Namazla ilgili olarak şeytan icimize akla hayĂ‚le gelmeyen şuphe, vesvese ve isteksizlik halleri atar. Cunku insanın derecesini yukselten en mustesna ibadetlerden birisi namazdır. Şeytan ise insanın yukselmesini aslĂ‚ istememektedir.
Peygamber Efendimiz (asm) buyuruyor ki: “Bil ki, sen Allah’a her secde ettiğinde, mutlaka Allah bununla bir dereceni yukseltir ve bir gunahını bağışlar.”1 Bir diğer hadiste Allah Resûlu (asm) kulun secde etmesiyle şeytanın perîşan oluşunu şoyle bildirmiştir: “İnsanoğlu secde Ă‚yetini okuyup secde edince şeytan ağlayarak uzaklaşır. Ve şoyle der: “Eyvah! Eyvah! İnsanoğluna, secde etmesi emr olundu. O da secde edip Cenneti hak etti. Bana da secde etmem emr olundu; Ben ise emre karşı gelip Cehennemi hak ettim.”2

Peşimizde boyle hasım ve duşman bir şeytan varken, onun icimize isteksizlik hali atması ve bizi en yuce, en nĂ‚zik ve en nezîh bir ibĂ‚detten alıkoymaya calışması, onun mesleğinin gereğidir. O halde namazdan yılmayalım ve başarabildiğimiz kadarıyla huşû icinde kılmaya ozen gosterelim.
İsteksiz olduğumuz zamanlarda, hic oralı olmadan, namazın bir fıtrat borcu olduğunu hatırlayarak namaza devam edelim. Şeytan bizimle uğraştığı halde bizim ısrarla ve şeytana inat namazı terk etmememiz, biz hissetmesek de, Allah’ın huzurunda daha fazîletli bir duruş teşkil eder.
Şeytanın bizimle olan meşgûliyeti, bizim zevkimizi ve huzurumuzu kacırsa bile, namazın fazîletinin daha da yukselmesine zemin hazırlar.

Bedîuzzaman Saîd Nursî Hazretleri, nefsin tembellik doşeğinde ve gaflet uykusunda şeytandan gelen boyle vesveselere kulak verebileceğini kaydeder ve nefsin bu desîsesine karşı onemli îkazlarda bulunur. Ustad Hazretlerinin îkazlarını kısaca hatırlayalım:

Acaba omur ebedî midir? Gelecek seneye, hattĂ‚ yarına kalmaya hic kimsenin senedi var mıdır? İnsana usanclık veren şey, dunyada sonsuz seneler kalacağını zannetmesidir. Oysa vĂ‚kıa tam tersidir; insanın hem omru azdır, hem faydasız ucup gitmektedir. Gecip giden her bir fĂ‚nî gunun yirmi dortten birisini hakîkî bir ebedî hayatın saadetini temin edecek guzel, hoş, rahat ve rahmet bir hizmete sarf etmek ise, usanmak şoyle dursun, bilakis ciddî bir şevk ve hoş bir zevktir.

Diğer yandan; hergun hergun ekmek yiyen, su icen ve havayı teneffus eden bir adam, ekmekten, sudan ve havadan usandığını soyleyebilir mi? Cunku her an ihtiyac tekrarlandığından; usanc değil, lezzet almaktadır.

Kalp, ruh ve vicdan, cisim hĂ‚nesinde nefsin arkadaşlarıdırlar. Nefis her ne kadar usandığını ve isteksiz olduğunu soylese de; kalbin, ruhun ve vicdanın gıdĂ‚sı, huzuru ve hayat kaynağı namazdır. Oyleyse nefis bunu sîneye cekmelidir.

