YAYGIN HURAFELER


Hurafe

Caput Bağlamak

Mum Yakmak

Kurşun Dokmek

Fal Acmak

Kabirlerde Dua

Kabirlere Kurban Adamak

Ay ve Guneş Tutulması

Kuş Otmesi, Hayvan Uluması

Gunlerin Uğursuzluğu İnancı

Temizlik ve Sağlığa Karışan Hurafeler

Kadın ve Hurafe

Cocuk İcin Soylenen Hurafeler

Olum ve Hurafe

Değişik Hurafelerden Ornekler



HURAFE, HURAFECİLİK

Uydurulmuş hikÂye ve rivayet. Bu hikÂye ve rivayetleri aktarına ve benimseme tutumu. Bunlar genellikle dinin bir parcası veya gereği olarak aktarıla geldiği gibi, benimseyenlerce de dindenmiş gibi benimsenmiş olan, gercekteyse dinle ilgisi bulunmayan, sonradan katılmış hikÂye ve rivayetlerdir .

Hurafenin bu durumuna acıklık getirebilmek icin, dine sonradan katılan diğer unsurları anlatan kelimelere, kavramlara da kısaca değinmek gerekecektir. Bunları şoylece sıralayabiliriz:

a. Bid'atler: Kur'Ân-ı Kerim ve Sunnet'te bulunmayan ve Ashabca da bilinmeyen, ozellikle din esaslarına ilişkin sonradan cıkma kimi ibadet ve davranış bicimleri ve inanca yonelik yorumlar. Mevlit okutmak, Kur'Ân-ı Kerîm'in "mahlûk" olup olmadığını tartışmak gibi.

b. İsrailiyyat: Kur'Ân-ı Kerîm'deki kıssaların yorumu ve benzeri durumlarda ayrıntıya ilişkin bilgi vermiş olmak adına Kitab-ı Mukaddes, ozellikle Tevrat ve Tevrat yorumlarından aktarılan bilgiler. Ehli kitap rivayetleri.

c. Batıl İnanclar: Dinde kesinlikle yeri olmayan, fakat gunluk hayatta dinin bir parcasıymış gibi gosterilen ve gercekte dindışı olan, hatta dinin ozune ters duşen kimi inanc ve davranış bicimleri. Nazar boncuğu takmak gibi . . .

d. EsÂtîr: Eski batıl dinlerin inanc ve yorumlarından olup da, halkın arasında surup giderken, muslumanlaşma sırasında "Muslumanlaştırılarak" dine katılan mitolojik hikÂyeler, efsaneler . . .

e. Hurafeler: İsrailiyyat ve esÂtîrden olmadığı halde butunuyle sonradan uydurulan ve genellikle İslÂm'ın gerceğiyle bağdaşmaz batıl inancları veya carpık davranış bicimlerini telkin eden hikÂyeler.

Nitekim, "hurafe" kelimesinin kokeni de, bu tur bir olayın adlandırılmasıyla ilişkilidir. Hurafe, gercekle, Arap kabilelerinden Uzle'ye mensup bir şahsın adı olup, anlattığı inanılmayacak şeylere de (onun adına izafetle) 'hadis-i Hurafe' denilmiştir. (Ferit Devellioğlu, Osmanlıca Turkce Ansiklopedik Lugat, Hurafe Kelimesi).

İbarede gecen "hadis-i Hurafe"nin anlamı, "Hurafe'nin cıkardıkları, uydurdukları, ortaya attıkları, soyledikleri butunuyle temelsiz hikÂyeler"dir. Yukarıda sıralanan dine sonradan katılmış şeylerden "hikÂye" turundeki İsrailiyyat'tan bir bolumu Tevrat'ta vardır. Bir bolumu ise Tevrat tefsirlerinde olup, bunlar ya esatîrden alınma ya da butunuyle uydurmadır. Tevrat'ta bulunanların bir bolumunun de

Tevrat'ın yeniden yazılması sırasında katılmış olması mumkundur. Bu itibarla, İsrailiyyat'ın buyukce bir bolumunun gercek Tevrat'la ilgisi olmadığı cihetle hurafe olarak değerlendirilmesi yanlış olmayacaktır. Semavî kokenli olmayan batıl dinlerin mitolojisinden kaynaklanma esatîr'in ise, apacık bir hurafe olarak değerlendirilmesi gerekir. Cunku, bu dinlerdeki her şey insanların uydurmasıdır. Bunlara ek olarak, sonraki yıllarda yeni yeni uydurulan hikÂyeler de, hep, hurafe sınıfına dahildir.

Hurafecilik'e gelince: Bu deyim, ilk bakışta hurafeleri benimsemek gibi gorunuyor olsa da, boyutları bu kadar değildir. Tabiin -hatta Ashabın son donemi- devrinden itibaren, camilerde halka oğut verenlerden kimileri daha cok dinleyici bulup, cıkar sağlamak icin anlattıklarını hikÂyelerle suslemeğe başlamışlar ve bu arada İsrailiyata başvurmakla yetinmeyip, kendileri de kimi hikÂyeler uydurur olmuşlardır. Gerek hadis ve gerekse tefsir tarihlerinde kendilerinden "kıssacılar" olarak soz edilen bu kişiler, halkın dinin ozunu unutarak hikÂyelerle oyalanmasına yol actıkları icin dine buyuk zarar vermişlerdir. Hurafecilik, işte o gunden bu yana surup gelmiştir.

YAYGIN HURAFELER


Halkımızdan bazıları (coğunlukla hanım muslumanlar) İSLÂM DİNÎ ile hic alakası olmayan birtakım hurafeleri devam ettirmektedirler. Hurafe inanc ve adetlerin cok değişik şekillerini, hemen her koyumuz ve kentimizde yaygın olarak gormek mumkundur. Bu hurafe adetler uğruna zaman zaman uzucu olaylar da duyulmaktadır.
"Yıldıznameye"baktırmak, "FAL" actırmak, "SİHİR" bozdurmak icin diyar diyar hoca(!) arayanlar, dileğinin yerine gelmesi icin "TURBE VE EVLİYA" mezarlarını dolaşanlar, kızının nasibini actırmak icin, il il ufurukcu arayanlar azımsanmıyacak kadar coktur.

Goz arızasını gidermek, ağrısını dindirmek icin seansına "55 bin TL." para isteyenler, goğuse ve gobeğe muska yazma curet ve ahlÂksızlığına tevessul edenler ve bunların tuzağına duşup pişmanlığını sineye cekenler de maalesef bulunmaktadır.
Ayrıca turbe penceresine, mezar taşına mum yakmayı, falan mahalledeki ağaca caput bağlamayı, filan yerdeki havuza para atmayı, evliya mezarına kurban adamayı, sanki dini bir vecibeymiş gibi telakki edenler de mevcuttur.

Kimi yerde gelin kocasının evine girerken "kaynanasının iki bacağı arasından gecerse saygılı olur", diye inanılmakta, dolayısiyle insan onuru ayaklar altına alınmaktadır.
Kimi yerde de "yeni doğan cocuğun ilk dışkısı cin carpmasın, nazar değmesin" diyerek yattığı odanın eşiği altına konulmakta, bazı yerlerde de bebeğin beşiğine mezarlıktan toprak getirilerek konulmaktadır.
Daha bir suru yanlış inanc ve adetler!
İşte bu bolumde, halkımızdan birtakım insanların, en cok rağbet ettiği hurafelerden ve yanlış Âdetlerden ornekler sunmaya calışacağım. Ancak binlerce Âdet ve inancı dar cerceveli bir calışma ile ele almak mumkun olmadığından, en tipiklerini belirli başlıklar altında toplayarak izahını yapmaya gayret edeceğim.

