YARATILIŞIN İKİ SIRRI


Baştanbaşa kĂ‚inatın ve butun varlıkların yaratılışı iki ilĂ‚hî sır ile donanmıştır:


1. Muhabbetullah, 2. MÂrifetullah.

Canlı-cansız her şey bu iki sırrın tecellîsiyle zĂ‚hir olmuştur. Hadîs-i kudsîde buyrulur:

“Ben gizli bir hazîne idim. Bilinmemi arzu ettim (mĂ‚rifetime muhabbet ettim) de (bu) kĂ‚inatı yarattım.” (İ. Hakkı Bursevî, Kenz-i Mahf&#238

Yani CenĂ‚b-ı Allah, varlıkların her birini, kendisinin san’at ve kemĂ‚line delîl olarak yaratmıştır. Varlıkların icinde ilĂ‚hî bir san’at hĂ‚rikası olan insanı da, muhabbet ve mĂ‚rifetin kĂ‚mil bir tezĂ‚huru eylemiştir.

Bu itibarla;

İnsanın yaratılış gayesi, kulluk ve Rabb’in bilinmesidir. Bu gaye cercevesinde eşyanın ve hakikatin derinliğine inebilmenin sırrı da, aşk ve mĂ‚rifet okyanusundan bir şebnemciğe olsun kavuşabilmekle başlar.

Dolayısıyla kullukta ideal seviye, Ă‚şık ve Ă‚rif bir kul olabilmektir.

Cunku aşk ve irfan, yani muhabbet ve mĂ‚rifet, kalbi olgunlaştıran ve insan idrakini zĂ‚hirî ilmin ustunde bir ufka taşıyan iki mĂ‚nevî kanat gibidir. Oyle ki bu iki kanatla insan yedi kat goklerin, yani mîracın yolcusu olur.

Bu gercekten hareketle Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚, insan icin muhabbetullah ve mĂ‚rifetullah ilminin ne kadar muhim olduğuna işaret ederek der ki:

“Sırf zĂ‚hir Ă‚limi olanlar, sahalarına gore geometri, astronomi, hekimlik ve felsefenin inceliklerini bilirler. Bilirler ama bunlar hep goz acıp kapayıncaya kadar gelip gecen şu fĂ‚nî dunyaya ait bilgilerdir. Bunlar, insana yedinci kat goğun ustunu, yani mîrĂ‚ca erdirecek vuslat yolunu gostermezler.”

“Allah yolunu ve o yolun varılacak menzillerinin bilgisini, nefislerine mahkûm gĂ‚filler bilmezler! Allah yolunun bilgilerini ancak, gonul ehli olan Ă‚rifler, akılları ile değil, gonulleri ile bilirler!”

Buna gore kulu Allah’a goturen yegane yol, aşk ve mĂ‚rifetullah ehli olmaktan gecer. O yoldan MevlĂ‚’ya koşanlar, maksatlarına daha cabuk ulaşırlar. Zira CenĂ‚b-ı Hak:

“Allah’a koşun!” (ez-ZĂ‚riyat, 50) buyuyor.


AŞK ve MÂRİFETULLAH YOLU

Hakk’ın rızĂ‚ ve vuslatının tahsil edildiği aşk ve mĂ‚rifetullah yolu, bembeyaz bir sayfaya benzer. Oyle ki, oraya yazılan butun yazılar da net ve şeffaftır, bunları da yalnız Hak TeĂ‚lĂ‚ okur. Bu bakımdan ehlullah, bir omur boyu o sayfaya kara bir leke damlamamasının endişesi icinde yaşarlar, bir karıncayı dahî incitmezler.

Boyle bir kıvam, CenĂ‚b-ı Hakk’ı lĂ‚yıkıyla bilmek ve ona takvĂ‚ olculeri icerisinde kul olabilmek ile mumkundur. Cunku bir kimsenin Allah hakkındaki bilgi, mĂ‚rifet ve muhabbeti ziyĂ‚deleştikce, Allah korkusu ve takvĂ‚sı da o nispette artar. Nitekim Fahr-i KĂ‚inat -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:

“Ben Allah’ı en iyi bileniniz ve O’ndan en cok korkanınızım.” buyurmuştur. (BuhĂ‚rî, Edeb, 72; Muslim, FedĂ‚il, 127)

