Allahı Zikretmek Demek Allah Resulunun Getirdiği Gercek Kaideleri Hayata Uygulamaktır

Allah’ı Zikretmek Demek, Allah Resulunun Getirdiği Gercek Kaideleri Hayata Uygulamaktır

Yani, bir başka deyimle Kur’anın emirlerine sımsıkı sarılmaktır. Her kim Kur’ana inanmaz, Onun icindeki dusturları kendisi icin hayat dusturu haline getirmezse, Allah’dan yuz cevirmiş, şeytanla dost olmuş demektir.

Buna Allah-u Teala şoyle işaret buyurmaktadır:

“Kim benim zikrim olan Kur’an’dan yuz cevirirse, kuşkusuz onun icin cok dar bir gecim vardır. Ve kıyamet gunu onu kor olarak haşrederiz. “Rabbim Beni neden kor olarak haşrettin? Halbuki ben goren bir kimseydim” der. Allah da “İşte boyledir, sana ayetlerimiz gelmişti, fakat sen onları unutmuştun. İşte bugun de ben seni oyle unutmaktayım” buyurur.” (Taha: 124)

Bu ayetler, zikrin ancak Kur’an ayetleri olduğunu belirtmektedir.
Demek ki, bir kimse, gece gunduz Allah’ı zikretse, fakat Allah’ın zikri olan Kur’ana uygun bir hayat yaşamasa, boyle bir kimse şeytanın dostu olmaktan kurtulamaz.

Havada ucsa, suda yuruse yine de bundan kendini kurtaramaz. Cunku, boylesini havada ucuran, denizde yuruten şeytandır, rahman değildir.

İmanın Esası
(Allah Resulu Muhammed (s.a.v.)’e Uymadıkca Kufrun Bataklığından Kurtulmak Hic Kimsenin Haddi Değildir. )

İmanın esası; Allah’a, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere ve ahiret gunune inanmaktır. Allahu Teala imanın olcu basamaklarını şoyle sıralıyor Kur’anda mealen:

“Dediler ki: “Yahudi ve Hıristiyan olun ki doğru yolu bulaşınız.” De ki: “Doğru yola yonelmiş olan ve Allah’a ortak koşanlardan olmayan İbrahim’in dinine uyarız. Allah’a, bize verilen kitaba, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa ‘ya verilene, Rableri tarafından elcilerine verilenlere inandık. Onları birbirinden ayırd etmeyiz. Biz O’na teslim olanlarız!”

“Sizin inandığınız gibi inanmış olsalar, elbette ki doğru yolda olurlar. Yuz cevirirlerse, elbette ki onlar cıkmazlara girerler. Onlara karşı Allah sana yeterlidir. O hakkıyla işiten ve hakkıyla bilendir.” (Bakara: 136-138)

Bir başka ayet-i celilede:

“Peygamber ve muminler, ona Rabbinden indirilene iman etti. Hepsi, Allah’a, Meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı. “Peygamberler arasından hic birini oburunden ayırd etmeyiz. Ey Rabbimiz işittik ve itaat ettik! Affını dileriz. Donuş sadece sanadır” derler.” (Bakara:285)

Bakara suresinin başlarında, muminlerin hem Kur’an, hem de daha once indirilen kitaplara inandıklarını belirtiyor ve mealen deniliyor ki:

“Elif, Lam, Mim. Bu Allah tarafından gonderildiğinde hic şuphe olmayan ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara yol gosteren Kitaptır. Onlar, her şeyi bilemeyeceklerine inanırlar, namazlarını gereği gibi kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıklardan da yerli yerince harcarlar. Onlar sana indirilen kitaba da, senden once indirilenlere de inanırlar. Ahirete sadece onlar gormuş gibi iman ederler. İşte Rablerinin yolunda olanlar ve umduklarına kavuşmuş olanlar da bunlardır.” (Bakara: 1-5)

İmanın şartlarından biri olmaya layık bir telakki daha vardır:
Hz. Muhammed’in nebi ve Resuller zincirinin son halkası olduğuna, ondan sonra Nebi ve Resul gelmeyeceğine, Allah’ın onu cin ve insanların hepsi icin Resul olarak gonderdiğine iman etmek (inanmak). Boyle bir inanc da gereklidir Musluman icin.