1. Caput Bağlamak:

Caput bağlama hurafesi, Kuzey ve Orta Asya uluslaranın eski dinleri olan ŞAMANİZM'e mahsus onemli unsurlardan biridir. Şamanist Turklerin inanışlarına gore her dağın, her kutlu pınarın, gol ve ırmakların, kutlu ağac ve kayaların "İZİ" sahipleri vardır.
• Cağdaş Altaylı Şamanistlerin inandıkları "İZİ"ler, Gokturklerin bıraktıkları yazıtlarda toptan "YER-SU" ile ifade edilmiştir. Gokturkler bu "YER-SU" denilen ruhları, Turk yurdunun koruyucusu sayarlardı. Onların inanışlarına gore bu "İZİ'ler kişiden kurban isterler. Kurban sunmayanlara zararları dokunur. Ancak bu ruhlar cok kanatkÂrdır. Bunları, bir pacavra parcası, bir tutam at kılı hatta kurban niyetiyle atılan bir taş parcası ile tatmin etmek mumkundur'1'.

İşte Turkler Musluman olduktan sonra da bu Âdetlerini busbutun bırakmamışlardır. Evliya saydıkları ulu kişilerin turbelerine, orada biten ağaclara, ya da o yorede bulunan bazı kayalara caput bağlamak suretiyle eski adetlerini muslumanlaştırmak istemişlerdir. Oysa boyle bir Âdet İslÂm'da yoktur.
Kutsal ağac ve kutsal sular olarak kabul edilen bu mahaller, daha cok kısır ve cocuğu hasta olan kadınlar tarafından ziyaret edilmektedir. Maalesef bir cok kadın, bu mahallere gidip dua ederek ağaca caputunu, suya parasını atarsa, hamile kalacağına inandırılmaktadır.
Bazıları da boyle ağaclara caput bağlarsa, birtakım hastalıklardan kurtulacağına umit beslemektedir.

Anadolu'da ağaclara bez, pacavra bağlamakla dileğinin yerine geleceğine inanılan pek cok yer vardır. Bunlardan biri de benim koyumdeydi(*)
Benim koyumde "CIBAN KAYASI" denilen bir mevki vardır. Koyun doğu yonundedir.
Bu mevki, daha ziyade ipek boceği icin yetiştirilen dut bahcelerinin bulunduğu yerdir. Burada bizim de dut bahcemiz vardır. Bahcenin doğu yonu kayalıktır. Koku kayaların arasında olan bir siyah incir ağacımız vardı. İncir ağacının dallarına bez icerisinde 3-5 kuruş koyup bağlandığı zaman, ozellikle cocukların yuzunde cıkan cıbanların iyileştiğine inanılırdı. Ayrıca kim o bezleri toplar icindeki parayı alırsa carpılır veya her yerinden cıbanlar cıkar denilirdi.

Ben, zaman zaman bahceye gittiğimde bezleri toplar, icindeki paraları alır, harcardım. Gorenler, "bırak onları carpılırsın" diyerek beni azarlarlardı. Uzun seneler gecmesine rağmen ne bir yerimde cıban cıktı, ne de carpıldım.
Seneler sonra İlahiyat tahsil ettim. Bunun sacma olduğunu koylume anlattım. Zaten ağabeyim de o incir ağacını kesmişti. Şimdi koyumuzde bu bÂtıl inanc ortadan kalkmış, oralara da caput bağlayan kalmamıştır.

Sırası gelmişken bu pacavra bağlama adeti ile ilgili bir başka hatıramı da nakletmek isterim.
1963 senesinde Milli Eğitim Bakanlığı, İmam-Hatip Okulları Meslek Dersi Oğretmenleri icin Konya'da bir kurs duzenlenmişti. Ben de o kursa katılmıştım. Mevsim yaz ve Temmuz idi. Kurs sabah 8.00'de başlıyor, saat 13.00'te bitiyordu. Oğleden sonra serbest calışmak icin boş kalıyorduk. İşte boyle oğleden sonra bir gun, bir grup arkadaş "Meram Bağları"na gezmeye gitmiştik. Biraz kır gezintisi yaptık. İkindi yaklaşmıştı. Namaz kılmak icin orada bulunan bir mescidin yanında toplandık. Mescidin onundeki ceşmeden abdest almak icin hazırlanıyorduk.

Mescidin bitişiğindeki turbenin pencerelerinden birine gozum ilişti. Baktım ki pencerede parmak sığacak kadar boş yer kalmamış, hep cabut bağlanmış. Tam bu sırada bir arkadaşım camiin koşesinden cıktı ve pencerenin onunde durdu. Şoyle bir etrafına bakındı, kızarak başını sağa sola sallamağa başladı. Belliki pencerenin haline hem kızıyor hem de hayret ediyordu. Ben, koşarak yanına vardım ve beraberce caputları koparmaya başladık. Biraz ilerimizde de bir grup kadın duruyordu. Bizim pencereyi temizlediğimizi gorunce: "Vay ahlaksızlar, dinsizler, kafirler" diyerek bağırmaya başladılar. Biz, dinimizde boyle şeyler yoktur, falan demeye kalmadan taş da atmaya başladılar. Kendimizi camiye zor attık. Arkadaşlardan biri ezanı, biri de camide Kur'Ân-ı Kerim'i okumaya başladı. Namazlarımızı eda ettik. Kadınlar da ust katta namazlarını kılıp caminin onune cıkmışlardı. Bizi, camiden cıkarken gorunce bu sefer: "Biz sizi itikatsız zannettik, kusura bakmayın" diyerek ozur dilediler.

Kendilerine bu işin yanlış olduğunu, İslÂm'da boyle adetlerin olmadığını izah ettik. Daha sonra da vedalaşarak ayrıldık.
İslÂm bilginleri boyle Âdetlerle asırlarca mucadele etmişlerdir. Bir cok bÂtıl inancın kalkmasını sağlamışlarsa da, tamamen yok edilememiştir. HÂl bir cok yoremizde turbe pencerelerine, bazı ağaclara caput bağlandığı, duvarlarına taş yapıştırıldığı veya cami havuzlarına ve pınarlara para atıldığı bir gercektir.

(*) Soğut ilcesinin Kure Koyu.
(l) Hurafeler ve Menşeleri, s. 39.

2. Mum Yakmak:

Turbe, mezar, tekke vb. yerlere mum yakma adeti, eski cahiliyet cağından kalma adetlerden biridir. Arkeologların coğu bu adetin en ilkel ateş kultu ile ilgili olduğuna kanidirler. Yani "Ateşe tapınmaktan" kalma bir adet olduğu soylenilmektedir.
Eski cağlarda yalnız "aziz" sayılanların değil, başka olulerin de mezarlarında yahut oldukleri yerde mum veya ateş yakmak bir nevi kurban sayılırdı.
"Turbelerde kandil (mum) yakmak adeti Fenikelilerden intikal etmiş bir ananedir. Fenikeliler SUR şehrinin hamisi ve ilahı olan MELKÂRES'in heykeli onunde devamlı kandil yakarlardı"'2'.

Hıristiyanlıktan onceki Helenler ve Romalılar'ın da mezarlarında ve mezar taşları uzerinde meşaleler yaktıkları bilinmektedir. Bunlar Hıristiyan olduktan sonra da bu adetlerini bırakmamışlardır. Bu Paganizm kalıntısı adet, daha sonraları hıristiyan din adamları tarafından kitaba uydurulup, mum yakma şeklinde dini Âyinlere sokulmuştur. Hıristiyan din adamlarının izahlarına gore guya bu Âdet, ilk hıristiyanların karanlık mağara ve Katakomplarda gizlice ibadet ettikleri zaman yaktıkları mum ve meşalelerin hatırası imiş.(3)

İslÂm'da cami duvarına, kabir taşına, mezar taşına, mum yakılır diye bir kural yoktur. Bu adet, Musluman-Turklere Mecusilerden ve Hıristiyanlardan gecmiştir.
Kabir başına, mezar taşına mum yakan kişi, oradaki yatırla kendini butunleşmiş, ondan bir parca olmuş gibi kabul ediyor ki, bu buyuk bir hatadır ve şirktir. İslÂm'a gore insan, ancak Allah'a iltica eder ve O'na sığınır; O'nun dışındaki varlıklardan medet ummak yanlıştır. Bu itibarla kabirlerde mum yakma adeti yanlış bir inanctır, hurafedir. Ayrıca halkımız arasında yaygın olan bir yanlış inanc da cenaze cıkan odada 40 gun ışık yakılmasıdır. Guya olu cıkan odada 40 gun ışık yakılırsa, olunun ruhu geldiği zaman karanlıkta kalmaz evini ve odasını daha cabuk bulurmuş.
Boyle inanclar batıl itikatlardandır. İslÂm esasları ile alakası yoktur. Ama maalesef bazı kimseler bunlara inan-dırılmıştır.
İslÂm'da turbe bahcesine, kabristana ağac ve cicek dikilir, fakat mum yakılmaz.

