Arapca bir kelime olan "Cevşen, sozlukte "bir tur zırh, savaş; elbisesi" anlamına gelmektedir. Terim olarak Şiî kaynaklarında Ehl-i Beyt tarîkıyle Hz. Peygamber'e isnad edilip Cevşen-i Kebîr ve Cevşen-i Sagîr diye bilinen, metinleri birbirinden farklı iki duĂ‚nın ortak adıdır.
Cevşen-i Kebir: Diğerine nisbetle cok daha meşhûr olup (Cevşen) denilince genellikle bu duĂ‚ akla gelir. MusĂ‚ el-KĂ‚zım - Ca'fer es-SĂ‚dık - Muhammed el-BĂ‚kır - ZeynelĂ‚bidîn - Hz. Huseyin ve Hz. Ali tarîkıyle Hz. Peygamber'e isnĂ‚d edilir?
Anlatıldığına gore Asr-ı saĂ‚det'te cereyan eden savaşların birinde (bir rivĂ‚yette Uhud'da) muharebenin kızıştığı ve uzerindeki zırhın kendisini fazlasıyla sıktığı bir sırada Hz. Peygamber ellerini acarak Allah'a duĂ‚ etmiş, bunun uzerine gok kapıları acılarak CebrĂ‚il gelmiş ve "Ey Muhammed! Rabbin sana selĂ‚m ediyor ve uzerindeki zırhı cıkarıp bu duĂ‚yı okumanı istiyor. Bu duĂ‚ hem sana hem de ummetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacak." demiştir. Olayla ilgili Şiî kaynakları, CebrĂ‚il'in Hz. Peygamber'e soz konusu duĂ‚nın onemi ve fazîletiyle ilgili geniş bilgi verdiğini de kaydeder?
Cevşen-i Kebîr, her biri Allah'ın isim ve sıfatlarından on tanesini ihtivĂ‚ eden yuz bolumden ibaret uzunca bir duĂ‚dır. Her bolumun sonunda "SubhĂ‚neke yĂ‚ lĂ‚ ilĂ‚he illĂ‚ ente'l-emĂ‚ne'l-emĂ‚n hallisnĂ‚/ecirnĂ‚/neccinĂ‚ mine'n-nĂ‚r" (SubhĂ‚nsın yĂ‚ Rab! Sen'den başka yoktur ilĂ‚h! EmĂ‚n diliyoruz Sen'den, Koru bizi Cehennem'den!) ibaresi tekrarlanmaktadır.
Bu yuz bolumden yirmi beşinin başında "ve es'eluke bi-esmĂ‚ik" ibaresi bulunmakta ve "yĂ‚ Allah, yĂ‚ RahmĂ‚n, yĂ‚ Rahîm" şeklinde Allah'a ait isimleri ihtiva etmektedir. Bu ifade ile başlayan her bolum arasında ise genellikle uc paragraf hĂ‚linde "YĂ‚ hayra'l-GĂ‚firîn" ibaresiyle başlayıp devam eden değişik munĂ‚catlar şeklinde duĂ‚lar yer alır. Boylece duĂ‚nın tamamı Allah'a ait iki yuz elli isim ile yedi yuz elli sıfat ve munĂ‚cĂ‚tı kapsamış olur. Butun bu munĂ‚catların ana gayesi, duĂ‚nın muhtevasından ve her faslın sonunda tekrarlanan "el-EmĂ‚n el-EmĂ‚n hallisnĂ‚ mine'n-nĂ‚r" ifadesinden de anlaşılacağı gibi, dunya Ă‚fetlerinden ve Ă‚hiret azabından kurtuluş niyaz edilmektedir.
Cevşen-i Kebîr ozellikle Şiî dunyasında oldukca rağbet gormuş, gerek mustakil olarak, gerekse ceşitli duĂ‚ mecmuaları icinde bircok defa basılmış ve şerhleri yapılmıştır?
Muhtevasının guzelliği, ifadelerinin akıcılığı ve okunduğunda elde edilebilecek dunyevî ve uhrevî iyi sonuclara dair rivayetlerin cokluğu sebebiyle olacaktır ki Cevşen-i Kebîr Turkiye'de bazı Sunnî Muslumanlar arasında da ilgiyle karşılanmıştır. DuĂ‚yı Ahmed ZiyĂ‚eddin GumuşhĂ‚nevî, tarikata dair bircok evrĂ‚d ve ezkĂ‚rı derlediği Mecmûatu'l-AhzĂ‚b adlı eserinde nakletmiş, daha sonra ozellikle RisĂ‚le-i Nûr talebeleri tarafından mustakil olarak bircok defa basılmış ve Turkceye de tercumeleri yapılmıştır.
