İnsanoğlunun en buyuk duşmanı şeytandır hiş kuşkusuz. Yuce Rabbimiz bunu defalarca Kuran-ı Kerim’de, Peygamber Efendimiz ise hadislerinde belirtmişlerdir. Babamız Hazreti Adem yaradıldığı andan itibaren, şeytan Allah’ın huzurunda isyanda bulunmuş ve lanetlenmiştir. O gunden beridir de Allah’ın da izniyle şeytan insan neslini yoldan cıkarmak, ne kadar kolay kanan, kotuluklere yapabilecek bir nesil olduğunu ispat etmeye calışacak olan varlıktır. Şeytanın tek amacı biz insanları yoldan cıkarıp, Rabbimize karşı gelmek, O’nun yap dediklerini yaptırmamak, yapma dediklerini ise yaptırmaktır. Şeytan bunları yaparkende bazı teknikler ve yontemler kullanır. Bizde bu yazımızda şeytanın insanoğlunu kandırmak icin hangi yontemleri, nasıl kullandığını sizinle paylaşmak istedik;

Şeytan İnsana Vesvese Verir

Muminlerin en buyuk duşmanlarına karşı mucadeleleri omur boyu surer. Bu savaş sırasında şeytan cok kurnaz yontemler kullanır. İnsana hicbir zaman gercek yuzunu gostermez, karşısına cıkıp “ben şeytanım, ve senin cehennemde yanmanı istiyorum” demez. Onun yerine, “sinsice goğuslere ve kalplere vesvese vererek” (Nas Suresi, 4-5) kendi varlığını ustaca gizler. Şeytanın farkında olmayan bir insan, onun telkinlerini kendi kafasından gecen duşunceler zanneder. Dahası şeytan bu fikirlerin doğruluğuna onları inandırır. Bu sayede bircok insanı —kendileri şuurunda değilken— tamamen kontrolu altına alır.
Ancak muminler, goğuslere ve kalplere kadar girip fısıldayabilme yeteneğine sahip bu duşmanı, Kuran sayesinde saf dışı edebilirler. Mumin oncelikle, kalbinden gelen bu sesin, şeytana mı yoksa kendi vicdanına mı ait olduğunu teşhis edecek bir nur ve feraset sahibidir. Şeytanın oyununun farkına vardıktan sonra, Kuran’da emredilen hareketi yapar, Allah’a sığınır. Cunku Allah’ı anan bir mumin karşısında şeytanın vesvesesinin hicbir etkisi kalmaz. Allah bu onemli sırrı Kuran’da şoyle bildirir:

Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah’a sığın. Cunku O, işitendir, bilendir.
(Allah’tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (once) iyice duşunurler (Allah’ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki gorup bilmişlerdir. (A’raf Suresi, 200-201)

Dunya hayatının bir imtihan yeri olması nedeniyle gun icinde insanın karşısına bircok farklı durum ve değişik ortam cıkabilir. Şartlar ve ortam ne olursa olsun, şeytan hep pusuda bekler. Bunlardan herhangi birinde muminin gosterebileceği en kucuk zayıflık, şeytan icin buyuk bir fırsattır. Ve şeytan bu fırsatların hepsinde şansını dener. Ancak kendi varlığını hicbir şekilde farkettirmemeye calışır.

Eğer mumin, icinde bulunduğu ruh halinde veya ortamda bir şeylerin ters gittiğini, sıkıntı verdiğini veya vicdanını rahatsız ettiğini hissediyorsa —ki bu sıkıntı genelde vicdan yoluyla yapılan rahmani bir uyarıdır— hemen durup duşunmesi gerekir. Bunun icin en kolay yol, insanın kendisine dışarıdan tarafsız bir yabancı gozuyle bakmasıdır. Boylece karşısındaki insanı —yani kendisini— şu sorular yardımıyla inceleyebilir:

O an icin kafasından gecen duşunceler Kuran’ uygun mu?
Allah’ı anmada gevşeklik mi gosteriyor?
Kuran’ın sınırlarını korumada, hukumlerini gozetmede gevşek mi davranıyor?
Planları Allah’ın rızası ve ahireti dışında bir amaca mı yonelik?
O an icin kendi cıkarı diğer muminlerden daha mı on planda?
Kendisine veya bir başka mumine yonelik kuşkusu, zannı mı var?
Muminler icinde kendisinin ozel bir konumu olduğunu, yerinin doldurulamayacağını mı duşunuyor?
Olaylar karşısında tevekkulsuz davranıp haksızlığa uğradığını mı duşunuyor?
Yaptığı fedakarlığın diğer insanlar tarafından bilinmesini, bunun konuşulmasını mı istiyor?
Sevdiği bir maldan fedakarlık etmesi gerekiyor da, bunu bir bahane bulup yapmamaya mı calışıyor?
Herhangi bir dunya malına karşı hırsı mı var?
Gelecek korkusu mu taşıyor?
Kendisine Kuran doğrultusunda yapılan bir uyarıya karşı tahammulsuz mu?
Allah’a ve dine duşman bir kimseye karşı icinde bir sevgi, bağlılık mı oluştu?
Kuran okumayı, dua etmeyi, veya salih amellerde bulunmayı gecersiz mazeretlerle erteledi mi?

Eğer icindeki sıkıntı burada sayılanlar veya bunlara benzer bir durumdan kaynaklanıyorsa, bu insana şeytan o an icin musallat olmuş demektir. Kendinizin zannetiğiniz bu duşuncelerin hepsi de, şeytanın kalbinize fısıldadığı sozleridir.
Şeytan farklı insanlar icin farklı taktikler kullanır. Orneğin dinden uzak, Kuran’dan gafil yaşayan bir kimseyi, bu hayat tarzına devam ettirecek taktikler izler. Onları tamamen dunya hayatına yoneltir, dunyanın gelip gecici susune iyice daldırır, boylece omur boyu hak dinden uzak tutar.

Dine yeni yeni ilgi duymaya başlayan kimseyi, cevresi tarafından dışlanacağı, dinin hayatını kısıtlayacağı, eğer dini uygulamaya başlarsa bunu devam ettiremeyeceği gibi boş ve yersiz endişelere duşurerek dinden uzaklaştırmaya calışır.
Şeytan muminlere karşı da faaliyetini surdurur. Orneğin bir muminin her hangi bir mumine karşı sinirlenmesi veya Kuran okumayı aklından gecirdiğinde onemsiz bir bahane bulup bundan vazgecmesi bu fısıltıların etkisindendir. Ancak şeytan mumine doğrudan “Kuran okuma”, “Allah’ı anma” diye fısıldamaz. Cunku bunun etkisiz olacağını bilir. Onun yerine insanın kafasını boş ve uzun emellerle oyalamaya calışır. Eğer insan bu fısıltıların etkisinde kalır, ahireti unutup dunya hayatına dalarsa, bu gafletin etkisiyle doğal olarak Kuran’ın emrettiği yaşam biciminden uzaklaşır. Bu tuzağa duşmemenin tek yolu şeytanın fısıltılarını zamanında teşhis edip Allah’a sığınmaktır.

Sağlıklı bir teşhis ise şeytanın ozellikleri, taktikleri ve insan uzerinde oynadığı oyunlar bilindiği takdirde yapılabilir. Bunun icin de tek yol gosterici Kuran’dır. İlerleyen sayfalarda Kuran ayetlerine gore şeytanın taktikleri, insanları Allah yolundan saptırmak icin kurduğu tuzaklar ve muminlerin hareketlerine hata olarak yansıyan hileleri incelenecektir.

