Asr-ı Saadet, hurriyetine duşkun olanların asrı idi. Hur olmanın yalnızca Allah’a kullukla mumkun olduğunu gorup, butun bağlardan kurtulmak icin Allah Rasulu’nun eline sarılanların asrıydı. Ashab-ı Kiram, o yuce elin kolesi olup hurriyete ulaştı ve hur olmak isteyenlere asırlar boyunca gokteki yıldızlar gibi işaret edip yol gosterdiler. Meğer hurriyet O’nun kolesi olmakmış...
Cahiliyye devri...
KÂinata rahmet “Muhammed Aleyhisselam” gelmeden onceki donemin adı...
Zaman karanlıktı. Zemin, putperest insanların egemenliğindeydi. MekÂnlar, insanların kufrune ve şirkine tanık olmaktaydı. Beytullah mahzun idi; etrafında donenleri gordukce... Mekke toprakları kuraktı, coraktı; “Rahmet”e muhtactı...
Ve...
KÂinata Rahmet “Sevgili” hayattaydı. Mekke’de Kureyşliler’in arasındaydı. Daha peygamberliği ilan edilmemiş... Ancak o, bir nebi idi. O, “Rasul” olsun diye dunyayı şereflendirmişti. Hayatıyla, yaşantısıyla, insanlığıyla hatta insanların icinden cıkmış haliyle... Tam bir insan. Dahası O’na “Muhammedu’l Emin” diyorlardı. Cunku O, “Nur” idi, yaratılmışların ilki ve en nurlusu idi. Once guven verdi aleme, sonra cumle alem O’na guvendi. Peygamberliği ilan edildiği yaşa kadar, “Muhammedu’l Emin” olarak kırk yıl zaman gecirdi...
Zamanın Efendisi
Kimileri vardı cahildi, muşrikti, kÂfirdi, hicbir şey bilmiyordu; hatta bilmediğini de bilmiyordu. “Ben gidiyorum ki zamanın efendisi gelsin.”1 diyerek Cenab-ı Hakk’ın katına yukselen İsa Aleyhisselam’a gercekten inananlar cok azalmıştı. Ebu Cehiller, Ebu Lehebler kol geziyordu.
Oysa aleme coktan “Nur” gelmişti. Bir guneş gibi, gece karanlığındaki dolunay gibi... İnsanlığa şahit, mujdeleyici, uyarıcı ve davetci olarak gelmişti. O’na Kitab-ı Kerim’de:
“Ey Peygamber! Biz seni aydınlatıcı bir kandil olarak gonderdik.”2 diye hitap edilecekti.
Kisra’nın sarayı yerle bir olmuştu, Gokler ve yer aslında sel olup taşmıştı ama yureklerde damla rahmet yoktu. Zira “Rahmet”e inananların ilk gunlerde sayısı azdı. Biri kadın ikisi cocuktu...
Hz. Hatice r.anha Validemiz... Hz. Ali r.a.; on yaşında... Hz. Zeyd bin HÂrise r.a.; sekiz yaşında...
Panayır yerinde satılan cocuk
Mekkeliler ise gununu gun etmekteydi.
UkÂz, Mecenne, ZulmecÂz panayırları gunlerce surerdi. Butun kabileler akın akın gelirdi. Şenliklerin haddi hesabı yoktu. İnsanlar mal gibi alınıp satılıyordu; değeri yoktu ki baş tacı edilsin. Aslına bakılırsa şehirde kazanlar kaynıyordu. İnsanlarda yurek yoktu ki, “Rahmet”e yonelsin... Ancak alemlere rahmet Muhammed Aleyhisselam yine de bir umutla insanlara Allah’ı tanıtmak icin bu panayırlara gidiyordu.
Ne var ki...
Kureyşliler katıydı, kabaydı, her ne kadar guvenmiş olsalar da bu gence, genclerini kendilerinden uzaklaştırdığına inanıyor ve herkese “Sakın ha!... Kureyşliler’in genci seni dininden dondurmesin!..”3 diyorlardı.
O zamanlar yalnızdı Gonuller Sultanı Aleyhisselam, sevenleri azdı...
