İşlenen sucların ve gunahların coğunu, bunları yapan kişilerde Allah korkusunun bulunmayışına bağlarız. “Bu kimseler Allah’tan korkup Onun azabından cekinselerdi, bu işleri yapmazlardı.” deriz. Acaba Allah korkusu nasıl olmalıdır? Yalnızca dehşet ve korku uzerine kurulmuş bir disiplini, İslÂmın hoşgoru muhtevası ve Cenab-ı Hakk'ın sonsuz rahmetiyle nasıl bağdaştırabiliriz?

Kur’Ân-ı Kerim’de mu’minler şoyle anlatılır:

“Mu’minler ancak o kimselerdir ki, Allah’ın adı anıldığı zaman kalbleri titrer. Kendilerine Onun Âyetleri okunduğunda imanları artar ve onlar yalnız Rablerine tevekkul ederler.” 1

Bu Âyetten anlaşıldığı gibi, iman nurunun artmasıyla Allah korkusunun kalbde yerleşmesi arasında cok yakın bir ilgi ve irtibat vardır.

Allah’ın Âyetleri okundukca imanın ziyadeleşmesi ne demektir?

Bu hususu merhum Elmalılı şoyle izah eder:

“İlim ve amel cihetinden gelen deliller arttıkca tahkikî iman inkişaf eder. Yakîn ve iman ziyadeleşir.”2

Tahkikî imanın da mertebeleri vardır. Bunlardan ilmelyakîn mertebesi, delillere dayanarak şuphelere karşı koyar. Taklidî, yani anne ve babadan devralınan ve derin bir araştırmaya dayanmayan bir iman bazan tek bir şuphe karşısında bile mağlûp olabilirken, delillere dayanarak elde edilen bir iman sayısız şuphe karşısında dahi sarsılmaz.

Tahkikî imanın ikinci bir mertebesi aynelyakîndir ki, onun da kendi icinde mertebeleri mevcuttur. Allah’ın kÂinatta tecellî eden guzel isimleri ve bu isimlerin mertebeleri kadar mertebesi vardır. Mu’min o tecellîleri gorup okuyabilme kabiliyeti nisbetinde sağlam ve sarsılmaz bir imana sahip olur. Bu safhanın en yuksek mertebelerinde artık kÂinatı bir Kur’Ân gibi okuyabilecek dereceye gelmiştir. Yani, mesel bir cicek uzerinde Cenab-ı Hakk'ın Halık, Musavvir, Muzeyyin, Mulevvin, Cemil, Rahim gibi isimlerini okur. Onu yaratan, sûret veren, susleyen, renklendiren, guzelleştiren ve şefkat ve merhamet gosteren bir yaratıcısının isimlerinin tecellilerini seyreder.

Ucuncu mertebe de hakkalyakîn olarak isimlendirilir. Bu dereceye ulaşan bir kimse artık varlık Âlemlerini saran perdeleri gecmiş ve şuphelerin ordular halinde hucumu karşısında dahi sarsılmayacak bir imana erişmiştir.3

Peygamberlerin ve maneviyat rehberlerinin imanı bu derinliğe sahiptir. Mirac'da Cenab-ı Hakk'ın cemÂl ve kelÂmına muhatap olan Resul-i Ekrem Efendimizin (a.s.m.) ve onun izinden giderek yerde iken Arş-ı ÂlÂyı temÂşÃ‚ edebilecek kadar ruhen terakkî eden Abdulkadir Geylanî Hazretlerinin kuvvetli imanları bu mertebeye misal olarak verilebilir.

Bu umman misali imana ancak ilim yoluyla ulaşılabilir. Tabiî ki, bu ilmin, insanı imana goturen bir ilim olması şarttır. İşte her an ilimle bu iman mertebelerinde yukselenlerin, Cenab-ı Hakk'ın huzurunda imişcesine duydukları haşyet ve urpertiyi tarif etmek mumkun mudur?

“Allah’tan ancak ilim sahipleri korkar.”4

meÂlin-deki Âyet-i kerimede bu hakikat ifade edilmektedir. Bu hurmet ve haşyet, her mu’minde imanın derecesine gore tecellî eder.

