağmen Omer İbnu Abdilazîz'in emrine icabet ederek şahsen hadîs yazdığına dĂ‚ir elimizde kayıt yoktur. O, vali sıfatıyla ulemĂ‚yı bu faaliyete icbar etmekle yetinmiş olabilir. Nitekim bu işi can u gonulden benimseyip birinci derecede rol oynayan Zuhri, bir Medîne Ă‚limidir ve Ebu Bekr İbnu Hazm'ın emriyle işe başlamış olması şuphe goturmeyen bir husustur.
Tedvin işinin meyvesini tam olarak gormeye Omer İbnu Abdilazîz'in omru vefa etmemiş olsa da onun devrinde tedvîn edilenlerin istinsah edilerek taşra vilĂ‚yetlere gonderilecek bir seviyeyi bulduğunu bizzat Zuhrî'den intikal eden bir rivayete istinaden az once kaydettik. Bu sebeple İslĂ‚m Ă‚limleri, ilk tedvîn işinin Omer İbnu Abdilazîz (rahimehullĂ‚h) zamanında,birinci hicrî asrın son yıllarında ele alındığında ittifak ederler.

Dipnotlar:
1- "O kendilğinden konuşmaz. Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahiy ile dir." Ayetinden kastedilenin yalnız Kur'an olduğu soyleniyorsa da, sunneti de ithtiva ettiğini belirten alimlerimiz vardır. Mesela, Elmalılı bu ayeti "O, yani Kur'an veya Onun nutku ancak bir vahiydir. Başka turlu soylenemez. Yalnızca vahyolunur." Diye tefsir ederek Sunnetinde vahiy edildiğine işaret etmiştir. (Yazır, Hak Dini VII, 457); Krş. Kurtubî, Tefsir, XVII,84-85; Aydınlı, Abdullah, Sunnetin Kaynağı Hakkında, Din Oğretimi dergisi, Sayı37, Ank, 1992, s.48; Kırbaşoğlu, Sunnet, 236 vd.
2- Bakara, 48; Ali İmran, 164.
3- Nisa, 113; Cuma, 2.
4- Hikmet'ten kas'tın sunnet olduğunu soyleyenler icin bkz. Hasan el-Basrî, Katade, Yahya b. Kesir, (Suyuti, Miftahu'l-Cenne, s.23); İmam eş-Şafii, er RisĂ‚le, 32,78,93.
5- Kur'an ve Sunnet'in vahiy olması, aralarındaki farkın ne olduğu sorusunu akla getirmiştir. Aralarında mahiyet farkı olmadığı bu ayetten anlaşılıyor. Ancak biri vahyi metluv, diğeri vahyi gayri metluvdur. Suyuti bu hususu şoyle ozetler: Allah'ın kelamı iki kısımdır. Allah Cibrile, "Peygamber'e Allah sana şunu şunu emrediyor, de." Buyurur. Cibril'de muradı İlahiyi anlar ve Peygamber'e iletir. Bu aynen bir hukumdarın guvendiği birisini kendi namına elci olarak tebasına gondermesi ve elcinin de hukumdarın arzusunu kendi ifadesiyle iletmesi gibidir. Diğeri ise Allah Cibril'e "Peygamber'e git ve şu kitabı ona oku" buyurur. O da aynen harfi harfine ona okur. İşte Kur'an vahyi ikinci kısma, sunnet vahyi birinci kısma benzemektedir. Bu yuzden Sunnetin manasıyla rivayetinin de caiz olduğunu soyler. Suyuti, el-İtkĂ‚n, I,45; Bkz, Subhi es-Salih, Hadis İlimleri, s.261-262; Karaman, Hadis Usulu, s.9-10.
6- Enfal, 7.
7- Tahrim, 3.
8- Hadisin başında, Kur'an'da bulduğumuzu alırız, onda olmayanı almayız diyecek bir takım insanların geleceğinin bildirilmesi, sonra da sunnetin verildiğinin belirtilmesi konumuz acısından onemlidir. Bkz. Ebu Davud, Sunne, 6.
9- Kudsi, ilahi veya rabbani, adıyla ifade edilen bu hadisler, Allah'a (c.c) nisbetle soylenmiştir. Hem lafzı hem de manasının Allah'a ait olduğu veya aynı diğer hadisler gibi manası Allah'tan, lafzı Peygamberimizden olduğu ancak ummetin dikkatini cekmek acısından boyle ifade edildiği gibi anlayışlar vardır. Bkz. El-Hadis, ve'l-Muhaddisun, s.18; Kavaidu't-Tahdis, s.64 vd.
10- Bkz, Buhari, İman, 37; Muslim, İman, 1; Ebu Davut, Sunnet, 16; Tirmizi, İman,4.
11- Muslim, Cennet, 63-64; Bkz, Aydınlı, Sunnetin Kaynağı, s.50-51; Toksarı, Sunnet, s.98-99; Ebu Davud, Edeb, 48.