Şeytan İnsanı Şirke Yonlendirir

Şirk, Kuran’da, Allah’a ortak koşarak O’ndan başkasını ilah edinmek anlamında kullanılan bir kelimedir. Ancak icinde bulundukları şirk yuzunden cehenneme gidecek milyarlarca insan, gercekte şirk kelimesinin anlamını bile bilmezler. “Şirk koşmak, Allah’tan başkasını ilah edinmek” ifadesiyle, yaratıcı olarak Allah’tan başka bir yaratıcı kabul etmek, putlara tapmak gibi yuzyıllar oncesinin cok tanrılı dinlerinin kastedildiğini zannederler. Bu mantıktan yola cıkan cahiliye toplumu fertleri, “ben Allah’a inanıyorum, kimseye zararım yok, insanlara faydalıyım, cehenneme gideceğimi zannetmiyorum” gibi tamamen Kuran dışı, sapkın mantıklara sahip olurlar.

Oysa Allah’tan başka bir varlığı koruyucu guc olarak kabul etmek, Allah’tan başkasından korkmak, Allah’tan başkasına karşı mustakil bir sevgi duymak, Allah’a eş ve ortak koşmak anlamına gelir.
Allah’tan başka yol gostericiler edinmek de en yaygın şirk ceşitlerindendir. Gunumuz cahiliye toplumu da, Allah’tan başka yol gostericiler kabul ederek ve bu yol gostericileri izleyerek, yuzyıllar oncesinin puta tapıcılığını yaşatırlar. Cok tanrılı dinlerin yerini insanlar tarafından ortaya atılan din-dışı ideolojiler, onunde bel bukulen putların yerini bu ideolojilerin kurucuları ya da kurucularının heykelleri almıştır. Ulkeler ve milliyetler ne olursa olsun, bu yolla milyarlarca insan Allah’ın dinini yaşamaktan alıkonulmuştur.

Elbette bu sapkınlığı en cok tahrik eden de şeytandır. Cunku insanın Allah’tan uzaklaştığı her nokta şeytanın insana karşı başarı kazandığı bir cephedir. Bu yuzden şeytan, şirk sayesinde cahiliye insanlarının beyinlerini uyuşturur. Butun yaşamlarını cepecevre saran şirk, bu insanların sağlıklı duşunmelerini engeller. Yaşamlarını Allah’ın istediği şekilde, Kuran cercevesinde değil, şeytanın telkinleri altında gecirirler.

Şirk icinde gecen bir yaşam, şeytan tarafından hazırlanmış oyle sinsi bir tuzaktır ki, bu tuzağın icindekiler kendi durumlarının farkına bile varmazlar. Bu insanların coğu kendilerini doğru yolda, hatta herkesten daha cok cennetlik gorurler. Şirk koştuklarının bilincinde olmayan ve kendilerini kandıran bu insanların, ahiret gunu aslında birer muşrik olduklarını oğrendiklerinde uğradıkları yıkım ayette şoyle anlatılmıştır:

Onların tumunu toplayacağımız gun; sonra şirk koşanlara diyeceğiz ki: “Nerede (o bir şey) sanıp da ortak koştuklarınız?” (Bundan) Sonra onların: “Rabbimiz olan Allah’a and olsun ki, biz muşriklerden değildik” demelerinden başka bir fitneleri olmadı (kalmadı.) Bak, kendilerine karşı nasıl yalan soylediler ve duzmekte oldukları da kendilerinden kaybolup-uzaklaştı. (En’am Suresi, 22-24)

Şirki doğuran unsurlardan birisi de insana yaratılıştan verilen sevgi duygusunun yanlış yonlendirilmesidir. İslam’da insanın Allah’a yakınlaşmasına vesile olan bu duygu, cahiliyede Allah’tan uzaklaştıran şeytani bir tutku olmuştur. Muminler fıtratlarındaki sevgiyi asıl olarak Allah’a yoneltirler. Bu sevgi butun sevgilerin uzerindedir. Diğer insanları ve varlıkları ise, Allah’a olan sevgilerinin bir tecellisi olarak severler. Bir insana bağımsız bir sevgi duymaları, orneğin Allah’a isyankar olan bir inkarcıya sevgi beslemeleri, Kuran’a gore mumkun değildir. Muminler Allah’ın hoşnutluğu icin, Allah’ın sevdiğini sever, sevmediğini sevmezler. Muminlerin insan sevgisi Allah’a yoneltilen sevginin bir sonucu olduğundan, muşriklerin insan sevgisinden cok daha koklu ve kalıcıdır.

Muşrikler icin sevgi, sahip oldukları sayısız ilaha karşı beslenir. Bu kimseler Allah’ı da sevdiklerini iddia ederler. Ancak bu sevgi sozde kalır. Butun yaşamlarını gercek sevgilerini yonelttikleri putları icin harcarlar. Orneğin, babalarını, oğullarını, eşlerini, parayı, makam ve mevkiyi Allah’tan daha cok severler. İnkar edenlerin bu sevgileri bir ayette şoyle gecer:
İnsanlar icinde, Allah’tan başkasını “eş ve ortak” tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah’a olan sevgileri daha gucludur… (Bakara Suresi, 165)
Cahiliyede en yaygın olan şirk unsurlarından biri kadınlara duyulan tutku dolu sevgidir. Eğer herhangi bir kadına duyulan sevgi, Allah’a karşı duyulan sevgiden ote bir sevgiyse, soz konusu durum şirki doğurur. Oysa bir insana yoneltilen sevgi, ancak o kişideki guzelliklerin sahibinin Allah olduğu kalbe tam olarak yerleştirilmişse bir anlam kazanır. Allah’a karşı beslenecek sevgide bir sınır olmadığından, Allah icin seven bir insanın karşısındakine yonelttiği sevgi de cok guclu ve kalıcı olur.

Allah, kadınlara duyulan bu tutkunun, şeytanın bir oyunu olduğunu şoyle bildirmiştir:

Onlar, O’nu bırakıp da (birtakım) dişilere taparlar. Onlar o her turlu hayırla ilişkisi kesilmiş şeytandan başkasına tapmazlar. (Nisa Suresi, 117)

Şirk Allah’a karşı işlenmiş buyuk bir gunah ve nankorluktur. Bu yuzden Allah butun gunahları affedebileceğini, ancak şirki kesinlikle affetmeyeceğini bildirmiştir:

Gercekten, Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, doğrusu buyuk bir gunahla iftira etmiş olur. (Nisa Suresi, 48)

Şirk o kadar buyuk bir tehlikedir ki, butun bir omrunu Allah’a ibadet etmekle geciren kimseleri bile tehdit eder. Cunku yapılan butun salih ameller, şirk olduğu takdirde boşa gider. Bu yuzden şeytan, hayatlarını Allah’a adamış muminlere şirk koşturmak icin turlu tuzaklar hazırlar, uygun fırsatlar bekler. Kimi zaman kadınları, kimi zaman parayı kimi zaman da başka yolları kullanmayı dener. Orneğin kazanılan bir zaferin ardından yapılan “bunu sen başardın” telkini de şeytanın bu amacla hazırladığı bir tuzaktır. Boylece kişiyi, Allah’ın kontrolu dışında şahsi bir gucu olduğuna inandırmaya calışır.
Muminler amellerinin olduğuna gore bu amellerinin boşa gitmesine neden olacak her turlu tehlikeye karşı son derece dikkatli olmalıdırlar. Bunun icin Kuran’da muminlere yapılmış cok acık bir uyarı vardır:

Andolsun, sana ve senden oncekilere vahyolundu (ki): “Eğer şirk koşacak olursan, şuphesiz amellerin boşa cıkacak ve elbette sen, husrana uğrayanlardan olacaksın. “Hayır, artık (yalnızca) Allah’a kulluk et ve şukredenlerden ol.” (Zumer Suresi, 65-66)

Şeytan İnsanların Şukretmelerini Engeller

Şeytan Allah’ın huzurundan kovulmadan once, kendi kendine onemli bir soz vermiştir. Bu soz, şeytanın insanlara karşı kullanacağı cok onemli taktiklerden birini gosterir:

“Sonra muhakkak onlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların coğunu şukredici bulmayacaksın.” (Araf Suresi, 17)

Şeytan insanların şukretmelerini engellemek ister. Cunku şukur Allah’ın Kuran’da en cok uzerinde durduğu konulardan biridir. Yaklaşık 60 ayette şukurden ve şukretmenin oneminden bahsedilir. Allah’ın bu kadar onemle hatırlattığı bir konuyu insanlara goz ardı ettirmek, şeytanın elbette başlıca amaclarından biri olacaktır.

Şukredebilmek icin oncelikle şukrun onemini kavrayabilecek şuura sahip olmak gerekir. Şukreden bir insan, sahip olduğu nimetin tek sahibinin ve onu kendisine verenin Allah olduğunu ve Allah karşısındaki acizliğini bilir. Allah’ın buyukluğunu, azametini gozardı eden, bunu kalbine sindiremeyen bir insanın şukru de aynı derecede yuzeysel olur.

Şeytan tarafından yonlendirilen cahiliye toplumu zaten şukurden uzaktır. Şukretmek gibi temel bir ibadeti ancak başlarına gelen bir bela gectikten sonra veya istenmeyen bir durum ortadan kalktığında oldukca kısa bir sure hatırlar, sonra tekrar kufur icindeki yaşamlarına geri donerler. Kuran’da bu yapıya ornek olarak felakete uğradığı zaman dua eden, uzerlerinden sıkıntı kalktığı zaman şirk koşan insanların durumları verilmiştir:

De ki: “Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarmaktadır ki, siz (acıktan ve) gizliden gizliye ona yalvararak dua etmektesiniz: Andolsun, bizi bundan kurtarırsan, gercekten şukredenlerden oluruz.”

De ki: “Ondan ve her turlu sıkıntıdan sizi Allah kurtarmaktadır. Sonra siz yine şirk koşmaktasınız.” (En’am Suresi, 63-64)

Oysa şukretmek insanın en onemli sorumluluklarından biridir. Cunku her insanın hayatı şukredeceği sayısız nimetlerle doludur. Oyle ki bu nimetlerin bir genelleme yapılarak bile bitirilemeyeceği Nahl Suresi’nin 18. ayetinde belirtilmiştir.

Kuran’da şukur icin belirli bir sınır koyulmadığından, insan elindeki butun nimetleri bir şukur vesilesi olarak kullanılabilir. Orneğin Hz. İbrahim gibi, kendisini yediren ve icirenin Allah olduğunun bilincinde olan bir kişi (Şuara Suresi, 79), her yemek yediğinde veya bir şey ictiğinde, bunları kendisine lutfeden Allah’a şukretmelidir.

Ancak şukretmek yalnızca yeme icme ile sınırlı kalmamalıdır. İnsanın gunboyu istifade ettiği halde coğu zaman aklına getirmediği, tefekkur etmediği ancak kaybettiği zaman değerinin farkına vardığı sayısız nimet vardır. Kuran’da sık sık bahsi gecen ve şukur vesilesi olarak bildirilen “gorme” ve “işitme” nimetleri de bunlara ornektir.
Gorme ve işitme tesadufen ortaya cıkmış ozellikler değildir. Allah’ın insanlara gozler, kulaklar vermesi, kendisine şukretmeleri, gerektiği gibi kulluk etmeleri amacıyladır:

Allah, sizi annelerinizin karnından hicbir şey bilmezken cıkardı ve umulur ki şukredersiniz diye işitme, gorme (duyularını) ve gonuller verdi. (Nahl Suresi, 78)

Aynı şekilde insanlar icin ulaşım ve taşıma aracı olan gemilerin, dunyanın dortte ucunu oluşturan denizlerin ve ruzgarların bile varlığı insanların şukretmelerine vesile olmalıdır. Allah bunu şoyle bildirir:

Denizi de sizin emrinize veren O’dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan sus-eşyaları cıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini goruyorsun. (Butun bunlar) O’nun fazlından aramanız ve şukretmeniz icindir. (Nahl Suresi, 14)

Size kendi rahmetinden tattırması, emriyle gemileri yurutmesi ve O’nun fazlından (rızkınızı) aramanız ile umulur ki şukretmeniz icin, ruzgarları mujde vericiler olarak gondermesi, O’nun ayetlerindendir. (Rum Suresi, 46)
Allah; kendi emriyle gemiler akıp gitsin ve O’nun fazlından ararsınız diye, sizin icin denize boyun eğdirdi. Umulur ki şukredersiniz. (Casiye Suresi, 12)

Muminin kendisine verilen nimete şukretmesi, bu nimete ehil olduğunu gosteren bir delildir. Boylece hem nimetin hakkını vermiş olur, hem de daha ustun bir nimet icin onunde yol acılır. Allah şukreden kullarına nimetlerini artıracağını bildirirken, şukretmeyen nankorleri azabıyla tehdit eder:

Rabbiniz şoyle buyurmuştu: “Andolsun, eğer şukrederseniz gercekten size artırırım ve andolsun, eğer nankorluk ederseniz, şuphesiz, benim azabım pek şiddetlidir. (İbrahim Suresi, 7)

Kendisine peygamberlik makamı verilmiş Hz. Suleyman’ın Allah’tan kendisine şukretmeyi ilham etmesini istemesi (Neml Suresi, 19) tum muminlere ornek olmalıdır. Cunku şeytan, insanlara onlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından yaklaşarak; unutturmak, nimetlere karşı ulfet duygusu vermek, onemsetmemek gibi hilelerle onları şukretmekten alıkoymaya calışmaktadır.

Şeytan İnsanlara Korku Verir

Muminlerin Allah’a olan yakınlıkları şeytana karşı manevi bir kalkan oluşturur. Allah’a teslim olmak, O’nu zikretmek, yeryuzundeki her olayın O’nun kontrolunde olduğunu bilmek ve katıksızca O’na yonelmek, muminlere onemli bir manevi guc sağlar. Şeytan her fırsatta muminlerin bu manevi guclerini zayıflatacak yollar dener. Bu yollardan biri de insana Allah korkusu dışında başka “korku”lar vermektir.

Şeytanın bu silahı kullanmasının onemli bir nedeni vardır. Korku, şuurun kapanmasına, Allah ile bağlantının kopmasına ve tevekkulun ortadan kalkmasına sebep olur. İhlasını koruyan bir mumin icin boyle bir durum soz konusu olmaz. Şeytan ancak gaflet icinde olan, şuuru gecici olarak veya tumuyle kapanmış kimseleri etkiler. Bir Kuran ayetinde asıl korkulması gereken gucun Allah olduğu şoyle hatırlatılmaktadır:

İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer mu’minlerseniz, Ben’den korkun. (Al-i İmran Suresi, 175)

Muminler icin dunya, bir kadere bağlı olarak yaşadıkları gecici bir mekandır. Korkacakları tek varlık da bu dunyanın ve kaderin yegane hakimi Allah’tır.