Cunku insan ilim vasıtasıyla Rabbini tanıdıkca Ona olan sevgisi ve saygısı artmaktadır. Zira butun kemÂl mertebelerinin uzerindeki sonsuz bir kemÂl, elbette ki sonsuz bir hurmete lÂyıktır. Ustun vakarıyla ve eşsiz şahsiyetiyle erişilmez bir mertebeye sahip bir maneviyat buyuğunun huzurunda nasıl icimizi sevincle karışık bir urperti kaplıyorsa, onun sayısız defa ustunde bir kemÂlin sahibi olan Cenab-ı Hak katında nasıl bir ruh hali icine gireceğimizi duşunelim.

Allah sonsuz rahmet ve şefkat sahibi olduğu gibi, sonsuz derecede gayret ve izzet sahibidir aynı zamanda. Pekcok Kur’Ân Âyetinde tekrarlandığı uzere, Allah hem Rahîm’dir, hem Azîz’dir. Rahîm isminin gereği olarak butun varlık Âlemini sonsuz şefkat ve rahmetiyle kucaklarken, Azîz ismiyle de, kanunlarına isyan edenleri ve bu isyanlarıyla izzetine dokunanları cezalandırmaktadır.

Bu itibarla, Cenab-ı Hakk'ın huzurunda olan bir kul, bir taraftan o sonsuz rahmetin cÂzibesiyle kendisinden gecmiş, diğer taraftan da gazabının dehşeti karşısında kalbi titrer bir vaziyettedir. Boyle bir insanın Allah’ın emirlerine isyan edip yasaklarını ciğnemesi mumkun mudur?

Bu korku da, tıpkı sevgi gibi, insanı Allah’a goturur. Bediuzzaman’ın izah ettiği gibi,

“Halik-ı Zulce-lÂlinden havf etmek (korkmak), Onun rahmetinin şefkatine yol bulup iltica etmek demektir. Havf bir kamcıdır, Onun rahmetinin kucağına atar. MÂlûmdur ki, bir vÂlide, mesel bir yavruyu korkutup sînesine celb ediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Cunku şefkat sinesine celb ediyor. Halbuki, butun vÂlidelerin şefkatleri, rahmet-i İlÂhiyenin bir lem’asıdır (parıltısıdır). Demek, havfullahta (Allah korkusunda) bir azîm lezzet vardır.” 5

Şu halde, korkunun veriliş maksadı da insanı Allah’a goturmektir. Bu bakımdan, bu duygumuzu başka yerlerde kullanıp asıl maksadından uzaklaştırırsak, buyuk zararlara uğrarız. Nasıl sevgimizi yanlış yerlerde kullandığımızda, sevdiklerimizden karşılık gormemek; aksine onlar tarafından tahkir edilmek ve kalbimizdeki onca sevgiye rağmen onlardan ayrılmak gibi acılarla o sevgi bizi ıztıraplar icinde boğan bir duygu haline gelir. Aynı şekilde, korku duygusunun yanlış yerde kullanılması da, insanın hayatını zindana cevirir. Cunku korkulmaya değmediği halde korktuğumuz varlıklar bize gayet sıkıntılı bir zillet yaşatmaktan başka hicbir şey yapamazlar. Ne yardımcı olabilirler, ne de korkumuzu teskin edebilirler. Aksine, duygusuz bir merhametsizlikle sırtlarını cevirerek veya hucumlarını şiddetlendirerek bizleri perişan ederler.

Korku hissinin iman ve tevekkulle olan alÂkası Sozler’de şoyle anlatılır:

“Tam munevveru’l-kalb bir Âbidi (kalbi nurlanmış bir mu’mini) kure-i arz (dunya) bomba olup patlasa, ihtimaldir ki, onu korkutmaz. Belki, harika bir kudret-i SamedÂniyeyi (Allah’ın kudret tecel-lîlerini) lezzetli bir hayret ile seyredecek. Fakat meşhur bir munevveru’l-akıl denilen (aklını ilim ve duşunce ile aydınlattığı iddia edilen) kalbsiz bir fÂsık feylesof ise, gokte bir kuyruklu yıldızı gorse yerde titrer. ‘Acaba bu serseri yıldız arzımıza carpmasın mı?’ der, evhÂma duşer. (Bir vakit boyle bir yıldızdan Amerika titredi. Cokları gece vakti hÂnelerini terk ettiler.)”6

Dipnotlar:

1. EnfÂl Sûresi, 2.
2. Hak Dini Kur'Ân Dili, 3:2367
3. Bediuzzaman Said Nursi. Emirdağ Lahikası, 1:102-3.
4. FÂtır Sûresi, 28
5. Sozler, s. 331
6. a. g. e.

Kaynak
__________________