Gozler Nasıl Korunur?
Hayatın en acık gerceklerinden biri, kuralsız yaşanmadığıdır. Enbaşta, hayat, bir kuralın meyvesidir. İcinde yaşadığımız kÂinat, herzerresiyle, bir 'kural' la birlikte vardır. En kucuk zerreden en buyukgalaksilere kadar her bir şey, bir duzene tÂbidir. Tum mevcudlar vetum canlılar, varoluşlarıyla, 'kural' denilen evrensel bir gerceğinvarlığını fısıldar.Ote yandan, insan, sair mahlukların aksine, duygu ve tutkularına sınırkonulmamış bir canlıdır.

Karnı doymuş bir aslan, yanından gecen enkorpe ceylana bile yan gozle bakmaz. Bir ağac ihtiyacı kadar suyualır, biraz daha almaya kalkmaz.

Oysa insan, sınır konulmamışduygularıyla, hep daha fazlasını ister. Dunyayı da yutsa, yine tokolmaz. Karnı doysa, yarın icin saklar. Yarın icin saklasa, onumuzdekihafta icin biriktirir. İşi aylara, yıllara, coluk-cocuğuna ve sonrakitum nesillere kadar uzatır; durmaksızın yığar, durmaksızın biriktirir.Duygularına sınır konulmadığı icin, sık sık, diğer insanların hakkınada goz diker. Hatta, başka butun varlıkların hukukuna ilişir.

Dolayısıyla, bir 'kural' ın varlığı kadar kullî bir gercek dahavardır: Duygularına fıtraten had konulmayan insan icin, onu sınırlayanbelli kurallar koyma zarureti. Bunun alternatifi bazı insanların başka insanların hakkına saldırmasıdır. Hatta, şu asırda yaşanan ekolojik ve nukleerfelÂketlerin acıkca gosterdiği gibi, butun canlıların ve butunuyle kÂinatın varoluşunu tehlikeye atmasıdır. İnsan icin bir 'kural' koyma gereği boylece anlaşıldığında ise,karşımıza şu soru cıkar: Kuralı kim koyacak' İnsanlık tarihinin belki de en can alıcı sorusudur bu.

İnsan, tek birYaratıcının varlığını anlayarak 'Hukum O' nundur' mu diyecektir'Yoksa, o Yaratıcıya ortaklar koşmasıyla birlikte, kural koymada daortaklar mı icad edecektir' MeselÂ, tum kÂinatta gecerli kuralları'tabiat,' 'tesaduf,' 'zaman' ve 'kuvvetler' e mi mal edecektir' Keza,beşerî hayatta 'ben,' 'toplum,' 'cağ,' 'ulusal cıkarlar,' 'devletinbekası' gibi kural koyucular mı ongorecektir' Veya, bu unsurlardansadece birini, mesel kendisini kural koyucu ilan ederek 'biricik ben'e mi tapacaktır' Yahut, kural koyuculuk payesini faşizm ile devlete,sosyalizm ile işci sınıfına, kapitalizm ile sermayedar kesime,aristokrasi ile asillere, milliyetcilik ile ırka mı verecektir' Bir butun olarak insanlık tarihine şekil veren en can alıcıhususlardan biri, budur. Butunuyle duşunce tarihi, baştan sona, bueksende doner durur. Ve donup kendi hayatımıza baktığımızda, o kısacıkomur icinde en temel konularımızdan biri olarak karşımıza yine buhusus cıkar. Ote yandan, bu sorunun, insan, Âlem ve kÂinat anlayışımız ile doğrudanbir ilgisi vardır. İnsanı kendiliğinden var olmuş varsayan birinin, kuralı ben koyarımdemesi herhalde beklenen bir durumdur. Onu var eden devlet ise, kuralkoyma hakkı elbette devletindir. Keza var eden ırk ise, kuralı koyanda ırk olacak; yok eğer toplum ise, kuralı toplum koyacaktır. Bu bakımdan, 'Kuralı ben koyarım' diyen bir kişinin, bunu temellendirmesi, yani kendi kendine varolduğunu isbat etmesi gerekir.

Keza, 'Kuralı toplum koyar' diyen birinin varoluşunu topluma borcluolduğunu gostermesi kacınılmaz bir zorunluluktur. Var eden başka,kural koyan başka ise, acık bir celişki sozkonusudur. En başta insan fıtratı, bu celişkiyi berrak bir şekilde ortayacıkarır. Bir anne, kendisi cocuğunu dovuyorsa bile, başkasının en ufakbir fiskesine razı olmaz: 'Sen benim cocuğumun terbiyesi ne karışamazsın.' Eşinin kendisine kulak asmayıp başkalarını dinleyerekhareket etmesini normal karşılayan bir koca yoktur.