Cunku hem sonsuz acılara mĂ‚ruz, hem hadsiz lezzetlere sevdĂ‚lı bir kalbin gıdĂ‚sı, elbette herşeye kĂ‚dir bir Rahîm-i Kerîm’in rahmet kapısında aranmalıdır. KezĂ‚, şu fĂ‚nî dunyada, buyuk bir sur’atle ayrılık feryatları koparıp giden bir rûhun hayat kaynağı, her şeye bedel bir MĂ‚bud-u BĂ‚kînin ve bir Mahbûb-u Sermedî’nin rahmet ceşmesine namaz ile yonelmektir. Fıtraten ebediyeti isteyen, ebediyet icin yaratılmış olan, ezelî ve ebedî bir ZĂ‚t’ın Ă‚yinesi bulunan ve sonsuz derece nĂ‚zik ve latîf olan insanın duyguları, şu kasĂ‚vetli, ezici, sıkıntılı, gecici ve boğucu olan dunya halleri icinde elbette teneffuse pek cok muhtactır. Bu teneffusu ise ancak namaz penceresi sağlayabilmektedir.

Bir diğer husus; namaz, şu dunya misafirhanesinde Ă‚ciz ve fakir kalbimize kuvvet ve zenginlik vermekte, şuphesiz gireceğimiz bir menzil olan kabirde gıdĂ‚ ve ışık hukmunde aydınlık kaynağı olmakta, cetin bir mahkeme olan Mahşerde senet ve berat huviyetinde bizi kurtarmakta ve ister istemez ustunden gececeğimiz Sırat Koprusunde nur ve Burak gibi goz acıp kapayana kadar bizi Cennete ulaştırmaktadır. Boyle eşsiz lutuflara bizi mazhar kılan bir namaz icin “neticesizdir” veya “ucreti azdır” diyebilir miyiz?

Bir adam bize birkac para taahhut etse veya bizi busbutun korkutsa, bizi gunlerce calıştırır. Sozunden donmesi mumkun olduğu halde o adama itimad ederiz, futursuz calışırız. Acaba sozunden donmesi imkĂ‚n harici olan bir ZĂ‚t, Cennet gibi bir ucreti ve ebedî saadet gibi bir hediyeyi bize vaad ederek, pek az bir zamanda, bize, pek guzel bir vazife verse; biz de onun hediyesini hafife alırcasına o vazifeyi yapmaz isek veya vazifeden usanc gosterirsek, pek şiddetli bir azaba mustehak olmaz mıyız? Dunyada hapis korkusuyla en ağır işlerde futursuz hizmet ettiğimiz halde; Cehennem gibi bir ebedî hapsin korkusu, en hafif ve latif bir hizmet icin bize gayret vermez mi? Aklımızı başımıza almalı ve bilmeliyiz ki, dunku gun elimizden cıktı. Yarınki gun ise elimizde sened yok ki, ona mĂ‚lik olalım. Oyle ise hakikî omrumuzu, bulunduğumuz gun bilmeli ve her gunun en az birer saatini, birer ihtiyat akcesi gibi, uhrevî bir sandukca hukmunde, hakikî istikbal icin teşkil olunan bir mescide veya bir seccadeye atmalıyız.

Sakın, “Benim namazım nerede, şu namazın buyuk hakîkati nerede?” diye umitsizlik girdabına kapılmayalım. Zira hatırlayalım ki, bir hurma cekirdeği, aslında bir hurma ağacı hukmundedir. Fark yalnız ozde ve ayrıntıdadır. Bizim gibi bir Ă‚vĂ‚mın, hissetmesek dahî namazımız, buyuk bir velinin namazı gibi şu nurdan hissedĂ‚rdır, şu hakikatten bir sırrı vardır. Fakat hic şuphesiz inkişafı ve aydınlığı, derecelere gore ayrı ayrıdır. Bir hurma cekirdeğinden, mukemmel bir hurma ağacına ne kadar mertebe bulunmakta ise, namazın derecelerinde de daha fazla mertebe vardır. Fakat butun o mertebelerde, namazın nûrĂ‚nî hakîkatının ozu ve esĂ‚sı mevcuttur.3

Dipnot:
1-CĂ‚miu’s-Sağîr, 1/687;
2-a.g.e., 1/439;
3-Sozler, s. 243-247
__________________