Zikrin Yozlaştırılması; Zikirde Usûl ve ÂdÂba RiÂyetsizlik

Zikir, Kur’an’ın emrettiği onemli bir ibadettir.Bazı kesimler tarafından “gizli mi - acık mı; toplu mu - tek başına mı yapılmalı?” gibi tartışmalara ihtiyac yoktur. İslÂm, mu’minlerin nasıl ibÂdet edeceklerini gostermiştir. Emredilen ibÂdetlerin dışında dileyen, bid’at olmamak şartıyla, Peygamberimizin yaptığına benzemek kaydıyla, istediği kadar nÂfile ibÂdet yapabilir.

Ancak İslÂm’ı bize oğreten Peygamberi ve O’nun sahÂbelerinin hayatında, kol kola verilmiş bir şekilde, yatıp kalkarak, bağırıp cağırarak, kendinden gecerek bir zikir yapma şekli yoktur. Hele hele de zikri mutlaka bir ustadın emri altında yapıp, zikri ustadlara, şeyhlere havÂle etmek, onların da Allah’a goturmelerini beklemek gibi bir yanlışlık yoktur. Kul, gucu yettiği kadar ibÂdet yapar, dili donduğu kadar du eder, Rabbini anar. Umulur ki Allah (c.c.) ihlÂsla yapılan az amellere bile bol karşılık verir.

Zikrin ÂdÂb ve usûlu vardır. İnsan Allah’ı zikrederken (daha doğrusu zikir ibÂdetinin bir cuz’unu icr ederken) gulunc ve komik durumlara duşmemeli, maskaralık yapmamalıdır. Zikir yaparken kan ter icinde kalıp başına tavana değecek kadar hoplayıp zıplamak ibÂdet değil; cirkin bir harekettir. SuryÂnîlerin rûhÂnîleri, ibÂdet esnasında kan ter icinde kalıncaya kadar didinirlerdi. Bizim cÂhil dervişlerin arasında da bunların hareketlerine benzer davrananların sayısı hic de az değildir. Bu tamamen cehÂletten ve duşunmeden koru korune taklitten kaynaklanan bir durumdur.

Musluman, zikir esnÂsında acziyet icinde Hakkı duşunmeli, sukûnet ve vakarını bozmamalıdır. Zikir yaptığını iddi eden birtakım kimselerin havalara sıcradığı, tepindikleri, bağırıp cağırdıkları gorulmektedir. Bu hareket, zikrin mÂnÂsıyla hic bağdaşmamaktadır. İslÂm’ın ibÂdet anlayışına da ters duşmektedir. Zikir, tefekkur, nefis terbiyesi, ihsÂn gibi dinin emir ve tavsiyeleri; sadece belirli zumrelerin tekelinde kabul edilemez; bunlar butun muslumanların malıdır.

Tasavvufta zikir, hem anlayış hem de uygulama bakımından, sunnetteki zikir anlayışıyla bağdaşmayacak bazı ogeler icermektedir. Anlayış olarak zikrin Kur'an'da otuzdan fazla anlamından sadece birini, en fazla birkacını alıp zikir olarak sadece bunu one cıkartması, bununla yetinmesi ve hatta zikri, butunun bir iki parcasını cennet icin yeterli kabul etmesi, halka bu anlayışı yayması, zikri ve dolayısıyla dini daraltması, ilk dikkat ceken husustur. Bazı kelimeleri tekrarlarken, bilincini kaybederek cezbe icinde kendinden gecmesi halinde hicbir sevap da elde edememiş olur. Zira uyku, unutma ve gecici de olsa aklın kaybı zamanlarında kalem insanın uzerinden kaldırılmıştır. Boyle durumlarda kalemin sevap defterine birşeyler yazmasını ummak, İslÂm'ı bilmemek demektir. Zikir; uyanıklığın, duşunmenin ve bilincin esası iken (Kur'an ışığında boyle olması gerekirken), zikir adı verilen bazı toplantılarda insanlar kendilerinden gecirilmekte, Âdeta uyuşturucu kullanan esrarkeşler gibi hayal dunyasında tatlı ruyalara daldırılmaktadır. Bazıları defle dumbelekle halay ceker, dans eder gibi donup durmakla zikir yaptığını zannediyor. Kimi de kendini kaybedip, kendilerini hipnotize eden şeyhleri tarafından oralarından buralarından şiş kebabı gibi şişleniyorlar, kendi nefislerine zulmediyorlar. Kimileri bağıra cağıra, taşkınca; kimileri de sessiz sÂkin ama şaşkınca "zikir" yaptıklarını iddia ediyorlar.

