İnsanın Anlam Arayışı Uzerine


Anlam arayışı, insanın varlık yapısından kaynaklanan, hayatın butun aşamalarında insanın değişim ve gelişim surecine bağlı olarak varlığını hissettiren anlamlı bir arayıştır. İnsanın bu koklu arayışı, yoğun olarak bilim, felsefe ve din alanında kendisini hissettirir. Bilimin temelinde, insanın etrafında olup biteni anlama, acıklama ve kontrol edebilme arzusu yatar. İnsan, evrende tutunabilmek icin doğru, guvenilebilir ve savunulabilir bilgiye muhtac olduğunun farkındadır. Bunun icin bilimsel yontemle, hareket ederek, alanı daraltarak bilimsel bilgi elde edilir.



Felsefe, temelde mantıksal tutarlılığı esas alarak insanın daha cok akılla urettiği bilgilerin kumelendiği bir alandır. Bir başka ifadeyle, felsefe, insanoğlunun aklını kullanarak oluşturabileceği duşunsel urunlerin zirvesini temsil eder. Felsefenin de temelinde insanın anlam arayışının yattığını soylemek pek yanlış olmasa gerektir. Din, anlam arayışının en yoğun yaşandığı alandır. Bilimden ve felsefeden farklı olarak, din alanında Tanrısal bilgi ve Tanrı’nın desteği soz konusudur.



Dinin en temelde insan hayatına anlam kazandırmak icin var olduğunu soylemek mumkundur. İnsanın anlam arayışında sağlıklı bir yol bulabilmesi icin, hem bilimin, felsefenin ve dinin birbiri ile işbirliği yapması, hem de insanın bunların kesiştiği noktalarda ortaya cıkan “ozgurleştirici ışığı” gormesi gerekmektedir.


İnsan, en temelde “anlam”ı nerede arayacaktır? Tanrı’da mı? İnsan da mı? Tanrı onplana cıktığı zaman, insan, kuculuyor, adeta gozle gorulemez hale geliyor. Mutasavvıflara hak vermek gerekiyor o zaman: “La mevcude illallah” (Allah’tan başka hicbir şey yok; sadece Allah var). Fakat, bu konuda bile kafa yoran, bu cumleyi kuran da insanın ta kendisi. İnsandan kendini gormezlikten gelmesini beklemek, izah edilebilir bir durum mu, haksızlık olmaz mı? Acaba, birden cok anlamdan soz etmek yanlış mı olur?


Tanrı’nın varlığı, varlığı ve hayatı anlamlandırabilmenin kapısını aralıyor. İnsan, kendi varlığının farkına vardığı anda yaratılmış bir varlık olduğunun da farkına varmış oluyor. Her şeyi yaratan bir Tanrı’nın var olduğuna inanmak, insanı boşluk, anlamsızlık duygusundan kurtarıyor. Tanrı’nın bağışlayıcı, affedici olduğunu bilmek, insanı gunahkarlık ve sucluluk duygusundan kurtarıyor. O’nun yakın olduğunu bilmek, insana ciddi anlamda pozitif enerji yukluyor. Oldukten sonra tekrar dirileceğine inanmak, insanı “anlamsız bir yokluk” psikolojisinden koruyor; bu hayata sımsıkı sarılmaya, olumsuzluklar karşısında direnme gucu bulmaya imkan sağlıyor. Oyleyse insan anlamı, oncelikle “insan” gerceğinde aramak durumundadır. Ne derler: “Kendini bilen, Rabbini bilir”.



