Bir asra yaklaşan omrunu istikamet, takvĂ‚ ve verĂ‚ olculen icinde, kullarını Allah'ın yoluna irşĂ‚dla ikmal eden SĂ‚mi Efendi Hazretlerini nebiler nebisinin Ă‚ğûşunda sevgilisi Allah'a uğurlayışımızın ardından 10 yıl gecti O'nu, vefĂ‚tının sene-i devriyesinde soz kalıpları icine sokmak ve lĂ‚fızlarla anlatmak bizim kĂ‚rımız değil. LĂ‚kin "SĂ‚lihlerden bahsetmenin rahmet nuzûlune medĂ‚r" olacağı duşuncesiyle kısa cizgilerle merhûmu anlatmaya calışacağız.
Mahmûd SĂ‚mi Ramazanoğlu, nufus kayıtlarına gore 1892 yılında Adana'da dunyaya geldi. Babası tarihte Ramazanoğulları diye bilinen Ă‚ileden MuctebĂ‚ Bey, annesi ise Ummugulsum Hanım'dır. SĂ‚mi Efendi'nin buyuk ceddi AbdulhĂ‚di Bey'in tesbit ettiği Ă‚ile şeceresine gore, Ramazanoğullarının aslen Turklerin Oğuz boyunun Ucoklar kabilesinden olduğu ve Hz. Halid b. Velid (r. A.) nesliyle munĂ‚sebettar bulunduğu anlaşılmaktadır.
İlk, orta ve lise tahsilini Adana'da tamamlayan SĂ‚mi Efendi, yuksek tahsil icin İstanbul'a geldi Darûl-funun Hukuk Mektebine girdi. Hukuk Fakultesini birincilikle bitirdikten sonra askerlik hizmetini zĂ‚bit vekili (yedek subay) olarak yine İstanbul'da yaptı.
ZĂ‚hir ilimlerini devrin ulemĂ‚ ve muderrislerinden tamamlayan SĂ‚mi Efendi icin sıra manevi ilimlere ve bĂ‚tın imĂ‚rına gelmişti. Fıtrat-ı necîbesinin şiddet-i meyli sebebiyle tasavvuf yoluna sulûk etti. Devrin meşhur Nakşi tekkesi GumuşhĂ‚neli dergĂ‚hında bir muddet erbaîn ve riyĂ‚zatla meşgul olduktan sonra arkadaşı eski Beşiktaş Muftusu Fuad Efendi'nin babası Ruşdu Efendi'nin delĂ‚letiyle KelĂ‚mî dergĂ‚hı şeyhi ve meclis-i meşayıh reisi Erbilli Es'ad Efendi'ye intisab etti. Kısa zamanda kesb-i kemĂ‚lĂ‚t eyleyip seyr u sulûkunu ikmalden sonra hilĂ‚fetle irşĂ‚da mezun oldu. Bir muddet daha murşidinin yanında kaldı ve bilĂ‚here memleketi Adana'ya irşĂ‚da muvazzaf olarak gonderildi.
Mahmûd SĂ‚mi Efendi Hazretleri tekkelerin kapatılmasından sonra memleketi Adana'da bir yandan CĂ‚mi-i Kebir'de vaaz ve husûsi sohbetleriyle irşĂ‚d hizmetini yuruturken, bir yandan da maişetini temin icin bir kereste ticĂ‚rethanesinin muhasebesini tutuyordu. O, babasından ve Ă‚ilesinden kendisine intikal eden buyuk serveti almamış ve "Hicbir kimse kendi kazancından daha hayırlı bir yiyecek asla yememiştir" (Buharî

hadîsi şerîfi gereğince kendi el emeğiyle gecinmeyi tercih etmiştir. Sûfiler icinde baba mîrasını almayanlar icinde ilk olarak HĂ‚ris MuhĂ‚sibi'yi goruyoruz. O da Kaderiye mezhebine bağlı bulunan babasının mirasını almamıştı.