(2) Hurafattan Hakikate, M. Şemsettin (Gunaltay), s. 298.
(3) Hurafeler ve Menşeleri, s. 43.

3.Kurşun Dokmek:

Halkımız arasında "goz değmesi, goze gelme" diye adlandırılan bir "NAZAR" inancı vardır. Nazar isabet eden kimsenin kendisine, malına veya eşyasına bir zarar geleceğine inanılır. Bu nedenle nazarın isabetinden ve etkisinden korunmak uzere bazı tedbirlere başvurulmaktadır. Bunlar korunma ve kurtulma tedbirleri olmak uzere iki kısma ayrılır.
Korunma tedbirleri olarak cocuklara, at, dana, inek, vb. hayvanlara, ev, dukkan, otomobil gibi eşyaya nazar boncuğu, at nalı, uzerlik otundan yapılan kolyeler takılmakta bazı yorelerimizde de ozellikle cocuklara kurt, ayı, kartal, leylek gibi hayvanların diş, tırnak ve kemiklerinden yapılan nazarlıklar takılmaktadır. Boylece nazarın isabetinden korunulacağına inanılmaktadır. Ayrıca nazar muskalarının da kullanıldığı gorulmektedir. Nazar isabetinden kurtulmak icin ise, kurşun veya mum dokturulmekte, nefesi keskin (izinli denilen) hocalara okutulmaktadır.Bazı yorelerimizde de "tuz catılmakta", "un yakılmakta" , "uzerlik otu" yakılarak dumanı ile tutsulenilmektedir.

En yaygın olan uygulama kurşun veya mum dokme adetidir. Bu iş şoyle yapılmaktadır:
Nazar isabet eden hasta (genellikle cocuklar), kurşun dokucusunun onune oturtulur. Başı bir ortu ile kapanır. Cocuğun başı uzerinde tutulan ve icinde su bulunan kaba, ocakta eritilen kurşun dokulur. Kurşun dokuldukten sonra oradakiler hep beraber;
"Kem goz catlasın
Nazar eden patlasın"
diye beddua ederler. Bazı yerlerde de yaygın olarak nazarlıkotu yakılır. Dumanı ile hasta tutsulenir. Bu esnada cabuk cabuk,
"Uzerliksin havasın
Her dertlere devasın
Ak goz, kara goz,
Mavi goz, ela goz
Hangisi nazar etmişse
Onların nazarını boz"
denilmektedir. Şu tekerleme de soylenilmektedir:
"Elemtere fiş
Kem gozlere şiş
Uzerlik catlasın
Nazar eden patlasın"(4).

Bu konuda şunu ifade etmek isterim ki, nazardan korunmak veya kurtulmak icin ceşitli nazar boncukları, diş, kemik, tırnak ve uzerlik otu gibi nesneleri takmak dinimiz acısından doğru değildir. Cunku İslÂmda fayda ve zarar Allah'ın takdiriyle tecelli eder. Bundan ayrılıp birtakım nesnelerden medet ummak yanlıştır, hurafedir. Zira Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S), nazar boncuğu gibi birtakım nesneleri takarak, hastalıktan kurtulmaya irikad etmeyi men etmişlerdir.
Allah Elcisi şoyle buyuruyor:
"Efsun yapmak, nazar boncuğu takmak, kadınların kocalarına kendilerini sevdirmek icin sihir yapmak, ŞİRK (Allah'a ortak koşmak)tır"(5).
Ancak bir hususa değinmekte yarar goruyorum. Cunku halkımız "nazar var mıdır, varsa İslÂm'ın Bakış acışı nedir?" diye cok soru sormaktadır.

Bu konuda Peygamberimiz şoyle buyuruyorlar: "Nazar haktır (gercektir)."
"Nazar insanı mezara, deveyi kazana koyar"(6) Oyleyse "İsabet-i ayn" denilen nazar vardır ve gercektir. Peki mahiyeti ve İslÂm'a gore korunma caresi nedir? Bunu en yetkili merci olan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yuksek Kurulu'nun, konuya ilişkin sorulan bir soruya verdiği cevaptan oğrenelim.

"Mahiyeti ve nasıl olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, nazar veya goz değmesi, yani bazı kimselerin bakışları ile bazı olumsuz etkilerin meydana gelmesi dinen de kabul edilmektedir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de (Kalem Sûresi, Ayet: 51-52)
". İnkar edenler Kur'Ân'ı dinlediklerinde, neredeyse seni gozleriyle yıkıp devireceklerdi" buyrulmaktadır.
Hz. Aişe (R.A.)'nin naklettiği bir hadis-i şerifte de Hz. Peygamber (S.A.S) "Nazardan Allah'a sığının, cunku nazar (goz değmesi) haktır." (İbn MÂce, 2/1159 Hadis No: 3508) buyurmuştur.

Resulullah (S.A.V)'ın nazar değmesine karşı, "Ayetu'l Kursr ' ile ihlÂs ve Muavvizeteyn (yani Felak ve
Nas) Sûrelerini okuduğu ashabına da bunları okumalarını tavsiye buyurduğu (Tecrid tercemesi, 12/90, Hadis No: 3508) buyurmuştur.
İslÂm bilginleri, nazarın etkisinden korunmak veya nazar isabet etmiş ise kurtulmak icin Kalem Sûresinin 51. ve 52. Âyetlerinin okunmasını da tavsiye etmişlerdir.
"Buyuk velilerden Hasan Basri Hazretleri, nazara karşı Kalem Sûresi'nin 51. ve 52. Âyetlerini okur ve nazardan etkilenen kimselere de okunmasını tavsiye ederdi"(7)
Bu Âyetlerle ilgili olarak "Esrar-ı Muhammediye" adlı eserde şoyle denilmiştir:
"Bu Âyet-i kerime (Kalem Sûresi 51. ve 52. Âyetleri) de nazarın def'i icindir. İster yazmak suretiyle taşınsın, ister o Âyetin okunduğu okunmuş suyla yıkanılsın veya o Âyetin okunduğu sudan icilsin hep aynıdır. Nazarın etkisinden korunmak icin tavsiye edilmiştir(8).
Kalem Sûresinde adıgecen Âyetlerin okunuşu:

"Ve in yekÂdulleziyne keferû leyuzlikûneke biebsÂ-rihim lemm semiu'z-zikre veyekûlûne innehu le-mecnun. Ve m huve ill zikrun li'l Âlemin."
Âyetlerin anlamı: "Hakikat, o kufredenler zikri (Kur'Ân 'ı) işittikleri zaman az kalsın seni gozleriyle yıkacaklardı. Halbuki O (Kur'Ân) Âlemler icin (ins-u cin icin)(mahzı) şereften (oğutten) başka birşey değildir" (9) (Kalem Sûresi, Âyet: 51, 52).
İnsan hoşuna giden birşeye bakarken nazarı değmemesi icin "MaaşÃ‚, La kuvvete ill billah" demelidir. Bu Peygamber Efendimiz'in okuduğu bir duadır.
"Nazar değmemesi icin cocuklara nazarlık veya boncuk takılması ise cahiliyet devri Âdetlerindendir. (Yani batıl Âdettir). Bu itibarla hicbir faydası olmadığı gibi, dinen de caiz değildir.