Mumin olmayanlar ise dunyayı, birbirinden bağımsız olay ve insanların yer aldığı kontrolsuz bir mekan zannederler. Şeytan herhangi bir vesile ile bu insanların kalplerine kolaylıkla korku sokar. Artık karşılarına cıkan her olay onlara gore sonu belli olmayan bir bilinmeyendir. Olum korkusuyla, fakirlik korkusuyla, gelecek korkusuyla Allah’a değil, sayısız putlarına sıkıca sarılırlar.

Şeytanın “korku” telkini mumin topluluğu icinde bulunan, ancak kalplerinde hastalık bulunan kimseler uzerinde de etkili olur. Allah yolunda bir guclukle karşılaştıklarında kendilerini teslim alan bu korku, icinde bulundukları gafletin ortaya cıkmasını sağlar. Orneğin sıcak savaş ortamında korkularına yenik duşen bir grup insanın durumu Kuran’da şoyle bildirilmiştir:

İman edenler, derler ki: “(Savaş izni icin) Bir sure indirilmeli değil miydi?” Fakat, icinde savaş (kıtal) zikri gecen muhkem bir sure indirildiği zaman, kalplerinde hastalık olanların, uzerine olum baygınlığı cokmuş olanların bakışı gibi sana baktıklarını gordun… (Muhammed Suresi, 20)

Tevekkullu kimse kendisini tam olarak Allah’a ve kadere teslim eder. Korkudan tamamen arınır ve Allah’a tam teslimiyetin verdiği cesaretle Allah dışında hicbir gucten korkmaz.
Yalnız burada unutulmaması gereken, muminlerin cesaretinin, şuursuz ve akılsız inkarcıların kendini bilmezliklerinden cok farklı bir ozellik olduğudur. Bu duygu kadere tam olarak iman etmenin, Allah’a teslimiyetin verdiği kendine guven duygusudur. Samimi olarak iman etmeyenler tarafından asla taklit edilemez. Muminlerin bu cesaretinin Kuran’da bircok orneği vardır.

Orneğin Hz. Musa ve beraberindekiler, deniz ile Firavun’un ordusu arasında sıkıştıklarında, aralarındaki imanı zayıf olan kimseler yakalandıkları zannıyla korkuya kapılırlar. Oysa Hz. Musa, “Hayır, Rabbim benimledir” (Şuara Suresi, 62) diyerek Allah’a teslimiyetini ve guvenini ifade eder. Allah’a iman ettikleri icin, Firavun tarafından kolları ve bacakları kesilmekle tehdit edilen buyuculer de aynı korkusuzluğu gostermişlerdir. Ateşe atılan Hz. İbrahim de aynı şekilde hicbir korku duymamıştır. Kuran’ın Ahzab Suresi’nde bahsi gecen muminlerin, duşman birlikleriyle karşılaştıkları zaman

“imanları ve teslimiyetleri” artmıştır. Cunku şeytanın korku telkini tevekkul eden kimse uzerinde etkisizdir. Allah’ın ayetinde de bildirdiği gibi, şeytanın “…iman edenler ve Rablerine tevekkul edenler uzerinde hicbir zorlayıcı-gucu yoktur”. (Nahl Suresi, 99)

Şeytan Muminlerin Arasını Bozmaya Calışır

Kuran muminlerin birlik icinde, birbirlerine destek ve yardımcı olmalarını, birbirlerini gozleyip kollamalarını emreder. Bağın ne derece guclu olması gerektiği aşağıdaki ayetle bildirilmiştir:

Şuphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak carpışanları sever. (Saf Suresi, 4)

İşte şeytan bu onemli hukmu goz ardı ettirmeye ve muminlerin aralarındaki birliği yıpratmaya calışır. Bu amac doğrultusunda en buyuk cabayı muminler arasındaki konuşmaları etki altında bırakmak icin harcar. Kotu soz soyleme, imalı konuşma, laf dokundurma gibi cahiliye insanlarına ait cirkinlikleri yapmaya teşvik ederek muminlerin aralarını acmaya calışır. İman eden bir kimse, şeytana karşı boş bulunduğu her an boyle bir tehlikeyle karşı karşıya kalabilir. Bu yuzden Kuran’da, muminler bu tehlikeye karşı uyarılır, birbirlerine karşı guzel soz soylemelerini emreder ve şeytanın muminlerin duşmanı olduğunu hatırlatır:

Kullarıma, sozun en guzel olanını soylemelerini soyle. Cunku şeytan aralarını acıp bozmaktadır. Şuphesiz şeytan insanın acıkca bir duşmanıdır. (İsra Suresi, 53)

Gercekten şeytan, icki ve kumarla aranıza duşmanlık ve kin duşurmek, sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgectiniz değil mi? (Maide Suresi, 91)

Oğut Verdiği İnsanları İnandırır

Şeytan, başduşmanı olan insanı sonsuz yıkıma uğratmak istediği halde, hicbir şekilde bu niyetini ona sezdirmez. Tam aksine insana, oğut vermek isteyen bir yardımcı kimliği altında yaklaşır. İnsanı, onun iyiliğini istediğine inandırdıktan sonra, kontrolu altına alır. Kişinin zaaflarını kullanarak, ona bu yonde telkinler yapar.
Hz. Adem’in, cennetten cıkarılmasına neden olan hatayı yapmasının sebebi de, bu sinsi tuzaktır. Şeytan Hz. Adem’e ve eşine bir dost gibi yaklaşmış ve onlara kendilerine oğut verdiğine dair yemin etmiştir.
Şeytan, kendilerinden “ortulup gizlenen cirkin yerlerini” acığa cıkarmak icin onlara vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız icindir.”
Ve: “Gercekten ben size oğut verenlerdenim” diye yemin de etti. (Araf Suresi, 20-21)
Şeytan Hz. Adem’i ve eşini aldatarak cennetten kovulmalarını sağlamıştır. Hz. Adem ancak tevbe ettikten ve Allah’tan bağışlanma diledikten sonra tekrar doğru yolu bulabilmiştir.

Şeytanın duşmanı olduğu uyarısını bizzat Allah’tan duyan Hz. Adem’in, bu uyarıdan sonra bile şeytan tarafından kandırılması, insanın omru boyunca karşı karşıya olduğu gizli duşmanının ne kadar usta ve sinsi bir yalancı olduğunun bir delilidir.

Hz. Adem’e tum şeytanların en buyuğu olan İblis tarafından verilen “ben size oğut verenlerdenim” telkini, diğer insanlara da insi şeytanlar tarafından yapılır. Kendi kavmini Allah’ın yolundan alıkoyarken onlara, “…ben, size yalnızca gorduğumu (kendi goruşumu) gosteriyorum ve ben sizi doğru yoldan da başkasına yoneltmiyorum” (Mumin Suresi, 29) diyen Firavun bunun bir orneğidir.

Benzer telkinlere bugunku cahiliye toplumunda da sıkca rastlamak mumkundur. Dini yaşamak isteyen bir gence karşı yapılan “sen daha cok gencsin, hayatını yaşa, yaşlanınca zaten ibadet edersin” telkini buna bir ornektir. Telkini yapan kişi bunu kendisinin iyiliğini istediği icin yaptığını one surer. Oysa cağırdığı yol cehennem yoludur.