Bu anlayış ve gelenekte zikrin aksiyoner, dinamik hicbir yonu yoktur. İbÂdet ve zikre ayrılmış belirli zamanların dışındaki gunluk hayattla zikrin hicbir ilişkisi yoktur. Ya cok sesli veya tumuyle dilin devreden cıkartıldığına şahit olunur. Nakşîlikte zikir, hemen tamamen zihinseldir. Dille zikir, sadece "hatm-i hÂcegÂn" sırasında Kur'an'dan bazı kucuk sûreler okumak ve biraz salevÂt getirilererek yapılır. Onun dışında kelime-i tevhid ya da lafza-i celal'in tekrarı dille değil, zihinden, icinden gecirilerek yapılır. Bunların yanında Nakşî tarikatlarda, esas zikir şekli, rÂbıtadır. RÂbıta, diğer zikir bicimlerinden ustun sayılmıştır. Yani, rÂbıta; kelime-i tevhidin, ya da lafza-i celÂlin, gerek dille ve gerekse zihinden tekrarı şeklindeki zikirden, hatta Kur'Ân-ı Kerim'i okumaktan bile faziletli sayılır. RÂbıtanın kaynağı ise Budizm'dir. Kitap ve Sunnette bununla ilişkin herhangi bir delil yoktur.

Bu anlayış ve tavır, Tasavvuf Sozluğunde şoyle acıklanır: “Tasavvufa gore zikir, ‘Allah’ kelimesini veya ‘L ilÂhe illÂllah’ cumlesini soylemek ve tekrarlamak demektir. İlkine ‘lafza-i celÂl’, ikincisine ‘kelime-i tevhid zikri’ veya ‘tevhid zikri’ denir. Tarikat ehlinin belli kelime ve ibÂreleri belli zamanlarda, belli sayıda, belli bir edeb dÂhilinde her gun duzenli olarak soylemeleri; ‘vird’ ve ‘hizib’ olarak da adlandırılır. Tarikat ehlinin ve sûfî cemaatlerinin bir yerde toplanıp şeyh veya halîfesinin gozetiminde ‘Allah, Allah’; ‘hû, hû’; ‘hay, hay’ gibi belli ibÂreleri belli bir hareket duzeni icinde soylemeleri. Bu ceşit toplu zikirlere; tarikat Âyini, semÂ, hadra ve deverÂn gibi isimler verilir. Soylenen sozleri ve hareketlerin ritmik (Âhenkli) olması icap eder. Bu tur zikirlerde bazen ney, kudum ve def gibi enstrumanlar da kullanılır; Mevlevîlikte, Halvetîlikte olduğu gibi. Bu tur zikirler ekseriya tekkelerde icr edilir. Zikirde zikreden, zikredilenden başka her şeyden gecer, zÂkir zikirde mezkûrdan başkasını hatırlamaz, kendisini kaybeder, yaptığı zikrin bile farkında olmaz. Bu yuzden zikir, kendinden gecip (gaybet, vecd) ve Hakk’ı buluş (vuslat, vucûd) halidir.

Zikir iki turludur: 1- Zikr-i cehrî, zikr-i aleniye: Yuksek sesle veya cevrede bulunanların işitebilecekleri bir şekilde sesli olarak yapılan zikirdir. Sesli zikri esas alan tarîkatlara cehrî tarikat denir. 2- Zikr-i hafî: Zikredenin, sadece kendisinin işitebileceği bir şekilde alcak sesle yaptığı zikir. Sessiz zikri esas alan tarikatlara hafî tarikat denir. MelÂmet ehli ve Nakşbendîler hafî zikri; RifÂîler, Kadirîler cehrî zikri tercih etmişlerdir.

Kaiden zikir: Tarikat ehlinin bir halka oluşturup oturarak ritmik hareketlerle yaptıkları zikir. Kaimen zikir: Tarikat ehlinin bir halka oluşturup ritmik hareketlerle ayakta yaptıkları zikir. Bu zikir done done yapıldığı icin devr ve deverÂn adını da alır. Zikr-i erre, zikr-i minşÃ‚rî: Yesevîlikte hancereden testere sesi gibi bir ses cıkarılarak yapılan zikir.