Adana'da uzun yıllar muştĂ‚k gonullere aşk-ı ilĂ‚hî şerbeti sunarak hizmet etti. Yazları Adana'nın Namrun ve Kızıldağ yaylası ile bazan da Kayseri'nin Talas'ında gecirirdi. Hac yolunun acıldığı 1946 yılında ilk defa hacca gitti.
1951 yılında İstanbul'a geldi. İki yıl kadar İstanbul'da kaldıktan sonra 1953 yılında hac mevsiminde once hacca, donuşte de arkadaşı Konyalı Sarac Mehmed Efendi'yle Şam'a geldi ve oraya yerleşti. BilĂ‚here Ă‚ilesi, damadı ile birlikte yanına gitti. Ancak bu Şam hicreti dokuz ay kadar surdu. Dokuz ay sonra tekrar İstanbul'a geldi. İstanbul'a bu gelişlerinde once Bayezid-LĂ‚leli'ye, sonra da Erenkoy'une yerleşti. Şamdan İstanbul'a bu gelişlerinde zevceleri Valide Hanım'a "İstanbul'a tekrar geldik. Gonlumuz Medine'de atıyor. Ahîr omrumuzde oraya hicret etmeyi arzu ederiz," buyurmuşlar
İstanbul'da bulunduğu yıllarda da Adana'daki gibi bir yandan Erenkoy Zihnipaşa Camiindeki vaazları ve husûsi sohbetleriyle irşĂ‚d hizmetini yuruturken diğer yandan da Tahtakale'de bir ticĂ‚rethanenin muhasebesini tedvirle maîşetini temin etmekteydi. O' nun bu vaaz, irşĂ‚d ve sohbetlerinden cemiyetin her sınıfından, fakir, zengin, okumuş, okumamış, esnĂ‚f, işci, memûr, tuccĂ‚r ve fabrikator binlerce insan istifĂ‚de ederek feyz almış, istikamet bulmuş ve boylece etrafında yepyeni bir nesil teşekkul etmiştir. İhvanını mĂ‚nevi himĂ‚ye kanatları altında toplayarak onları cemiyetin her turlu kotu cereyanından korumaya calışmıştır.
Omrunun son yıllarında şohretinin artması ve dışarıda kendisine iltifatın nazar-ı dikkati celbedecek seviyeye ulaşması sebebiyle kûşe-i uzlete cekildi. İhvanı ile gerek devlethanesinde ve gerekse Ramazan'da hatimle kılınan teravih namazlarında goruşuyordu. Bu vesile ile onlara İslĂ‚mî dusturları Muhammedi hakikatları ve Nebevî ahlĂ‚kı anlatarak hĂ‚liyle, kaliyle irşĂ‚d ediyordu.
1979 yılında gonlundeki muhabbeti-i Resûlullah ateşi onu Belde-i TĂ‚hire'ye hicrete mecbûr etti. Cunku onun son arzusu Peygamber şehrinde Hakk'a varmaktı. Nitekim 1957 senesinde yakınları kendilerine Eyup Sultan'dan kabir yeri almayı teklif ettiklerinde:
- Herkesi arzusuna bıraksalar biz Cennetu'l-Baki'yi arzu ederiz, buyurmuşlardır. Cenab-ı Hak sevdiği kulunun arzusunu kabul buyurdu. Nitekim İstanbul'da bulunduğu yıllarda mubtelĂ‚ oldukları amansız hastalık, orada da yakasını bırakmadı. Fakat en acılı, ağrılı zamanlarında bile o, hicbir şikayette bulunmamış, yuzunden tebessumu eksik olmamıştır. Vefatı 10 Cemaziyelevvel 1404 /12 Şubat 1984 Pazar gunu saat: 4.30'da vĂ‚kî olmuş ve Cennetu'l-Baki'ye defnolunmuştur. Rahmetullahi aleyh.
Vefatına şu ifadelerle tarih duşuldu. Kutb-i vĂ‚sılîn u gavs-ı şuyûh-ı ızĂ‚mı Nûr-i hudĂ‚ murşid-i merdum-ı ihtirĂ‚mi Belde-i Tahire'de tevhidle deyup Allah Vasl-ı cinan eyledi Şeyh Mahmûd SĂ‚mi (1404 H.)