Şeytan “oğut verme” taktiğini uygulamak icin oncelikle kişinin yakın cevresinde bulunan ve daha onceden kontrolu altına aldığı kimseleri kullanacaktır. Orneğin Kuran’da, iman ettikten sonra şeytan tarafından ayartılan, bu aşamadan sonra arkadaşlarının telkinleriyle sapan kişilerden bahsedilir. Bu “arkadaş”ların sozleri, şeytanın taktiğini cok net gozler onune serer: “Doğru yola, bize gel…” Şeytanın bu taktiğinin bildirildiği ayetin tamamı şoyledir:

De ki: “Bize yararı ve zararı olmayan Allah’tan başka şeylere mi tapalım? Allah bizi hidayete erdirdikten sonra, şeytanların ayartarak yerde şaşkınca bıraktıkları, arkadaşlarının da: “Doğru yola, bize gel” diye kendisini cağırdığı kimse gibi topuklarımız uzerinde gerisin geri mi dondurulelim?” De ki: “Hic şuphesiz Allah’ın yolu, asıl yoldur. Ve biz alemlerin Rabbine (kendimizi) teslim etmekle emrolunduk.” (En’am Suresi, 71)

İnsan bu duşmana karşı son derece dikkatli olmak zorundadır. Ancak Allah’a tam olarak teslim olmuş ve O’nun zikrine sıkı sıkıya sarılmış bir kimse bunu başaracak şuura sahip olur. Şeytanın telkinlerinin kaynağını hemen teşhis eder ve zihninden sokup atar. Aksi takdirde kişi bunları kendi duşuncesi zanneder ve iradesini ona teslim eder.

Allah Adını Kullanarak Saptırması

Şeytanın en sinsi ve aldatıcı hilelerinden biri de insanlara Allah’ın ismini kullanarak yaklaşmasıdır. Bu yontemle, Allah’ın razı olmadığı hareketlerin din ve Allah adına yapıldığını telkin eder. Soz konusu hareketleri hizmet, ibadet kisvesi altında yaptırır. Bu oyuna gelen bir insan, İslam’ın kendisine Allah yolunda mucadele etmesi icin sağladığı imkanları ve tanıdığı ozgurlukleri, tamamen kendi nefsini tatmin icin kullanmaya başlar.

Orneğin boyle bir kişi, dine hizmet amacıyla kufrun yoğun olarak bulunduğu, aldatıcı dunya susleriyle dolu bir ortama girdiğinde, sadece kendi nefsini duşunerek hareket eder. Başlangıcta meşru olan nimetlerden zevk almasında hicbir sakınca yokken bir sure sonra durum değişir. İslamın hayrı icin başlayan bir hareket amacından sapar, nimetler amac haline gelir.

Belki gorunuşte Allah’ın sınırları icinde hareket ediliyordur, ama kalpte Allah’ın rızası değil, nefsin doyurulması hırsı vardır. Yaptığı hareketten hicbir ecir alamayacağı gibi imanı gittikce zedelenmeye başlar. Şeytan bir kez daha dunya hayatının aldatıcı susunu kullanarak ahireti terk ettirmiş, bahane olarak da “Allah’ın rızası”nı kullanmıştır:

Ey insanlar, hic şuphesiz Allah’ın va’di haktır; oyleyse dunya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah’ın adını kullanarak) aldatmasın. Gercek şu ki, şeytan sizin duşmanınızdır, oyleyse siz de onu duşman edinin. O, kendi grubunu, ancak cılgınca yanan ateşin halkından olmaya cağırır. (Fatır Suresi, 5-6)

Kucuk hesapların ve gecici dunya hayatının peşine duşerek imanları zayıflayan, ustelik cıkarlarını korumak icin Allah rızasını siper edinen bu insanlar bir sure sonra munafık konumuna girerler:

(Munafıklar) Onlara seslenirler: “Biz sizlerle birlikte değil miydik?” Derler ki: “Evet, ancak siz kendinizi fitneye duşurdunuz, (Muslumanları acıların ve yıkımların sarmasını) gozetip-beklediniz, (Allah’a ve İslam’a karşı) kuşkulara kapıldınız. Sizleri kuruntular yanıltıp-aldattı. Sonunda Allah’ın emri (olan olum) geliverdi; ve o aldatıcı da sizi Allah ile

(Allah’ın adını kullanarak, hatta masumca sizden gorunerek) aldatmış oldu.” (Hadid Suresi, 14)
Bu hile oldukca kafa karıştırıcı ve aldatıcıdır. Cunku şeytan bu sefer insanın dosdoğru yolunun uzerine oturarak (Araf Suresi, 16) bir tuzak hazırlamıştır. Ancak Allah’tan gerektiği gibi korkup sakınan kimseler şeytanın bu oyununa gelmezler. Cunku Allah kendisinden korkup sakınana, onu doğru yola ulaştıracak, doğruyu yanlıştan ayırmasını sağlayacak bir anlayış verir:

Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kotuluklerinizi orter ve sizi bağışlar. Allah buyuk fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)

Şeytanın insanı Allah’ın adıyla aldatmasının bir başka yolu da, Allah’ın affediciliğini one surerek insanı gunah işlemeye teşvik etmesidir. Allah elbetteki buyuk bir merhamet sahibidir ve tevbe edip kendisinden bağışlanma dileyen her kulunun gunahlarını affedebilir. Ama bir insan, “nasıl olsa Allah affeder” diyerek bile bile gunah işlemeye başlarsa, cok tehlikeli bir yola girmiş olur. Zamanla kalbi katılaşır, duyarsızlaşır ve Allah korkusunu tumuyle yitirir. Kuran, “yakında bağışlanacağız” diyerek bile bile gunah işleyen insanlardan (Araf Suresi, 169) soz ederken, Şeytan’ın insanı Allah adıyla aldatışının bir orneğini gosterir.

Muminin Zamanla Yıpranmasını İster

Şeytan zamanın mumini yıpratmasını ister, acık vermesini sabırla bekler. Kişinin maneviyatından zaman icinde kopardığı kucuk tavizler, bir sure sonra kalbinin uzerinin kabuk bağlamasına ve aklının ortulerek şeytanın daha buyuk telkin ve vesveselerine kapılabilmesine sebep olur. Bir Kuran ayeti, zaman icinde kazandıkları yuzunden, şeytan tarafından ayakları kaydırılmak istenen bir grup muminin haberini şoyle vermiştir:

İki topluluğun karşı karşıya geldikleri gun, sizden geri donenleri, kazandıkları bazı şeyler dolayısıyla şeytan onların ayağını kaydırmak istemişti… (Al-i İmran,155)

Vaadlerde Bulunur

Şeytan insanları kandırmak icin her sahtekarın ortak taktiğine başvurur. Karşısındakine boş vaadlerde bulunur. Munafıklar ve muşrikler de bu vaadlere inanırlar. Oysa bu basit bir aldanma değildir. İnsan sonsuz ahiretini, bu boş vaadler sonucunda kaybeder.