Allah Resulunun getirdiği gerceklere inanmayanlar (iman etmeyenler) asla mumin olamazlar, nerede kaldı ki Allah’ın dostu olsunlar.
Onun getirdiğinin bir kısmına inanmak, bir kısmını ise inkar etmek, apacık bir kufurdur.

Nitekim Allah-ı Teala mealen şoyle buyurmaktadır:

“Allah’ı ve peygamberi inkar eden Allah’la peygamberin arasını ayırmak isteyen, ona indirilenin bir kısmına inanırız, bir kısmına da inanmayız diyerek, ikisi arasında bir yol tutmak isteyen yok mu, işte onlar gercekten kafir olmuşlardır. Kafirlere ise, cok azab verici ateş hazırlanmıştır.”

“Allah’a ve peygamberlerine iman edip onlardan hicbirisini oburunden ayırmayanlar var ya, işte Allah onlara mukafatlarını verecektir. Doğrusu Allah cok bağışlar ve yegane merhamet sahibidir.” (Nisa: 151)

Allah’ın Resulune inanmak (iman etmek);
O’nun Allah ile insanlar arasında, ilahi emirleri yasakları, vaadleri, vaidleri, helali, haramı acıklamada bir aracı olduğuna kesin bir bicimde icten inanmaktır. (iman etmektir).

Helal, Allah’ın helaldir dediği, boyle olduğuna dair ayetler indirdiği şeylerdir.
Haram ise, Allah ve Resulunun yasakladığı şeylerdir.

Din, Allah’ın kendine Resul sectiği Hz. Muhammed’e bildirdiği dosdoğru bir yaşantı bicimidir. (meşru din sadece Allah ve Resulunun meşru saydığı (teşri kıldığı) şeydir) Bunun otesinde, bundan başka bir hayat duzeni aramak, boşuna uğraşmaktır.

Bir kimse, velilerden herhangi birinin, Allah Resulunun belirtmediği bicimde kurduğu yolla, Allah rızasına nail olacağını, Allah’ın dosdoğru yolunda bulunacağını duşunur itikad ederse, gercekten o kişi, şeytanın dostu bir inkarcı / Kafir olur.

Yuce Allah’ın;
- şu varlığı ve icindeki mahlukatı yaratması,
- onlara yaşamaları icin rızıklar vermesi,
- insanların dualarını kabul buyurması,
- kalblerinde doğru yola gelmeleri icin ışıklar sacması,
- duşmanlarına karşı onlara yardımda bulunması ve butun bunlardan başka zararları onleyen, menfaat kapılarını acan nice nice yollar gostermesi,
O’nun yuce varlığına ait ozel işlerdir. O dilediği gibi sebepler halkeder, boyle durumlarda peygamberler bir vasıta olarak araya girmez.

Allah’ın bu kadar geniş nimetlerine layık gorulen bir insan, zuhd ve ibadetin, ilim ve hikmetin hangi derecesinde bulunursa bulunsun, Allah Resulunun getirdiği ilahi prensiplerin butunune inanıp (iman edip) ona gore davranmadıkca (amel etmedikce) asla mumin olamaz. Allah’ın dostluğunu ise mumkunu yok kazanamaz.

Yahudi ve Hıristiyanların ruhban kaynaklı başkanları ve aziz saydıkları da bu durumda olan talihsizlerdir. Arab Turk, Hind muşriklerinden, ibadete tevessul edenler de aynen boyledir.

Yani herkesin, kendi inandıkları dinlerine uygun ibadet ve taatları vardır, fakat asla muminler sıfatını kazanamamışlardır.

Allah Resulu Hz. Muhammed’e uymadıkca kufrun bataklığından kurtulmak hic kimsenin haddi değildir.

Nitekim, Fars şahlarından bazıları kendilerini Allah’ın en halis veli kulları saymışlardır.

Yunanlı filozof Aristo ve benzeri felsefe ilminin buyukleri, duşuncede ve tefekkurde cok ileri gitmelerine rağmen, putlara ve yıldızlara tapmaktan kendilerini kurtaramamışlardır.

Aristo, Milattan uc asır once yaşamış, Makedonya’lı Filip’in oğlu İskender’e vezirlik ve danışmanlık yapmıştır. İskender ona, ayrı olarak, bir de Roma ve Yunan tarihi yazdırmıştır. Bu İskender, Allah’ın Kur’an’da belirttiği İskender değildir. Haktan bazıları oyle sanırlar ve Aristo ile İskender’in nasıl olur da birbiriyle anlaştıklarına şaşıp kalırlar. Ne kadar garibdir ki, İbni Sina ve arkadaşları da boyle olduğuna inanmışlardır.