Bazıları, zikir denilince, ozel bir toren ve bazı buyuklerin, hocaların yonettiği ve adına “hatim” veya “hatme” denilen halkalar icinde olacağı anlayışına sahiptir. Bunlara karşı cıkanlar, belki biraz abartılı bir yaklaşımla “bu Âyin mi, ibÂdet mi?” diye sormaktan kendilerini alamamakta; ote yandan tÂğûtî gucler ve onların gudumundeki medya da, bu tur toplantıları, sacı sakalına karışmış, dansa benzeyen tuhaf gosterileri İslÂm’ı ve muslumanları karalamak icin saf zihinleri etkilemek ve onların beyinlerine kazımak kasdıyla bıkmadan gundemde tutup goz onune getirmektedir.

İbrahim Sarmış, şoyle der: "Şişlerin batırıldığı, karınların yarıldığı ve boyunların kesildiği zikir Âyininde olsun, bir şef yonetiminde "illallah", "Allah", "Hû", "y Hû" nÂraları ve gobekten cıkarılan bıckı sesleriyle yapılan zikir Âyinlerinde ve kadın-erkek karışıp insanların nağmeler eşliğinde kendilerinden gectiği Âyinler, bir ceşit dansla gecen boyle saatlerin ilÂhî tecelli saatler olduğunu soylemeleri, bir garÂbettir. Her yıl, bir hafta suren sem Âyinlerinde atılan nÂralar, calınan muzik ve dans eden semÂzenlerin yaptıkları da aynıdır. Soyler misiniz, Rasûlullah Rabbini boyle mi zikretti? Ondan sonra, ashÂbı Allah'ı boyle mi zikretti? SahÂbîler Allah ve Rasûlunun oğrettiği gibi huşû ve teslimiyet icinde, sessiz ve muziksiz, havf ve rec arasında, munferiden ve Rasûlullah'ın oğrettiği duÂlarla Allah'ı andılar. O'na yalvardılar. Nimetini istediler ve azÂbından O'na sığındılar.

Tasavvufcular, zikir esnÂsında muridin şeyhini zihninde canlandırmasını, "destûr y ustÂz (ustÂdım yardım et!)" diyerek zikre başlarken, ondan yardım istemeyi, tıpkı Rasûlullah'tan yardım istemek gibi olduğuna inanmasını şart koşarlar. Cunku kendisini Allah Rasûlune ulaştıracak şeyhidir. Kalbiyle ve lisanıyla şeyhinden izin isteyerek "destur ey şeyhim!" demesi yanında, tarikat mensupları ve ileri gelenlerinden de izin istemesi, yahut onlara rÂbıta yapması gerekir. Zikreden kişinin tepeden tırnağa kadar sallanması, once sağa "lÂ" ile başlayıp sola "illÂ" ile donmesi ve doğrulması gerekir. Sola doğru one eğilerek "illÂllah" demesi ile bu işi tamamlar. "Allah", "Hû" gibi tek isimle zikrediyorsa, cenesini goğsune vurması, koro halinde ve yuksek sesle yapması gerekir. Kelimeyi gobeğinden başlayarak kalbinin derinliklerinden cıkarması icab eder. İşte bu eşsiz pehlivanlık tasavvufcuların zikir şeklidir.

Allah icin soyleyiniz, Rasûlullah Rabbini zikrederken boyle tepeden tırnağa kadar sallanıp dans mı ediyordu? Sakalını goğsune vurup sağa sola mı sallanıyordu? Şuphesiz hayır. Cunku o, Allah'ın peygamberidir ve Allah'ın huzurunda edeple nasıl ibÂdet edileceğini bilir ve insanlara bildirir. Nasıl zikredeceğini Allah ona ve bize şoyle tarif etmiştir: "Rabbini icinden, yalvararak ve O'ndan korkarak yuksek olmayan bir sesle sabah akşam zikret.GÂfillerden olma." (7/A'rÂ, 205) "Rabbinize yalvara yakara ve gizlice du edin. Bilmelisiniz ki haddi aşanları O sevmez." (7/A'rÂf, 55). "Onların (muşriklerin) Beytullah'ın yanında namazları (duÂları) da el cırpmak ve ıslık calmaktan başka bir şey değildir." (8/EnfÂl, 35). (26)