Bu takvĂ‚, zihnen bilinen ve yaşanan değil, kalben bilinerek yaşanan ve hissedilen bir takvĂ‚dır. CenĂ‚b-ı Hak Kur’Ă‚n-ı Kerîm’de buna istinĂ‚den buyurur:

“Yoksa geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, Ă‚hiret azĂ‚bından sakınan ve Rabb’inin rahmetini dileyen kimse (o inkĂ‚rcı gibi) midir? (Rasûlum!) De ki: «HİC BİLENLERLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?» Ancak akl-ı selîm sahipleri ibret ve oğut alır.” (ez-Zumer, 9)


Demek ki Hak katında gercek ilim, kulu Allah karşısında takvĂ‚ ve haşyet duygularına sevk eden bir ilimdir, yani irfandır, mĂ‚rifetullahtır. MĂ‚rifetullaha nĂ‚il olabilmek icin de Ă‚yet-i kerîmede buyurulan şu hususlara riĂ‚yet gereklidir:

1. Geceleri secde ve kıyam hĂ‚linde olarak CenĂ‚b-ı Hak’la kalbî beraberliği temin edebilmek.

2. Her an, her hĂ‚l ve her davranışımızda Ă‚hiretteki hesabın endişesi icinde olarak fĂ‚nîliği unutmamak.

3. Rabb’imizin merhametini umit ederek dĂ‚ima O’na dua ve ilticĂ‚ hĂ‚linde bulunmak. Zira buyuk ruhlar, dĂ‚ima dua hĂ‚linde yaşarlar.

İslĂ‚m Ă‚limleri şoyle demişlerdir:

«Kur’Ă‚n-ı Kerîm uc muhim kısımdan muteşekkildir:

1. Muhabbet ve mÂrifetullah,

2. Âhireti hakkıyla idrak,

3. SırĂ‚t-ı mustakîmi yaşayabilme.


Bu uc husus, Kur’Ă‚n’ın en muhim ve esas hedefleri, ana mevzûlarıdır. Diğerleri ise bunlara tĂ‚bî olan konulardır.”



AŞK ve MÂRİFET YOLCULUĞU


MĂ‚rifet yolculuğuna ancak kalbî hayat ve ilĂ‚hî aşkla cıkılabilir. Bu yolun buyukleri der ki:


“Ey mĂ‚rifet yolcusu! Bu yolda; sabırsızlığı sabırla; unutkanlığı zikirle; nankorluğu şukurle; isyĂ‚nı tĂ‚atla; cimriliği comertlikle; şupheyi yakîn ile; riyĂ‚yı ihlĂ‚s ile; ısrarı tevbeyle; yalanı doğrulukla; gafleti tefekkurle değiştirmedikce mesafe alamazsın!..”

Butun bunların tam tecellisi icin ise en cok dikkat edeceğimiz hususların başında helĂ‚l gıda gelir. Cunku helĂ‚l lokma, vucutta hikmet, ilim ve mĂ‚rifeti besler, gonulde Allah aşkı, Allah şevki ve sevgisini uyandırır. Bu da, mĂ‚rifetullahı artırır. Harama bulaşan gonul ise, hicbir zaman mĂ‚rifet zevkini tadamaz. İmam GazĂ‚lî -rahmetullĂ‚hi aleyh- buyurur ki:

“Dunyada mĂ‚rifet zevkine varamayan, Ă‚hirette muşĂ‚hede tadını alamayacaktır. Kişi dunyada kazanıp bedelini odemediği bir şeye Ă‚hirette nasıl sahip olabilir ki?!. Burada herkes neyi ekmişse Ă‚hirette onu bicecektir. Herkes yaşadığı gibi olecek ve olduğu gibi dirilecektir. İşte dunyada mĂ‚rifete, yani Hakk’ı tanıyıp mûcibince amel edebilmeye ne kadar muvaffak olmuş ise, Ă‚hirette onun nimetine o derecede nĂ‚il olacaktır.”


AŞK-I İLÂHÎ ve MÂRİFETULLAH LEZZETİ

RivĂ‚yete gore İsa -aleyhisselĂ‚m-, teninde alacalar bulunan ve iki şakağı da cokmuş bir şahsa rastladı. O şahıs, uzerindeki hastalıklara aldırmayarak:

“–YĂ‚ Rabbi! Sana sonsuz hamd u senĂ‚lar olsun ki, mahlûkĂ‚tın pek coğunu muptelĂ‚ kıldığın dertten beni halĂ‚s eyledin!..” diyordu.