Şemail ve AhlĂ‚kı
Merhum Ramazanoğlu SĂ‚mi Efendi, uzuna yakın orta boylu, nahif bedenli, buğday tenli, seyrek sakallı, kıvırcık saclı, ela gozlu mucessem bir nûr heykeliydi. Mehabetinden yuzune bakmak, hele goz goze gelmek kĂ‚bil olmazdı. Etrafa ziyĂ‚lar sacan gozlerinin isabet ettiği vucûd, tir tir titrerdi. Hatta O' nun nazarlarından muteessir olup cezbeyle duşup bayılanlar bile olurdu. Temiz ve duzgun giyinirdi. Sakalı bir tutamı gecmezdi. Saclarını ya tamamen kestirir veya kulak memesine kadar uzatırdı. Butun bunlar sunnet-i seniyyeye imtisĂ‚llerindendi.
SĂ‚mi Efendi, cok az yer, icerdi. Sohbetlerinde sıkca az yemenin faziletinden cok yemenin zararlarından bahseder bunu Ă‚yet, hadis ve hikmetli sozlerle anlatırdı. Kendisi sunnet uzere gunde iki oğunden fazla yemezdi. Yediği zaman da yarım dilim ekmek ve bir kac lokma katıkla kifĂ‚f-ı nefs ederdi. İhvanla birlikte yenildiğinde "ihvanla yenilende bereket vardır ve bundan suĂ‚l olunmayacaktır" buyurarak fazlaca yenilmesine musĂ‚ade, hatta teşvik ederlerdi.
Az uyurlardı Seher vaktini ihyĂ‚ etmek en buyuk zevkleriydi. Evinde misafir kalanlar veya kendileriyle bir yolculuğa cıkanlar, gecenin hangi saatinde kalksalar onu ayakta bulurlardı. Hatta onun anlayışına gore yatıp uyumanın adı bile istirahattı. Nitekim bir defasında bağlılarından birinin evinde misafir bulunduklarında gecenin ilerleyen saatlerinde hĂ‚ne sahibi kendilerine:
-Efendim artık yatarsanız yatak hazırlayalım, der. O:
-Yatmanın adı istirahattır, buyururlar. Bir muddet sonra ev sĂ‚hibi tekrar:
-Yatar mısınız? deyince O yine:
-Yatmanın adı istirahattır. Fakir istirahat edeyim, sizi de eksik kalan dersinizi tamamlayın, buyurur. HĂ‚diseyi anlatan zĂ‚t diyor ki, "gercekten o sabah dersim yarıda kalmış ve akşama kadar da tamamlamaya fırsat bulamamıştım."
Az konuşurlardı. Konuştukları zaman ya hikmet soylerler veya nasihat ederlerdi. Değilse sukûtu ihtiyar ederlerdi. Nitekim Merhûm Ali YektĂ‚ Efendi şoyle diyor: "EvliyĂ‚ullah'ın tasarrufları ya kavlen ya da hal ile olur. SĂ‚mi Efendi'nin tarassufu hal iledir. KelĂ‚mi dergĂ‚hının en feyizli gunlerinde oraya devam eden pek cok ulemĂ‚ ve fuzalĂ‚ vardı. Fakat SĂ‚mi Efendi o zaman pek genc olmasına rağmen bugunku gibi kĂ‚mil ve hĂ‚l sĂ‚hibi idi."
Ali YektĂ‚ Efendi, muftuluğunun yanısıra KelĂ‚mî dergĂ‚hında seyr u sulûkunu Es'ad Efendi'den tamamlayarak hilĂ‚fet icĂ‚zetnĂ‚mesi almış bir zattır. O, bu icĂ‚zetnĂ‚mesini omru boyunca saklamış ve bir gun tesĂ‚dufen o icĂ‚zetnĂ‚meye muttali olan yakınlarına "Onu sakın kimseye soylemeyin. O vazifenin ehli ve salĂ‚hiyetlisi SĂ‚mi Efendi'dir." Demişti.