Allah Resulu Hz. Muhammed’e inanmayan bir kısım hakim ve zahidler (ne bicim zahidlerse bunlar) bazı harika işler yapmışlarsa da, yaptıkları hakka yakın işler değildir. Kehanet ve sihir cinsinden efsun ve aldatmalardır. Şeytanın ortaya koyduğu tuzaklardır.

Yuce Allah buyuruyor ki:“De ki: “Şeytanın kime indiğini size haber verelim mi Onlar gunahkar iftiracıların hepsine iner. Bunlar şeytanlara kulak verirler. Onların coğu yalancıdır.” (Şuara: 221)

İşte bunlardan mukaşefe ve daha başka harikulade şeyler arkasında koşanların hicbiri Allah Resulunun getirdiği gerceklere uymadıkca yalancıdan başka bir şey olamazlar. Kendilerini, fuhuştan, fucurdan, şirk ve zulumden, sapıklıktan asla kurtaramazlar. Şeytan onların daima uzerlerine gelir ve yakınları olur. Onun icin bunlar şeytanın dostu olurlar, Allah’ın değil.

Yuce Allah buyuruyor ki: “Rahman olan Allah ‘a goz yuman kimseye bir şeytan bağlarız ki, o, onun en yakın arkadaşı olur. Şuphesiz ki şeytanlar bunları doğru yoldan alakoyarlar. Bunlar da kendilerinin doğru yola ulaştıklarını sanırlar.” (Zuhruf: 36)

Resulu Sevmeden Ona Uymadan Takibcisi Olmadan Hic Kimse Allah’ın Dostluğunu Kazanamaz

Şanı buyuk Allah mealen buyuruyor ki:

“De ki: “Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun! Allah da sizi sevsin ve suclarınızı bağışlasın. Allah cok affedici ve cok merhamet sahibidir.” (Ali İmran: 31)

Hasan-ı Basri (r.a) buyuruyor ki:
“Bir millet Allah’ı sevdiğini iddia etmiş, onlara imtihan maksadıyla şu ayet indirilmiş:
“Kim Resule uyarsa, Allah onu sever.”

Evet, anlaşılıyor ki, Resulu sevmeden, ona uymadan, takibcisi Olmadan hic kimse Allah’ın dostluğunu kazanamaz…”

Cok kişi bunun aksini duşunur ve itikad ederler. Halbuki ise, Allah’ın dostluğundan uzak kimselerdir bu kişiler. Yahudi ve Hıristiyanlar da Allah’ın dostu olduklarını iddia ederler. O’nun sevgili kulları olduklarını ileri surerler.
Şanı yuce olan Allah, bunlara şoyle cevap veriyor mealen:

“Yahudi ve Hıristiyanlar “Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz, dediler. Oyleyse gunahlarınızdan oturu size nicin azab ediyor. Siz sadece Allah’ın yarattığı insanlarsınız, de. Allah dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Goklerin ve yerin ve her ikisinin arasında bulunanların hukumranlığı Allah’ındır. Donuş ancak O’nadır.” (Maide: 18)

Başka ayetlerde de bu konu uzerinde durulmaktadır:

“Cennete ancak Yahudi ve Hıristiyan olanlar girecek” dediler; bu onların boş kuruntularıdır. Ey Resul! Sen de de ki: “Sozunuz doğru ise delillerinizi getirin. Hayır oyle değil; iyilik Rabbinin katındadır. Onlara hicbir korku yoktur, onlar asla mahzun da olmazlar.” (Bakara: 111, 112).

Puta tapıcı oldukları halde, Araplar Mekke’de kaldıkları ve Kabe’ye yakın oldukları icin, Allah’ın dostu ve yakını olduklarını ileri surerlerdi ve kendilerine hicbir faydası olmayan bu durumlarından oturu başkalarına karşı ustunluk taslamaya calışırlardı.