İsa -aleyhisselĂ‚m-, muhatabının idrak ve fikriyatının kemĂ‚lini yoklamak maksadıyla ona:

“–Ey kişi! Allah’ın senden giderdiği hangi dert var ki?!.” dedi.

Hasta şoyle cevap verdi:

“–Ey Rûhullah! En fecî hastalık ve belĂ‚, kalbin Hak’tan gĂ‚fil ve mahrum olmasıdır. Şukurler olsun ki Allah TeĂ‚lĂ‚, beni bundan muhafaza buyurmuştur. Zira ben CenĂ‚b-ı Hakk’ın kalbime verdiği aşk-ı ilĂ‚hî ve mĂ‚rifetullah lezzetinin neş’esi icindeyim. Onun dışındaki dunya nimetlerini gormuyor ve hissetmiyorum bile.”

Boyle Ă‚şık ve Ă‚rif gonuller, CenĂ‚b-ı Hakk’a muhabbet ve aşkın mekĂ‚nı, mĂ‚rifetullah hazinesinin en ihtişamlı sarayıdır. Bu sebeple kĂ‚mil insanın kalbine, bir mĂ‚nĂ‚da beytullah denilmiştir.

HĂ‚sılı muhabbet ve mĂ‚rifet nûru, butun Ă‚şıklar ve Ă‚rifler icin iki dunyayı da cennete donuşturen birer ilĂ‚hî nasip, feyiz ve sır olarak telĂ‚kki edilmiştir.


AŞK TOHUMDUR, MÂRİFET GUNEŞ


ŞĂ‚h-ı Nakşibend Hazretleri, tasavvufî terbiyede muhabbeti tohuma, mĂ‚rifetullahı da guneşe benzeterek buyurur ki:

“Bizim vazifemiz, iclerdeki fĂ‚nî alĂ‚kaları temizlemek ve gonle muhabbet tohumu ekmek, ekilmiş olanları da hakikat zemzemiyle sulayıp yeşerterek mĂ‚rifetullah guneşiyle bir ihlĂ‚s fidanı hĂ‚line getirmektir.”

Cunku kul, muhabbetullahı, Allah’tan başkasına gosterdiği muhabbet ve bağlılığın ustune cıkarmadıkca sırĂ‚t-ı mustakîme lĂ‚yıkıyla ulaşamaz. Bunun icin de hic şuphesiz ki yuce Allah’ı, sonsuz ve muteĂ‚l sıfatları itibariyle bilmek, yani mĂ‚rifetullah şarttır. Bir bakıma sırĂ‚t-ı mustakîm, mĂ‚rifetullahtan ibarettir. Zira CenĂ‚b-ı Hak buyurur:

“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!..” (Hûd, 112)


Bu Ă‚yet, Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in sac ve sakallarına ak duşmesine sebep olmuştur. HĂ‚lbuki kendisinin tam bir istikamet uzere olduğu YĂ‚sîn Sûresi’nde bildirilmektedir. Dolayısıyla burada Allah Rasûlu’nun butun endişesi, ummetinin de sırĂ‚t-ı mustakîm uzere yaşaması arzusundan kaynaklanmıştır.

Cunku istikamet uzere yaşayıp da CenĂ‚b-ı Hak ile dost olarak huzûr-i ilĂ‚hîye varanlara bu dostluğun ilk nişĂ‚nesi ve ilk mukĂ‚fatı Ă‚yet-i kerîmede şoyle bildirilir:

“Şuphesiz «Rabbimiz Allah’tır!» deyip sonra dosdoğru yolda yuruyenlerin uzerine melekler iner. Onlara: «Korkmayın, uzulmeyin, size va‘dolunan cennetle sevinin!» derler.” (Fussilet, 30)

Hayatını boyle bir istikamet icerisinde muhabbetullah ve mĂ‚rifetullah ile tanzim edenler, nefislerinin şerrinden ve şeytanın desîselerinden uzaklaşırlar. Yalnız Hakk’ın rızĂ‚sını talep hĂ‚linde yaşarlar. Gonul ikliminde ilĂ‚hî lutuf tecellilerine mazhar olurlar. Nihayet gozun gorduğu, kulağın işittiği zĂ‚hirî iklîmin otesine mĂ‚nevî bir panjur acarlar ve butun bir kĂ‚inat da onlara hikmetli ve azametli bir kitĂ‚p hĂ‚line gelmiş olur. Onların mĂ‚rifet guneşi, artık iki dunyada da sonmez.