Şiî kaynaklarında zikredilen metinle bu eserlerdeki metin arasında bazı bolumler ile isim ve sıfatların sıralanışında takdim ve tehirler, bazı kelime ve harflerde değişiklikler, ozellikle bolumlerin başlangıc ve bitimlerinde tekrarlanan cumlelerde eksiklik veya fazlalıklar goze carpmaktadır. Yine bu kitaplarda 100. bolumden sonra zikredilen ve "Allahumme rabbenĂ‚" diye başlayan kısım da rivĂ‚yetin aslında mevcut değildir. Bu farklılıklar, Turkiye'de basılan kitapların duĂ‚yı Şiî kaynaklarından değil, Mecmûatu'l-AhzĂ‚b'da rivĂ‚yetin aslına ve kaynağına işaret edilmeden nakledilen metinden almalarından kaynaklanmaktadır. Cevşen-i Kebîr'in Suleymaniye Kutuphanesi'nde mustensihi ve istinsah tarihi bilinmeyen bir nushası mevcuttur(el-Cevşenu'l-Kebîr, Hacı Mahmud Efendi, nr.1986/4, vr.62a-77b)."1
Cevşen ile ilgili Bazı iddialara Cevaplar
a. RivĂ‚yet yonuyle yapılan tenkit:
Bu konudaki tenkit: "Cevşen'in Sunnî kaynaklarda ve Şiîler'ce muteber kabul edilen Kutub-u Erbaa'da bulunmaması, sadece dua mecmuaları gibi ikinci derecede bazı kitaplarda mevcut olması bunun sahih olmadığını gosterir"2 şeklindeki iddiadır.
Cevşen ile ilgili rivĂ‚yetlerin, hadîs usûlunde kabul edilen rivayet usulleri ve ozellikle hadîsin kabulunu gerektiren mutevĂ‚tir, sahih, hasen kategorileri icerisinde olmaması, Cevşen'in sıhhatine golge duşurmuştur. Ustelik bunun MusĂ‚ el-KĂ‚zım - Ca'fer es-SĂ‚dık - Muhammed el-BĂ‚kır - ZeynelĂ‚bidîn - Hz. Huseyin ve Hz. Ali tarîkıyle Hz. Peygamber'e isnĂ‚d edilmesi, yani hep ŞiĂ‚'nın sahip cıktığı şahsiyetler yoluyla intikali, Sunnî dunyanın bu rivayeti goz ardı etme neticesini vermiştir. Yalnız bu husus, sened tenkidi acısından yapılan bir değerlendirmedir. Bunun ise Cevşen'in mana ve muhtevasına menfî yonden bir tesirinin olması duşunulemez. Ayrıca, Hz. Ali veya ondan sonraki donemler icinde cıkan Sunnî-Şiî ihtilĂ‚fı sadece Cevşen değil, sayılamayacak kadar cok sahih hadislerin gerek Sunnî, gerekse Şiî kaynaklarında yer almamasına neden olmuştur. Oyleyse bazılarının ortaya cıkıp "Cevşen'in Sunnî kaynaklarda bulunmayıp, sadece, Şiîler'ce muteber kabul edilen Kutub-u Erbaa'da bulunması, bunun uydurma olduğunu gosterir"3 demelerinin aklî, mantıkî ve islĂ‚mî bir temeli olmasa gerektir. Bu konuda Sunnî ve Şiî dunyasının hadîs usûl kitapları, hadîsi kabul (ahz-ı hadîs) şartları acısından incelense ve elde edilen bilgiler ışığında hadîs kitapları mukĂ‚yese edilse, karşımızda Cevşen orneğinde olduğu gibi bircok sahih hadîsin cıkacağı muhakkaktır. Fakat ne yazık ki, Şunnî-Şiî ihtilĂ‚fı ve mezhep taassubu bu tur bilgilerin sadece Sunnî veya sadece Şiîler'in malı olmasını sağlamıştır.