Kur’an’ın en temel amacı, insanın kendi varlığının farkında olmasını sağlayarak, onun insanca yaşamasına, hayatın anlamını yakalamasına, kendini gercekleştirmesine katkı sağlamaktır. Kur’an, insan icin vardır. Kur’an’ı anlayacak, oradaki kurucu ilkelerden hareketle din anlayışını kuracak olan insandır. Kur’an’daki kok değerlerden hareketle, evrensel olcekte değer uretecek olan da insanın ta kendisidir. İnsan bir sınavla, iyiyi, guzeli doğruyu gercekleştirme sınavı ile karşı karşıyadır. Bu sınavda one cıkan kavramlardan birisi de, daha cok “Allah’a kulluk etmek” olarak anlaşılan ve uzerinde fazla duşunulmeyen “ubudiyet”tir. Allah Kur’an’ı, insanların Allah’tan başkasına kulluk etmemesi icin gondermiştir. (Bk. Hud, 11/2). Nitekim Zariyat suresinin 56. ayetinde “Ben cinleri/gorunmez varlıkları ve insanları yalnızca (Beni tanımaları ve) Bana kulluk etmeleri icin yarattım” buyrulmaktadır. M. Esed, bu ayetin yorumunu şoyle yapmaktadır: “O halde, butun akıl sahibi varlıkların yaratılmasındaki temel amac, onların Allah’ın varlığını tanımaları (ma’rifet) ve bundan dolayı, kendi var oluşlarını bilincli olarak O’nun iradesi ve planı ile uyumlu hale getirme isteği duymalarıdır. İşte bu iki aşamalı tanıma ve isteme (cognition and willingness) ki Kur’an’ın ‘kulluk’ (ibadet) olarak tanımladığı şeye derin anlamını verir”. (Esed, Kur’an Mesajı, 1072).



Allah’a kulluk, O’nun varlığının farkında olarak, insanın yaratıcı yeteneklerini Tanrı’nın yasaları ile uyum icinde etkin kılması anlamına gelmektedir. Bu insanın hayatın anlamını yakalayarak kendini inşa etmesi değil midir?


Hayatın anlam basamakları, kademe kademe insanı Tanrı’ya yoneltmektedir. Başarı diye isimlendirilen her durak, yeni bir acılımın habercisi olmaktadır. Başarının tadını ve anlamını bilen insanlar, “kalıcı” başarılara imza atmak ihtiyacını hissederler. Sevgi, insana, kendini aşma imkanı sağlar. Sevmeyi başarabilen insanlar, insanın mayasında bulunan Tanrısal sevgiye yonelirler. Kacınılmaz acıları anlamlı kılabilen insanlar, “sabırla koruğun helva yapılabileceği” gerceğini yaşayarak oğrenirler. Butun bunlar, insanın yeni anlam katmanlarının varlığını keşfetmesine yol acar. Dunya hayatı ve evren hakkında yeni bir algı bicimi ortaya cıkar.


Hayatın anlamından soz acılınca, Victor Frankl’ı anmamak haksızlık olur. V. Frankl’a gore,


“...kişinin yaşamda bir anlama ulaşmasının uc temel yolu vardır. Bunlardan ilki bir eser yaratmak ya da bir iş yapmaktır. İkincisi bir şey yaşamak ya bir insanla etkileşmektir; başka bir deyişle sadece işte değil, ayrıca sevgide de anlam bulunabilir. ..Ancak en onemlisi yaşamdaki anlama giden ucuncu yoldur: Değiştiremeyeceği bir kaderle yuz yuze gelen umutsuz bir durumun caresiz kurbanı bile kendini aşabilir, kendi otesine gelişebilir ve boylece kendini değiştirebilir”. (W. Frankl, İnsanın Anlam Arayışı, 133-134)




Gercekten de, hayatın anlamlı olduğunun farkına vardığımız en onemli anlardan birisi, yaratıcı yeteneklerimizin bir şekilde etkin olduğunu, işe yaradığını, ortaya “başarı” diye isimlendirebileceğimiz bir sonuc cıktığını gorduğumuz anlardır. Bunun adı Kur’an’ın ifadesiyle “salih amel/iyi işler”dir. Bu bir makale olabilir; bir resim olabilir; ciceklerle dolu bir bahce olabilir... Sevgiyle pişirilen, sevilenlerle birlikte yenilen bir yemek olabilir. Diktiği elbise, muşterisi tarafından beğenilen terzinin keyfine diyecek yoktur. Bilim adamı, omrunu adadığı bir gerceği “anlaşılır, acıklanabilir” hale getirdiğinde, omuzlarına coken asırların yorgunluğundan birdenbire kurtulduğunu hisseder; “buldum, buldum” diyerek sokaklara fırlayabilir. İnsan, kendi varlığının farkına varıp, insan olmanın başlı başına bir değer olduğunu farkettiği andan itibaren, anlam arayışı yolculuğuna ilk adımını atmış olur.
Prof. Dr. Hasan ONAT


http://hasanonat.net/index.php?option=com_content&view=article&id=116:n sann-anlam-aray-uezerine&catid=36:makale&Itemid=54

__________________