Ehl-i mĂ‚rifetten Ebû Saîd el-Harraz -kuddise sirruh-, ruyĂ‚sında iblîsi gormuş ve ona asĂ‚sıyla vurmak istemişti. İblîs dedi ki:

“Ey Ebû Saîd! Ben o asĂ‚dan korkmuyorum. Cunku o asĂ‚, zĂ‚hirdir. Benim korktuğum şey, Ă‚riflerin kalp semĂ‚larından doğan mĂ‚rifet guneşinin nûrĂ‚nî şuĂ‚larıdır ki, gonuller, o şuĂ‚larla mĂ‚sivĂ‚yı yakar, kul eder.”

Gercekten de mĂ‚rifetullaha eren kĂ‚mil insan, Hakk’ın aşk ve muhabbetinin oyle tecellileri altındadır ki, mercek altında bir kĂ‚ğıdın yanması gibi, onda butun nefsĂ‚nî temĂ‚yuller birer birer omrunu tuketir. Boylece kĂ‚mil insanın samimî, Ă‚şık ve Ă‚rif gonlu, nûrĂ‚nî bir cazibe merkezi hĂ‚line gelir, diğer insanlar da gayr-i ihtiyĂ‚rî olarak onu sever ve sayarlar. Allah da, onun omrune bereket ihsan eder ve fĂ‚nî omurden sonra da mu’minlerin gonullerinde hayatiyetini devam ettirir.


Boyle bir kıvama ulaşmış olan bahtiyar mu’min, diğer kulların fĂ‚nî iltifat ve alĂ‚kalarının kıskacına da duşmemenin gayreti icinde olur. Gurur, kibir ve ucub gibi mezmûm sıfatlardan kendisini muhafaza eder. Halk icinde Hak ile beraber omur surer. Ta‘zîm li-emrillah/Allah’ın emirlerine hurmetle riĂ‚yet ve şefkat li-halkillah/AllĂ‚h’ın mahlûkĂ‚tına şefkat ve merhamet duygularıyla yaşar. Fakat Allah’a muhabbeti gereğince aslĂ‚ zĂ‚lim ve nankorlere muhabbet ve meyil gostermez. Yalnız, merhameti îcĂ‚bı, onlara da acır, hidĂ‚yetlerine dua eder. Mal-mulk ve dunyaya ait butun servetler, ona yalnız infak icin lĂ‚zımdır. Cunku o, kendini mĂ‚rifetullaha ve vĂ‚sıl-ı ilĂ‚llah olmaya adamıştır. Artık o, bu cihanın kendine ait ıstırap ve dertlerini bertaraf etmiş has bir kuldur. Bir omur varlık aynasında dĂ‚ima perdelerin otesini seyreder, hikmete Ă‚şina olur.


HİKMET AYNASI

İnsan, maddesi ile değil, mĂ‚nĂ‚sı ile mukerrem olduğu icin, kulluğun kemĂ‚line ancak rûhunun derinliği kadar erişebilir. Dikkatli veya dikkatsiz her gun sayısız defa baktığımız şu yerler ve gokler, İlĂ‚hî muhabbetlerle duygulanan insan icin idrak ve şuura sunulan bir hikmet aynasıdır. O aynada neler seyredilmez ki! O aynada butun hakikatlere daha yakînen şĂ‚hit oluruz. MeselĂ‚ o ayna bize şu gerceği defaatle gosterir:

Dunyaya ait gunler; ilĂ‚hî muhabbet, mĂ‚rifet ve uhrevî lezzetlerden uzak bir şekilde ve yalnızca turlu eğlence ve cılgınlıklarla, yani hayvanî bir yaşayış ile gecerse, insan icin hayırlı bir olum akşamı olmaz. İcine duşulen son gece oyle karanlık bir gece olur ki, onun mes’ûd bir şafağının sokmeyeceği de tabiîdir. İnsanlardan ebed yolculuğunda boyle hazin Ă‚kıbetlere dûcar olanlar pek coktur. NefsĂ‚nî dunya hayatının pembelikleri, Ă‚kıbet solgunluğu; kahkahaları ise, cehennem catırtıları ile doludur.