Sahibi olduğu fabrikayı, kendisinin gorevlendirmediği birilerinin kendi akıllarıuyarınca yonetmesine ses cıkarmayan bir patron; memurlarının emrikendinden değil, başkalarından almasına izin veren bir mudur hayalbile edilemez. İnsanlık tarihine muhrunu vuran ve de gundelik hayatımızda yaşadığımız boylesi hakimiyet mucadeleleri bir gerceğin altını cizer:
'Malikiyetkiminse, hÂkimiyet onundur.' Diğer bir deyişle, birşeye ilişkinkuralı, o şeyin sahibi koyar. İşte bu sırdan olsa gerek, Kur' Ân sayfaları arasında, insana sık sıksahibi ve maliki hatırlatılır. Tesadufen var olmadığı, onu yapanBirinin olduğu uyarısı yapılır.

Mesel Şems sûresi, guneşe, aya,gunduze, geceye, semaya ve yeryuzune dikkat cekerek başlar vebirdenbire insanın yaratılışına gecer. Başka bircok sûrede insana'anılmaya değer birşey değil' iken, 'değersiz bir su' dan aşama aşamainsan sûretini alışı; doğumundan sonra acizler acizi bir vaziyetteiken en saf gıdayla beslenişi; bizatihî yurumeye ve karnını doyurmaya bile kÂdir değilken hadsiz nimetlere mazhar edilişi sık sıkvurgulanır.

Ve butun bunlar arasında, tekrar tekrar, şu soru sorulur: 'İnsanbaşıboş bırakılacağını mı sanır? ' Cevap bellidir. En kucuk bir sineği bile bircok hikmetle yaratan,insanı elbette başıboş bırakacak değildir. KÂinatı şeriksiz venazirsiz idare eden, elbette insanı başka ellere teslim etmeyecektir. MÂlik-i ZulcelÂl O' dur. Mulk O' nundur.

O halde, hukum de O' nunolacak; lÂf olsun diye yaratmadığı ve de başıboş bırakmadığı insanicin, varediş amacı uyarınca belli kurallar koyacaktır. Nitekim, Kur' Ân, bir yanda insana kÂinatın mÂlikini ve kendi sahibinihatırlatırken, ote yandan kurallar koyar.
Bu kuralların 'şakacıktan'konulmadığı konusunda da cok net uyarılarda bulunur. Gelen emri kulakardı eden kimi gecmiş kavimlerin akıbetine dikkat ceker sozgelimi.Yahut, 'Kuralı ben koyarım' diyen Nemrut, KÂrun veya Firavun' unhusranıyla uyarır. Gelen her bir emir, acık bir imanî talim de taşır.

Kur' Ân' la gelenher bir kural, imanî bir hatırlatma da yukludur. MeselÂ, duygularınahad konulmayan insan, midesini doldurma pahasına ona bunasaldırabilir. Oysa Kur' Ân, o midenin ve ona giren nimetlerin Rabbinamına konuşur: 'Yiyiniz, iciniz, israf etmeyiniz.' İnsan iki ayağınısokaktan bulmuş değildir.

O ayaklar adi birşey olup, başkalarıncaverilmiş de değildir. Kur' Ân, ayağı veren Biri namına hitap eder:'Yeryuzunde boburlenerek yurume.' Kadınlara daha latif bir halverilmiştir. Ama ola ki sahiplenir, ve nefisleri namına kullanırlar.MeselÂ, sair insanları kendilerine rÂm edecek yuruyuşler icad ederler.

Kur' Ân, o latif bicimi veren Biri namına konuşur: 'Cahiliye kadınlarıgibi, vucudunun hatlarını belli edecek şekilde yurume.' Keza, birkudret harikasıdır goz.

Butun bir kÂinatı kucuk bir noktaya sığdırır,aklımızın onune koyar. Ama insan o gozun malikini unutup, nefsine maledebilir. Kur' Ân, o gozun sahipsiz olmadığını, insanın da malıolmadığını hatırlatarak, o gozu veren Biri namına konuşur: 'Gozunu kaydırma.' 'Gozunu haramdan koru.

' Boylesi tum emirler, acık bir mesaj taşır: Malikiyet kimin ise,hÂkimiyet onundur. Mulk kimin ise, hukum de onundur. Acıkcası, boylesi Âyetler bizi yaşadığımız celişkiyi gidermeye daveteder.