Bu vaadlerin ortak ozellikleri gelip gecici dunya hayatına yonelik olmalarıdır. Şeytan kimi zaman eğlence, cinsellik, ticaret, para, mulk, kimi zaman da daha guzel ve uzun bir hayat, sosyal statu, mevki, saygınlık vaad eder. “Yaldızlı sozler” fısıldar (En’am Suresi, 112). Ancak sebep her ne olursa olsun şeytana kananlar icin sonuc hep aynıdır; sonsuz azap ve cehennem. Bu gercek Kuran’da şoyle bildirilir:

(Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara duşuruyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va’detmez. (Nisa Suresi, 120)

İş hukme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: “Doğrusu, Allah, size gercek olan va’di va’detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan soyledim… (İbrahim Suresi, 22)

Allah’ın hoşnutluğunu, sevgisini, rahmetini ve cennetini kazanmayı hedefleyen bir mumin, gecici dunya hayatına ait bir vaadi elbette ciddiye almaz. Cunku yeryuzunde ulaşacağı herhangi bir makam, kazanacağı herhangi bir mulk veya sahip olacağı herhangi bir nimetin gercekte onemi yoktur. Bunlar ancak cok kısa bir sure varlığını koruyacak, olumle beraber yok olup gidecektir.

Kuruntulara ve Kuşkulara Duşurur

Şeytanın kullandığı bir başka yontem ise kuşku ve kuruntu vermektir. Gercekte hic var olmayan olayları insanların kafalarında sanki varmış gibi gosterir. Kalplerinde hastalık bulunan, zayıf karakterli kişiler bir sure sonra tamamen bu kuruntuların etkisi altına girerler. Her olayı kendi aleyhlerine planlanmış bir hareket olarak gorurler (Munafikun Suresi, 4). Hatta elci tarafından aldatıldıkları zannına kapılırlar. Surekli tedirgin, korku icinde, ne yapacaklarını bilemeyen bir karakter sergilerler. Şuurlu bir insanın aklına bile getirmeyeceği olmadık kuruntulara duşerler.
Onları —ne olursa olsun— şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara duşureceğim… Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apacık bir husrana uğramıştır. (Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara duşuruyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va’detmez. (Nisa Suresi, 119-120)
Mumin şeytanın en buyuk duşmanı olduğu icin, kendisini boyle bir tehlikeden mustağni goremez. Zira gostereceği en kucuk bir gevşeklik, şeytanın kuruntu vermek, şupheye sevk etmek gibi taktiklerle uzerine saldırmasına imkan tanır. Ancak kesin bir bilgiyle ahirete inanan, her an katıksızca Allah’a yonelen bir mumine karşı bu kuruntular kesinlikle etkisiz kalır.

Sapkın Amelleri Suslu ve Cekici Gosterir

Şeytan etkisi altına giren kimselere, yapmakta oldukları sapkın işleri suslu ve cekici gosterir. Bu yuzden icinde bulundukları sapıklığa tutkuyla bağlanırlar.

…Şeytan onlara yaptıklarını suslemiştir, boylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar. (Neml Suresi, 24)

….Onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını cekici (suslu) gosterdi. (En’am Suresi, 43)

Kalpleri katılaşan kimseler iyi ve kotuyu ayırdedecek duyarlılığı kaybettiklerinden, şeytan işledikleri kotulukleri onlara suslu gosterir. Bu katılaşma yuzunden de şeytanın etkisi altındaki kimseler, kendilerine cekici gosterilen sapıklıklarında buyuk kararlılık gosterirler. Bu kararlılık kimi zaman geleneklerle bozulan ve Kuran’da “ataların dini” olarak adlandırılan sapkın dinin temsilcilerinde, kimi zaman da Allah’ın elcisine isyan eden, ona karşı mucadele eden munafıklarda gorulur. Kimi zaman da inkarcıların muminlerin aleyhine yuruttukleri faaliyetlerde ortaya cıkar. İster muşrik olsun ister kafir, tumunun ortak ozelliği şeytan tarafından kandırılmış ve oyuna getirilmiş olmalarıdır. Bir Kuran ayetinde bu insanlar uzerindeki şeytani etki şoyle bildirilir:

O zaman şeytan onlara amellerini cekici gostermiş ve onlara: “Bugun sizi insanlardan bozguna uğratacak kimse yoktur ve ben de sizin yardımcınızım” demişti… (Enfal Suresi, 48)

Fakirlik Korkusu Verir

Şeytan ahirete karşılık insana dunya hayatını sunar. Bu yuzden şeytanın etkisi altındaki insanlar sanki sonsuza dek olmeyeceklermiş gibi dunya icin calışır, ahiret icin hicbir caba harcamazlar. Şeytan binlerce yıldır insanlara bu tuzağı kurar. Bugune kadar milyarlarca insan yaşamları boyunca calışmış, cabalamış, para, mal mulk kazanmış, sonra bunların hepsini arkalarında bırakarak olmuşlerdir. Şu an yaşayanlar ise, kendilerinden once olen bu insanların durumlarından hicbir ders almaz, sanki kendileri hic olmeyeceklermiş gibi mal mulk biriktirirler.

Şeytan dunya hayatını değerli ve kalıcı gostererek muminlere de zarar vermeye calışır. İmanı zayıf olanlara ve munafıklara fakirlik korkusu verir. Bu sayede onları, dunya hayatı icin daha cok caba harcamaya, cimrilik yapmaya iter. Bir Kuran ayetinde şeytanın cabası şoyle bildirilmiştir:

Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size cirkin-hayasızlığı emrediyor. Allah ise, size kendisinden bağışlama ve bol ihsan (fazl) vaadediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. (Bakara Suresi, 268)

Mal-mulk hırsı vererek tuzak kurmak şeytanın cok eski bir yontemidir. Hatta Hz. Adem’i kandırdığında da “sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mulku haber vereyim mi?” (Taha Suresi,120) yalanını soylemiş, mulk vaadinde bulunmuştur. Bu yuzden Allah, muminlere mal sevgisine karşı bircok uyarıda bulunur. Bir Kuran ayetinde şoyle bildirilir:

İşte sizler boylesiniz; Allah yolunda infak etmeye cağrılıyorsunuz; buna rağmen bazılarınız cimrilik ediyor. Kim cimrilik ederse, artık o, ancak kendi nefsine cimrilik eder. Allah ise, Ğaniy (hicbir şeye ihtiyacı olmayan)dır; fakir olan sizlersiniz. Eğer siz yuz cevirecek olursanız, sizden başka bir kavmi getirip-değiştirir. Sonra onlar, sizin benzeriniz de olmazlar. (Muhammed Suresi, 38)

Her kim olursa olsun, dunya capında unlu ve zengin bir işadamının veya bir dilencinin, Allah rızasına uygun olarak harcamadığı her kuruşta, farkında olmadığı guclu bir ortağı vardır. Allah inkar edenlerin mallarına şeytanı ortak kılmıştır. Bu ortaklık emri ayette şoyle gecer:

“Onlardan guc yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat, atlıların ve yayalarınla onların ustune yaygarayı kopar, mallarda ve cocuklarda onlara ortak ol ve onlara ceşitli vaadlerde bulun.” Şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vaadetmez. (İsra Suresi, 64)

Kibir Verir

Kibir şeytanın en onemli ozelliklerinden biridir. Allah’ın huzurundan da kibiri ve itaatsizliği yuzunden kovulmuştur:
Yalnız İblis haric. O buyukluk tasladı ve kafirlerden oldu.