Edeb
SĂ‚mi Efendi'nin butun hayatı edeb cizgisi icinde gecmiş, her an hadis-i şerifde ifade buyrulan "Allah'ı goruyormuşcasına ibadet etmek ve O' nun muşĂ‚hedesi altında bulunduğu duygusuna sĂ‚hib olmak" (BuhĂ‚rı, Tefsir Sûre, 31) mĂ‚nĂ‚sına gelen ihsan duygusu icinde yaşamıştır. En ciddi insanların, en otoriter simaların bile bir zaaf ve hafiflikleri bulunabilir. Fakat onun hayatında boyle bir zaaf ve hafiflik hicbir zaman gorulmemiştir. İstikamet ve edebi her yerde ve her an muhafaza edebilmek keskin kılıcın uzerinde yurumeye benzer. Bu ancak kemĂ‚l ehli, tevfik-ı ilĂ‚hiye mazhar kimselerin kĂ‚rıdır. Allah Rasûlu (s.a.) Efendimiz'in "Emrolunduğun gibi istikamet uzre ol!" (Hûd, 112) ayeti beni ihtiyarlattı"
buyurması, bu işin gucluğune en guzel delildir.
O' nun sohbetlerine devam edenler bilirler ki, O hicbir zaman ayak ayak ustune atarak, ayak uzatarak veya bağdaş kurarak oturmamıştır. Daima dizustu oturmayı tercih etmiştir. Sohbetlerinde sık sık:
Edeb bir tĂ‚c imiş nûr-i HudĂ‚'dan Giy o tĂ‚cı emîn ol her belĂ‚dan
beytini okuyarak edebden bahsederlerdi. Sohbetlerde Kur'Ă‚n tilaveti esnasında kendileri koltuk kanepede bile olsa hemen dizustu oturur Kur'Ă‚n okuyacak kimse yerde ise hemen koltuk ve sandalyeye oturtulurdu.
Bir gun Halep meşĂ‚yıhından Muhammed en-NebhĂ‚nî İstanbul'a gelir. SĂ‚mi Efendi Hazretleri bazı ihvĂ‚nıyla kendilerini ziyarete giderler. NebhĂ‚nî ve arkadaşları gayet rahat ve serbest otururken SĂ‚mi Efendi ve ihvanı dizustu otururlar. Onların bu halini goren Muhammed Nebhanî:
Rahat oturun, der Efendi Hazretleri ve ihvĂ‚nı oturuşlarını değiştirmeden:
Biz boyle daha rahatız, derler, NebhĂ‚nî de bu edeb karşısında:
Edeb, Turklerde dir, demekten kendini alamaz.
Kalb-i Selîm
Sohbetlerinde sık sık "O gun kalb-i selîm'den başka ne evlĂ‚d, ne mal; hicbir şey fayda vermez." (ŞuarĂ‚ Suresi: 88-89) ayetini okuyarak kalb-i selîmi îzah ederlerdi. O'nun tefsirine gore kalb-i selîm, ne incinen, ne de inciten kalbdi. "İncinmemek incitmemekten daha zordur. Cunku incitmemek eldedir amma incinmemek elde değildir," derlerdi. Ve ilĂ‚ve ederlerdi: Fakir hic kimseden incinmem ve kimseyi incitmemeye calışırım." Gercekten de bir asra yaklaşan omru boyunca O'nun hic kimseyi incittiği gorulmemiştir.
