Kur’an’ın ilk sure ve ayetlerinin inzal oluşundan itibaren, bu din toplumsal tum alanlarda pratiğe aktarılmaya ve tum toplumsal sorunlarla ilgilenmeye başlamıştır. Mekke’de islami yapılanma ilk ortaya cıkışından itibaren, cahili toplumu değiştirip, donuşturmeyi hedeflemiş ve egemen cahili yapıyı da kıyasıya eleştirmiştir. Gerek eylem ve gerekse soylem duzeyinde vakıaya teslim olmamaya, mevcut duzenin işleyişine katkıda bulunmamaya ve egemenlik ilişkilerinin amac ve hedefleri doğrultusunda fonksiyon gormemeye azami dikkat ve gayret gostermişlerdir.[1] Tam tersine egemen statukonun zulmu iceren işleyişine mudahale anlamına gelen karşı cıkışlarla, toplumu ve sistemi donuşturmeye yonelik cabaları acıkca ortaya koymuşlardır.



KUR’AN vahyiyle, Mekke’de varolan haniflerin teorik tevhid anlayışının yerine, hayata mudahale eden ve topluma cekiduzen vermeye calışan mudahaleci, donuşturucu bir tevhid anlayışı gelmişti. İşte bu sebeple, Haniflere hoşgoru ile bakan ve onlara tepki gostermeyen Mekke ileri gelenleri, İslam’ın tevhid inancına cok buyuk ve şiddetli tepkiler gosteriyorlardı. Cunku İslam’ın tevhidinin soyut bir inanış olmadığını, mevcut statu ve dengeleri kokten değiştirmekte olduğunu pratiğinden anlıyorlardı. [2]



İlk inen sureleri, Alak, Kalem, Muddessir, Muzzemmil vb. ile Mekke’de inen diğer sureleri gozden gecirdiğimizde, bizi toplumsal hayatın icine ceken ve her alanda İslami kimliğin, şahidliğin gercekleştirilmesi gerekliliğini ortaya koyan emirlerle karşılaşırız:







- Muzzemmil 73/2 – 4 : Vahyi oğreti, ciddi caba gosterilerek oğrenilecektir.



- Enfal 8/26 : Hem de az sayıda olunmasına rağmen, zulum gorme, tutuklanma, işkence edilme pahasına da olsa.



- Kalem 68/8 : Vahyi yalanlayanlara itaat edilmeyecektir.



- Alak 96/6 – 19 : Azgınlara boyun eğilmeyecek, doğru yolda olan, takvayı emreden, yalanlayana ve doğru yoldan cevirene uymayacak yalnız Allah’a itaat edecek, onlara karşı Allah’ın yanında olduğunun bilinciyle.



- Necm 53/19 – 23 : Toplumun yanlış din anlayışları eleştirilecek, Allah’tan başka inanılanların hicbir gucunun olmadığı, zanna ve hevaya uymamaları gerekliliği anlatılacaktır.



- Muzzemmil 73/7 : Muslumanlar egemen azgınlara itaat etmemekle ya da toplumun yanlış din anlayışlarına eleştiri getirmekle, toplumsal hayattan da uzaklaşmış olmayacak, hayatın icinde yorulmaya devam edeceklerdir.



- Muzzemmil 73/20 : Uygun saatlerde de kendilerini eğiteceklerdir.



- Muddessir 74/3 : Acıkca Rabb’i tekbir edeceklerdir.



- Muzzemmil 73/15 : Haklarında şahidlik etmek uzere gonderilen Rasul bilinecektir



- Muddessir 74/16 – 26:İndirilen ayetlere tabi olunacak ve ayetler karşısında inatcı kesilen yanlış olcu sahipleri kınanacaktır. (ister geleneksel ister modern olsun.)



Son derece acık ve anlaşılır olan işte bu cerceve, vahyin ilk yıllarından itibaren muslumanları, yaşadıkları toplum icerisinde bir pratik ve eylem sorumluluğu ile karşı karşıya getirmiştir.



İlk donemlerden itibaren mevcut yapıyı sosyo ekonomik yonlerden eleştiri yağmuruna tabi tutan pek cok ayet zikredilebilir.



- Fatiha 1/5 : Oncelikle “biz” şuuru ile bir araya gelinecek ve yalnız Allah’a itaat ve ibadet yapılacak, yalnız O’ndan yardım istenecektir.