Allah Kur’anda onların bu budalaca boburlenmelerine karşılık şoyle buyurmaktadır mealen:

“Ayetlerim size okunurdu. Fakat siz buyukluk taslayıp gece ağzınıza geleni soyleyerek ardınıza donuyordunuz.” (Muminun: 66)

“Hani o kufre sapanlar / kÂfirler , seni bir yere kapamak veya oldurmek, yahut da surmek icin hile ve tuzak kuruyorlardı. Allah onlar duzen kurarken duzenlerini boşa cıkarıyordu (Allah da karşılığında tuzak kuruyordu). Allah duzen ve tuzak kuranların (tuzaklarına karşılık verenlerin) en hayırlısıdır. Ayetlerimiz onlara okunduğu zaman “İşittik, işittik; istesek biz de aynını soyleyebiliriz. Bu sadece eskilerin bir masalıdır.” derler”. (Enfal: 30, 31)

Bu ayetlerle, muşriklerin, yani Allah’a ortak koşanların, Allah dostları ve Allah evinin gercekten komşuları olmadıkları beyan ediliyor. Gercek dostların, Allah’dan gereği gibi korkanlar olduğu ifade ediliyor.
İtibar edilebilir hadis kitaplarımızdan Buhari ve Muslim’de, Omer bin Abdulaziz’den şoyle naklolunmaktadır:

Allah’ın Resulunden duydum. O dedi ki:

“Doğrusu, falan soy benim dostlarım değildir. Benim gercek dostlarım Allah ve salih muminlerdir.”

Bu hadis-i Şerif Allah’ın şu yuce buyruğuna uygun duşmektedir:

“Bilin ki Allah, kendi Resulunun dostudur; bundan sonra da Cebrail, salih muminler ve melekler onun yardımcısıdır.” (Tahrim: 4)

Salih muminler, takva sahibi olup Allah’ın dostluğunu kazanan gercek bahtiyarlardır. Bunlar arasında, Ebu Bekir, Omer, Osman, Ali (r.a.) ve ağac altında Allah’ın Resulune biad edenleri zikretmek gerekir. Bu biada katılanların sayısı bin dortyuze yakındır ve hepsi de cennetliktir.
Nitekim Allah’ın Resulu buyurmuşlardır:

“Ağac altında biad edenlerin hic biri cehenneme girmeyecek.”

Bu hadise benzer bir de hadis-i kudsi vardır:

“Benim dostlarım nerede olurlarsa olsunlar ve ne hal uzere bulunurlarsa bulunsunlar takvadan ayrılmazlar.”

İnkarcılardan oyleleri vardır ki, Allah’ın dostu olduklarını soylerler. Gercekte ise, bu dostluktan fersah fersah uzaklardadırlar. Tersine, Allah’ın duşmanlığını kazanmışlardır.

Munafıklar da boyledir. Zahirde Musluman olduklarını iddia ettikleri halde, Allah’dan başka ibadete layık ilah yoktur, tevhid kelimesini soylerler. Fakat gercekte, iclerinden bunun aksine inanmışlardır. Mesela, iclerinden;

“Allahın resulunun itaatkar bir melek olması gerekir, yahut Hz. Muhammed sadece ummilere, gonderilmiş bir peygamberdir ve kitap ehline gonderilmemiştir.”dedikleri halde, dışlarında itikadlarını saklarlar. Yahudi ve Hıristiyanlar boyle olan topluluklardır. Sozleri şudur:

“O insanların sadece avam kısmına elci olarak gonderilmiştir, Allah’ın veli kullarına değil. Zira velilerin elcilere ihtiyacları yoktur. Onların tanrıya gidecekleri ozel yolları vardır. Nitekim, kendine has bir yoldan Allah’a giden Hızır’ın da Musa’ya ihtiyacı yoktu.”

Gene: “Biz de muhtac olduğumuz bilgileri doğrudan doğruya Allah’dan alırız” iğrenc sozlerini tekrarlar dururlar.

Veyahut da şoyle soylerler:

“Peygamber, ancak zahiri anlamda yasaklar koyan bir din getirmiştir. Biz bu konuda ona hak vermekteyiz. Ama batını gerceklere gelince, işte peygamber bu gerceklerle birlikte gelmemiştir, onun icin de batını alemin gerceklerini bilmez. Bilse de, onun bildiği kadar biz de biliriz. Cunku, biz, bizimle Allah arasında hicbir vasıta olmadan, bu gercekleri ilham yoluyla almaktayız.”

