
Hz. Musa’nın (as) ÂsÂsı
-------------------

Hırka-i Saadet’in daha onceden korunduğu ic mahfaza.
(Sultan 3. Murad tarafından yaptırılmıştır.)
EmÂnÂt-ı MubÂreke, Osmanlı Sarayı’nda devamlı imtiyazlı bir mevkide bulunduruldu. Hepsi kıymetli kumaşlardan som sırma işlemeli bohcalara sarılıp altından, gumuşten, sedef kakmalı ahşaptan sandıklara konulurdu. Sandıklar padişahın muhruyle muhurlenir, altın/gumuş anahtarları padişah namına silahdar ağada bulunurdu. Padişahlar Rida-i Cenab-ı Peygamberî’nin (Hırka-i Saadet’in) muhafızı olmakla iftihar ederler, gece gunduz tazim ve hurmette kusur etmezlerdi. Sarayda yanıbaşlarında bulundurdukları gibi gittikleri seferlere de beraber gotururlerdi. Her yıl Ramazan ayının on beşinde gercekleştirilen Hırka-i Saadet ziyareti Osmanlı protokolunun en onemli torenlerindendi.
Peygamber Efendimiz’in (sas) şanlı sancağı, saraydan cıkarılıp sancak alayı ile harbe gonderilirdi. Padişahlar Hırka-i Saadet Dairesi’nde yaşadıkları gibi vefatları vukuunda cenazeleri de burada yıkanıp kefenlenirdi.
İki Cihan Sultanı (sas), ceşitli devlet buyukleriyle birlikte Bizans İmparatoru Herakliyus’a da bir elci ile İslam’a davet mektubu gondermişti. Herakliyus, gerceği bildiği halde adamlarının kendisine inanmayacağından ve saltanatı kaybedebileceğinden korktuğu icin iman etmedi. Fakat Resulullah’ın (sas) mektubunu altın bir mahfazanın icine yerleştirip sakladı. Peygamber Efendimiz (sas) Herakliyus’un inanmamakla kendisine yazık ettiğini soyleyip, mektubunu muhafaza ettikleri muddetce evlatlarının saltanatının devam edeceğini bildirmişti. Tarihciler hicretten 7 asır sonra bile aynı ailenin bu mektuba gosterdikleri saygı sebebiyle saltanatta bulunduklarını kaydeder. Ecdadımız da Allah’ın Habibi’nin (sas) izinde, gul kokusunu taşıyan hatıralarının golgesinde iken rahmet-i ilahiyyenin ruzgarından istifade edecekleri itikadında idiler.
----

Hazreti Fatıma’nın (ra) Sandığı
İngilizler, emanetler konusunu Lozan’da masaya getirmek istediler. Filizlenmekte olan yeni Turk devleti boyle bir konuyu hicbir şekilde tartışmaya acmadı. Mukaddes Emanetlerin, milletimize tevdi edilmiş bir vedia olarak muhafazasına devam edildi. 1960’lı yıllarda bir kısmı Topkapı Sarayı Muzesi’ne bağlı olarak ziyaretcilere acıldı. Bircoğu ise eskiden olduğu gibi kıymetli muhafazaları icinde kamuoyundan gizli kaldı. Mukaddes Emanetler ilk kez bir kitap ile gunyuzune cıkıyor. Topkapı Sarayı mudur yardımcılarından Hilmi Aydın tarafından yazılan ve Işık Yayınları’nca basılan “Hırka-i Saadet Dairesi ve Mukaddes Emanetler” isimli kitap Mukaddes Emanetler’i arkalarındaki Asr-ı Saadet’e kadar ulaşan hikayeleriyle birlikte anlatıyor. Hazırlanışında araştırmacı Ahmet Doğru’nun da onemli katkısı olduğu belirtilen eserde emanetlerin bircoğunun ilk kez cekilmiş fotoğraları da yer alıyor.
------

Muaz bin Cebel’in (ra) kılıcı
97 cm uzunluğundadır. Kabza namlu kuyruğunun iki tarafından percinlenmiş, siyah boynuzdan iki levha halindedir. Dilimli bir tepeliği vardır. Balcağı celiktendir. Taban yassılaştırılmış oval kesitlidir. Kını ağac uzerine siyah deri kaplıdır.
----------

HIRKA-İ SAADET DAİRESİ
Hırka-i Saadet Dairesi, Fatih doneminde padişahın ozel dairesi (Has Oda) olarak inşa edilmiştir. Padişahlar burada ikamet ederler, devlet işlerinin bir kısmını ve ibadetlerini yerine getirirlerdi. Yanı başlarında ise Cenab-ı Peygamber’in (sas) hÂtıraları durur, yakın zamana kadar 24 saat Kur’an-ı Kerim bu bolumde okunurdu
--------