Bu konuda son olarak şunu soyleyebiliriz; Gumuşhanevî hazretlerinin Mecmûatu'l-AhzĂ‚b adlı eserinde Cevşen'i nakletmesi ve Bediuzzaman hazretlerinin de bu duĂ‚yı Mecmûatu'l-AhzĂ‚b'ın icinden cıkartıp talebelerine vird u zebĂ‚n etmelerini emretmesi, bu zatların senet acısından yukarıda ifade edilen olumsuzluklara rağmen, bunu kabullendiklerini gosterir.4
Metin tenkidinde bulunanlara da kısaca şoyle diyebiliriz; acaba Cevşen'in metninde Kur'an'a zıt birşey var mıdır? Hayır, bilĂ‚kis, Bediuzzaman'ın ifadesiyle Cevşen'in Kur'an'a zıt olması bir yana, o bizzat Kur'an'dan alınmış bir duĂ‚dır. "Yani, bin bir esmĂ‚-i ilĂ‚hiyeye sarîhan ve işĂ‚reten bakan ve bir cihette Kur'an'dan cıkan bir hĂ‚rika munĂ‚cat olan ve marifetullahta terakkî eden butun Ă‚riflerin munĂ‚cĂ‚tlarının fevkinde bulunan...(bir duadır)."5
b. Fazîletiyle ilgili Uydurma RivĂ‚yetler Yonunden Tenkit:
Şiî kaynaklarına dayalı olarak rivĂ‚yet edilen Cevşen'in faziletine dair bazı hadisler, ehl-i sunnet'in prensipleri doğrultusunda kabule şĂ‚yan değildir. MeselĂ‚, "Cevşen'i okuyan dort semavî kitabı okumuş gibi olur", "Bunu okuyan asla Cehennem'e girmez" veya "Uzerinde Cevşen yazılı kefenle gomulen kişi kabir azabı gormez"... gibi. Yalnız bu ve benzeri rivayetlerin hepsinin Allah Resûlu'ne isnad edilmemekte olduğunu da bilmekte fayda vardır. İhtimal bunları bu duĂ‚ya kudsiyet kazandırma duşuncesiyle -ehl-i beyt imamları kanalıyla geldiği icin- bazı ifratkĂ‚r kişiler uydurmuş olabilir. Fakat Cevşen'in fazîletine ait aşırı dozda kabul edilebilecek bu şeyler Cevşen'in aslına, mahiyet ve muhtevasına yani onun hĂ‚lis duĂ‚ olma ozelliğine halel verecek değildir. Bir diğer ifadeyle fazileti hakkında soylenen bu sozler dolayısıyla "Cevşen uydurmadır" demenin hicbir mantıkî ve İslĂ‚mî dayanağı yoktur.6
c.Bu Kadar Uzun Bir DuĂ‚nın Ezberlenerek RivĂ‚yet Edilmesi Mumkun Değildir iddiası:
Bu husustaki tenkit ise: "Hz. Peygamber (s.a.s.)'e nisbet edilmiş bir hadîs olarak rivayet edilen yaklaşık on beş sayfalık metnin sahih olması mumkun gorunmemektedir. Zira bu metin, bilinen bir olayı, bir kıssayı veya tarihî bir vakayı anlatan, hafızada tutulması kolay metinlerden farklı olarak her kelime ve cumlesinin buyuk bir titizlikle zaptedilip tekrarlanması, Hz. Peygamber'den alınıp rivayet edilmesi imkĂ‚nsız denecek kadar guctur."7 şeklindeki iddiadır.
Bu konu ile alĂ‚kalı uzun acıklamalarda bulunulabilir. Ezcumle: Hadîs rivayetinde kabullenilen prensipler acısından, sahabe-i kirĂ‚m'ın oncelikle hassasiyeti, ote yandan hepsinin birer hafıza dahisi olduğu, şifahî kultur diye adlandırabileceğimiz bir şekilde, metinlerin aynıyla nesilden nesile intikali -ki bunların hepsi en ince ayrıntılarına kadar hadîs usûlu kitaplarında ele alınmış ve anlatılmıştır- acısından Cevşen ilmî bir incelemeye tabi tutulabilir. Buna gore Cevşen'in metin yonuyle sahih olamayacağına gerekce olarak getirilen bu sozlerin, islĂ‚mî bir temeli yoktur. Bu konuda vak'alar kendi dilleriyle bu gerekceyi yalanlamaktadır. Zira hadis kitaplarında, kelimesi kelimesine aynı cıkan nice farklı ravilerin rivayet ettikleri hadisler vardır. Bunlardan hareketle Cevşen'i de icine alacak şekilde bir genelleme yapmak elbette doğru olmaz. Fakat bu durum meseleye en azından ihtiyatlı bir şekilde yaklaşmamızı icab ettirir. Ezbere yapılacak olan bu tur indî ve şahsî yorumlar, tahminler, kanaatler ilmî usûl ve adaba yaraşmayan şeylerdir.8