Kapısına gelen herkesi kabul edip onlarla goruşmek onlara iltifat ve ikramlarda bulunmak adetleriydi. Bir defasında ziyaretine gelenlere bir yakîninin: "Efendi'nin istirahata ihtiyacı var" diye geri cevirmesine muttali olunca:
- Burası Hak kapısıdır. Kimse geri cevrilmez. Hem de ihvanın kotusu olmaz, buyururlar. Bu tavır, onun insana ve muslumana verdiği değerin en guzel ifadesidir. Torunu yaşındakilere bile hitab ederken isimlerinin sonuna Efendi, Bey sıfatlarını ekleyerek konuşması aynı anlayıştan kaynaklanmaktadır. H. SĂ‚mi Efendi, kendini Allah'a ve Allah'ın kullarına hizmete adamış bir Hakk dostu idi. Daha sulûkunun ilk yıllarında "Yaratılanı Yaratan'ından oturu sevmek" esasına bağlı kalarak, hizmeti sohbete, gayreti de himmete vesile bilerek şevkle calışırdı.
Nitekim KelĂ‚mî dergĂ‚hı bağlılarından Cide muftusu H. Huseyin Efendi'ye yaptığı hizmetler her turlu takdirin fevkindedir. Kelamî dergahında bulunan H. Huseyin Efendi son zamanlarında hastalanır. Hastalığının şiddeti her gecen gun artar. Ve nihayet Muftu Efendi yatağından kalkamaz olur. MuridĂ‚n birer hafta nobetleşe bakmaya başlarlar. Hastalığın şiddeti daha da artırınca acele ailesine bir telgraf cekilmesi kararlaştırılır. Bu haberi duyan o zamanlar dergahın en genc muridi bulunan Sami Efendi murşidi Es'ad Efendi'ye:
- Efendim, musaade buyurursanız da Muftu Efendi'ye ben baksam ve Ă‚ilesine telgraf cekilmese, der. Es'ad Efendi de bu teklifi memnûniyetle kabûl eder. H. Sami Efendi bundan sonra tam on sekiz ay Muftu Efendi'ye en guzel şekilde hizmet ederler. Gorenler onun bu hizmetine imrenirler. Muftu Efendi de yaşlı gozlerle:
- Allah'ım! Bana ne ihsanda bulunmuşsan hepsini Sami Efendi'ye bağışlıyorum, diye munacĂ‚tta bulunur. Ve Es'ad Efendi ile goruştuklerinde de:
Sami Efendi evladımız, bize hizmette inşallah Hakk'ın rızasına erdi, diye tebşiratta bulunur.
Aslında hayli zamandan beri dergahtaki hizmetlerin ekserisi bu genc ilmiyeli derviş tarafından gorulmekte imiş meğer. Gece herkes yatağına yattığında o, gizlice kalkar, yapılacak hizmetleri ifĂ‚ eder, her tarafı temizler, suları ısıtır ve oyle yatağına yatarmış. Nitekim Cide muftusu Huseyin Efendi, sağlıklı zamanlarında erken kalkmaya calışıp bu hizmetlerin kimin tarafından yapıldığını oğrenmek istermiş. Fakat ne mumkun. Bir sefer akşamdan yatmamağa karar vererek bir kenara gizlenmiş. Yatağından kalkıp bu hizmetleri goren Sami Efendi tam cop tenekesini alacağı sırada Huseyin Efendi tenekeyi kapar ve:
- Evladım bu hizmeti de fakîre musaade buyur, der.
Sami Efendi nezaketle almak isterse de Huseyin Efendi:
- Allah aşkına bırak deyince Sami Efendi de bu hizmeti ona bırakır.
İrşad vazifesiyle memleketi Adana'ya gonderildiğinde oradan İstanbul'a murşidine hediyeler gondermek adetiydi. Fakat o, hediyelerinin bizzat kendi elinin emeği olmasına buyuk itina gosterirdi. Rivayete gore ekinler bicildikten hasad toplandıktan sonra tarlalara gider, yerlere dokulen başakları toplar, onları guzelce bulgur yapar ve İstanbul'a gonderirdi. O'nun bu hĂ‚line muttali olan babası:
- Oğlum, benim ambarlarım buğday oldu. Nicin Efendi'ne onlardan gondermiyorsun? dedi. O da:
- O kapıya lĂ‚yık olan el emeği, goz nurudur, buyururlar.