Hırka-i Saadet
(Resimde: Hırka-i Saadet’in icerisinde korunduğu ic mahfaza ve bohcalar)
124 cm boyunda, siyah yunlu kumaştan hırkanın ici daha kaba şekilde dokunmuş krem renk yunlu kumaşla kaplanmıştır. Yer yer yıpranmış durumdadır. Resulullah (sas) tarafından Zuheyr oğlu Ka’b’a verilen hırkadır.
Hırka-i Saadet Dairesi, adını Peygamber Efendimiz’in (sas) şair Ka’b bin Zuheyr’e huzur-ı saadetlerinde Musluman olduğunda hediye ettiği hırkadan alıyor. Arapların meşhur şairlerinden olan Ka’b, İslamiyet aleyhindeki şiirlerinden ve sozlerinden dolayı Peygaberimiz’in (sas) nerede gorulurse oldurulmesi emrine muhatap oldu. Daha once Musluman olan kardeşinin ikazı uzerine, hakkındaki olum emrine aldırmadan Medine’ye geldi, Mescid-i Nebevi’ye girdi. Peygamber Efendimiz’e Musluman olan bir kimsenin gecmiş hatalarının bağışlanıp bağışlanmayacağını sordu. Muspet cevap alınca “Bu, Ka’b olsa da mı?” diye ilave etti. Allah Resûlu bu soruya da olumlu cevap verdi. Ka’b (ra) kimliğini acıklayıp Kaside-i Burde ismiyle tarihe gecen eserini okumaya başladı. “Muhammed AleyhisselÂm kınından cıkmış bir kılıctır / Cihan onun nurundan feyz alır” mısraına gelince Efendimiz (sas) sırtındaki hırkasını cıkardı, şairin sırtına bıraktı. Ka’b, Hazreti Peygamber’in (sas) gul kokusunu taşıyan bu hırkayı omru boyunca muhafaza etti, cok yuksek fiyat teklif edilmesine rağmen bir ipliğini feda etmedi. Muaviye tarafından varislerinden alınıp halifelere gecen hırka, Yavuz’la birlikte İstanbul’a geldi.
Hırka-i Saadet sırma işlemeli yeşil atlastan bohcalara sarılıp altın bir cekmeceye konulur. Bu cekmece de aynı şekilde bohcalara sarılıp buyuk altın bir sandığa yerleştirilir.
-------------

Sancak-ı Şerif
(Hz. Peygamber’in yÂdigÂrı Ukab isimli siyah sancak zamanla yıpranıp adeta toz haline geldiği icin, yeşil atlastan torba icinde muhafaza ediliyor.)
Peygamber Efendimiz’in (sas) zamanında yapılan harplerde ashaptan her birlik ayrı bir sancak taşırdı. Bizzat Peygamber Efendimiz’e (a.s) mahsus olan Sancak-ı Şerif ise Ukab ismini taşır. Hazreti Aişe’ye ait siyah yunlu bir kumaştan yapılmıştır. Sancak-ı Şerif, Cenab-ı Peygamber’in (sas) Âlem-i cemÂli teşriflerinden sonra sıra ile dort halifenin emanetinde olarak harplerde ordunun onunde taşındı. Daha sonra da Emevi ve Abbasi halifelerine intikal etti. Bağdat’ın Moğollar tarafından işgali uzerine Mısır’a kacan Abbasi halifesi, Sancak-ı Şerif’i de diğer emanetler ile birlikte Mısır’a goturdu. Mısır’ın Yavuz Sultan Selim Han CennetmekÂn tarafından alınması uzerine Osmanlılara gecti. Ukab, zamanla yıpranıp adeta toz haline geldiği icin Osmanlılar yeşil atlastan yenisini diktirip uzerine aslından parcalar eklediler. Harpler sırasında Sancak-ı Şerif, Sancak Alayı denilen bir torenle saraydan cıkarılır, orduyla birlikte sefere giderdi. Bu sırada seyyidlerden oluşan bir cemaat tarafından yanı başında gece gunduz Fetih Sûresi okunurdu.
----------------------------------
Muhr-i Saadet
Hz. Muhammed (sas) yabancı devlet reislerine İslam’a davet mektupları yazdırırken taşı akikten, halkası gumuşten yuzuk şeklinde bir muhur yaptırmıştı. Bu muhur sıra ile Hz. Ebubekir’e, Hz. Omer’e ve Hz. Osman’a gecmiş, ancak Hz. Osman tarafından Eris isimli kuyuya duşurulmuş ve gunlerce aranmasına rağmen bulunamamıştır. Tarihciler bu muhrun kaybolmasından sonra Muslumanlar arasındaki birliğin bozulduğuna, devam edip gelen fitnelerin o zaman ortaya cıktığına dikkat cekerler. Hz. Osman bunun uzerine aynı yazıyı taşıyan başka bir muhur yaptırarak kullanmıştır. Mukaddes EmÂnetler arasında bulunan ve Bağdat’ta ele gecirilerek İstanbul’a getirilen muhrun bu muhur olduğu tahmin edilmektedir. 1 cm. uzunluğunda olup, kırmızı akik taşından yapılmıştır. Uzerinde kûfî hatla “Muhammed Resulullah” yazan bu muhur hakkedilmiştir.
----------------------