Ayrıca, hadisleri bize rivayet eden devĂ‚sĂ‚ kametler, aynı zamanda maneviyat Ă‚lemlerinin sultanları -derece farkı mahfuz- hukmundedirler. İslĂ‚m'ın derunî hayat adına getirdiği prensipleri, hic odun vermeden tatbîk eden bu insanların "geceleri gunduz" kadar aydındır. Bizim idrak ufkumuzun cok otesinde bu buyuk insanlar, Allah Resûlu ile manevî bağlarını daima muhafaza etmişlerdir. Değil ruyada, yakazaten Nebiler Sultanı ile defalarca goruştuklerini, sıhhati uzerinde şuphe edilen bir hadîsi Efendimiz'e arz edip, cevap aldıklarını bizatihi kendileri bizlere ifade etmişlerdir. Yalnız hemen belirtelim, bu tur bilgiler, İslĂ‚m'ın genel gecer kaidelerine gore objektif değil, subjektiftir. Yani bunların inanc ve amel platformunda bağlayıcılıkları bahis mevzuu değildir. inanan inanır, gereğine gore amel eder; inanmayan da gunaha girmez ama buyuk bir hayır kapısını kendi elleriyle kendi hakkında kapatmış olur.9
Cevşen'in uzunluğundan dolayı kelimesi kelimesine ezberlenip rivayetini uzak gorenlerin gozden kacırdıkları bir konu da; Cevşen'den cok daha uzun olan ve genellikle kucuk yaşta Kur'an'ın ezberlenmesi meselesidir. Bu kadar uzun bir metni Ă‚deta noktası ve virgulune kadar, bir harekesini dahi yanlış okumadan -hatta kurrĂ‚ olanlarının kıraĂ‚t farklılıklarına varıncaya kadar- ezberlemeleri ve genellikle unutmamaları; bir cok yeri itibariyle Kur'an metnine benzerlik arz eden ve Kur'an'dan Ă‚yetler olan Cevşen gibi uzunca bir duĂ‚nın da rahatlıkla ve daha kolay bir şekilde ezberlenebileceğinin acık bir delilidir.
Bediuzzaman Said Nursî'nin Cevşen ile ilgili Goruşleri
a. Bediuzzaman, el-Cevşenu'l-Kebîr'in oncelikle Hz. Peygamber (s.a.s.)'in duĂ‚sı olduğunu ve onu okuduğundan kısaca şoyle bahseder:
"Oyle de, cok esmĂ‚ya mazhar ve cok vazifelerle mukellef ve cok duşmanlara muptelĂ‚ olan insan, munĂ‚cĂ‚tında, istiĂ‚zesinde cok isimleri zikreder. Nasıl ki, nev-i insanın medĂ‚r-ı fahri ve elhak en hakikî insan-ı kĂ‚mil olan Muhammed-i Arabî AleyhissalĂ‚tu VesselĂ‚m, el-Cevşenu'I-Kebîr namındaki munĂ‚cĂ‚tında bin bir ismiyle duĂ‚ ediyor, ateşten istiĂ‚ze ediyor".10
-
"(Hz. Peygamber AleyhisselĂ‚m'ın), hem binler dua ve munĂ‚cĂ‚tlarından el-Cevşenu'l-Kebîr ile, oyle bir marifet-i Rabbaniye ile, oyle bir derecede Rabbini tavsif ediyor ki, o zamandan beri gelen ehl-i marifet ve ehl-i velĂ‚yet, telĂ‚huk-u efkĂ‚rla beraber, ne o mertebe-i marifete ve ne de o derece-i tavsîfe yetişememeleri gosteriyor ki, duĂ‚da dahi onun misli yoktur. RisĂ‚le-i munĂ‚cĂ‚tın başında el-Cevşenu'l-Kebîr'in doksan dokuz fıkrasından bir fıkrasının kısacık bir meĂ‚linin beyan edildiği yere bakan adam, "Cevşen"in dahi misli yoktur diyecek."11 Boylece Bediuzzaman Cevşen'in rivayet olarak Hz. Peygamber'e isnadının sahih olduğunu kabul etmiş olmaktadır.