Yine de Mekkeliler O’na “Kureyşli Genc” demişlerdi. Ve O‘nun ardından gelenleri olacaktı...
İşte...
Bu panayırlarda vaktiyle satışa cıkarılmıştı; Zeyd bin HÂrise daha sekiz yaşında iken...
Panayırda kendisini kole olarak satan cocuk tacirlerine inat, insanlığa direnmişti o... Bir baskın sırasında alıkonulmuş ve ailesinden kacırılmıştı. Babası ne kadar ağlamış, ne kadar ıstırap cekmiş ve ne ağıtlar yakmıştı. Bir bulan, bir goren olsa idi nelerini vermezdi! Ancak evladı Zeyd’in, Kureyş’in en guvenilir insanı “Muhammedu’l Emin”in yanında bulunduğunu oğrenince koşa koşa gelmiş, alemlere rahmet olan insanın huzurunda;
“Ey Muhammed, ne olur yavrumu bana ver, alıp gideyim.” deyivermişti.
Nereden bilsin ki; O’nun insanlara hukmetme derdinin olmadığını, aksine insanların O’na tabi olabilmek icin sayısız zorluklara katlandığını, katlanacaklarını...
“Kendisini cağırın, dilediğini tercihte serbesttir.” buyurdu, O nur yuzlu insan...
Goren gozle hayran olmuştu Zeyd, Alemlerin Sultanı Efendimiz Aleyhisselam’a; o, Nur-u Muhammedî’yi idrak edecek kadar olgun, Allah tarafından secilecek kadar yuce insan, zamanı gelince Kur’an-ı Kerim’de adı gececek olan tek sahabi idi: Hz. Zeyd r.a...4 Ancak kimilerinin gozunde zavallı bir kole... Bundan ne olur ki dedikleri bir cocuk!..
Peygamberliğin ilan edildiği zaman ilk uc muslumandan biriydi Zeyd... Belki de yureğini, Efendisi Muhammedu’l Emin’e daha babası ve amcası geldiği zamanlar, “Yemin ederim ki ben, sana hic kimseyi tercih etmem. Sen, bana baba ve anne makamındasın!..”5 diyerek vermişti. İhtimal ki o gunler, insanların kalıplarına değil, gonullerine, yureklerine sahip olabilen mutmain bir kalbin, neferlerini secim zamanıydı. Dost’un kalbine girme gunleriydi. Arkadaşlık ile dostluğun birbirinden ayrıştığı vakitlerdi.
Sevenin sevdiğine ozlemi
KÂinatın Serveri Efendimiz Aleyhisselam...
Zeyd’e hicbir zaman kole olarak bakmadı; kaldı ki o komutan olacaktı, hizmetleri sırtlanacaktı, Gonuller Sultanı Efendimiz s.a.v. Taif’e gittiğinde, kendisini taşlayanlara vucudunu siper edecek, hatta zaman gelecek ordunun başına gececekti. Dahası şahadet şerbetini icerken, Alemlerin Efendisi s.a.v. Medine-i Munevvere’de onun şahadetini minberden duyuracak ve şoyle hitap edecekti muslumanlara:
“İşte!.. Bayrağı şimdi Zeyd bin HÂrise aldı, atını ileri surdu ancak onu şehit ettiler... Şimdi de sancağı Cafer bin Ebî Talib aldı, onu da şehit ettiler, ardından bayrağı Abdullah bin Revaha aldı, o da şehit oldu. En sonunda bayrağı Allah’ın kılıclarından bir kılıc Halid bin Velid aldı ve İslÂm ordusu muzaffer oldu...”6 diye anlatacaktı.
Hatta Zeyd’in kızı, Rasulullah s.a.v. evlerini ziyarete gelince eteğine yapışacak, Alemlerin Efendisi de ona bakıp bakıp yuksek sesle ağlayacaktı da; Sa’d bin Ubade Hazretleri dayanamayıp soracak; “Ya Rasulallah sen de mi?!..” diyecek, KÂinatın Serveri de: “Bu, sevenin sevdiğine olan ozlemidir.” buyuracaktı.7
Bu genc mi komutan olacak?