Name-i Saadet
Hicret’in altıncı yılında Peygamber Efendimiz (sas) yabancı devlet reislerine mektuplar gondererek onları İslÂm’a davet etti. Deri uzerine yazılan bu mektuplardan birkacı Hırka-i Saadet Dairesi’ndedir. Mektupların alt kısmında Resûllullah aleyhisselÂm’ın muhru bulunur. Emanetler arasında bu mektuplarla birlikte Kur’an-ı Kerim’den bazı kısa sûrelerin vahiy kÂtipleri tarafından yazılmış ilk nushaları da vardır.
---------------------------------

Nalın-ı Saadet
Rasûlullah’ın (sas) arş uzre basan mubarek ayaklarına değmekle şereflenmiş sandalet tarzı ayakkabılardır. Taban kısımları, birkac kat tabaklanmış deri ya da koselenin dikilmesiyle oluşur. Ayağı bilekten ve ustunden kuşatan kayışların yanı sıra biri baş parmakla yanındaki parmak, diğeri de orta parmakla onun yanındaki parmak arasından gecen iki tane bandın bulunması en bariz ozellikleridir. Nalın-ı Saadetlerin resminin bile berekete sebep olacağına inanılır, evlere, işyerlerine asılırdı. Hırka-i Saadet Dairesi’nde Nalın-ı Saadetlerle birlikte bunların metal ve ahşaptan modelleri de bulunmaktadır. (Altta: Na’l-i Saadet Mahfazası)
--------------------

Sakal-ı Şerif
Cenab-ı Peygamber AleyhisselÂm traş olduğu zaman sac ve sakal telleri ashab tarafından toplanır, hatıra olarak saklanırdı. Veda Haccı’nda traş olurken de Resûlullah’ın (sas) sac telleri cevresindeki ashabı tarafından kapışılmıştı. Bunlardan biri de alnına duşen sacları almak icin Allah Resûlu’ne (sas) rica eden Halid bin Velid’di. Halid bin Velid, bu sac tellerini olunceye kadar sarığının arasında taşıdı. Yemame Savaşı devam ederken başından sarığı duştu. Hazreti Halid, yere duşen sarığını almak icin canını duşunmeden duşmanlar arasına daldı. Etrafındakiler bu hali garipseyerek ikaz ettiklerinde “Ben bunu başlığımın kıymetinden dolayı yapmıyorum. Fakat onun icinde Peygamber AleyhisselÂm’ın sacı bulunduğu icin muşriklerin eline duşmesini istemiyorum. Ben onu hangi tarafa yonelttimse orası fetholundu.” dedi.
Bugun bircok tarihi camide, hatta aileler, şahıslar elinde Sakal-ı Şerif bulunmaktadır. Hırka-i Saadet Dairesi’nde de ellinin uzerinde Sakal-ı Şerif vardı. Cam mahfazalardaki Sakal-ı Şerifler kırk kat bohcaya sarılarak saklanır. Mubarek gun ve gecelerde salÂvat-ı şerifeler okunarak ziyarete acılır, gonullerdeki Peygamber (sas) sevgisi tazelenir, dunya gozuyle gormeden kendisine iman edenler bir nebze olsun hasret giderirler.
------------------------

Hz. İbrahim’in (as) tenceresi
Hazreti İbrahim’e nispet edilen tencere, silindir bir kutu icerisinde olup kutunun uzerindeki etikette “Padişahımız Sultan Mehmet Hazretleri huzur-ı humayunlarında Hasodabaşı Mustafa Ağa Kethuda’ya teslim eylediği İbrahim’in mermer kazganlarının mahfazasıdır. Sene 1058” yazılıdır. Tencere, genellikle Suriye Bolgesi’nde bulunan silisli (kumlu) granitten oyularak imal edilmiştir.
------------------------------