Bu sapıklardan bir kısmı da der ki:

“Sufiler cok yuksek bir derecede bulundukları icin peygambere ihtiyacları yoktur. Zaten peygamber de bunlar icin gonderilmemiştir.”

Bir takımları şoyle soylemektedir:

“Sufilere batın ilminde indirilen vahiy, peygambere mirac gecesinde bile yapılmamıştır. Sufilerin derecesi, risalet derecesinden aşağıda değildir.”

Şu her biri iğrenc kufur taşıyan sozleri dinlemek bile insanı cileden cıkarır.

Bu sapık gunahkarlar, aşırı bilgisizlikleri sebebiyle, İsra’nın Mekke’de vuku bulduğunu bile bilmezler. Halbuki, miracın Mekke’de başladığını bizzat Kur’an bildirmektedir:

“Kulu Muhammed’i gecenin bir kısmında Mescid-i Haram’dan, kendisine bir kısım ayetlerimizi gostermek icin cevresini kutsal kıldığımız Mescid-i Aksa’ya goturen Allah’ın şanı ne yucedir.”

“Suffe”, Medine’de Allah Resulunun mescidinin sol bitişiğindedir. Yoksul ve kimsesiz garipler oraya yerleşirlerdi. Peygamberin emriyle Medine’ye hicret edenlerden oturacak mesken bulamayanlar, kendilerine bir ev buluncaya kadar mescidin suffe bolumune yerleşirlerdi. Suffe ehli sayılı ve belli kimselerden teşekkul etmiyordu. Bazan azalır, bazen de coğalırlardı. Muslumanlardan biri gelip orada konaklar, yer bulunca da oradan ayrılırlardı.

Suffe ehlinin ilimde ve dinde hicbir ustunlukleri yoktu. Onlar da diğer Muslumanlar gibi Allah’a ve Resulune inanmış, ard niyetsiz Muslumanlardı. Onların icinden sonradan dinden donenler bile olmuştur. Musluman olduk diyerek Mekke’ye gelen İrniyn kabilesinden karın ağrısına tutulmuşlara şehrin kenarında yer ve cadır verilmiş; bozulan barsaklarını duzeltmek icin, kendilerine deve sutu icmeleri Allah Resulu tarafından emredilmiş, gerekli butun ihtimam gosterilmiş olmasına rağmen, iyileştikten sonra Allah Resulunun cobanını oldurup develerini de surup goturmuşlerdi. Allah’ın Resulu de bu hain murtedleri yakalatıp idam ettirmişti.

Bu olayların hikayeleri, Suffe ehlinin hayatları, Buhari ve Muslimde Enes Bin Malik’den naklen tespit edilmiştir.

İşte yukarıda naklettiğimiz olayın kahramanları da ehli Suffe’dir. Onlar da garip sayılmış, kendilerine barınak verilmiş, yardım edilmiş, fakat, onlar buna mukabil hırsızlık yapmışlardır. Resul cobanını oldurup develerini yağma etmişler, hasılı dinden cıkmışlardı.

Elbette ki, ehl-i suffe icinde bunlar gibi sapıklar bulunduğu gibi, Sa’d bin Ebu Vakkas gibi Ebu Hureyre gibi seckin muminler de bulunmaktaydı.

Ensar’ın butunu, hicret edenlerin en buyuklerinden olan Ebu Bekir, Omer, Osman, Ali, Talha, Zubeyr, Abdurrahman bin Avf, Ebu Ebeyde bin Cerrah ve daha bir cok benzeri ehl-i suffeden değillerdir. Hatta bir rivayete gore, Muğire bin Şube’nin hizmetcisi bile Suffe ehli arasında bulunuyordu. Allah’ın Resulu bu hizmetci hakkında;

“Bu kole yediden biridir” dediği de doğru değildir.
Ebu Nuaym bu resul sozunun doğru olduğunu Hulye’de kaydetmişse de, sahib-i selahiyet ilim adamlarının ittifakıyla bunun doğru olmadığı acık bir bicimde anlaşılmıştır. Tıpkı bu hadis gibi, boyle konularda ifade edilen daha bir cok hadisin de uydurma olduğu ortaya konmuştur. Mesela:
- Veliler, ebdal, nukaba, nuceba, evtad ve akdeb hakkında, Resule atfedilen haberler uydurmadır.

- Ucler, dortler, yediler, onikiler, kırklar, yetmişler, ucyuzler, ucyuzonucler gibi guruplanmÂlar da uydurmadır.