- Kalem 68/8 – 16 : Yalanlayanlara boyun eğilmeyecek, onlarla uzlaşılmayacaktır.



- Kalem 68/22 – 27 : Onlar yoksulu iterler, gucleri yettiği halde onları yardımdan mahrum ederler, onların bu hali kınanmalı, reddedilmelidir.



- Muddessir 74/6 : Yapılan iyilikler cok gorulup, başa kakılmamalıdır.



- Maun 107/1 – 3, 7 : Dini yalanlayanlar, yetimi itip kakar, yoksulu doyurmayı teşvik etmez ve hayra mani olurlar. Bunlar kınanacak ve boyle davranışlar mahkum edilecektir.



- Humeze 104/1 – 4 : Arkadan cekiştirenler, yuze karşı eğlenmeyi adet edinenler ,mal biriktirip malın kendisini ebedi kılacağını zannedenler kınanarak cehennemle tehdit edilmektedirler.



- Mutaffifin 83/1 – 3 : Olcup tarttıklarından noksan yaparak, hakları gasbeden hilekarlar kınanmalıdır.



- Beled 90/12 – 16 : Kole azat etmekten veya aclık gununde yakını olan bir yetimi veya ac acık bir yoksulu doyurmaktan kacınan kınanmalıdır.



- Şuara 26/181 – 182 : Olcude hile yapanlar, teraziyi doğru tartmayanlar ikaz edilmeli; yonetimde veya carşıda soygun yapan, somuren, mal yığan, yolsuzluk yapanlar kınanmalıdır.



- Şuara 26/183 : İnsanların haklarını kısanlar kotu gorulmelidir.



- Araf 7/31 : İsrafın yasaklanması ve kınanması soz konusu edilmektedir.



- Araf 7/85 : Olcu ve tartının tam yapılmasının emredilmektedir.



Daha Mekke’de ilk inen surelerden itibaren ortaya konan ve mevcut yapıyı sosyo-ekonomik yonlerden tabiri caizse eleştiri bombardımanına tabi tutan bu ve benzeri ayetleri coğaltmak, kuşkusuz mumkundur.



Mevcut duzeni, egemen sistemi ve uygulamalarını sosyo-ekonomik yonden eleştiren bu ayetler yanında, siyasal yonden getirilen hukumler ve mu’minleri siyasal tavırlar almaya, mevcut şirk sisteminden ayrışmaya yonlendiren ayetler de vardır.



- Alak 96/19 : “Hayır! Ona uyma! Allah’a secde et ve (yalnız O’na) yaklaş!”



- Kalem 68/8 – 9 : “O halde (hakikati) yalanlayanlara uyma!”



- “Onlarla uzlaşma!”



- Muzzemmil 73/10 – 11 : “Onlardan guzellikle ayrıl!”



-“Yalancıları bana bırak!”



- Şuara 26/150 – 152 : “Artık Allah’tan korkun ve bana itaat edin.”



“Yeryuzunde fesad cıkaran, dirlik duzenlik vermeyen aşırı gidenlerin emrine uymayın.”



(7.)Araf Suresi’nin ilk kısmında 54. Ayette; “Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de yalnızca O’nundur. ......”



“Yaratan kimse, doğrudan doğruya yonetsel velayet ve egemenlik hakkını da tekelinde bulundurur denmek isteniyor.” Bu ayetlerde, daha Mekke’de siyasi bir duşunce ve modelin ortaya konduğunu, mevcut siyasi otoriteye ve onların emretme, yonetme yetkisine acıkca karşı cıkıldığını goruyoruz. [3]



“Bilindiği gibi, Rasullerden once insanların hayatlarına yon veren sapkın pratik, kokluluk ve meşruiyet kazanmak icin yonetim erkince temsil edilmek boylece dinsel bir gorunum kazanmak durumundadır. Bu yuzden herhangi bir Rasul, kavmine tevhid mesajını getirdiği zaman, soylemini doğrudan yonetim erki meselesi uzerinde yoğunlaştırmıştır. Cağrısının omurgasını, yonetim yetkisini sırf alemlerin Rabb’i olan Allah’a ozgu kılmalarını isteme oluşturmuştur.”“Butun emretme ve yasa koyma yetkileri fert olsun, toplum olsun, insanlardan cekip alınacak, hicbir şekilde emretmesine, onun kendisine itaati sağlaması icin mutlak anlamda kanunlar koymasına izin verilmeyecektir. Cunku bu yetki sadece yuce Allah’a aittir.” [4]