H. Sami Efendi Hazretleri kendisini sevenleri ve bağlılarını eski kulturumuze ve bĂ‚-husûs eski harflerle okuyup yazmayı oğrenmeye sevk ederlerdi. Hatta bu yuzden son yıllara kadar eserlerini yeni harflerle neşre musaade etmemişti.
Ayrıca kendileri iyi derecede Fransızca bildikleri halde Batı kokenli kelimelerin Turkce'de kullanılmasından hoşlanmazlar, boyle Fransızca veya Latince asıllı kelimeleri asla kullanmazlardı. Mesela ilacların isimlerini bile Latince adıyla değil, kendilerinin ona taktıkları bir ad veya sıfatla zikrederlerdi. Kırmızı hap, pembe şurup gibi. Bu davranış lisanda ozenti merakıyla Batı kokenli veya uydurma kelime kullanmayı itiyad edinenlere bir ibrettir.
Sohbetlerinde bir ara Rûhûl-beyan Tefsirinden naklen kopeğin on hasletinden ısrarla bahsetmişlerdi de (bk Musahabe VI) hal sahibi bir ihvan "Biz henuz kopeğin mertebesine gelemedik" demekten kendini alamamıştı. Sohbetlerinde nefs duşmanının insana kurduğu tuzaklardan bahseden ve ihsana nefislerinin tehlikesinden korunabilmek icin şunları tavsiye buyururlardı:
1-Aclık ve az yemek, oruca devam,
2-Az uyumak ve teheccude devam,
3-Huşû ile ibadet, mĂ‚nĂ‚sını duşunerek Kur'an okumak,
4-Zikr-i daim icinde bulunmak,
5-Salih ve sadıklarla beraber olmak.
SĂ‚mi Efendi, daima huzûr-i ilahîde bulunduğu ve her nefesinin son nefesi olabileceği duşuncesiyle daima abdestli bulunmaya ve abdest ustune abdest almaya buyuk itina gosterirdi. Nitekim onun muhasebesini tuttuğu bir zatın tesbitine gore Efendi defterleri abdestli yazardı. Yazma işi bitince defterleri kaldırır, abdest alır, biraz Kur'Ă‚n okurdu. Az sonra ezan okununca bu sefer namaz icin tekrar abdest alırlardı.
Onun irşaddaki usûlu Nebevî uslûpta idi. insanların kusurlarını yuzlerine vurmaz, hatalarından dolayı onları azarlamaz ve hele nefsi icin hic kızmazdı. Onlara ornek olmak sûretiyle irşad etmeyi tercih ederdi. İrşadda en gecerli yol da budur. Cunku irşad halkaları merkezden muhite doğru yayılır. "Once nefsinden başlamak' esastır. Hic kimseye acıkca "şunu yap, şunu yapma" demez, dolayısıyla bunu ihsas ettirmeye calışırdı. Hic kimseye "Bizden ders al, bizim sohbetimize katıl gibi emirler vermezdi. Hatta kendileri dikkat cekecek, fitne uyandıracak ve riyĂ‚ya dĂ‚vetiye cıkaracak şekle muteallik şeylerden husûsiyle sakınırdı.
Ancak yakınlarını helal kazanca, faize bulaşmamaya teşvik ederler, bazan bunu samimi bulduklarına acıkca soylerlerdi. Değilse dolaylı olarak ifade buyururlardı.
Şohretten ve aşırı hurmetten cok rahatsız olurlardı. Nitekim İstanbul Tahtakale'de calıştığı yıllarda onceleri oğle ve ikindi namazlarında Rustempaşa ve Marpuccular camilerine cemaata devam ederlerdi. Camide kendisini tanıyanların aşırı tĂ‚zim ve hurmeti onu rahatsız etmiş, bilĂ‚hare bu namazları yazıhanede kılmaya başlamışlardır. Yalnız, ihvĂ‚na;
- Siz cemaata devam edin, o şeref ve faziletten mahrum kalmayın, buyurmuşlardır.