-
b. Bediuzzaman, el-Cevşenu'l-Kebîr'in, Kur'an'dan cıkan bir munĂ‚cĂ‚t olduğunu belirterek, muhtevasının Kur'an'a uygun olduğuna işaret etmiştir. O, bu konuda şoyle demektedir:
"Yani, bin bir esmĂ‚-i ilĂ‚hiyeye sarîhan ve işĂ‚reten bakan ve bir cihette Kur'an'dan cıkan bir hĂ‚rika munĂ‚cĂ‚t olan ve marifetullahta terakkî eden butun Ă‚riflerin munĂ‚cĂ‚tlarının fevkinde bulunan ve bir gazvede: "Zırhı cıkar, onun yerine bu Cevşen'i oku" diye CebrĂ‚îl vahiy getiren el-Cevşenu'l-Kebîr MunĂ‚cĂ‚tı icindeki hakîkatler ve tam tamına Rabbine karşı tavsifler, Muhammed'in (s.a.s.) RisĂ‚letine ve hakkaniyetine şehĂ‚det ettiği gibi..."12
-
c. Bediuzzaman duĂ‚nın kabulunun şartlarından bahsederken, el-Cevşenu'l-Kebîr'den de bahsederek onun nasıl okunacağı hususunda bilgi verir:
"Ubûdiyet, emr-i ilĂ‚hiye ve rızĂ‚-ı ilĂ‚hiye bakar. Ubûdiyetin dĂ‚isi emr-i ilĂ‚hî ve neticesi rızĂ‚-yı Haktır. SemerĂ‚tı ve fevĂ‚idi uhreviyedir. Fakat ille-i gĂ‚iye olmamak, hem kasten istenilmemek şartıyla, dunyaya ait faydalar ve kendi kendine terettup eden ve istenilmeyerek verilen semereler, ubûdiyete munĂ‚fî olmaz. Belki zayıflar icin muşevvik ve mureccih hukmune gecerler. Eğer o dunyaya ait faydalar ve menfaatler o ubûdiyete, o virde veya o zikre illet veya illetin bir cuz'u olsa, o ubûdiyeti kısmen iptal eder. Belki o hĂ‚siyetli virdi akîm bırakır, netice vermez.
-
işte bu sırrı anlamayanlar, meselĂ‚ yuz hĂ‚siyeti ve faydası bulunan EvrĂ‚d-ı Kudsiye-i ŞĂ‚h-ı Nakşibendî'yi veya bin hĂ‚siyeti bulunan el-Cevşenu'l-Kebîr'i, o faydaların bazılarını maksûd-u bizzat niyet ederek okuyorlar. O faydaları goremiyorlar ve goremeyecekler ve gormeye de hakları yoktur. Cunku o faydalar, o evradların illeti olamaz ve ondan, onlar kasten ve bizzat istenilmeyecek. Cunku onlar fazlî bir surette, o hĂ‚lis virde talepsiz terettup eder. Onları niyet etse, ihlĂ‚sı bir derece bozulur. Belki ubûdiyetten cıkar ve kıymetten duşer.
Yalnız bu kadar var ki, boyle hĂ‚siyetli evrĂ‚dı okumak icin, zayıf insanlar ve muşevvik ve mureccihe muhtactırlar. O faydaları duşunup, şevke gelip, o evrĂ‚dı sırf rızĂ‚-yı ilĂ‚hî icin Ă‚hiret icin okusa zarar vermez. Hem de makbûldur. Bu hikmet anlaşılmadığından, coklar, aktĂ‚bdan ve Selef-i sĂ‚lihînden mervî olan faydaları gormediklerinden şupheye duşer, hatta inkĂ‚r da eder".13
d. Cevşen, surekli okunduğunda, okuyana birtakım maddî-manevî faydaları vardır ki, bircok ehl-i keşif ve İslĂ‚m Ă‚limi buna işaret etmişlerdir. Bunlardan birisi olarak Bediuzzaman da, el-Cevşenu'l-Kebîr'i okuma neticesinde gorduğu faydalardan şoyle bahseder:
"MunĂ‚fık duşmanlarımın maddî ve manevî zehirlerine karşı gerci Cevşen ve EvrĂ‚d-ı Kudsiye-i ŞĂ‚h-ı Nakşibend beni olum tehlikesinden, belki yirmi defa kudsiyetleriyle kurtardılar...".14
-
"Kardeşlerim, merak etmeyiniz, Cevşen ve EvrĂ‚d-ı BahĂ‚iye bu defa dahi o dehşetli zehrin tehlikesine galebe etti. Tehlike devresi gecti, fakat hastalık devam ediyor".15
-
e. Daha once de dediğimiz gibi bazı zatlar, el-Cevşenu'l-Kebîr okumaya verilen sevaplar ile ilgili rivĂ‚yetlerin uydurma olabileceği duşuncesiyle Cevşen'i de inkĂ‚r yoluna gitmişlerdir. Biz bunlara kısaca cevap vermiştik. Bediuzzaman'ın hayatında da aynı hĂ‚dise cereyan etmiş ve şoyle cevap vermiştir:
- "Azîz, Sıddîk Kardeşlerim,
Bir bicare vesveseli ve hassas ve dinsizlerle goruşen bir adam, meşhûr duĂ‚-i Nebevî olan el-Cevşenu'l-Kebîr hakkında ve akıl hĂ‚ricindeki sevap ve fazîletine dair bir hadîsi gormuş, şupheye duşmuş. Demiş: "RĂ‚vî, Ehl-i Beyt'in imamlarındandır. Halbuki hadsiz bir mubĂ‚lağa gorunuyor. MeselĂ‚, icinde der: "Bu duaya Kur'an kadar sevap verilir". Hem "Goklerdeki buyuk melĂ‚ikeler, o duĂ‚ sahibini gordukce kursîlerinden inip ona pek buyuk bir tevazu ile hurmet ederler". Bu ise, aklın ve mantığın mikyaslarına gelmez" diye, RisĂ‚le-i Nur'dan imdad istedi. Ben de Kur'an'dan ve Cevşen'den ve Nurlar'dan gayet kat'î ve tam akıl ve hikmete mutĂ‚bık bir cevap verdim. Size gayet kısa bir icmĂ‚lini beyan ediyorum. Şoyle ki, ona dedim:
EvvelĂ‚: Yirmi Dorduncu Soz'un ucuncu dalında on adet "usûl" var, boyle şupheleri esasıyla keser, izĂ‚le eder. Ona bak, cevabını al.