Mevdûdi, ibÂdetin ozu ve anlamının itaat ve sadÂkat olduğunu acıklar (Kur'an'da Dort Terim, s. 28-29). İbÂdetin uc unsuru (kulluk, itaat ve sadÂkat) uzerinde dururken, şu acıklamada bulunur: "Once ibÂdet'in bu anlamını kafanızda tutun, sorularıma ondan sonra cevap verin:

Efendisinin kendisinden yapmasını istediği işleri yapmayıp daima elleri bağlı, efendisinin onunde duran ve onun ismini anan bir kole hakkında ne duşunursunuz? Efendisi ona, 'git, şu şu işleri yap' diyor, kole bulunduğu yerden kımıldamıyor, eğilip efendisini on kez selÂmlıyor, tekrar ayağa kalkıp elleri bağlı oylece duruyor. Efendisi ona, 'git falan yanlışları duzelt' diye tÂlimÂt veriyor, ama adam yine yerinden kıpırdamıyor, efendisinin onunde eğilmeye devam ediyor. Efendisi 'hırsızın elini bu kotu işten kes!' diye emrediyor. Bunu duyan kole, hırsızın elini keseceği yerde efendisinin soylediklerini tekrarlamaktan başka bir şey yapmıyor ve 'hırsızın elini kes' emrini yuzlerce kez tekrarlıyor. Şimdi bu kolenin efendisine gercekten hurmet ettiğini soyleyebilir miyiz? Sizin kolelerinizden bir tanesi boyle davransaydı ne yapardınız, Allah bilir!

Allah'ın kullarından boyle davrananların kendilerini Allah'a ibÂdete adamış olarak kabul etmelerine şaşmıyorum! Boyleleri sabahtan akşama kadar Allah bilir kac kere Kur'an'daki ilÂhî emirleri okurlar, ama bunları yerine getirmek icin kıllarını bile kıpırdatmazlar. Diğer taraftan ha bire nÂfile namaz kılar, ellerine binlik bir tesbih alır ve Allah'ın adını anarlar. Cok acıklı bir makamla Kur'an okurlar! Onları bu halde gorduğumuz zaman: 'Ne kadar muttakî, ne kadar dindar adamlar!' dersiniz. Bu yanlış anlamanın temelinde ibÂdetin gercek anlamını bilmemek yatar."

Allah'ın kitabına karşı kor, sağır ve dilsiz olup, bazı guzel kelime ve isimleri, anlamını ve mesajını duşunmeden belli sayıda tekrarlamanın fazla bir onemi yoktur. Bu tavır, insanın vicdanını bastırması, cehÂlet ve yozlaşmayı meşrû gorup yaptığı ile tatmin olması, esas zikir olan Kur'an'a karşı sorumluluğu ihmal etmesine sebep oluyorsa, o takdirde bu zikir anlayışının zararı vardır. Hemen tarikatların hepsinde, belirli aşamalardan gecen ve tarikatta kıdemli olanlara, zikir adıyla cok yanlış ifadeler de ders olarak verilmektedir. Anlamını bilmeden (biliyorsa daha kotu) tekrarladığı virdler icinde, belki de insanı şirke goturecek bÂtıl sozler vardır.

Mesel "L mevcûde illÂllah" gibi. Bu sozun anlamı: "Allah'tan başka varlık yoktur" demektir. Bir başka deyişle, "tum varlık Allah'tır" Yani, iyi-kotu yaratılmış ne varsa hepsinin -hÂşÃ‚- Allah olduğunu iddia etmek. Ne buyuk hata ve sapıklık! Ne dehşetli bir cehÂlet! Allah'ın yarattığını, Allah'ın kendisi yerine koymak. Cok korkunc bir gaflet, affedilmez bir suc! Ve sonra bunun adını zikir koymak! Oyleyse, dikkat edilmesi gereken nokta, anlamını bilmediğimiz kelimeleri durmadan tekrarlamak yerine; ondan daha once, bilmemiz gereken Allah'ın isimlerini ve vasıflarını oğrenmek, Allah'ı kendi zikri olan Kur'an'dan tanımak ve Allah'ın gosterdiği dosdoğru yolda yurumektir.

Kavram Tefsiri
__________________