“Sonra seni de din konusunda (emirden) bir şeriat sahibi kıldık, o halde ona uy, bilmeyenlerin hevalarına (isteklerine) uyma.” [5]



“Yoksa onların kendilerine Allah’ın izin vermediği dini koyan (Allah’ın dinde musaade etmediklerini şeriat – kanun haline getiren) ortakları mı var?” [6]



“Onların işleri aralarında şura iledir.” [7]



Mekke’de inen bu ayetler de ortaya koymaktadır ki, bir cemaat ve şuraya dayalı yonetimden bahsedilmekte ve Allah’ın şeriatına bağlanmak, Allah’tan gayrısının heva (istek) ve kurallarına uymamak emredilmektedir. Butun bu ayetler, Rasulullah’ın (s) Mekke doneminde sadece teorik bazda “imani konuları” ele aldığı sosyal, siyasal, ekonomik vb. konularla hic ilgilenmediği anlayışının ne kadar yanlış ve saptırıcı olduğunu ortaya koymaktadır.



Kur’an sadece eleştirel bir ilişki bicimi de ortaya koymamakta, aynı zamanda Rasulullah (s) ve beraberindeki muslumanların bu ayetleri o gunku topluma okumalarını istemek suretiyle onlara karşı bir tavır koymalarını da pratikte temin etmektedir. Ayrıca egemen cahili yapıyla herhangi bir yakınlık icine de girmemelerini, onlara itaat etmemelerini, ayrışma icine girmelerini de talep etmektedir. İşte, “Daru’n Nedve” karşısındaki “Darul Erkam” boyle bir pratiğin doğal sonucu olarak doğuyor ve cahili sistemle her yonden bir ayrışma yaşanıyordu. Toplumsal olarak cahili yapı ve kurumlarından ayrışılıyor, onlara itaat reddediliyor, sapkın inanc ve uygulamaları eleştiriliyor, bu surecin doğal sonucu olarak da alternatif bir cekim merkezi oluşturuluyordu.



Kur’an da bu ayrışma vakıasını bir yandan teşvik edip, yonlendirirken, bir yandan da yaşanan bu ayrışmayı ayetlerinde zikrederek, kıyamete kadar gelecek tum insanlığa ornek olarak sunuyordu.



- Kafirun 109/1 – 6 : “Dinlerin, ilahların ayrışması ve hak batıl arası uzlaşmazlığın vurgusu te’kiden yapılır.” (Ayrıca bkz. Yunus 10/41, 104)



- Necm 53/29 : Dunyevileşen, zikre sırt cevirenlerden yuz cevirme ve ayrışma emri verilir.



Bir başka ayette de, ayrışan “iki topluluktan hangisinin makamı daha hayırlı, meclisi (Nadiyyen) daha guzeldir.” [8] denilerek bu ayrışma vakıasının onemi ve boyutları vurgulanır.



Evet bir yandan egemen sisteme ve cahili yapıya siyasal ve sosyo ekonomik eleştiriler ve tavırlar geliştirilirken, diğer yandan yine ilk ayetlerden itibaren icinde yaşanılan toplumun, hem de hak din zannı ile tabi oldukları yanlış din anlayışları da acık ve net eleştiri ve tavırlardan nasibini almaktadır.



- Muddessir 74/18 – 19 :Vahyi mesajın onerdiği muhkem doğrular karşısında teslim olmayan, demagoji yaparak lafı eğip buken kişilere tavır konulur.



- Tekvir 81/8 –9 :Kız cocuklarını diri diri gomen sapkın inanc ve uygulamalar dışlanır, kınanır.



- Muddessir 74/43 – 48 : - namaz kılmamaları,



- yoksulu doyurmamaları,



- (Batıla) dalanlarla beraber dalmaları,



- ceza gununu yalan saymaları,



- Şefaatcilerinin şefaatleri ile kurtulacaklarına inanmaları eleştirilir.