Dolayısıyla cennet yolcusu olabilmek icin muhabbetullah tohumlarını mĂ‚rifetullah guneşi ile yeşertmek şarttır. Bunun icin de dunyanın fĂ‚nî yaldız, şa’şaa ve gel-gec sevdalarından kalben uzakta kalmak bir zarûrettir. Nitekim İbrahim bin Ethem Hazretleri’nin hayatı, hikmet aynasında seyredildiğinde onun gercek muhabbet ve mĂ‚rifete nasıl yonlendirildiği gayet Ă‚şikĂ‚rdır:

Bir gece yarısıydı. İbrahim bin Ethem, tahtının uzerinde uyuyakalmış olarak yatmaktaydı. Birden sarayının damında muthiş bir gurultu ve patırtı cıktı. Yuksek sesle bağırışıp-cağrışmalar, gittikce coğaldı ve en nihayet sultanı uyandırdı.

Sultan İbrahim bin Ethem, hızla yerinden doğrularak dama doğru haykırdı:


“– Kim var orada? Gecenin bu saatinde damda ne yapıyorsunuz?”

Derinden bir cevap geldi:

“– Kaybolan devemizi arıyoruz sultanım!”


İbrahim bin Ethem hiddetle seslendi:


“– Damda deve aranır mı bre ahmaklar?!.”


Bu seferki cevap cok mĂ‚nidĂ‚r ve irşĂ‚d niteliğindeydi:

“– Ey İbrahim bin Ethem! Sen damda deve aranmayacağını biliyorsun da, sırtındaki ipekli elbiseler, başındaki tĂ‚c, elindeki kırbac ve oturduğun tahtla Hakk’ı arayıp bulamayacağını bilmiyor musun?!.”


Bu ve benzeri hĂ‚diselerden sonra İbrahim bin Ethem’in rûhunda uzun zamandır başlamış bulunan manevî med-cezirler sıklaştı. Nihayet o samimî kul, tacını da tahtını da bırakarak yuce muhabbet ve mĂ‚rifete oylesine sarıldı ki, icindeki butun calkantılar, fırtınalar ve depremler tamamen sukûn buldu. Boylece İbrahim-i Ethem Hazretleri oldu. EvliyĂ‚ullahın buyuklerinden sayıldı.



ANDAN İCERU


İbrahim-i Ethem gibi muhabbet ve mĂ‚rifet deryasına dalarak îmandan ihsana yucelebilenler, kĂ‚inatın gozbebeği ve ozu olurlar. Bunlar, gercek insĂ‚n-ı kĂ‚mildirler. DĂ‚ima kulluğun zirvesinde yaşarlar. Nitekim Yunus Emre, insanların Hakk’a doğru yolculuklarında vuslat basamaklarını ince bir uslûpla tasnif eder ve en uste mĂ‚rifeti koyarak şoyle der:

Şerîat, tarîkat yoldur varana,

Hakîkat mĂ‚rifet andan iceru.

Yani dini, hem zĂ‚hiri hem de bĂ‚tını itibarıyla yaşayanlar, onun ozundeki yuce hakikate nail olurlar, ondan sonra daha derûnda bulunan ilĂ‚hî mĂ‚rifete ulaşırlar. Bu noktada gonul gozleri iki Ă‚leme birden acılır. Kul, her yerde Rabb’in ilĂ‚hî tecellilerini muşĂ‚hede eder. Bu hĂ‚l, bir kerĂ‚met değil, muhabbet ve aşk ile irfan ve mĂ‚rifete ermiş bir gonlun en tabiî ozelliğidir. Oyle ki tasavvuf erbabı, omurleri boyunca hep bu ozellikle vasıflanmak icin gayret sarf ederler.


TASAVVUFUN GAYESİ


Tasavvufun ozu, gonul Ă‚lemini selim bir hĂ‚le getirmektir. Bundan maksat, muhabbetullah ve mĂ‚rifetullahtan hisse alacak bir kıvama ulaşabilmektir. Cunku kul, ancak bu sayede ilĂ‚hî vuslata medĂ‚r olabilecek bir seviyeye gelebilir.


Bunun icin once gonullerde muhabbetullahın yeşermesi şarttır. Zira muhabbetullah yeşerdiğinde CenĂ‚b-ı Hakk’ın kalp yoluyla bilinmesi demek olan mĂ‚rifetullah da hĂ‚sıl olmaya başlar. Bu bir bakıma, ilmin irfan hĂ‚line gelmesi demektir.