SĂ‚niyen: Her gun butun ummet kadar hasenĂ‚t ona işlenen ve butun ummetin saĂ‚detlerine yardım eden ve ism-i a'zĂ‚m'ın mazharı ve kĂ‚inatın cekirdek-i asliyesi, hem en mukemmel ve cĂ‚mi meyvesi olan zĂ‚t-ı Ahmediye AleyhissalĂ‚tu VesselĂ‚m, o duĂ‚nın kendi hakkında o azîm mertebesini gormuş, ona haber veren CebrĂ‚îl AleyhisselĂ‚m'dan işitmiş, başkalarını kendine kıyas etmiş veya edilmiş. Demek o pek fevkalĂ‚de sevap, zĂ‚t-ı Ahmediye'nin velĂ‚yet-i kubrĂ‚sından ona gelmiş. Kullî, umumî değil, belki o duĂ‚nın mahiyetinde boyle harika bir kıymet var ve ism-i A'zĂ‚m mazharı olan ZĂ‚tın tebaiyetiyle başkalara dahi o sevap mumkundur; fakat gayet ehemmiyetli şartları var, yalnız okumak kĂ‚fi gelmez. Yoksa muvĂ‚zene-i ahkĂ‚mı bozar, farzlara ilişir.
SĂ‚lisen: O duĂ‚, nasil ki zĂ‚t-ı Ahmediye'ye baktığı vakit mubĂ‚lağadan munezzeh ve aynı hakîkat oluyor. Oyle de, o duadaki yuzer EsmĂ‚-i HusnĂ‚'nın hakikatlerine baktığı zaman, değil mubĂ‚lağa, belki onların nihĂ‚yetsiz tecellilerinden gelmesi mumkun, ve gelebilen feyizlerin nihĂ‚yetsizliğini gostermek icin pek az bir kısmını Muhbir-i SĂ‚dık AleyhisselĂ‚m haber vermiş ve teşvik icin muphem ve mutlak bırakmış. Sonra, murûr-u zamanla o kaziye-i mumkine ve mutlaka, bilfiil vĂ‚ki ve kulliye telĂ‚kkî edilmiş.
RĂ‚bian: Yirminci Lem'a-i ihlĂ‚sda, bir adama beş yuz senelik bir genişlikte bir Cennet verilmesine dair olan bir hĂ‚şiye var. Ona da bak, gor ki, o koca Cennet'in verilmesi, bilmediğimiz tarzda bir mĂ‚likiyet değil, belki insan nasıl husûsî hanesine cok cihetlerle mĂ‚liktir, sahiptir; oyle de, zemin yuzundeki şeylere cok duygularıyla mĂ‚liktir, tasarruf ve istifade edebilir. Hem, koca dunyayı, benim hanemdir, bana vermiş ve guneş lĂ‚mbamdır diyebilir.
Demek bazı fevkalhad, harika ve akıl haricindeki bir kısım sevaplar, bu mezkûr hakikate bakar.
Hem İslĂ‚miyet'te her sevabın, her fazîlet-i a'mĂ‚lin en evvel mazharı ve bizlerin bir duada bir zerre sevabımızda, o duĂ‚da bir dağ kadar sevap ve feyzi kazanan zĂ‚t-ı Ahmediye (s.a.s.), husûsî virdler ve duĂ‚lar ve şeriat ve risĂ‚let cihetiyle değil, belki velĂ‚yet-i Ahmediye noktasında ve umûmî olmayan derslerinden kendine verilen en yuksek mertebeyi beyan eder. Kendine tam tebĂ‚iyet eden has vĂ‚rislerini, o noktalara teşvik eder.