Hastalanan kimselere CenÂb-ı Hak'tan şifa umarak, Kur'Ân-ı Kerim ve şifa ile ilgili dualar okumak caizdir. Halkı kandırmak, başkalarına zarar vermek, gaibten haber vermek, falcılık ve sihir yapmak. gibi işler ise dinen haramdır. Bu tur maksatlar icin ufurukculuk yapmak dinen caiz olmadığı gibi, kanunen de suctur. Bu itibarla, sihirbazlık ve sihirle ilgili ufurukculuğu meslek ve sanat edinen ve boylece saf kimseleri kandırarak menfaat sağlayan kişilerin ilgili mercilere bildirilmesi gerekir"(10).

(4) Turk Halk Bilimi, Sedat Veyis Ornek, s. 168.
(5) Fethu'l-Kebir, c. l, s. 304.
(6) a.g.e., c. l, s. 253.
(*) Bakara Suresinin 255. Âyeti.
(7) Nazar ve Buyu, Bayram Altan, İlaveli 2. Baskı, s. 67.
(8)a.g.e., s. 67.
(9) Kur'Ân-ı Hakim ve Meali Kerim, H.Basri Cantay, C. 3, s. 1080. ikinci Baskı, İstanbul, 1958.
(10) Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yuksek Kurulu'nun konuya ilişkin olarak sorulan bir soruya verdiği cevaptan.

4. Fal Acmak:

Yaygın olan hurafelerden biri de fala bakmak, "FAL ACMAK" adetidir. Fal hurafesi ile okumuşu da cahili de meşgul olmaktadır.
Bazı kimseler de: "Fala inanmıyoruz amma eğlence olsun diye actırıyoruz" diyorlar. Bu duşunce doğru değildir.
İslÂm Dinine gore hangi şekilde olursa olsun, fal baktırmak ve falcıların soylediklerine inanmak yasaktır.
Bu hususta KurÂn-ı Kerim'de şoyle buyurulur:
"Ey iman edenler! şarap, kumar, putlar, fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak durun ki felaha
erişesiniz" (Maide Sûresi, Ayet: 90).

Konuya ilişkin olarak Allah Elcisi Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S) de şoyle soylemiştir: "Kuşun otmesinden, ucmasından uğursuzluk kabul etmek, ufak taşlar (nohut, bakla, fasulye, iskanbil kağıdı, kahve telvesi vs.) ile fal acmak, kum uzerine hatlar cizmek, bunlardan geleceğe dair hukumler cıkarmak SÎHİR ve KEHANET nevindendir"(11)
Bu ilahi emirlerden acıkca anlaşılıyor ki, fal yasak bir davranış olup haram kılınmıştır. Haram olan bir hukmun şakası helal olamaz. Bu bakımdan eğlence icin dahi olsa, falcıların dediklerine ve fala inanmak caiz değildir. Falcılar bir takım şekil ve sembollere dayanarak geleceği gorduklerini ve gaybı bildiklerini iddia ederler. Bu iddialar yalandır. Soylediklerinden binde biri rast gelse dahi bu onların gaybı bildiklerine kanıt olamaz. Cunku gaybı Allah'tan başka kimse bilemez.

Eğer falcılar herşeyi onceden bildiklerini iddia ediyorlarsa, sınaması kolay. Gelsinler bir araya toplansınlar; ilim adamlarından da juri kurulsun ve dunya uzerinde herhangi bir şehir tesbit edilip, bu şehirde yarın neler olacak diye falcılara sorulsun. Bakalım bir gun evvelden o tesbit edilen yerde veya ulkede neler oluyor, tumunu haber verebilecekler mi?
İşte meydan, işte dunya !

Her yeni yıl biterken bazı kÂhin ve falcıların sesleri duyulur.
Yeni yılda şu olacak, şu olecek, şu gunde dunya bozulacak vs. gibi.
Cok şukur ki onların dediklerinden hicbirisinin gercekleştiği (55 senedir yaşıyorum) duymadım. Cunku geleceği falcı değil, kÂinatın yaratıcısı "Âlemlerin Rabbi" Yuce Allah bilir. Allah'ın bildirmediği bir şeyi kimse bilemez.

İnsan, ancak Allah'ın yarattıkları uzerinde akıl yurutur. İlmi oğrenmeye calışır. En akıllı ve en gelişmiş varlık insan olmasına rağmen, insanın bilgisi ve enerjisi sınırlıdır. Beşeri ve tabii kanunlar arasında sebep-sonuc munasebetleri kurarak birtakım olayları keşfedebilir, bilgiyi oğrenir, yeni yeni kanunları isbat edebilir. Ama bu bilme ve tanıma gucu bir noktaya kadardır. O noktadan otesi insan icin mechuldur, gayb Âlemidir. Gaybın sırlan ve tasarrufu ise Allah'ın ilmine ve iradesine tabidir. Bu nedenlerle Allah'ın bildirmediği bir şeyi ben biliyorum demek, hem ilahi talimata hem de insanlık vasıflarına aykırıdır. Bu itibarla yukarıda soylediğimiz gibi, falcıların soylediklerinden bir kac tanesi rastgelse bile, bu onların gaybı bildiklerim ifade etmez. Nitekim bu konuyla ilgili olarak Diyanet İşleri Başkanlığı'na sorulan bir soruya, Din İşleri Yuksek Kurulu Başkanlığından 27 Ocak 1987 tarih K6214-9/93 sayılı yazıyla aşağıdaki cevap verilmiştir.

"Gaybı Allah'tan başka kimse bilemez. Nitekim Kur'Ân-l Kerim'de (Neml Sûresi, Ayet: 65)
"Goklerde ve yerde gaybı Allah 'tan başka bilen yoktur" buyrulmuştur. Rasulullah (S.A.S) Efendimiz de: "Kahin ve falcıya (yani gaipten haber veren kişiye) inanan kimsenin 40 gun namazı kabul olmaz", "Ona inanan kişi, bana indirileni (kitap ve vahyi) inkar etmiş olur" buyurmuştur.
Bu itibarla yıldızname ve benzeri fal kitaplarına itibar edilmesi ve bu tur şeylere inanılması caiz değildir."
İnsanların maddi ve manevi ilerlemesine engel olan bu tur inanclar, ilk cağların muşrik toplumlarından zamanımıza intikal etmiştir. Ne care ki modern dunyamızın modern toplumlarında hÂl bu tur martavallara inananlar, gonul bağlayanlar pek coktur.
Mesel boyle hayal uzerine yazılmış bir kitapta şoyle denilmektedir.
"Dahi 1231 kere YA MUĞNİ deye seccadesi altında akce (yani para) bula. Kimseye demeye batıl olur"(12).
Ne sacmalık!. Hic oturduğun yerden'"YA MUĞNİ" cekmekle seccadenin altı parayla dolar mı? Oyle olsaydı milyarlarca insan gecesini gunduzune katarak gecim derdi peşinde koşar mıydı?

İşte boyle yanlış ve batıl telkinlerdir ki, asırlardır şark memleketlerini fakr u zaruret icerisinde kıvrandırmaktadır. Bu kolaydan ve havadan para kazanma isteği tamamen tembellerin, miskinlerin falcı ve kahinlerin uydurdukları yalanlardır.
Ama bu hurafelere de en cok kanan bizim halkımızdır.
Oysa mensup olduğumuz İSLÂM DİNİ, kesinlikle tembellikten, miskinlikten yana değildir. Buyuk muctehit İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri, "İslÂm'ın dostu ilim, duşmanı cehalettir" demiştir. Ama buna rağmen hurafelere de en cok bizim dindaşlarımız inandırılmaktadır.