Celişki, mulku başkasına, kuralı bir başkasına vermemizdir.İnsan, gercekten gozunun asıl sahibi ise, onu istediği gibi kullanır'burada bir celişki yoktur. Ama o goz ona emaneten verilmiş ise, asılsahibi başkası ise, o gozu ancak o MÂlik-i Hakikî' nin izni ve emriuyarınca kullanabilir. Emaneten verilmiş olan, asıl sahibi olmadığı gozu kendi keyfince kullanamaz' celişki buradadır
Bu celişkiyi aşmanın ise yalnızca bir yolu vardır: Gozu, onu verenin veriş amacınagore kullanma. İşte Kur' Ân, butun olarak kÂinatı yaratanın, kÂinat icinde insanıyaratanın ve insana 'gorecek gozler' verenin O olduğunu hatırlatmasıyla birlikte emirler verir: 'Gozlerini haramdan korusunlar.'
Bu emirler, bir yonuyle celÂl yukludur. Cunku, emre kulak asmayanlaricin, cok acık tehditler de icerir.

O emri veren emanet sahibininherşeyden haberdar olan, izzetli, hesabı cabucak goren bir Rabolduğunu da bildirir; emrine uymayanları 'va' dedilen azab' lamujdeler! Ateşin azabını tadacağı gun konusunda uyarır. Ote yandan, celÂl yuklu bu emirler, bir cemal de icerir. Onlar, meselÂşu azametli gokyuzunu urpertici ama son derece guzel bir manzara sûretinde gozumuze arzeden; dağların ve dağ gibi dalgaların azametiicinde eşsiz bir guzellik ve son derece hayatî faydalar derceden birRabbin emirleridir.

Dolayısıyla, nefse ağır gelen butun bu emirler,esasen insan icindir. Hatta, nefsin tum duygular uzerindekitahakkumunu kırdığı halde, nefsin de hayrınadır. Şefkat haddi aşmış bir hırsıza seyirci kalmayı mı gerektirir; yoksa 'Vazgec, haddini bil,cezadan kurtul' diye uyarmayı mı' Kur' Ân' da yer alan butun emirlerin hem celÂl, hem de cemal barındıran bir muhtevası vardır.

Kur' Ânî emirlerden ozellikle biri ise, acık-sacıklığın kol gezdiği,cıplak bacaklar karşısında akılların baştan gittiği, hayasızca gozleronune serilen vucut hatları karşısında kalblerin nefislere esiredildiği bir vasatta, akıl, kalb ve ruhuna rağmen gozlerini adi birrontgenci durumuna duşuren bizler icin manidar dersler taşır:

' Mu' min erkeklere soyle: Gozlerini harama kapasınlar, ırzlarını dakorusunlar. Cunku bu, kendileri icin daha temiz bir davranıştır.Şuphesiz Allah onların yapmakta olduklarından haberdardır.'
Bu Âyetin ardından, hanımlara yonelik bir Âyet gelir.
Bu Âyette de,her iki emir tekrarlanır.
Her iki Âyetin başlangıc hitabı manidardır:

'Mu' min erkeklere soyle...' 'Mu' mine kadınlara soyle...' Acıkcası, iki Âyet de 'iman' vurgusu taşır.

Devamla gelen emre uymanın'iman' la ilgisini acıkca gozler onune seren bir vurgudur bu. Her ikiÂyet, 'gozunu haramdan koruma' nın ancak mu' min icin soz konusu olduğunu; onun da bunu imanı derecesinde başarabileceğini ihsas eder.

Saniini ve Sahibini tanımayan biri, gozun kendisine Rabbi tarafındanverilmiş bir emanet olduğunu hic mi hic tanımaz.

Gozu emanet olaraktanımayan biri, elbette, onu emanet sahibinin emir ve izni dairesindekullanma yukumluluğunu de derketmez. Bunu derketmeyen biri, elbette,aksi halde emanete hıyanet edeceğini de duşunmez.

Sonuc olarak, boylebirinin gozunu haramdan koruması sozkonusu olamaz. Aynı şekilde, bir Yaratıcıya inandığı halde, o inancı hayatına taşımayan; yalnızca kendisini darda hissettiği anlarda bir 'emniyetsubabı' veya bir 'yedek lastik' olarak o imana muracaat eden birgaflet ehli de bu emre kulak asmayacaktır.

İstese bile, asamayacaktır.Cunku, ic dunyasını her daim o Yaratıcının huzurunda olma şuuruyladiri ve uyanık kılmayan biri, vitesi boşalmış bir araba yahut dumensizbir kayık misalidir. Eğime ve akıntıya uyar, nefis ve hevası onunereye suruklerse, oraya sapar.

Vicdanı onu Yaratıcının emri ve deahiret konusunda uyarsa bile, bunun bir faydası olmaz. Cunku, ahiret ogaflet anında cok uzaklarda gozukur.

Oysa, onunde nefsinin iştihasınıkabartan bir manzara vardır. Ve nefis tam bir miyoptur; yalnızonundekini gorur, ileriyi gormez, Âhireti duşunmez. Aynı şekilde, bir Yaratıcıya inanan, ama onu esma-i husnasıylatanımayan biri de bu emri uygulamakta zorlukla karşılaşacaktır.