Nakş-ı Kadem-i Peygamberi
İlk donem İslÂm kaynaklarında bu konuda yazılı bir bilgi olmamasına rağmen Allah Rasûlu’nun (sas) bir mucize olarak bazı defalar sert zemine bastığında ayak izinin cıktığına inanılmakta, bircok yerde bulunan Kadem-i Şerif izleri buna delil gosterilmektedir. Topkapı Sarayı Mukaddes EmÂnetler Dairesi’nde taşlar uzerine cıkmış altı adet Kadem-i Şerif nakşı muhafaza edilmektedir. Bunların yanı sıra gumuş, tahta ve mukavva uzerine cizili bircok Kadem-i Şerif resmi de mevcuttur. Sultan I. Ahmed, Hazreti Peygamber’in (sas) ayak izi şeklinde altından bir sorguc yaptırmış, bunu mubarek gunlerde ve torenlerde başında taşımıştır.
-------------------------------
Kadeh-i Şerif
Hazreti Peygamber (sas) bir gun Medine’de bir yerden donerken Benî SÂide Sofası denilen mevkide ashabı ile istirahat etmek icin oturmuştu. Bu sırada Sehl ibn Sa’d’a donerek “Ya Sehl, bizleri bir sulasan” buyurdular. Resulullah’ın (sas) vefatında 15 yaşlarında bir delikanlı olan, Hicri 91 yılında 96 yaşında vefat ettiğinde “Medine’de en son vefat eden sahabi” unvanını alan Sehl, o gun su ikram ettiği ağactan mamul kadehi hatıra olarak saklamıştı. Yıllar sonra, bir topluluğun icinde bu kadehi gostererek su ikram ettiğinde kadeh, orada
bulunan Omer bin Abdulaziz tarafından istendi. Sehl de kadehi ona hediye etti. Kadeh-i Şerif’in dışı muhafaza gayesiyle gumuşle kaplanmıştır.
-------------------------------------
Gasl-i Nebevî Suyu
Peygamber’imizin (sas) gasil suyunun muhafaza edildiği yeşil şişe zamanın tahribatına dayanamamış, gunumuze ancak kırık parcası ulaşmıştır.
----------------------------

Hz. Yahya’nın (as) kol kemiği ve mahfazası
----------------------------------------------------

KÂbe’nin anahtarı
Sultan 4. Murad tarafından manevi işaret uzerine Bağdat seferine goturulen KÂbe anahtarı ve kesesi.
Mekke’nin fethinden sonra KÂbe’nin anahtarı, Resulullah (sas) tarafından “Şuphe yok ki Allah emÂnetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hukmettiğiniz zaman adaletle hukmetmenizi emreder.” Âyetinin nuzûlu uzerine ailece eskiden beri bu hizmeti gormekte olan Osman bin Talha’ya verildi. Halen aynı ailede bulunan anahtarlar yenilendikce eskileri İstanbul’a gelir, Miftah Alayı denilen bir alayla karşılanırdı. İlk defa Mekke Şerifi Ebu’l-BerekÂt, Mısır’ın fethinden sonra Harem-i Şerif’in anahtar ve kilidini oğlu vasıtasıyla Yavuz Sultan Selim’e gondermişti.
Dorduncu Murad tarafından Bağdat seferine goturulen KÂbe anahtarının yanındaki mektupta ise ilginc bilgiler bulunmaktadır. Mektup, zamanın Mekke Emiri Zeyd bin Muhsin tarafından Dorduncu Murad’a hitaben yazılmıştır. Peygamber Efendimiz (sas), ruyasında Emir’e KÂbe’nin mevcut anahtarını Harem-i Şerif’in imamıyla padişaha gondermesini, padişahın bu anahtarı Acem seferinde yanında taşımasını emredip fetih ve zaferi mujdelemektedir. Ayrıca padişahın diğer seferlerde hatta her oturup kalktığı yerde anahtarı yanından ayırmamasını istemekte, kendisinin ve kendisine tabi olanların bu surette musibetlerden emin olacağını soylemektedir. Padişah kendisi harbe gitmediği zamanlarda da guvendiği bir adamıyla anahtarı ordunun onunde taşıtmalıdır. Allah’ın inayetiyle karşılarındaki duşmanları guc yetiremeyip mağlup olacaklardır.
------------------------------------------------------

Kamîs-i Seyyidu’ş-ŞuhedÂ
Hazreti Huseyin’e ait olduğu belirtilen cubbe, 130 cm boyundadır. Pikeye benzer kumaştandır. Kısa kolludur. Yalnız on ve etekleri beyaz astarlıdır. Onden ilikli ve yuvarlak
-----------------------------------------
__________________