Bu, bizim halkımızı iyi eğitemediğimizi, gercek İslÂm duşuncesini iyi oğretemediğimizi gosterir. Burada suclu İslÂm değil, İslÂm'ı iyi anlamayan ve anlatamayanlardır. Cunku İslÂm, daima calışma, araştırma, okuma ve duşunmeyi teşvik etmektedir. Kur'Ân-ı Kerim'de okuma, araştırma ve calışma ile ilgili yuzlerce ayet-i kerime vardır.
İslÂm Dinine gore meşru yoldan kazanc temini icin calışmak ibadet hukmundedir. Bu nedenle tembellik ve havadan para kazanma yollan İslÂm'da reddedilmiştir. Hele eli kolu bağlı oturup da: "Kaderimde ne varsa o cıkar" duşuncesi hic bir şekilde kabul edilemez. Cunku kutsal Kitabımız Kur'Ân-ı Kerim'de Yuce Allah şoyle buyurmaktadır:
"İnsan ancak calıştığına erişir. Onun calışması şuphesiz gorulecektir. Sonra ona karşılığı noksansız verilecektir" (Necm, 39, 40, 41). Bir başka buyrukta da şoyle denilmektedir: "Namaz bitince yeryuzune yayılın; Allah'ın lutfundan rızık isteyin

" (Cuma, 10) Mulk Sûresi 15. Âyette de şoyle bildirilir. "Yeryuzunu size boyun eğdiren O'dur. Oyleyse yerin sırtlarında dolaşın. Allah'ın verdiği rızıktan yiyin, sonunda donuş O'nadır."
Anlamlarını sunduğumuz bu Âyetler, kişinin ve toplumun mutluluğu icin calışmanın ve araştırmanın onemine dikkatlerimizi cekmekte ve calışmanın Allah emri olduğunu ifade etmektedir. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S.) de, her vesile ile calışmayı onermiş, tembelliği kişinin yuzkarası olarak nitelemiştir. Rızık kapısının gunun en yuksek noktasından yerin derinliklerine kadar acık olduğunu haber vermiştir. Sevgili Allah Elcisinin hadis kitaplarında konuya ilişkin pek cok buyruğu vardır.

Bu konuda Milli Şairimiz M. Akif ERSOY da bir beyitinde şoyle diyor:
"Bekayı hak tanıyan, say'ı bir vazife bilir,
Calış, calış ki beka sa 'y olursa hak edilir."
Kutsal kitabımız Kur'Ân-ı Kerim'in pek cok yerinde insanın duşunmesi, araştırması tavsiye edilir demiştik. Ancak Kur'Ân, prensiplere en genel şekli ile değinir. Ayrıntıları insanın calışmasına, araştırmasına, idrakine bırakır. Cunku ilerlemek, yukselmek ve başarıya ulaşmak ancak calışmayla, bilimle elde edilir. Veren elin alan elden daha hayırlı olduğu bildirilmiştir. Kur'Ân-ı Kerim'de, "Kim iyi davranışta bulunursa kendisi icin yapar, kim kotuluk ederse kendisine eder. Allah kullarına zulmetmez" (Fussilet Suresi, Âyet, 46). emri mevcuttur. Buna gore iyiyi yapmak, doğruyu bulmak, yararlı yonde calışmak gorevimizdir. Unutmayalım ki ne ekersek onu biceriz.

Burada bir noktaya daha değinmek istiyorum. O da calışırken doğruluktan ayrılmamaktır. Cunku Yuce Allah Hûd Sûresi 112. Âyetinde: "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" demektedir. Buna gore hangi iş yerinde olursak olalım ve hangi işte calışırsak calışalım, daima iyi niyetle doğru calışalım. Zira İslÂm'da falcılık, ufurukculuk yaparak değil, alınteri dokerek kazanc temini helaldir, insanları kandırarak, inancları somurerek kazanc temini ise haramdır.
Unutulmamalıdır ki uygar uluslar uzayı parselleme, kÂinatı feth etme yolunda yarış yaparlarken bizim, falcının soylediklerinden, kuşun otmesinden, kahvenin telvesinden ahkÂm cıkarmamız abestir.
Bu hem ilme hem de İslama saygısızlıktır. Konuyu Yuce Allah'ın buyruğu ile noktalayalım.
"Peygamber size ne emretti ise onu alın (O'nun dediği ile amel edin). Size neyi yasak etti ise ondan sakının."
(Haşr Sûresi, Âyet: 7)

(11) Riyazu's-Salihin, c. 3, Hadis No: 1702.
(12) Batıl İnanışlar, Recep Aktaş, s. 27.

5. Kabirlerde Dua:

İslÂm'da dilek ve istekler sadece Allah'a arzedilir. Allah'tan başkasına sığınmak ve O'ndan gayrisinden mağfiret dilemek doğru değildir. Gercek boyle olmasına rağmen, halkımızdan bazıları dua şeklini ve adabını adeta değiştirmişlerdir. Duaya bir suru bÂtıl hareketleri sokmuşlardır.
Bazıları dua ederken sanki kavga ediyor gibi bağırıp cağırıyor. Kimisi dua yapmak icin turbelere, yatırlara koşuşturuyor. Kimisi de mezarlara elini yuzunu surmekte, turbelerin eşik ve pencerelerini opmektedir. Bir ceşit tapınma hareketleri yapmaktadırlar.
Bu hareketlerin cumlesi yanlıştır ve batıldır.

Şu bir gercektir ki, dua etmek icin kabir başına, yatır taşına gitmeye gerek yoktur. Zira kabirde yatan mevtalar insanların dileklerini yerine getiremezler. Dua eden kişi ile Allah arasında vasıta olamazlar. Cunku İslÂm'da Allah'a sığınmak, O'na dua etmek icin bir aracıya ihtiyac yoktur. Kul, vasıtasız Allah'a iltica eder. Bu itibarla bir kimse, "Falan yatıra gittim ona dua ettim o mubarek zatın himmetiyle duam kabul oldu" derse bu caiz değildir.
Kabirler; olumu duşunmek, ahireti hatırlamak ve insan hangi mevkide olursa olsun bir gun gelip mezarda yatan gibi toprak olacağını gormek ve ibret almak icin ziyaret edilir. Nitekim Allah Elcisi sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S) bir hadislerinde:
"Kabirleri ziyaret edin cunku ziyaret sizi dunyada zahidÂne yaşatır, size ahireti hatırlatır, sizi gafletten uyandırır "(13) buyurmuşlardır.
Kabir başına varınca, olenlerin ruhuna Kur'Ân okumak, okunan Kur'Ân'ın sevabını mevtaların ruhuna "Allah rızası icin" armağan etmek caizdir ve sevaptır. Ancak, "Duam oraya gitmekle kabul olacak" inancı yanlıştır.

Gezliğimiz ve gorduğumuz bazı yerlerde tesbit ettik ki turbelere, kabirlere gidenler, orayı adeta bir piknik yerine ceviriyorlar. Yeme ve icmeler yapılıyor, adaklar dağıtılıyor. Kur'Ân ve mevlitler de okunuyor. Fakat dua bittikten sonra, bazı turbelerin bahcelerinde salıncaklar kurulup şarkılar soyleniyor. Zevk u sefa yapılıyor. Bu yanlıştır ve İslÂm adabına uygun değildir. Turbe ve kabristanlıklarda bu'adetlere son vermek gerekir.
Bu tesbitten sonra İslÂm'a gore dua nedir? Nerede ve nasıl yapılmalıdır? Kısaca bunu acıklamaya calışalım:
a) Dua ve Adabı:
İnsanın yuce yaratıcıya karşı yapmak zorunda olduğu kulluk gorevlerinden biri de DUA'dır. Sevgili Peygamberimizin bildirdiğine gore "Dua bir ibadettir"(14).
Gercekten de dinler tarihinin bize ulaştırdığı bilgilerden oğreniyoruz ki insanoğlu yeryuzunde hangi tur inancı taşırsa taşısın, hicbir zaman dua etmek luzumunu hissetmekten uzak kalmamıştır. Cunku insanoğlu yaratılışı gereği daima ustun bir kudrete bağlanmış, ona inanmış ve ondan yardım dilemiştir. İşte dua, bu inanışın dile getiriliş bicimidir.