12- Muslim, İman, 32-36; Bkz, el-Munavî, Feyzu'l-Kadir, VI, 289-290.
13- Ornek icin bkz, Muslim, Cenaiz, 1; Tirmizi, İmam, 18; Cihad, 32.
14- Bazı araştırmacılar, vahy ifadesinin gectiği hadisleri, mana ile rivayet edildiğinden, genel olarak hadislerin vahyedildiğine delil teşkil etmeyeceğini iddia etse bile (Erul, Bunyamin, İslamiyat, C.1, s.1, s.55 vd.) bir başka makalesinde, Yuce Allah'ın Kur'an dışında, Hz. Peygamber'le iletişim icinde olmadığını soylememiz mumkun değildir. Diyerek, Rasulullah'ın tebliğ, talim, tezkiye ve beyan ile gorevlendirildiğini soyler. Ancak buna Hikmet demenin daha doğru olacağını soyler. (Erul, Bunyamin, İslamiyat, C.III, s.1., s.184.
15- Muslim, Hayız, 34.
16- Buhari, Nikah, 108.
17- Sırasıyla bkz, Suyuti, Miftah, 29; Musned, II, 85,160; Buhari, Edeb, 28; Muslim, 1,140; Ebu Davud, Menasik, 24,27; Tirmizi, Hac, 14; Ebu Davud, Salat, 2; Buhari, Bedu'l-Halk, 6; Ebu Davud, Sunnet, 9; Musned, I, 191; İbn Hişam, Sire, III, 101-102.
18- Suyuti, Miftah, 29.
19- Abdulğani Abdulhalik, Hucce, 337; Sunnet'in vahye dayandığı hususunda icma olduğu soylenir. Bk, a.e., s.338; Hasan b. Atıyye'nin de Sunnet'in Kur'an gibi vahye dayandığını soylediği rivayet edilir. Darimi, Mukaddime, 49.
20- Vahyi Metluv Kur'an, vahyi ğayri mevlut sunnet tir diyen Şafii hazretleri, Sunnetin Kur'an'ı Kerim'de gecen "hikmet" olduğunu soyler. (er-Risale, 3-4,10; el-Umm, V, 127,128.)
21- İbn Hazım, el-İhkam, 93; Krş. Kırbaşoğlu, Sunnet, s.260-261.
22- Gazali, Mustasfa, I, 83; Hattabi'nin de aynı kanaatte olduğu hk. bkz. Hattabi, Mealimu's-Sunen, V, 10.
23- Cakan, İ.Lutfi, Hadislerde Gorulen İhtilaflar ve Cozum Yolları, İst, 1982, s.96.
24- Bir kadının teyzesiyle ve halasıyla aynı nikah altında bulunamayacağını ifade eden hadis bu kabildendir. Buhari, Nikah, 27; Muslim, Nikah, 37-38.
25- İpek elbise giymek haram olduğu halde, hastalığından dolayı Abdurrahman b. Avf'a (r.a) Hz. Peygamber'in musaade etmesini misal verir. Bkz, Buhari, Cihad, 91; Libas, 29; Muslim, Libas, 24-26.
26- İbn Kuteybe, Ebu Muh. Abdullah, Te'vilu Muhtelifi'l-Hadis, Beyrut, 1972, s.196 vd.
27- Ruhu'l-Kudus kalbime ufledi, gibi ifadeler bu kabilden vahiydir. İbn Mace, Ticaret, 2; Beyhaki, Sunen, VII, 76; Suyuti, Miftah, 30.
28- Serahsi, Şemsuddin, Usulu's-Serahsi, Beyrut, 1973, II, 90-96.
29- Şatıbi, Muvafakat, IV, 19; Benzer goruşler icin bkz, Abdulgani, Hucce, s.334 vd.
30- Bkz, Aydınlı, Istılah, 148; Ayrıca bkz, Buhari, İ'tisam, 24.
31- Peygamberlerin sıfatlarından olan İsmet, Onların kufurden, Allah'ı bilmemekten, yalan soylemekten, hata etmekten, yanılgıya duşmekten, ihmalden, şeriatın tafsilatını bilmemekten uzak olduğu, bunlardan masum bulunduğu demektir. Hata uzere devam etmelerinin de mumkun olmadığı anlamındadır. Bkz, Gazali, Mustasfa, II, 212-214; SĂ‚bûni, Maturidiyye AkĂ‚idi, trc. Bekir Topaloğlu, Ank. 1979, s.212-212; Yazır, Hak Dini, IX, 6357; Abdulgani, Hucce, 108 vd.
32- Serahsi, Usul, II, 68.
33- Sabuni, Maturidiyye, 121; Abdulğani, Hucce, s.222; İbn Teymiyye'nin Peygamberlerin hata uzere bırakılmayacağı goruşu icin bkz. Abdulcelil İsa, &#304