(Allah) Dedi ki: “Ey İblis, iki elimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi? Buyuklendin mi, yoksa yuksekte olanlardan mı oldun?”(Sad Suresi, 74-75)

Şeytanın bu onemli hastalığı insanlar icin de buyuk bir tehlikedir. Cunku şeytan bir insanı kendisine yakın kılmak icin oncelikle kendi hastalığını o insana bulaştırmaya calışır. Bu hastalığa yakalanan bir kimsenin aklı ortulur, şuuru kapanır. Bu tehlike nedeniyle Kuran’da muminler alcak gonullu olmaları icin uyarılmıştır:

Yeryuzunde boburlenerek yurume; cunku sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca ulaşabilirsin. (İsra Suresi, 37)
(Lokman dedi ki) İnsanlara yanağını cevirip ve boburlenmiş olarak yeryuzunde yurume. Cunku Allah, buyukluk taslayıp boburleneni sevmez. Yuruyuşunde orta bir yol tut, sesinden de (yuksek perdeleri) eksilt. Cunku, seslerin en cirkin olanı gercekten eşeklerin sesidir. (Lokman Suresi, 18-19)

Mumin, şeytanın vasfı olan kibirden mumkun olduğunca sakınmalı ve bunun icin buyuk bir dikkat sarf etmelidir. Aksi takdirde ecir kaybına uğrar, imanı buyuk bir tehlike icine girer.
Şeytanın etkisi farklı şekillerde ortaya cıkabilir. Orneğin bir insan İslam’a buyuk hizmetlerde bulunmuş olabilir. Ama bu hizmet, yalnızca kendisine Allah tarafından lutfedilmiş bir ecir kazanma imkanıdır. Kişi Allah’ın kontrolu dışında, kendi başına bir hareket yapamayacağı icin, herhangi bir başarısıyla ovunmesi soz konusu olamaz. Bunun tersini yapanlara

Kuran’da cok buyuk bir tehdit vardır:

Getirdikleriyle sevinen ve yapmadıkları şeyler nedeniyle ovulmekten hoşlananları (kazanclı) sayma; onları azaptan kurtulmuş olarak sayma. Onlar icin acı bir azap vardır. (Al-i İmran Suresi, 188)

Nitekim sahip olduğu zenginliği kendi kişisel ozelliklerinin bir sonucu sayan ve “bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir” (Kasas Suresi, 78) diyen Karun, Allah tarafından şiddetli bir cezaya carptırılmıştır.
Şeytan kibir telkini vererek aynı zamanda muminler arasındaki huzuru bozmaya calışır. Cunku kibir yalnızca Allah katında değil muminler arasında da hoşa gitmeyen bir ahlak zayıflığıdır ve bu tur bir tavra sahip bir insan onları son derece rahatsız eder.

Şeytanın kendisini fark ettirmeden, insana cok sinsice yaklaşacağı unutulmamalıdır. Şeytanın acelesi de yoktur. Kendini ustun gorme telkinini, uzun vadede, bircok farklı olay icin yavaş yavaş yapar. Eğer kişi bu yonteme karşı cok uyanık olmazsa, bu telkinlerin etkisi zamanla katlanarak buyur. Orneğin kazanılan kucuk bir başarının ardından şeytan mutlaka telkin yapmak isteyecektir. Eğer kişi, başarının tek sahibinin Allah olduğunu kalben hissetmezse, şeytanın fısıltısını da kendi teşhisi zanneder ve başarı sahibinin kendisi olduğuna zamanla yurekten inanır.
Şeytan başka taktikler de izler. Orneğin bir mumin hata yapabilir. Boyle bir durumda diğer muminlere duşen, hatayı yapan mumine şefkatle yaklaşmak ve o muminin de kendileri gibi aslında aciz bir kul olduğunu unutmamaktır. Cunku şeytan, hata sahibine karşı ofke duymayı veya onu kucuk gormeyi telkin eder. Bir mumini yaptığı hatadan veya başka bir sebepten dolayı icten ice kucuk goren kişi, kendini ustun gorme fısıltısının etkisi altında kalmaya başlamıştır.
Bu ruh hali devam ederse kibir insanın kişiliğine yerleşir ve diğer muminlere karşı şefkat ve merhamet duygusu azalır. Artık yalnızca kendi bildiğini okuyan, kendi başına buyruk, aklını diğer muminlerin akıllarından ustun goren bir insan ortaya cıkar. Kişinin icindeki kendini ustun gorme fısıltısı sesini yukseltir ve o, bunun kendi ustun teşhislerinden biri daha olduğunu zanneder. Bu psikolojiye giren kimsenin imanında zamanla cok ciddi yaralar oluşur. Bir sure sonra kalbi,

Kuran’da da bildirildiği gibi, Allah’ın ayetlerine karşı duyarsızlaşır:

Bizim ayetlerimize, ancak kendilerine hatırlatıldığı zaman, hemen secdeye kapananlar, Rablerini hamd ile tesbih edenler ve buyukluk taslamayan (mustekbir olmayan)lar iman eder. (Secde Suresi, 15)

Ayetten anlaşıldığı uzere, ancak buyukluk taslamayan kimseler, Allah’ın ayetlerine iman edebilirler. Kendisini ustun gorup kibirlenen bir kimsenin ayetleri gerektiği gibi anlaması ise imkansızdır.

Gosteriş İcin İbadet Etmeye Zorlar

Dunya hayatının en aldatıcı tuzaklarından biri, insanların birbirlerine gosteriş yapma ve sahip olduklarıyla ovunme tutkusudur.

Gosteriş yapmanın şekli insanın icinde bulunduğu ortama gore değişir. Paranın on planda olduğu bir ortamda zenginlik, saygınlığın gecerli olduğu bir toplulukta makam ovunme konusudur. Şeytan bu tutkuyu dindarlığın on planda olduğu topluluklarda da kullanır. Kalbinde iman olmayan kimseler icin ibadet etmek, Allah’ın rızasını kazanmak icin değil, dindar toplulukta itibar elde etmek icin yapılan bir harekettir. Kuran bu tur kimselerden şoyle bahseder:

İşte (şu) namaz kılanların vay haline,
Ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar,
Onlar gosteriş yapmaktadırlar. (Maun Suresi, 4-6)

Şeytanın gercek amacından saptırıp bir gosteriş aracı haline getirebileceği onemli ibadetlerden biri “infak”tır, yani insanın malını Allah yolunda harcaması. Bu ibadeti yaparken Allah’ın rızasını aramak yerine, insanların hoşnutluğunu gozeten kimseler aslında şeytana arkadaş olmuşlardır:

Ve onlar, mallarını insanlara gosteriş olsun diye infak ederler, Allah’a ve ahiret gunune de inanmazlar. Şeytan, kime arkadaş olursa, artık ne kotu bir arkadaştır o. (Nisa Suresi, 38)

İnfak, mumine arınması ve ahiretini kazanması icin tanınmış en onemli fırsatlardan biridir. Boylesine onemli bir ibadete, şeytanın pisliği —gosteriş yapma— karışırsa, muminin ihtiyacı olan arınma gercekleşmez, ahiret icin cok onemli olan bir fırsat kacırılmış olur. Bu yuzden mumin olan bir kimse, infak ederken, şeytana karşı cok uyanık olmalı, her ibadetini olduğu gibi bunu da yalnızca Allah’ın rızası icin halis bir niyetle yapmalıdır. Kuran muminleri bu konuda şoyle uyarır:
Ey iman edenler, Allah’a ve ahiret gunune inanmayıp, insanlara karşı gosteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı gecersiz kılmayın. (Bakara Suresi, 264)

Ayetlerden Uzaklaştırmaya Calışır

Allah’ın kitabına tabi olmak buyuk bir sorumluluktur. Boylesine onemli bir sorumluluğu ihmal etmenin cezası da aynı derecede şiddetli olur. İnsanın boyle bir cezaya carptırılması ise bilindiği gibi şeytanın en buyuk amacıdır.