Aslında dua, kelime anlamı bakımından; Allah'tan yardım dileme anlamına "cağrıda bulunmak, davet etmek", "yardım ve esenlik istemek" anlamlarına gelmektedir. Muhammed Hamdi YAZIR dua'yı şoyle tarif etmektedir.

"Dua; kucuğun buyukten, acizin kÂadirden hacet ve arzusunu talep ve ricası demektir 15.
Cağımızın unlu biyoloji bilgini Alexis Carrel, "dua; kÂinatın gayrimaddi olan heyulasına uzanmak" demektedir. Genellikle ya bir şikayet, ya bir bunalma veya bir yardım istemedir. Bazen de eşyada gizli yuce ve edebî prensibi, ic refahı ile nazar ve temaşadır. Dua insanın en yuce hikmet, en yuce kuvvet, en yuce guzellik ile birleşme ve kaynaşma yolunda insanın sarfettiği cehittir. Dua oyle bir takım formullerle, hafif tertip dinlenmek değildir. Gercek dua şuurun Allah ile birleşip kaynaştığı giz dolu bir halettir(16).
Dua, en guzel anlam ve ifadesini, sevgili Peygamberimizin buyurduğu hadislerde kazanmıştır. Bunlardan bir kac tanesini ornek olarak arzedelim.
Sevgili Peygamberimiz buyuruyorlar:

"Dua, mu'minin silahıdır, dinin direğidir, goklerin ve yerin nurudur. Dua, ibadettir. Darlık zamanında Allah'ın kendisine yetişmesini isteyen kimse, genişlik zamanında cok dua etsin. Genişlik zamanında dua etmek kadar Allah 'a hoş gelen birşey yoktur. Allah fazl 'u kerem sahibidir. Bir adam ellerini O 'na kaldırırsa, onları boş olarak geri cevirmekten utanır"(17).
Dua etmek icin kutsal kitabımız Kur'Ân-ı Kerim'de emir ve işaretler vardır. Yuce Allah Mu'min Sûresinde şoyle buyuruyor: "Bana dua edin ki size karşılığını vereyim"(18). Bir başka sûrede de "Ey Muhammed kullarım beni sana sorarlarsa, bilsinler ki, ben şuphesiz onlara yakınım, Benden isteyenin dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip bana inansınlar, doğru yolda yuruyenlerden olsunlar"(19)

Anlamlarını sunduğumuz bu ve bunlara benzer diğer Âyeti kerimelerden de anlaşılıyor ki Allah'a dua etmek bir buyruktur ve kulun kulluk vazifesidir. Allah'a dua kişiyi hicbir zaman kucultmez. Bilakis, insanın Allah'a teslimiyetini ifade eder. İnsanın, Allah'ın azameti ve kudreti karşısında nekadar aciz olduğunu, ancak O'na inandığını, O'na guvendiğini, kulluğunu O'na arzettiğini ifade eder. Cunku dua eden, ancak Allah'a inandığı icin dua etmektedir. Dua eden kimse Allah'ın emrini yerine getirmiş olduğundan sevap kazanır. Zira dua bir ibadettir. Allah Elcisi: "Dua ibadetin ozudur" buyurur. Dua eden kul Allah'ına yaklaşmıştır. Ruhu Allah ile cok yakın ilgi kurmuştur(20). Zaten ibadetin aslı da O yuce kudrete yaklaşmak değil midir? Kur'Ân-ı Kerim'in pek cok yerinde gecen dua lafzı, cok kere ibadet anlamında kullanılmıştır(21).

Peygamberimizin ve İslÂm bilginlerinin bildirdiklerine gore dua insanın manevi dunyasını zenginleştirmesi, insanı ruh olgunluğuna yuceltmesi bakımından pek cok yararlıdır. Ta ki kişi duayı ictenlikle inanarak, ısrarla ve surekli olarak yapsın. Zaten Kur'Ân-ı Kerim'de: "Ey insanlar! Allah'ı cok anın, O'nu sabah akşam teşbih edin"(22) "Allah'ı cok anın ki saadete erişesiniz''(23) anlamlarındaki ayetler, duayı dilimizden eksik etmememizi hatırlatmaktadır. Dua, yuce Allah'a karşı, dilek ve arzumuzu, af ve mağfiret niyazımızı arzetmek olduğu icin, kendine ozgu bir usûl ve adab icerisinde yapılmalıdır,

b) Duada Dikkat EdilecekHususlar:
İslÂmî usûle gore dua yapmak icin şu hususlara dikkat etmekte yarar vardır.
Dua, her zaman yapılabilir. Ancak Ramazan, Arefe, Bayram, Cuma gunleri ozellikle seher vakitleri ile, namaz sonlarında, secde aralarında ve savaş icinde saflar teşkil edildiği sıralarda yapılan dualar daha makbuldur.
Dua yapılırken genellikle kıbleye donmek, fakat gozleri goğe dikmemek gerekir.
Dua; bağırıp cağırmadan, sesi fazla yukseltmeden huzur ve huşu ile yapılmalıdır. Dua'da kızgınlıkla kotu sozler soylememek, dua ederken Allah'tan başka herşeyi kalpten cıkarıp, yalnız O'nu duşunmek ve O'na guvenmek şarttır.

Dua'nın Allah tarafından kabul edileceğine inanmak, duaya hemen dileğini soyleyerek değil, once Allah'a hamdederek, Peygamberimize salat ve selam getirerek başlamak lazımdır.
Duanın kabul olması icin; hak yememek, kime kotuluk yapmışsak ondan helallik almak, herkese iyilik duşunmek, ibadet ve taata yonelmek icabeder.
Yine duanın kabul olması icin, ana-babayı kırmamak, onları razı etmek, mazlumun ahından kacınmak gerekir.
Şunu da hatırlatmak isteriz ki, İslÂm'daki dua adabında "Dua ettim, ettim de kabul edilmedi" demek doğru değildir.
Yapılan duanın kabul olup olmaması Allah'ın takdirindedir. Kendimizi ıslah etmemiz, imanımızı yuceltmemiz gerekirken, "Duam kabul olmadı" demek İslÂm inanc ve ahlÂkına aykırıdır. Unutulmamalıdır ki her dua, Allah katında muhafaza edilir. Karşılığı ya dunyada ya da ahirette verilir. Ne zaman ve nerede verileceğini biz bilemediğimiz icin duam kabul olmadı demek hatadır. İnanc zaafından ileri gelir. Allah'a dua etmenin, O'na yakarışta bulunmanın, O'na guvenmenin insan ruhu uzerinde cok olumlu etkisi vardır. Cunku dua, psikolojik anlamda bir boşalmadır. Kişi, ruhunu sıkan birtakım duygu ve duşuncelerinden arınmak istediği zaman yaratanına sığınmakla, O'na yakarışta bulunmakla hafiflediğini hisseder. Af ve mağfiret dilemekle gunahlarından temizlendiğine inanır. Bu inanc dua edene huzur ve sukun verir.