- Kutb’un bir kişi olduğuna dair soylenen haberler de uydurmadır.
Selefden salih olanlardan hic biri “Ebdal” dışında kalan hicbir ifade kullanmamıştır. Onlara “Ebdal” dışındaki hicbir sıfat isminden bahs etmemişlerdir.

Musned adlı kitabda, Hz. Ali’den yapılan bir rivayette “Kırklar Şam’da bulunur” sozu de uydurmadır, sahih değildir. Cunku, hem Hz. Ali, hem de onun ashab-ı kiramdan olan arkadaşları, hem Muaviye’den, hem de onun Şam’daki yoldaşlarından cok daha fazla ustundurler. Allah’ın gercek dostlarını Hz. Ali’nin yanında değil de, Muaviye’nin yanında aramak, olacak şey değildir.

Buhari ve Muslim’de Ebu Said’den yapılan bir rivayete gore, Allah’ın Resulu buyurmuştur ki:

“Muslumanlar birbirinden ayrıldığında bir kısım kimseler dinden cıkar. İki taraftan daha haklı olanı onları katleder.”

Burada işaret edilen dinden cıkma olayının kahramanları Haricilerdir. Hz. Ali’nin zamanında bunlar baş kaldırdılar ve ortalığı adamakıllı karıştırdılar. Bu karıştırıcılıkları İslam dini icin tehlikeli boyutlara ulaşınca da, Hz. Ali kılıc kullanmak zorunda kaldı.

Allah Resulunden nakledilen hadis Hz. Ali’nin haklı olduğunu gostermektedir. Onun icin, Ebdal’ın Muaviye yoldaşları arasında değil de, Hz. Ali ve arkadaşları yanında bulunması cok daha uygun bir hukumdur.

Bunu teyid eden bir olay gecmiştir. Allah Resulun yanında. Şairlerden biri;

Aşk canavarı ciğerimi ısırdı gercekten,
Bu yara icin ne tabib var, ne de bir efsuncu,
Ancak cok şiddetli bir bağlılıkla bağlandığım bir dost var,
Beni efsunlayıp tedavi eden odur.

Mısralarını soylediği zaman, Allah Resulunun vecde gelip sırtındaki hırkasını yere duşurduğunu bildiren rivayetler de butunuyle yalandır. Bundan daha yalan olanı, Allah Resulunun bu olayda elbiselerini parca parca yırtıp uzerinden attığını, Cebrail’in de bu parcalardan herbirini alıp arşın altına astığı rivayetidir.

Bu ve benzeri rivayetlerin gercek değerini ilim erbabı cok iyi bilir.
Hz. Omer’den nakledilen:

“Allah Resulu Ebu Bekir’le konuşuyordu. Ben onların arasında hicbir şey bilmeyen bir zenci gibi idim” sozu de tamamen yalandır.

Bizim bunları nakledişimizdeki maksad; Allah’ın Resulunun risaletini genel bir kaide icinde kabul edip ikrar edenle, bunun aksine itikad edenlerin arasındaki farkı belirtmektir.

İkinci tipler, yani munafıklar, munafık oldukları halde Allah’ın dostu olduklarını iddia ederler. Boyle bir iddia kupkuru bir iddiadır, sadece aldatmaya matuf bir politikadır.

Nitekim, Yahudi ve Hıristiyanlar da, kendilerinin tanrı dostları olduklarını iddia ediyorlar, Allah Resulunun Resul olduğunu, fakat kendileri gibi ehl-i kitap dinlilere gonderilmediğini ileri suruyorlar. Onun icin Hz. Muhammed aleyhisselama uymanın onlar icin bir mecburiyet olmadığını, cunku ondan cok daha once kendilerine peygamber gonderildiğini kabul ediyorlar.
İşte bunlar ve bunlara benzer kimseler, Allah dostu olduklarını ileri surerler ama, kendilerini kufrun iğrenc bataklıklarından bile kurtaramamışlardır.
Allah’ın dostları, ancak Allah’ın Kur’anda tanımlamasını yaptığı ve “Veli Kullarım” dediği mumin kimselerdir.
Kur’an buyuruyor ki:

“Haberiniz olsun! Allah’ın dostlarına hicbir korku yoktur, onlar asla mahzun da olmazlar. Onlar Allah’a gereği gibi iman etmiş ve O’na karşı gelmekten de kesinlikle kacınmışlardır.” (Yunus: 62)