Boyle bir kalbî kıvamın mektebi olan tasavvuf, muhabbetullah ve mĂ‚rifetullah bahsinde kullara, gonullerinden mîraca doğru acılmış mĂ‚nevî bir pencere mĂ‚hiyetindedir. Cunku her şey aslına Ă‚şıktır. Beden turĂ‚bî olduğu icin toprağa meyillidir; ruh ise CenĂ‚b-ı Hak’tan bir tecelli olduğu icin mĂ‚nevî hayata temĂ‚yulludur. Bu hususta Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ şoyle buyurur:


“Bedenin meyli bağlara, bahcelere ve uzumleredir. Rûhun meyli ise, hikmete ve mĂ‚nevî olan bilgi ve mĂ‚rifetedir. Yani ruh dĂ‚ima mĂ‚nevî hayatı ister. O, dĂ‚ima diri ve ebedî olan, kĂ‚inatı yaratan Allah’ı ozler. Cunku mekĂ‚nsızlık rûhu, onun aslıdır.”

Ruhların bu ihtiyacını gidermek uzere CenĂ‚b-ı Hak peygamberleri şu uc vazife ile memur kılmıştır:


a. Allah’ın dinini tebliğ etme,

b. İnsanların ic Ă‚lemlerini terbiye etme,

c. Bu terbiye neticesinde Kitap’ın derinliklerini ve kĂ‚inattaki hikmetleri tĂ‚lim etme.


MÂRİFETİN HAKÎKATİ: ACZİYYETİ İDRAK


İslĂ‚m buyukleri ilim hakkında demişlerdir ki:


“İlim, idrak etmektir. İdrak gercekleşmeden ilim tahakkuk etmez. Bu idrakin muntehĂ‚sı ise mĂ‚rifetullahtır. Bu yonuyle mĂ‚rifetullah butun ilimlerin ozudur. İlimler bu ilme yakınlığı derecesinde değer kazanırlar…”


Kur’Ă‚n-ı Kerîm’de Ă‚lim tabiri, bu mĂ‚rifet bilgisine sahip olanlar icin kullanılır ve en belirgin ozellik olarak da ittikāları ifade edilir. Âyet-i kerîmede buyrulur:


“… Kulları icinde ancak (gercek) Ă‚limler Allah’tan (gereğince) korkar…” (FĂ‚tır, 28)


Buradaki korku, urkuntu taşıyan bir korku değildir. Daha cok muhabbet korkusudur. Yani sevdiğini uzmeme, onu memnun edememe ve onun rızĂ‚sından uzak duşme ihtimali dolayısıyla cekilen endişedir. Bu da zihinden ziyade kalpte tecelli eder. Dolayısıyla her şeyden once ilmin irfana donmesi zarurîdir. Zira ilmi irfana donuşturmeyerek onun yalnız zihnî hamallığını yapan ve kendini nefsĂ‚nî arzularının kasırgaları icinde perişan eden bilgi sahiplerini CenĂ‚b-ı Hak Cuma Sûresi’nde tıpkı ciltlerle kitap taşıyan merkeplere benzetmektedir.

Bu sebeple Yunus Emre Hazretleri, mĂ‚rifetin hakikatini şoyle ifade eder:


İlim, ilim bilmektir,


İlim, kendin bilmektir.


Sen kendini bilmezsen,


Bu nice okumaktır?!.


Okumaktan mÂn ne?

Kişi Hakk’ı bilmektir.

Cun okudun bilmezsin,

Ha bir kuru emektir!

Yigirmi dokuz hece,

Okusan ucdan uca,

Sen elif dersin hoca,

MĂ‚nĂ‚sı ne demektir?


Bu mısralarda sehl-i mumtenî şeklinde anlatılan mĂ‚rifet, insandaki, kelĂ‚mdaki ve butun kĂ‚inattaki sır ve hikmetleri kapsayan, sınırsız ve sonsuz bir ilm-i ilĂ‚hîdir. Dille cok kolay ifade ediliyor gorunen bu ilmi, aslında tam anlamıyla tarif etmek, beşer idrakinin uzerindedir. Ancak herkes, iktidar, istidĂ‚t ve gayreti nispetinde bu ilimden haz duyar ve nasiplenir. Bu sebeple Fahr-i KĂ‚inat -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“(Allah’ım!) Sen’i lĂ‚yık olduğun şekilde medh u senĂ‚dan Ă‚cizim! Sen kendini nasıl medh u senĂ‚ etmişsen oylesin!” (Muslim, SalĂ‚t, 222)
buyurmuşlardır
.