- Necm 53/19 – 23 :Allah’ın haklarında hicbir delil indirmediği Lat, Uzza, Menat veya toplum vicdanında yer etmiş olan diğer putlar kınanmakta, bunların ancak zan ve hevanın urunleri olduklarının altı cizilmekte, yanlış din anlayışına cepheden saldırılmaktadır.



- Necm 53/26 :Allah’ın izni dışında şefaatin fayda vermeyeceği, yanlış din anlayışında onemli yer tutan ve insanları rehavete surukleyen şefaat anlayışının batıl olduğu vurgulanmaktadır.



- Sad 38/6 – 7 : Gelenekle intikal eden “Atalar dinine” sahiplenenler eleştirilir ve azabla tehdit edilir.



- Araf 7/28, 33 :Atalardan intikal eden, hem de “Allah boyle emretti” denilerek yapılan cirkinlik, kotuluk ve gunahlar, din adına da yapılsa, bunların Allah’ın dininde bulunmadığı ve Allah’ın boyle şeyleri emretmeyeceği zikredilerek, aşağılanır, reddedilir ve bu yanlış din anlayışının şirk olduğu vurgulanır.



(Bugun de İslam’da olmayan pek cok bid’at ve hurafe Allah ya da Rasulu boyle emretti denilerek dinin icine sokulmuştur.)



- Araf 7/38 – 39 : Topluma yanlış din anlayışları ve uydurma ilahlar ureten samiri konumundaki onderlerle, sorgulamadan onları takip edenlerin acı akıbetine dikkat cekilerek, bu kesimler uyarılır.



- Araf 7/188 : Gaybı bilme iddialarına cok net cevap verilmekte ve gaybı sadece Allah’ın bildiği vurgulanmaktadır.







- Araf 7/191 – 198 : - Allah’tan başka ilah edinenlerin acizliği,



- Bu uydurma ilahların zarar ya da fayda vermeye guclerinin yetmeyeceği,



- Ne arkalarından gidenlere ne de kendilerine yardım edemeyecekleri,



- Veli edinilmesi gerekenin ancak Allah olduğu,



- Onların da yaratılmış oldukları ve Allah’a eş koşulamayacakları,



- Onların da bizler gibi kul oldukları vurgulanır.



Gorulduğu uzere yine Mekke doneminde ve ilk surelerden itibaren, egemen sisteme ve onun haksızlık zulum ve ifsadına karşı tavır koymanın, başta akıdevi olmak uzere, siyasi, sosyal ve ekonomik konularda eleştiri ve tavırlar geliştirmenin yanında, aynı zamanda toplumun “Allah’ın dini”, “İbrahim dini” (İslam) adı altında da olsa sahip oldukları hurafeler yanlış din anlayışları temelden eleştiriye tabi tutulur ve tabiri caizse yerle bir edilir, aşağılanır, kucumsenir ve dışlanır. Hatta bu eleştirilerde bugun bazılarının sık başvurdukları eleştiri amaclı nitelemeyle,uslup zaman zaman “sertleştirilir”.



O donemin de onemli toplumsal sorunlarından biri olan ve insanlık tarihi boyunca suregelen insan hakları ihlalleri ile haksızlık ve zulumlere karşı da Allah Rasulu ve mu’minler mucadele etmeye cağrılmışlardır. Bu yolda da daha ilk donemlerde onemli tavırlar geliştirilmiş bulunmaktadır.



- Buruc 85/10 : İşkencenin yasaklanışı ve işkence edip sonra tevbe de etmeyenlere cehennem azabı tehdidinin getirilmesi.



- Nahl 16/110 : İşkence ve eziyet gorup, hicret edenlere Allah’ın yardım vaadetmesi.



- Şuara 26/183 : İnsanların haklarını kısanların olumsuzlanması.



- Araf 7/29 : Adaletin emredilmesi.



- Araf 7/86 : Tehditle insanları inancından, yolundan alıkoymanın yasaklanması ve bozgunculuk olarak nitelendirilmesi. Din ozgurluğunun savunulması.



- Şura 42/39 : İnananların bir zulme maruz kaldıklarında birlik olup karşı koymaları gerektiğinin vurgulanması.



- Şura 42/41 – 42 : - Zulme uğrayanlardan hakkını alanlar korunurken,



- İnsanlara zulmedenlere, yeryuzunde haksız yere taşkınlık edenlere ise azab tehdidi getirilmesi.