Nitekim konuya ilişkin olarak Dr. Alexis Carrel de şoyle demektedir.
''Dua, zihni ve uzvî bir değişiklik meydana getirir. Bu değişiklik tedrici olur. İnsan ne ise kendisini oylece olduğu gibi gorur. Bencilliğini, ihtirasını, hatalarını, kibirini gorur. AhlÂkî gorevini yapmaya doğru yon alır. Fikri tevazu kazanmaya calışır. Onda ic sukûnet, ahlakî faaliyetler ahengi, yoksulluğa, iftiraya, gam ve kedere, ızdıraplara karşı daha cetin sabır ve tahammul başlar. Bununla beraber dua, uyuşturucu bir morfin tesiri yapıyor değildir"(24).
Dua ile ilgili olarak Peygamber Efendimiz'in buyurduğu birkac hadis mealini sunarak konuyu tamamlayalım.
"Dua ibadetin iliği ve ozudur"25
"Şuphesiz ki Allah,ısrar ile dua eden kulunu sever"(26).
"Kim yuce Allah 'a dua etmezse, Allah ona gazap eder"(27)
Unlu devlet adamı Mahatma Gandhi de şoyle soylemektedir:
"Dua ve ibadet olmasaydı, ben coktan cıldıracaktım"(28)

(13) Kur'Ân-ı Kerim'in Turkce Meali Alisi ve Tefsiri, Omer Nasuhi Bilmen, c. 8, s. 4088.
(14) Tecrid-i Sarih, c. 12, s. 360.
(15) Hak Dini Kur'Ân Dili, M.Hamdi Yazır, c. 3, s. 2194.
(16) İlim- AhlÂk-İman, M.Rahmi Balaban, s. 41.
(17) Buyuk Dua Mecmuası, Suleyman Ateş, s. 7-8.
(18) Mu'min Suresi, Âyet: 60.
(19) Bakara Suresi, Âyet: 186.
(20) Kur'Ân-ı Kerim'in Turkce Meali Âlisi ve Tefsiri, c. 7, s. 3163.
(21) Buyuk Dua Mecmuası, s. 10.
(22) Ahzab Suresi, Ayet: 41-42
(23) Cuma Suresi, Ayet: 10.
(24) İlim Ahlak - İman, s. 45
(25) Tecrid-i Sarih, c. 12, s. 331.
(26) Fethu'I-Kebir, c. l, s. 335.
(27) Kunûz'il-Hakaik, c. 2, s. 120.
(28) Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, c. XI Sayı: 5, s. 292.

6. Kabirlere Kurban Adamak:

Halkımızdan bazıları belki de bilmeyerek bazı kabir ve turbelere kurban adıyorlar. Bu yanlış bir uygulamadır. Oyleyse doğrusu nedir? Adak ne demektir? Şartları nelerdir? Once ana hatlarıyla bunu acıklayıp daha sonra da yanlışlığın ne şekilde yapıldığını belirtmeye calışalım.

İslÂm dinine gore adak=nezir: "Allah TeÂlÂ'ya ta'zim icin mubah bir fiilin yapılmasını deruhte etmek, oyle bir işin yapılmasını kendi nefsine vacip kılmaktır" (29). Bir başka ifade ile, "Bir kimsenin Allah tarafından, yapılması kendisine emrolunmamış bir işi, kendi nefsine vacip kılmasıdır"(30). Tecrid-i Salih'te ise, "Adak mubah olan bir şeyi Allah rızası icin kendi nefsine vacip kılmaktır"31 diye tanımlanmaktadır. Ahkam-ı Kur'aniye'de de: "Allah tarafından vacip kılınmayan birşey ile kendi kendine borclanmak, kendini yuk altına almaktır"32 şeklinde ifade edilmiştir.

Ancak adakta en cok dikkat edilecek husus, adak olarak yapılacak işin cinsinden FARZ veya VACİP bir ibadetin bulunması şartına riayet edilmesidir.
Şoyle ki bir kimse, "Allah icin bir gun oruc tutayım veya Allah rızası icin bir kurban keseyim" derse bu, nezir (adak) gecerlidir. Cunku oruc nevinden farz, kurban cinsinden vacip bir ibadet vardır. Fakat bir kimse, "Falan hastayı ziyarete gitmeyi nezrediyorum (adıyorum)" dese, bu adağı gecerli değildir. Zira ziyaret farz ve vacip cinsinden bir ibadet değildir.
İslÂm dinine gore adak, yerine getirilmesi gereken vacip bir hukumdur. Cunku Kur'Ân-ı Kerim'de: Adaklarını ifa etsinler" (Hac, 29) buyrulmaktadır.

Peygamberim Efendimiz de: "Kim Allah'a itaat etmeyi nezretmişse ona itaat etsin, kim de Allah 'a isyan etmeyi nezretmişse ona isyan etmesin"'(33) buyururlar
Adak yapılacak kurbanın kesilmesinin borc olması icin aşağıdaki şartların bilinmesi gerekir:
1. Adak kurbanının cinsi dinimizin kabul ettiği hayvan turlerinden olmalıdır. Bunlar; keci, koyun, sığır, manda ve deve cinsi hayvanlardır. Tavuk, horoz, hindi, ordek, kaz gibi kumes hayvanlarından kurban adağı olmaz. Ama halkımızdan pekcok Musluman, adak olsun diye tavuk ve horoz kesiyorlar. Belirttiğimiz gibi bu hayvanlardan adak kurbanı olmaz.
2. Adanan kurban, kişinin zaten kesmesi gereken kurban olmamalıdır. Mesela: Zengin bir kimse, "Şu işim olursa Kurban Bayramı'nda bir kurban keseyim" diye adakta bulunursa, o kimse işi olunca iki kurban birden kesmesi gerekir. Birisi adağı icin, diğeri de zaten kesmesi vacip olan kurbanı icin.

3. Adanan kurban Allah'a masiyet (itaatsizlik, gunah) olan bir adak olmamalıdır. Mesela: "Şu işim olursa nefsimi hak yolunda kurban edeyim" diye yapılan bir adak gibi. Bu adak değil, intihar olur, cinayet olur.
4. Adanan kurbanın kesilmesi imkÂnsız olmamalıdır.
5. Adanan kurban, adayanın kendi malından fazla ya da başkasına ait olmamalıdır. MeselÂ: Bir kimse başkasının koyununu kesmeyi adasa bu adak gecerli değildir.
6. Bir şarta bağlı olarak kurban kesmeyi adayan kimse o şart gercekleşmeden kurbanı kesemez. Sınıfı gecersem bir kurban keseceğim diyen bir şahıs, ancak sınıfını gecince kurbanını keser.
7. Şarta bağlı olarak kurban kesmeyi adayan bir kişi, şartın yerine gelmesinden sonra istediği zamanda kurbanını keser.
8. Bir kimse adayacağı kurbanını yalnız Allah icin adamalıdır. Allah'tan gayrisi adına kurban kesilmez(*).

İşte en cok yanlışlık bu hususta yapılmaktadır. Zira İslÂm'da bir yatıra, bir kabre, tekkeye veya falan devlet adamına kurban adamak caiz değildir. Cunku kurban, vacip olan bir ibadet olması hasebiyle yalnız Allah rızası icin, Allah adıyla kesilir.
Kabirlere gidip kurban kesme adeti İslÂm'dan onceki kavimlerin muşrik adetlerindendir. İslÂm dini kabirler uzerine kurban kesmeyi yasaklamıştır.
Hz. Muhammed Efendimiz (S.A.S.), bir hadislerinde: "Kabirler uzerine kurban kesmek İslamiyette yoktur"(34) buyurmuşlardır. Buna gore İslÂm dininde olmayan bir adeti varmış gibi kabul etmek, kotu bir bid'Ât olup, buyuk bir manevi sorumluluğu vardır.
Bir Musluman kurban adarken dileğinin olmasını Allah'tan değil de bir kabirden veya turbeden beklerse kufre gider. Bu nedenle adak yapmak isteyen bir kişi, adakla ilgili arzettiğimiz şartları dikkate almalı veya bir bilen yetkiliye sormalıdır.
Adak, kabir veya bir yatır başına gitmeden de kesilir. Allah rızası icin kesilen kurbanın sevabı, orada yatan zatın ruhuna ithaf olunabilir. Allah'a mağfiret etmesi icin dua edilir. Bu caizdir. Ancak, "Kurbanımı şu zatın yuzu suyu hurmetine dileğimin yerine gelmesi icin kestim" diyemez.