HÂrise, torunu Usame’yi gorebildi mi bilinmez ama; Zeyd’in oğlu Usame’yi goren nice dedeler vardı; Asr-ı Saadet yıllarında, at ustunde ve mubarek bir seferde... Hicretin 11. yılıydı ve henuz Safer ayı cıkmamıştı.
Alemlerin Sultanı s.a.v., “Refîk-i A’l” yolculuğuna cıkmak uzereydi. Şiddetli baş ağrısı başlamıştı. Ateşi giderek yukselmekteydi. Zeyd oğlu Usame r.a. Hazretlerini yanına cağırdı ve:
“Ey Usame!.. Şam’a Rumların beldesi Belk sınırına git, babanın şehit edildiği bolgeye ulaş, giderken de hızlı git, haberin bile onune gec, uzerlerine şimşek gibi saldır, yanına kılavuzlar al ancak onların icinde az kal!..” emrini verdi.
Hedef bir, gaye tek idi: Allah Rasulu’nun s.a.v. isteğini yerine getirmek...
Hz. Usame henuz o vakit, on sekiz yaşındaydı. Hemen hazırlıklara başladı. Ordu karargÂhına geldi. KarargÂh birlikleri “Curf” denilen yerde bulunuyordu. Curf ise Medine’nin dışında AvÂlî denilen semtte idi.
Medineli muslumanlar emre tam itaat ettiler. Ensar ve Muhacirin tamamı karargÂha koştu. Hepsi de hazırdı. Kimler yok tu ki o gun haberi hemen duyup da gelen… Hz. Ebubekir, Hz. Omer, Hz. Ebu Ubeyde bin Cerrah, Hz. Sa’d bin Ebi Vakkas, Hz. KatÂde bin Numan (r.anhum). Ne var ki bazı insanlardan bir ses yukseldi:
“Zamanında Medine’ye hicret etmiş bulunan şu kadar buyuk sahabe varken bu genc mi komutan olacak?!.”
Sesler ardı ardına coğalınca, kalpler urperip daralınca, bazı insanlar bir an olsun dalınca, Alemlerin Efendisi s.a.v. o son gunlerinde başına siyah sarığını sardı, şoyle hitap etti insanlara:
“Allah’a and olsun, bu gun Usame’nin komutan tayin edilmesine nasıl itiraz ediyorsanız, daha once de onun babasının komutanlığına aynı anlayışla itiraz etmiştiniz. Allah’a yemin olsun ki, babası komutanlığa nasıl layık idiyse ve benim yanımda insanların en sevgilisi idiyse, oğlu da komutanlığa oylece layıktır!..”
Mesele “baba oğul meselesi” değildi. Cocuğun, babalık makamını idrak etmiş olmasıydı.
Ve... KÂinatın Efendisi, hane-i saadete yuruyup gitti. İnsanlar, sefere katılacak olanlarla vedalaşmaya başladı. Efendimiz s.a.v. ise oldukca rahatsız idi, hastalığı artmıştı.
Usame Ordusu
Sahabe-i Kiram, bu ummetin derdine derman olacak nice olayları hayatlarında ilmik ilmik dokudular, olayları bir nefeste soluklayıp bize rehber oldular da, sonradan gelen insanlar kendilerine sayısız ibretler cıkardılar. Onlar bize “Siz, insanların iyiliği icin ortaya cıkarılmış en hayırlı ummetsiniz…”8 denilerek anlatılmıştı.
Ashab-ı Kiram mahzundu...
O gunun akşamı, Medine halkı ve ordu karargÂhta sabahladı. Ashabın gozlerine uyku girdi mi bilinmez, ama Sevgililer Sevgilisi s.a.v.’in dadısı ve Usame’nin annesi Ummu Eymen r.anha.’nın şu sozleri cok şey anlatıyordu:
“Ey Allah’ın Rasulu! Usame bu halde giderse, bir faydası olmayacak!..”9
Ancak istek bir kere cıkmıştı, geri donmezdi:
“Usame’nin ordusu sefere hazır olsun!”