Reisu'l-kurra ve hĂ‚dimu'l-Kur'Ă‚n Gonenli Mehmed Efendi onun hakkında "SĂ‚mi Efendi bu ummetin en buyuğu idi. Başka ne soylense boştur " demişti.
Ali Yakub Hoca Efendi de:"Takva bĂ‚bında butun evsĂ‚fıyla selef-i salihin zĂ‚hid ve Ă‚bidlerini andıran bu zatın kemĂ‚lĂ‚t-ı mĂ‚neviyesi hakkında soz soylemek bizim gibi nacîz bir abdı acizin kĂ‚rı değildir." der.
MĂ‚hir İz Hoca Efendi, gorduğu bir ruya uzerine muhıbb ve bağlıları arasına katıldığı H. SĂ‚mi Efendi Hazretleri hakkında "O Hazreti Sami'dir. Biz devri pĂ‚dışĂ‚hîden beri neler gorduk, fakat boylesine tesaduf etmedik" diyordu.
Bekir Haki Efendi de SĂ‚mi Efendi'yi sevip takdir edenlerdendi ve SĂ‚mi Efendinin bir sohbetinden donerken şunları soyluyordu.
"Bu zenginleri saatlerce diz ustu sessizce oturtmak. Boğazdan gelen bir gemiyi Sarayburnu'nda bağlamaktan daha zordur. Bizler bu işi yapamayız. Bunu ancak SĂ‚mi Efendi yapabilir."
Bekir Haki Efendi belki bunları soylerken Es'ad Efendi'nin SĂ‚mi Efendi'ye verdiği icazetnamede cizdiği irşad stratejisinden habersizdi. Es'ad Efendi şoyle diyordu:
İcazetnamede "Ne ticaret, ne de alışverişin Allah'ın zikrinden alıkoyamadığı kimseler vardır." (Nur, 37) ayeti celîlesinin ilan hukumlerine vakıf olan muhterem ihvanımıza arz edebilirim ki, bĂ‚tınını tasfiye ve nefsim tezkiyeye talib olanların... SĂ‚mi Efendi'nin sohbetlerine devam ve acıklayacağı usûl ve adaba gosterecekleri gayret ve ihtimam sayesinde bu isteklerine kavuşacaklarda şuphe yoktur. " (Mektubat, 134 Mektup sh. 361)
HATIRALAR
TEBLİĞDE EŞSİZ NEZÂKET
1963'un Temmuzunda Uskudar da bir dostumuzun evinde nişan cemiyetindeydik. Merhum Ustadımız SĂ‚mi Efendi (k.s.) Hazretleri de teşrif etmişlerdi.
Aşr-i şerif ve sohbetten sonra sıra nişan yuzuğunun takılmasına gelmişti. Nadide bir tepsi uzerinde altın bir yuzuk getirildi. Kendilerine yuzuğu takmak hususunda istirham da bulunuldu ise de o anda konu ile ilgili hicbir şey soylemeyerek yuzuğun bir başkası tarafından takılmasını uygun gorduler.
İkindi namazı yaklaşmıştı. Abdestleri olduğu halde her zamanki adetleri uzere abdest uzerine abdest aldılar ve abdestten sonra, damadı ozel olarak yanlarına cağırdılar. Tatlı ve anlamlı bir tebessumle ve yumuşak bir edĂ‚ ile:
- Evlat! Biz, bu altın yuzuklerimizi hanımlarımıza hediye ettik. Siz de bunu hanımınıza hediye edersiniz, inşaallah buyurdular ve manen eşsiz değerdeki gumuş yuzuğunu mubarek parmağından cıkararak,
- "Bunu da size nişan yuzuğunuz olarak hediye ediyorum." buyurdular. Kendisine uzatılan parmaktaki altın yuzuğun yerine buyuk bir nezaketle kendi yuzuklerini taktılar. Hayır duada bulundular.
Muhterem Ustaz Hazretlerinin irşad ve tebliğdeki bu incelik, nezaket ve hassasiyetten ne kadar ibret vericidir.
__________________