Şu bilinmelidir ki, İslÂm'da Allah'a tazim ve taat icin hicbir aracıya luzum yoktur. Mu'min, Rabbına karşı şukranını, kulluğunu vasıtasız arzeder. Nitekim beş vakit namazın her rekatında FATİHA sûresini okurken 5. ayette: "Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım dileriz" deriz. Cunku İslÂm esaslarına gore Allah'tan başkasına kulluk etmek, ilÂhi takdiri başkasından beklemek caiz değildir.
Allah'ın takdir ettiği şeyin hicbir şekilde değişmesine imkan yoktur. Nezir; ilahi iradeyi değiştirmez. Ancak nezredeni cimrilikten kurtarır.
Kabirler olumu tefekkur, ahireti hatırlatma ve ibret almak icin ziyaret edilir. Orada yatanlar icin Kur'Ân okunur, ruhlarına Allah rızası icin bağışlanır. Ancak onların şefaatci olması umidiyle mezar başlarında kurban kesilmez.
Cunku İslÂm inancına gore kudsiyet yalnız bir varlık uzerinde toplanmıştır. O da Cenab-ı Hak'tır. Başka hicbir varlığa kudsiyet vermek caiz değildir. Onun icin İslÂm anlayışında "Mukaddes hatıra" yoktur. Bir gune, bir adama, bir hatıraya veya başka bir şeye kudsiyet atfetmek puta tapıcılığın şekillerinden birisidir. Muslumanlık ise putperestliğin amansız duşmanıdır(35). Binaenaleyh Muslumanlık Allah'ın emrettiği, Peygamberimizin oğrettiği, İslÂm bilginlerinin acıkladığı esaslara uygun olarak yapılır.
Kendi istek ve arzumuza veya falan şahsın keyfine gore hukumler değiştirilemez.
________________________________________
(*) Daha geniş bilgi icin, Buyuk İslam İlmihali Nezr Maddesine bkz. (34) Fethu'l Kebir, c. 3, s. 347.
(29) Buyuk İslam İlmihali, s. 416.
(30) Mufassal Hac Rehberi, M. Saim Yeprem - Talat Karacizmeli s. 261.
(31) Tecrid-i Sarih, c. 12, s. 227.
(32) Ahkam-ı Kur'Âniye, Mehmed Vehbi, s. 380.
(33) Fethu'l Kebir, c. 3, s. 347.
(35) Ankara ve Cevresinde Adak ve Adak Yerleri, dr. Hikmet Tanyu, s. 14.

7. Ay ve Guneş Tutulması:

Ay ve guneş tutulmasını hurafeye karıştıranlar cıkmıştır. Nitekim bazı yorelerimizde; Ay ve Guneşin şeytanlar tarafından tutulduğuna inanılmaktadır. Bu nedenle tutulma olayı başlayınca teneke ve davul calınmakta, bazı yerlerde de silah atılmaktadır. Sebebi ise; şeytan gurultu ve silah sesinden korkarmış. Boylece Ay ve Guneş tutulmaktan kurtulurmuş.
Bir başka inanışa gore de "Ay ve Guneşi melekler goturup bir danaya teslim ederlermiş, o dana da denize batırırmış. Denize batırılan ay ve guneşi de balıklar yutarmış"(36).
Ayrıca ay ve guneş tutulması ile ilgili olarak şu inanclar da yaygın olarak soylenmektedir.
—Ay ve guneş tutulması kıyamet alametidir.
—Ay ve guneş tutulursa o yıl kıtlık olur.
—Ay ve guneş tutulursa savaş ve karışıklıklar cıkar.
—Ay ve guneş tutulması buyuk ve unlu kişilerin olumune işarettir.
Hz. Muhammed (S.A.S)'in oğlu İbrahim, 18 aylık iken olmuştu. İbrahim'in olduğu gun Guneş tutulmuştu. Bunu goren halktan bazı kimseler, "Guneş, İbrahim olduğu icin tutuldu" demişlerdi. İşte bu inanc, bu olaya dayanarak ileri surulmuştur. Oysa ay ve guneş tutulmasının yukarıda iddia edilen olaylarla hicbir ilgisi yoktur.
Muğire İbn Şu'be (ra)'den gelen bir rivayette şoyle denilmiştir.
"Resulullah (S.A.V) zamanında (Peygamberimizin oğlu) İbrahim (ra) vefat ettiği gun guneş tutuldu. Halk: «Guneş ibrahim'in olumunden dolayı tutuldu» dediler. Bunun uzerine Peygamberimiz (S.A.V): "Guneş ile ay hicbir kimsenin ne olumunden ne de hayatından dolayı tutulmuştur. Bunu gorunce hemen namaza durup Allah'a duaya koyulun"'(37) buyurmuştur.

Yine konuyla ilgili olarak bir başka hadislerinde de şoyle soylemiştir: "Şuphesiz ki guneş ile ay insanlardan kimsenin olumu icin tutulacak değildir. Lakin bunlar Allah'ın Âyetlerinden (kudretinin delillerinden) iki ayettir. Binaenaleyh bu olayı gorduğunuzde (hemen) kalkıp namaz kıhnız"(38).
Bu hadislerden acıkca anlaşılmaktadır ki, ay ve guneş tutulmasının olum olayı ile hicbir ilgisi yoktur. Hadisin sonundaki "Bu olayı gorunce namaz kılınız" buyruğu ise, Cenab-ı Hakk'ın bilinir, bilinmez afet ve belÂlara karşı bizlerin koruması, esirgemesi ve yardımını eksik etmemesi, dileğimizi kendisine arzetmek icindir. O, yardım etmezse hicbir şey yapamayacağımız idrak icindir. Cunku her şeye kadir olan ancak Yuce Yaratandır. Boyle durumlarda Sevgili Peygamberimiz Allah'a karşı dua ve niyazda bulunmuş. O'nun huzurunda secde ve ruku yaparak namaz kılmıştır. Bizlere de aynı şeyi yapmamızı tavsiye etmişlerdir.

Bilindiği gibi ay ve guneş kainat duzeni icerisinde Allah'ın irade buyurduğu ilÂhi kanuna tabi olarak varlıklarını devam ettirmektedirler. Nitekim Kur'Ân-ı Kerim'de şoyle buyrulmaktadır.
"Guneş kendine mahsus yorungesinde akıp gitmektedir, İşte bu, guclu ve bilgin olan Allah 'ın kanunudur. Ay icin de birtakım menziller (yorungeler) tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi (hilal) olur da geri doner. Ne guneş aya yetişebilir, ne de gece gunduzu gecebilir. Bunlardan her biri belli bir yorungede yuzmeye (akıp gitmeye) devam ederler" (39).
Ay ve Guneş tutulması ne şeytanın karartması, ne de dananın onu denize atması ile ilgilidir. Ay ve Guneş tutulması, Ay ve Dunyanın guneş etrafındaki hareketlerine bağlı bir oluş bicimidir. Gunumuzun astronomi bilginleri icin, ay ve guneşin hangi tarihte tutulacağım, tutulma olayının kac dakika sureceğini ve yeryuzunun nerelerinden gorunebileceğini onceden hesap etmek artık bir oyuncak haline gelmiştir. Buna rağmen bu astronomi olayını idrak edemeyenler hÂl bulunmaktadır.

Ay ve guneş tutulduğu zaman bazı yorelerimizdeki silah atma, teneke calma adeti, kanaatimizce hadislerde zikredilen, "Namaz kılınız, Allah'a dua ediniz" tavsiyesini, muslumanlara haber vermek icin olsa gerektir. Fakat bu uyarı zamanla, "Şeytanları kovalama" şeklinde yanlış bir inanışa donuşmuştur. Giderek "kıtlık alameti", "savaş işareti", "unlulerin olumu" gibi batıl inanışlara kaymıştır

(36) İslÂm'a Sokulan Bid'at ve Hurafeler, Mustafa Uysal, 5. baskı, s. 257
(37) Tecrid-i Sarih, c. 3, Hadis No: 547.
(38) Sahih-1 Muslim-ve Tercumesi, c. 3, s. 87
(39) Yasin Suresi, Âyet: 38-39, 40.


Alintidir.
__________________