Sozgelimi o Yaratıcıyı Hakîm ismiyle tanımayan; her bir mevcuda bircokhikmetler yuklediğini; mesel bir ele veya bir ağaca binlerce vazifegordurduğunu bilmeyen biri, o emirde de hikmet gormeyecektir.Gormediği icin de, o hikmetli emre uymayacaktır.

Keza, mesel Rahîm ve HannÂn ismini tanımayan biri de bu emre uymaktazorlanacaktır. KÂinat, her bir mevcuduyla, kullî bir rahmet ve şefkathakikatini fısıldar.

Her Âciz, acziyetine mukabil, eşsiz bir merhametve şefkatle doyurulur' herşeye ihtiyacına en uygun rızkı hazırlayaneşsiz bir Rahman-ı Rahîm' dir O.

Hem, acziyetin buyukluğu olcusunde,muhatap olunan merhamet ve şefkat de ziyadeleşir. Bebekler veyavrular, bunun en acık orneğidir. Boylesi bir merhamet sahibi,elbette, eşsiz bir pırlantayı demirciler carşısında hurda fiyatınasatmaya kalkışan insanı rahmeti ve şefkati gereği uyarır.

Ona verdiğigozun ne kadar da değerli olduğunu; onu harama kaydırmanın benzersizbir elması basit bir cam parcası, eşsiz bir mucevheri bir hurda demiryerine koymak anlamına geldiğini bildirir.

Oysa, o goz, haramdan uzakkılınsa, Rabbi namına bakacağı sayısız guzelliğin yanında, yine Rabbinamına kendi helÂline de bakacaktır. Ama, bu helÂl-haram, emir-nehiydengesi icinde gozun Sanii ve Sahibi her zaman hatırda olacaktır.

Ciceğe de baksa, eşine de baksa, bakışını emr-i ilÂhî belirlediğisurece, O' nu hatırda tutarak, O' nun namına, O' nun sanatını takdirve tefekkur hesabına bakmış olacaktır. O goz, butun kÂinatı sayısızhikmet ve guzellikler icinde yaratan bir Rabbe nisbetle eşsiz birdeğer kazanacak; otuz senede sonmeye yuz tutan basit bir et parcasıhukmunde olmayacaktır.Ki, herşeye gucu yeten bir Kadîr-i Rahîm,verdiği gozu O' nun namına kullanan bir kuluna, butun o san' atlı yaratışındaki sayısız guzelliği O' nun namına temaşa etmesi icin,ebedî cennetlere lÂyık gozler de verir! Buna muktedirdir.

Ote yandan, o emrin sahibini Rahman, Rahîm ve HannÂn isimleriyletanımayan biri, butun bu anlamlardan uzak olacaktır.

Emrin icerdiğirahmet ve şefkati goremediği icin de ya emre zoraki uymaya calışacak;acıkcası, pek de uyamayacaktır. Bu bakımdan, her iki Âyet, daha en başta 'mu' min erkekler' ve 'mu'mine kadınlar' tanımıyla, meselenin kilidini acmış olur. Oysa, coğukez bu kilit nokta kacar gozumuzden. O yuzden, kapıyı zorlayarakacmaya calışırız.

Acamadığımız, gelen emre lÂyıkınca uymayıbaşaramadığımız icin de, icimizi hem sucluluk, hem de umitsizlikduygusu kaplar. Oysa, daha en baştaki iman anahtarına hakkını versek,gerisi daha kolay gelecektir' tıpkı, bir emir vahy olunduğunda,tereddutsuz uyan sahabiler gibi.
Sahabilerin emri duymaları ile emreuymaları arasında, bizim yaşadığımız gibi uzun zaman fasılalarıolmadığı bilinen bir vÂkıadır. Cunku, onlar Kur' Ân-ı Hakîm' inverdiği iman dersini, Resul-i Ekrem' in (a.s.m.) sunduğu marifetullahve muhabbetullah talimini hakkıyla ozumsemişlerdir.

Vahiyle gelen heremri, butun Âlemleri ve insanı yaratan; hikmeti, rahmeti, şefkati vekudreti sonsuz; butun guzel isimler O' nun olan bir Rabb-ı Rahîmdenbildikleri icin, teslimiyette ne bir tereddut, ne bir gevşeme, ne birzorluk gostermişlerdir.

Hem, o emri veren, insanı bu fıtratla yaratandır. İnsan icin en fıtrîve en uygun hali, FÂtır-ı Hakîm' den başka kim bilebilir' Kim ofıtratı verenin ustunde soz soyleyebilir' FÂtır-ı Hakîm, bu emriyle, bizi fıtratımızın gereği olan bir duruma davet eder.

(devam edecek)
__________________