İşte marifet! Butun mesele boyle bir irfan ile Hakk’a Ă‚şık ve Ă‚rif olabilmektir.


ÂŞIKLARIN ve ÂRİFLERİN HASLETLERİ

Aşk ve mĂ‚rifet, Ă‚şıklara ve Ă‚riflere oyle hasletler kazandırır ki, onlara melekler de imrenir, yedi kat gokler de. Dolayısıyla insana haslet olarak sadece aşk ve mĂ‚rifet yeter de artar bile. Cunku Hakk’ın huzuruna aşk ve mĂ‚rifetle varan bahtiyarlara: «Ne getirdin?» değil: «Ne istersin?» suĂ‚li sorulur.

RivĂ‚yet edilir ki BĂ‚yezîd-i BistĂ‚mî Hazretleri vefat ettiğinde dostlarından biri onu ruyĂ‚sında gordu ve sordu:

“–YĂ‚ BĂ‚yezîd! HĂ‚lin nicedir?”

BĂ‚yezîd Hazretleri cevaben şoyle dedi:

“–Melekler bana once: «Ey pîr! Buraya ne getirdin? Ne ile geldin?» demişlerdi, ben de dedim ki: «Bir padişahın kapısına gelince ona ne getirdin demezler, ne istersin, derler.» Bunun uzerine: «O hĂ‚lde ne istersin?» dediler.”

Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚, BĂ‚yezîd-i BistĂ‚mî gibi gonlu yuce Ă‚riflerin kadr u kıymetini şoyle anlatır:

“Âriflerin bir vahdet ve mĂ‚rifet surmesi vardır; sen, o surmeyi ara da, ırmağa benzeyen şu gozun deniz kesilsin.”

“Ârif, her an padişahın tahtına kadar ulaşır; zĂ‚hid ise, yurur yurur, bir ayda sadece bir gunluk yol alır!”

Cunku Ă‚rifler Ă‚şıklardır. Aşk ile yol alırlar. Onlar, kendi mertebelerinden Hak tarafına, muhabbetin sonsuz kuvveti ile hızla koşarlar ve her an kulluk ile seyrederler, nihayet Hakk’a vĂ‚sıl olurlar. Fakat dini kuru bir şekilde yaşayanlar ise, Allah’tan sadece korktukları icin O’na yonelirler. Yani onlarda muhabbetten ziyade korku hĂ‚kimdir. Korku ise, yolu uzatır; bir gunluk yol bir ayda biter. Bu bakımdan Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚, Ă‚rifleri şoyle tarif eder:

“Ârif doğru yolun da, takvĂ‚nın da canıdır. MĂ‚rifet gecmiş zamanlardaki zĂ‚hidliğin mahsûludur. Yani zĂ‚hidlik; tohum ekmeye calışmaktır. MĂ‚rifet ise; ekilmiş tohumun neticesidir.”

“Ârifler, bugunumuzun de padişahıdır, yarınımızın da. Kabuk, lezzetli ve tatlı olan ice, dĂ‚ima kul ve kole olmuştur.”

“Şunu iyi bil ki, Ă‚rifin gozu, iki Ă‚lemde de insana kurtuluş vesilesi olur. Herkes, en guclu padişahlar bile onun yardımına muhtactır, ondan yardım gorurler! Yani; Hakk’ın tecellisine mazhar olmuş, Hak’ta kendini bulmuş olan Ă‚rifin gozu, artık onun kendi gozu değildir!”

“Gozu padişahtan hic ayrılmayan, başkasına bakmayan, yanılmayan Hazret-i Muhammed -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, bu sebeple her yureği yanana, her dertliye şefaatci oldu.”

“HĂ‚sılı Ă‚rif bir kul, hoşca bir hĂ‚lde oturduğu yerden, gizli bir yoldan yuzlerce dunyayı gezer ve her şeyde yalnız Hakk’ı gorur.”

“Âriflerin gonullerinde daha nice sırlar vardır ki, onlara dair dudakları kilitlidir.”