Şeytanın etkisiyle Kuran’dan uzaklaşan bir kimse, gercekte Allah’tan uzaklaşmış olur. Cunku Kuran, Allah’ın sozudur. Hem muminlerin hidayete ermelerini sağlayan, hem de onlara omur boyu yol gosterici olan bir ‘nur’dur.
Kuran’dan uzaklaşmak, Kuran’a tabi olmuş kimseleri —muminleri— tehdit eden bir tehlikedir. Cunku muşrikler ve kafirler zaten Kuran’dan tamamen gaflet icindedirler. Ayetlere karşı perdelenmiş oldukları icin, Kuran’dan daha fazla uzaklaşmalarına imkan yoktur. Fakat ayetler vesilesiyle iman eden ve ayetlerin bildirdiği şekilde yaşayan muminler, Kuran’dan uzaklaşırlarsa, cok buyuk bir tehlikeyle, şeytanla yuz yuze kalırlar. Dahası bunun farkına varmadan, kendilerini hala doğru yolda zannederek, şeytan tarafından kontrol altına alınırlar. Kuran’da bu durum, şeytanın insanın uzerine kabuk gibi bağlanması olarak ifade edilmiştir:

Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini gormezlikten gelirse, biz bir şeytana onun “uzerini kabukla bağlattırırız”; artık bu, onun bir yakın dostudur.

Gercekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gercekten hidayette olduklarını sanırlar. (Zuhruf Suresi, 36-37)

Boyle bir gaflete de ancak, ahireti terkedip dunyevi cıkarlara yonelen, nefsinin istekleri doğrultusunda hareket eden biri dalabilir. Aslında Allah’ı değil, nefsini tatmin etmeye yonelip şeytanın peşine takılan bu kimse, insandan cok hayvana benzer. Cunku hayvanın da, insanın da temel fiziksel ihtiyacları (yemek, icmek, cinsellik) ortaktır. İnsanı ustun yapan kendisini Yaratan’a bilincli bir bicimde kulluk etmesidir. İşte bu nedenle Kuran’da nefsinin hevasına uyan ve bir zamanlar tabi olduğu ayetlerden uzaklaşan kimse, kopeğe benzetilir.
Onlara kendisine ayetlerimizi verdiğimiz kişinin haberini anlat. O, bundan sıyrılıp-uzaklaşmış, şeytan onu peşine takmıştı. O da sonunda azgınlardan olmuştu.

Eğer biz dileseydik, onu bununla yukseltirdik. Ama o yere meyletti (veya yere saplandı), hevasına uydu. Onun durumu, ustune varsan dilini sarkıtıp soluyan, kendi başına bıraksan dilini sarkıtıp soluyan kopeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalanlayan topluluğun durumu boyledir. Artık gercek haberi onlara aktar. Ki duşunsunler. (Araf Suresi, 175-176)

Bir mumin yıllar boyunca, bircok defa Kuran’ı okumuş olabilir. Ama bu onu şeytanın oyunlarından mustağni kılmaz. Şeytan bircok oyunla karşısına cıkar. Muminin Kuran’ı inkar etmeyeceğini bildiğinden, ceşitli hilelerle, muminleri gunluk hayatlarında Kuran’ın emrettiği yaşam tarzından uzaklaştırmaya calışır.
Orneğin Kuran’da, yaşanan ve yaşanacak her anın Allah tarafından bir kader cercevesinde onceden yaratıldığı bildirilmiştir. Bu bilgiye rağmen başına gelen olaylar karşısında sıkıntılı, tevekkulsuz bir ruh hali sergilemek, Allah’ın ayetlerini gozardı ederek hareket etmek anlamına gelir. Uzun sure bu ruh halinde kalan bir kimsenin kalbi, Kuran’ın temiz ve berrak ruhunu yitirir ve giderek kararmaya başlar. Sonunda bu kimse Kuran’dan etkilenmeyen, duyarsız bir hale gelir.

Kuran’ın emrettiği gibi bir hayat surme gayretindeki herkes bu tehlikeyle karşı karşıyadır. Her kim olursa olsun, kendisine kitap verildikten sonra bu yukumluluğu hakkıyla yerine getiremezse, kalbi katılaşır. Kuran’da, daha once kendilerine kitap verilen ancak bu sorumluluğu taşıyamayan kimselerin durumu hatırlatılmaktadır:

İman edenlerin, Allah’ın ve haktan inmiş olanın zikri icin kalplerinin “saygı ve korku ile yumuşaması” zamanı gelmedi mi? Onlar, bundan once kendilerine kitap verilmiş, sonra uzerlerinden uzun bir sure gecmiş, boylece kalpleri de katılaşmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan coğu fasık olanlardı. (Hadid Suresi, 16)

Allah muminlere, şeytanın bu oyununa duşmemeleri icin Kuran’a sımsıkı sarılmalarını emreder. Cunku Kuran hayatının her anında mumine yol gosterici olacak bir kılavuzdur. Dahası muminler ayetleri yalnızca duzenli olarak okumakla değil, gun boyu akılda tutmakla, uzerlerinde duşunmekle ve her olayda Kuran’la hukmetmekle yukumludurler:
Evlerinizde okunmakta olan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şuphesiz Allah, latiftir, haberdar olandır. (Ahzab Suresi, 34)

Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır… (Bakara Suresi, 121)

Unutkanlık ve Dalgınlık

Unutkanlık vermek şeytanın cok sık kullandığı fakat insanlar tarafından fazla fark edilmeyen bir yontemdir. Şeytan bu telkini farklı konumlardaki insanlar icin, farklı taktiklerle kullanır.
Orneğin yaşamlarını dinden uzak geciren kimselere verdiği unutkanlık ve dalgınlık, klasik anlamdaki unutkanlık veya bir anlık goz dalması değildir. Şeytanın gercek anlamda unutkanlık verdiği bu kimseler, 60-70 yıllık bir omru Allah’ı ve ahireti unutarak boş ve yararsız uğraşlar icinde gecirirler. Allah’ın ahireti hatırlatmak icin yeryuzunde yarattığı hikmet ve ibretleri kavrayamazlar. Neden ve nasıl yaratıldıkları sorusunun hicbir onemi yoktur. Şeytan onlara, iyiliği, hayrı, en onemlisi kendilerini yaratanı, O’nu anmayı ve herşeyin kontrolunun O’nda olduğunu unuturur. Olum, kader ve ahireti hic duşundurtmez.

Aynı şekilde munafıklar da şeytan tarafından cepecevre kuşatıldıklarından, Allah’ın varlığını ve O’nun zikrini unuturlar.

Kuran’da munafıkların icinde bulundukları durum şoyle haber verilir:

Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; boylelikle onlara Allah’ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şuphesiz şeytanın fırkası, husrana uğrayanların ta kendileridir. (Mucadele Suresi, 19)

Şeytanın unutkanlık vermeye calıştığı bir diğer grup muminlerdir. Ancak bu unutkanlık muşriklere ve munafıklara verdiği unutkanlıktan daha farklıdır. Şeytan buyuk-kucuk ayırdetmeden muminlerin sorumlu oldukları her konuda unutkanlık vermek ister. Cunku her insan dunya hayatının her anında, Kuran’ın emrettiği hayatı yaşama konusunda denenmektedir. Bu yuzden insanın her an şuurlu ve uyanık olması ve yaşadığı her an, Allah’ın rızasını araması gerekir.
Kuran’da şeytanın muminlere vermeye calıştığı bazı unutkanlıklardan ornekler verilmişti