Allah Dostlarının En Yucesi ve En Ustunu Hic Kuşkusuz Nebi ve Resullerdir

Allah dostlarının en yucesi ve en ustunu hic kuşkusuz nebi ve resullerdir. Nebi ve Resul arasında da en ustunu elbette ki Resullerdir.Resullerin en ustunleri de, ulu-ul-azm olan Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed aleyhisselamdır. Allah şoyle işaret buyurmaktadır bu durum icin:

“Allah’ın Nuh’a buyurduğu şeyler size de din olarak secilip verilmiştir. Sana vahyettik; İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya buyurduk ki: Dine gereği gibi bağlı kalın ve onda ayrılığa duşmeyin.” (Şura: 13)

Diğer bir ayette de mealen şoyle buyrulmaktadır:


“Hani ya nebi ve Resullerimizden kesin soz almıştık. Senden de ey Muhammedi Nuh’dan, İbrahim’den, Musa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan da sağlam bir soz almışızdır. Allah doğrulardan doğruluklarını sormak ve kafirlere can yakıcı azab hazırlamak icin bunu yapmıştır.” (Ahzab: 7,)

Resullerin Ustunu Nebi ve Resullerin En Son Halkası Muhammed Aleyhisselamdır

Resullerin ustunu, nebi ve Resullerin en son halkası, kotuluklerden sakınanların onderi, beşeriyetin efendisi, nebi ve Resul ruhlarının imamı ve haşr gunundeki toplantı gununun hatibi Hz. Muhammed aleyhisselamdır.
O once gelenlerin de sonra gelenlerin gıbta ile baktıkları, “Makam-ı Mahmud” un sahibidir.

“Livaul hamd” ile “Havzı Kevser” in sahibi zuhurudur. Kıyamet gunu, yaratılmışların şefatcısıdır. Vesile ve fazilenin gozeticisidir.
Allah onu en yuce ve en kıymetli kitabıyla gondermiş ve kendi dininin en ustun ve kapsamlı prensiplerini ona nasip buyurmuştur.
Ona ve ummetine, gelmiş gecmiş ummetlere verdiği faziletler, şeref ve iyiliklerin iki katını vermiştir. Onun ummetini insanlar arasında cıkan en hayırlı ummetlerin de uzerinde saymıştır.
Allah Resulunun ummeti en son yaratılan ummet olmasına , rağmen, tekrar dirilme esnasında en onde dirilecek olan ummettir.

Rivayet edilen bir hadis bu konuya acıklık kazandırır:
“Bizler en son ummetiz. Fakat kıyamet gunu onde yuruyenleriz. Onlara bizden once, bize de onlardan sonra kitap verilmiştir. İşte bu gun, onların cekişme konusu yaptıkları cuma gunudur. Allah bizi buna irşad etti. İnsanlar bunda bize uyacaklar. Cumartesi Yahudilerin, arkasından gelen pazar da hıristiyanların gunudur.”

Bir başka hadisde de:
“Kıyamet gunu yer, en once bana yarılır. Cennetin kapısına gelerek acılmasını isterim. Cennetin bekcisi melek sorar:
“Kimsiniz?”
Ben cevap veririm: “Ben Muhammed’im!”
Bekci melek der. “Sizden daha once hic kimseye acmamakla emrolundum.”
Allah Resulu Hz. Muhammed ve onun ummetinin faziletleri burada sayılamayacak kadar coktur.

Allah onu ilk gonderdiği an, kendi dostlarıyla duşmanları arasında onu tam bir ayarım noktası kıldı. Beşerden hicbir kimse, onun getirdiği gerceklere inanmadıkca ve ona butunuyle bağlanmadıkca, Allah’ın dostu olamaz.
Bu sebepten oturu, Allah’ın Resulunu sevip saymadan Allah dostu olduğunu iddia edenler yalancıdırlar.
Resule duşmanlık edenler ise, muhakkak ki, Allah’ın duşmanı, şeytanın has dostudurlar.

İnsanlar Arasında Allah dostları Bulunduğu Gibi Şeytanın da Dostları Olmaktadır

İnsanlar arasında Allah dostları bulunduğu gibi, şeytanın da dostları olmaktadır. Bu keyfiyeti iyice anladıktan sonra, bunların arasındaki farkı biriyice belirtmek gerekmektedir. Aynen Allah ile Resulu nasıl ayırmışsa, beyanlarıyla apacık belirtmişse oylece belirtelim.