Kısaca gercek Ă‚şık ve Ă‚rifler bu sıfatlarla muttasıf kimselerdir. Onlar her turlu kotu ahlĂ‚ktan arınmış, fĂ‚nî sıfatları terk etmiş ve sadece ilĂ‚hî ahlĂ‚ka burunmuş bahtiyĂ‚rlardır. Allah’ı oyle sevmişlerdir ki, Allah da onları sevmiştir.


BAYRAMIN ŞAFAK VAKTİ


Yukarıda bahsettiğimiz yuce hususiyetleri cercevesinde Ă‚şıkların ve Ă‚riflerin omru Ă‚deta RamazĂ‚n-ı Şerîf gibi rahmet, bereket ve ibadet ile cennete hazırlık olarak gecer. Onların son nefesleri de ebedî bir bayramın şafak vakti olur.

Bu itibarla;

İcinde bulunduğumuz RamazĂ‚n-ı Şerîf mevsimini muhabbetullah ve mĂ‚rifetullah tahsili ile değerlendirmeliyiz. Bu muhabbet ve mĂ‚rifet icin ne yapmak gerekiyorsa onları tek tek idrak edip gercekleştirmeliyiz.

Bilmeliyiz ki;

İbadetlerimizi şevk ile yapmak, oruclarımıza aclığın otesinde bir yucelik kazandırmak da bu muhabbet ve mĂ‚rifet icin şarttır.

Kanadı kırıklara merhem olmak, kimsesizlere kimse olmak, feryĂ‚d u figan icinde inleyenlere kulak vermek, yere duşmuşlere el uzatmak, ağlayanlara tebessum mendili sunmak, caresizlere care olmak da muhabbet ve mĂ‚rifet icin şarttır.

Yaşayanlar kadar olmuşlerimizi de unutmamak, onları Allah yolunda infak ve Kur’Ă‚n-ı Kerîm tilĂ‚veti ile sevindirmek de muhabbet ve mĂ‚rifet icin şarttır.

Bir gonul kazanmak, bir gonlu tamir etmek, bir kalbi kĂ‚betullah hĂ‚line getirmek, bir yureğin dikenlerini temizlemek de muhabbet ve mĂ‚rifet icin şarttır.

Kimseyi incitmemek, incinmemek de muhabbet ve mĂ‚rifet icin şarttır.

Kendimizi, ailemizi ve evlĂ‚tlarımızı cehenneme yakıt olmaktan kurtararak birer cennet goncası ve bulbulu hĂ‚line getirmek yolunda gayret, dinî tahsil, bilhassa Kur’Ă‚n-ı Kerîm eğitimi ve Hazret-i Peygamber’e bağlılık da muhabbet ve mĂ‚rifet icin şarttır.

Butun mukaddes değerlerimizi yaşatmak, milletimize ve bu cennet vatanımıza sahip cıkmak da yuce muhabbet ve mĂ‚rifet icin şarttır.

HĂ‚sılı tĂ‚zim li-emrillĂ‚h, yani CenĂ‚b-ı Hakk’ın emir ve rızĂ‚sına tĂ‚zimin icerisinde hangi ozellikler varsa ve şefkat li-halkillah, yani yaratılanlara şefkat ve merhamet dairesinde ne gibi husûsiyetler yer alıyorsa butun bunlara sahip olmak ve îcaplarını yerine getirmek ilĂ‚hî muhabbet ve mĂ‚rifet icin şarttır.

Butun bu şartlar yerine geldiğinde omrumuzun her Ă‚nında vuslat nûru yollarımızı aydınlatır. Adımlarımız cennet-i Ă‚lĂ‚da son bulur. Korkunc kıyĂ‚met sabahı da bize, sonsuz bayramın şafak vakti olarak tecelli eder.


YĂ‚ Rabbi! Bizleri bu tecelli ile haşret! Bu fĂ‚nî Ă‚lemin bin bir ıstırap ve imtihanında uzerimize sabır ve sebĂ‚t yağdır! Hastalara devĂ‚, dertlilere şifĂ‚, borclulara edĂ‚ ihsan eyle! Yıllardır onca zulum ve katliam icinde perişan olan mu’minlere yĂ‚r ve yardımcı ol Allah’ım!


İlĂ‚hî! Nefes nefes butun bir omru ancak Sen’in rızĂ‚-i şerîfin istikametinde muhabbetullah ve mĂ‚rifetullah tecellileri ile yaşamayı cumlemize nasip eyle!


Âmîn!..






Kaynak : Yuzakı Dergisi


__________________