Pazar gunu... Ordu emir bekliyordu; ancak gonuller, Sevgililer Sevgilisi’nden bir haber umuyordu. Usame r.a., goz yaşları icinde KÂinatın Serveri s.a.v.’in yanına geldi. O sırada Efendimiz’in ağzına ilac veriliyordu. Yanında bazı aile efradı vardı. Usame yaklaştı, yaklaştı, eğilip Efendimiz’in elini optu.
Ancak;
Alemlerin Efendisi s.a.v. konuşamayacak kadar rahatsız idi. Ellerini semaya kaldırmıştı. Dudakları kıpırdamıştı. Ama ne dediğini duyan olmadı. Ne zaman ki Usame r.a., “Rahmet” elleri uzerini sıvazlayınca anladı ki, Peygamber Aleyhisselam duasını tamamlamıştı.
Asr-ı Saadet’in yıldızları hazırdı. Ne var ki bir kuvvet yureklerinden onları tutuyordu; ayrılamadılar Medine’den... Ertesi sabah pazartesi gunu, yine geldi Hz. Usame...
Peygamber Aleyhisselam biraz olsun kendine gelmişti, dua buyurdu:
“Allah’ın bereketi uzerinize olsun, kuşluk vakti sefere cıkın.”
Veda Zamanı...
Bir mubarek sefer zamanıydı...
Ama ne sefer?!.
Usame r.a. karargÂha geri dondu. Askerlere hitapta bulundu. İslÂm ordusu, Nur-u Muhammedî’yi Mekke ve Medine’den otelere ve insanların gonullerine yerleştirmek uzere “komutan”a yonelmişti. Her şey tamamdı. Sahabe-i Kiram bir olmuştu, saf tutmuştu Medine’de... Alemlerin Efendisi s.a.v., ashabını yeryuzunun emin şahsiyetleri olarak sıralamıştı o gun... Goklerdeki yıldızlar gibi aydınlatacaktı cumle alemi onlar...
Usame r.a. atına bindi.
Orduya hareket emrini verdi.
Fakat tam o sırada annesi Ummu Eymen’in gonderdiği haberle zaman durdu. Bakışlar dondu. Soylemek zordu; ancak Sevgililer Sevgilisi s.a.v., “Rahmet-i Rahman”a kavuşmuştu...
Sancak-ı Şerif, Hz. Usame’nin elinde kalakaldı. Onu “Sevgili” nereye derse oraya goturecekti. Peki ya şimdi?!. “İkinin İkincisi” Hazreti Ebubekir r.a., Usame’ye seslendi: “Onu evine gotur!”
Gonul evi yastaydı Hz. Usame’nin... Sancak-ı Şerifi bağrına bastı.
Hic kuşku yok, onu teslim almak isteyenler, kolelikten azat edilmeye layık olanlar idi. “Sevgili”yi yureğine yerleştirenlerdi. Hakk’a yonelip, iman hurriyetini ilan edenlerdi. Bir “Sefer”e katılıp kervanla kutlu yola cıkmaya hazır olanlardı. “Ben”liği bırakıp “Bir”liğe erenlerdi. Ustad N. F. Kısakurek’in ifadesiyle;
“Sonsuzluk Kervanı”, istemem azat
Koleniz olmakmış, gercek hurriyet
Olmezi bulmaksa biricik niyet
Bastığınız yerde ebedi hasat
“Sonsuzluk Kervanı”, istemem azat...
1 İbnul Cevzî, el-VefÂ, I/67. (Ayrıca Yuhanna İncili, 16/8’e bakılabilir.)
2 Ahzab, 46
3 Ahmed, el-Musned,III,322; el-Hakim, el-Mustedrek,II, 624
4 İlgili ayet icin bkz: Ahzab, 37
5 İbn Sa’d, Tabakat,III, 42; İbnul Esir, U. Gabe, II, 282
6 Buhari, Megazi, 44; Ahmed, el-Musned, V, 299; İbn Sa’d, Tabakat,III, 46
7 İbn Sa’d, III, 32
8 Âl-i Imran, 110
9 Vakîdî, Megazî, III, 1119; İbn Sa’d, Tabakat, II, 190
Semerkand der. Ekim 2006
__________________
Koleniz Olmakmış Gercek Hurriyet
Dini Bilgiler0 Mesaj
●26 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Koleniz Olmakmış Gercek Hurriyet