Allah’ın dostları sadece Allah’dan gereği gibi korkan ve hicbir ard niyetsiz emirlerine itaat eden muminlerdir.

Allah boyle olan dostlarını ovuyor:

“(İyi bilinmelidir ki) Allah’ın dostlarına hicbir korku yoktur ve onlar uzulecek de değildirler. Onlar, iman edip (gerektiği gibi Allah’tan) sakınanlardır. (Yunus: 62,63)

Buhari ve diğer hadiscilerin rivayet ettikleri sahih bir hadisde, Ebu Hureyre Allah’ın Resulunden şunları nakleder:

“Yuce Allah’ım bana buyurdu ki:

“Kim benim bir velime / dostuma duşmanlık ederse bana karşı savaş acmıştır. Kulum bana ancak emrettiğim ve farz kıldığım ibadetle yaklaşır. Ve devamlı nafile ibadetlerle bana yakın duşer. Oyle ki ben de onu sevmeye başlarım. Onu sevince de, duyan kulağı, goren gozu, tutan eli, yuruyen ayağı olurum. Artık o benimle duyar, benimle gorur, benimle tutar, benimle yurur. (Yani gormesi, işitmesi, tutması ve yurumesinde hep benimledir, benim rızamı duşunur.) Benden bir şey isterse elbette ki veririm. Bana sığınırsa onu korurum. Yaptığım hicbir işte tereddut etmedim. Yalnız, mumin kulumun ruhunu almakta tereddut ettim. O olumden tiksinir, ben de onun hoşlanmadığı şeylerden hoşlanmam. Fakat olumden kurtuluş yoktur.” (BuhÂrî (6502) Ahmed; (6/256) buna yakın lafızlar ile Aişe’den)

Bu hadis, Allah dostları hakkında rivayet edilen en gercek bir hadisdir. Yuce Resul bu hadislerinde, Allah dostlarına duşmanlık yapmanın Allah’a savaş acmak anlamına geldiğini beyan ediyor. Korkunc bir suc olduğunu belirtiyor.
Bir başka hadisde şoyle buyrulmaktadır:

“Ben dostlarımın intikamını duşmanlarımdan alırım, ofkeli bir aslanın intikam almasına benzer bir bicimde.”

Evet durum budur. Cunku Allah’ın dostları;
- Allah’ın istediği bicimde iman eden ve O’nu kendisi icin yegane sevgili olarak kabul eden,
- sevdiğini seven, sevmediğini sevmeyen,
- rıza gosterdiğine rıza gosteren,
- hoşlanmadığından hoşlanmayan;
- O’nun emrettiklerini emreden,
- yasakladıklarından kacındıran bahtiyarlardır.
- Allah kime iyilik yapılmasını isterse, bu dostlar onlara iyilik ederler, kime de emretmezse, ona engel olurlar.

Tirmizi’nin kaydettiği bir hadisde buyrulmuştur:
“İman konusunda en sağlam tutanak, Allah icin sevmek, Allah icin buğz etmektir.”

Ebu Davud’un kaydettiği bir hadisde de şoyle buyrulmaktadır:
“Kim Allah icin sever, Allah icin buğzeder, Allah icin verir, ve Allah icin menederse, gercekten de o kimse imanını tamamlamıştır.”

Bazıları: “Allah dostlarına veli denmesinin sebebi, bu dostluğa erişenlerin Allah’a karşı eda edilmesi gerekli olan itaati eksiksiz ve kesintisiz yaptıkları icindir” demişlerse de, az yukarda yapılan tarif daha uygun bir ifadedir.
Yani Veli; Allah’a yakın kimse demektir.

Veli; “Allah’ın sevdiği, hoşnud/razı olduğu, buğzettiği, emrettiği, menettiği şeylerde, Allah’a uygun bir yol tutturan kimse” olduğuna gore, ona duşmanlık eden Allah’a duşmanlık etmiş sayılır normal olarak.

Nitekim Yuce Allah mealen buyurmaktadır:
“Ey iman edenler. Benim de, sizin de duşmanınız olanları kendinize dost edinmeyin.” (Mumtehine: 1)

İbni Teymiyye
__________________