"Gercek Allah katındadır. Gaybı ancak Allah bilir" dedim. O vesvese edip şuphelere duşen adam, lillĂ‚hilhamd, kurtuldu, tam kanaati geldi. Belki sizin bazılarınıza faydası var diye size de gonderdim. Umûmunuza binler selĂ‚m...".16
f. Bediuzzaman, el-Cevşenu'l-Kebîr'i devamlı okumuş, talebelerine okumalarını tavsiye etmiş ve Cevşen'i kendisi gibi talebelerinin de vird edindiklerini bildirmiştir:
"...Nazif, buyuk bir hayır yapmak icin Risale-i Nur talebelerinin ehemmiyetli bir virdi olan el-Cevşenu'l-Kebîr'i makine ile teksir etmiş. Bunun sevabına dair, hĂ‚şiyesindeki pek harika ve muteşabih hadislerden faziletine dair olan parcayı beraber teksir etmek icin bana yazmıştı.
Ben de dedim: Otuz beş seneden beri her gun Cevşen'i okuduğum hĂ‚lde o haşiyeyi uc dort defadan ziyade okumadım... İnşallah yakında o mubarek el-Cevşenu'l-Kebîr, Risale-i Nur talebelerinin şevkiyle tenvîr edecek."17
M. Fethullah Gulen (Hocaefendi)'nin
Cevşen Hakkındaki Goruşu
Fethullah GULEN (Hocaefendi)'nin, Cevşen ile ilgili sorulan bir soruya verdikleri cevap:
"Cevşen hakkında Muslumanlar arasında farklı goruşler var. Bazıları onu baş tacı yaparken, bazıları da alabildiğine ilgisiz, hattĂ‚ habersiz. Bu sebeple, bizleri Cevşen hakkında aydınlatır mısınız."
Cevap: Cevşen ile ilgili pek cok duşunce ve goruş ortaya atılmıştır. Daha cok Şiî kaynaklardan gelmiş olması, Ehl-i Sunnet'in Cevşen'e karşı soğuk davranmasına sebep olmuştur. Ancak bizim Cevşen ile ilgili mulĂ‚hazamız biraz husûsiyet arz etmektedir. Onun icin de başkalarına ait goruşlerin naklinden daha cok, biz burada kendi mulĂ‚hazamızı aktarmak istiyoruz:
1. Cevşen halisane yapılmış bir duĂ‚dır. Onun hangi cumle ve kelimesi ele alınırsa alınsın, damla damla ihlĂ‚s ve samimiyet yuklu duĂ‚ takattur eder. Durum boyle olunca, Cevşen kime izĂ‚fe edilirse edilsin, ozdeki bu husûsiyete tesir etmemeli. Burada, "bir sozun Efendimiz'e izafesiyle bir başkasına izafesi arasında fark yoktur." demek istemiyoruz elbette. Demek istediğimiz şudur: Cevşen'in asgarî vasfı onun bir duĂ‚ olmasıdır. Başka hicbir ozelliği bulunmasa, sadece onun bu ozelliği bile, Cevşen'e bir değer ve kıymet atfetmek icin yeterli bir sebeptir. Halbuki onun daha nice ozellikleri vardır ki, diğer maddelerde bazılarına işaret edilecektir. Oyleyse, sadece senedine Ă‚it şaibeden dolayı Cevşen'i tenkit pek haklı bir davranış olmasa gerek.
2. Efendimize ait sozlerin butun beşer sozlerine bir ruchĂ‚niyet ve ustunluğu vardır. Ona ait beyan ve sozleri secip tanımada maharet kazanmışlara gizli kalmayacak bir gercektir ki, Cevşen baştan sona peygamberane ifadelerle bezeli bir edĂ‚ya sahiptir. Bu sebeple de duĂ‚da ona ait malzemeleri kullanmak hem onemli, hem de kabule daha yakındır. Fakat yine de, bu bir tercih meselesidir. Yoksa insan namazın dışındaki duĂ‚ları hangi dille yaparsa yapsın bu durum duĂ‚nın aslına tesir etmez; zira CenĂ‚b-ı Hak butun dilleri bilir ve duĂ‚ya icĂ‚bette sadece duĂ‚nın samimi ve gonulden olmasını esas alır. Zaten dillerin ve renklerin ayrı ayrı oluşu O'nun kudretini ele veren Ă‚yetlerden değil mi?
3. Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi Sunnî kaynaklar Cevşen'e yer vermezler. Sadece HĂ‚kim'in Mustedrek'inde Cevşen'den birkac fıkrayı gorebiliriz. Onun dışındaki eserlerde ben şimdiye kadar, Cevşen'e ait ibare ve ifadelerin birkacının bile nakledildiğini gormedim. Ancak bu tamamen senede ait bir husûsiyete dayanılarak alınmış muşterek tavrın tezĂ‚hurunden başka bir şey değildir ve Cevşen'in değerine menfî yonde etki edecek bir ağırlığı da yoktur. Nitekim BuhĂ‚rî ve Muslim'in rivĂ‚yet ettiği pek cok hadîs var ki, aynı hadisleri cok kucuk farklarla, hatta bazen aynı şekliyle Kuleynî'nin el-KĂ‚fî'inde yer almaktadır. Ne var ki, Ehl-i Sunnet Ă‚limleri, Kuleynî'den tek bir nakilde dahi bulunmamışlardır. HĂ‚lbuki onda yer alan hadisler, BuhĂ‚rî ve Muslim'de de yer aldıklarına gore hem senet, hem de lĂ‚fız itibariyle cerhi soz konusu olmayan hadislerdir. Ancak, el-KĂ‚fî'de yer alan hadisleri daha cok Şiî imamlar nakletmişler ve bu sebeple de Sunnîlerce, daha işin başında endişeyle karşılanmışlardır. Cevşen icin de aynı durum soz konusu olmuştur. Eğer Cevşen Şiî imamlar yoluyla nakledilmemiş olsaydı, oyle zannediyorum ki, butun Sunnîlerce kabul gorecek ve baş tacı edilecekti. Fakat Cevşen, sened yonuyle bir talihsizliğe uğradığı icin, bunca insan sırf bu yuzden onun nurlu, feyizli ve bereketli ikliminden mahrum kalmıştır. Şu anda boyle bir talihsizliği onleyecek gucte de değiliz. Asırların birikimiyle vucut bulmuş boyle bir kanaati bertaraf etmek imkĂ‚nsız olmasa bile cok zordur.
Bazen hadîs kriterleri olcu olmayabilir. Ehlullahın Efendimiz'den keşfen hadîs alması hic de az vaki olmuş hĂ‚diselerden değildir. İmam RabbĂ‚nî der ki: "Ben, İbn Mes'ûd'dan, Muavvizeteyn'in Kur'an'dan olmadığına dair rivĂ‚yetini gorunce bu sûreleri farz namazlarımda da okumamaya başladım. Ne zaman ki, Efendimiz'den onların Kur'an'dan olduğuna dair ihtĂ‚r aldım, ancak o zaman bu sûreleri farz namazlarımda da okumaya başladım". Bazılarının bizim kunut duĂ‚sı olarak okuduklarımızı, Kur'an'dan kabul etmesi de, yukarıda işaret etmek istediğimiz husûsa ayrı bir delil kabul edilebilir. Ve yine İmam RabbĂ‚nî'den bir misĂ‚l diyor ki: "Ben bazı hususlarda İmam ŞĂ‚fiî'yi taklîd ediyordum. Ancak bana İmam Ebû Hanîfe'nin peygamberlik mesleğini temsil ettiği ihsĂ‚s edildi. Ben de Ebû Hanîfe'ye iktida ettim...".
Bu durum da elbet belli kriter ve olcu gerektirir. Yoksa onune gelen herkes keşfen bir şeyler aldığını soyler ve ortalık bir suru uydurma keşiflerle dolar. Ama bazı buyuk zatları bu kategoriye dahil etmek cok buyuk yanılgı olur. Onlar "Keşfen aldık" dediklerini mutlaka oyle almışlardır ve dedikleri de kat'iyen doğrudur. Ne var ki, bunları belli hadîs krıterleri icinde tahlîl etmek imkansızdır. Onun icin de, hadîsciler bu tur ifadelere iltifat etmemişlerdir. Ama onların iltifat etmemesi bu ifadelerin doğru olmadığı manasına da gelmez. Butun bu soylediklerimiz Cevşen icin de aynen gecerlidir. Onun icin biz kesinlikle diyoruz ki, Cevşen manası itibariyle Efendimize ilhĂ‚m veya vahiy yoluyla gelmiştir. Daha sonra da ehlullahtan birisi bu Cevşen'i keşif yoluyla Efendimiz'den almış ve Cevşen bize kadar oyle ulaşmıştır.18
Bu hususlara şunu da ilĂ‚ve etmek faydalı olur kanaatindeyim. Gumuşhanevî gibi bir buyuk veli ve Bedîuzzaman gibi bir sahip-kıran, Cevşen'i kabullenip onun vird edinmişlerdir. Cevşen'in me'hazindeki kuvvet ve kudsiyete ait başka hicbir delil ve burhĂ‚n olmasa, sadece isimlerini verdiğimiz buyuklerin bu kabullenişleri ve yuz binlerce insanın Cevşen'e gonulden bağlanıp değer atfetmeleri, Cevşen hakkında en azından ihtiyatlı konuşmaya yetecek guc ve kuvvette delillerdir. Sadece senedine ait bir boşluktan dolayı Cevşen'e dil uzatmak en ılımlı ifadeyle bir haksızlıktır.
__________________