Gerek sosyal alanda gerekse gaybi alanda yaşatılan zulme, haksızlığa ve şirke, kınamacıların kınamasından korkmadan karşı cıkmayanların, Kur’an’ın yukarıda zikrettiğimiz acık ve muhkem hukumlerini anladıkları soylenebilir mi ?



Metodolojik tartışmalar, araştırmalar yapmak, yeni bir medeniyet hamlesinin dinamiklerini inşa etmeye calışmak veya toplumsal iktidarı ele gecirmeye cabalamak; biz mu’minleri, hayatın itikadi, siyasi, sosyal ve ekonomik tum alanlarını kuşatan Kur’an’ın uzerimize hem de daha ilk donemden beri yuklemiş olduğu yukarıda zikredilen ve her an yerine getirilmesi gereken yukumluluklerden alıkoymamalıdır.



Tevhid teoride değil, hayatın icinde her an yaşanan ve yaşanması gereken bir inanctır. Toplumsal sorunlardan ve toplumsal pratikten soyutlanmış teorik bir tevhide davet hicbir peygamberin mucadelesiyle ortuşmemektedir.



Mesela Musa (as) tevhidi tebliğden hemen sonra “zulmun durdurulmasını” one cıkarmıştır. Hayattan kopuk soyut kelami tartışmalar yerine, ezilen, zulum ve işkence goren insanların, Allah icin ve ancak O’nun adına kurtarılması mucadelenin merkezini oluşturmuştur. [9]



Hz. Şuayb (as) ise, “İnsanların haklarını kısanlara” karşı mucadeleyi tevhid bağlamında one cıkarmıştır. [10]Hatta Musa ve Harun (as), zulumden kurtarmak icin gonderildikleri topluma henuz dini tam anlamıyla tebliğ etmeden, Firavunun karşısına dikilmişlerdi. En buyuk ve şuphesiz en tesirli tebliği de pratikte hayatın icinde haksızlığa, zulme karşı adalet mucadelesi vererek yapmışlardı.



En tesirli, en guclu tebliğ pratiğin icinde yapılan, en verimli bilgilenme ve bilgilendirme de bu şekilde hayatın icinde yaşanarak elde edilendir.



İnsanların arasında ve sorunlarının tam ortasında yer alarak ve ilgilenerek, paylaşarak vahyin şahidliğini yapmak, şuphesiz fildişi kuledeki seyircinin teori uretmesinden, ustun, tesirli, verimli ve başarılıdır. Allah’ın rızasına da daha uygun olandır.



“Muhammed-ul Emin” kimliğinin nasıl oluştuğunun bilincine vararak, o kimliği, o tavrı ve guvenilir, adil, emin şahsiyeti cağımıza taşımayı başarmalıyız.



Muslumanlar olarak bilmeliyiz ki, İslami kimliğimizin imajını oluşturacak olan, hayat ve onun sorunları karşısında koyacağımız tavırlardır. İnsanlar icin yapmakla yukumlu olduğumuz “şahid”lik ancak bu şekilde verimli, tesirli ve fonksiyonel olabilecektir.



Bu sebeple, tıpkı Mekke’de inen ve yukarıda zikredilen sure ve ayetlerden anlaşıldığı, Rasulullah (s)’in ve butun peygamberlerin ornekliğinde gorulduğu gibi,



- Ekonomik, sosyal zulumlerle,



- Yetimin, yoksulun ezilmesi ve somurulmesiyle,



- İşci, memur, koylu, esnaf, dar gelirli, fakir ve yoksul insanların sefaletiyle,



- Irkcı zulumlerle, farklı ırklara yaşam hakkı tanımayan asimilasyon politikalarıyla,



- İdeolojik baskı, zulumlerle,



- Her turlu insan hakları ihlalleriyle,



- vb. tum toplumsal sorunlarla, Allah rızası icin, tevhidi ve adaleti ikame yukumluluğumuzun bir gereği olarak ve ibadet bilinciyle yakından ilgilenmek, zalimleri ifşa edip, mağdurlarına sahip cıkmak, haklarını savunmak, gucumuz yettiği kadar yardım etmek sorumluluğumuzu idrak etmeli ve gereğini en guzel bicimde ve Kur’an olculeri icerisinde yerine getirmeliyiz. Boylece doğruları yaşayarak, vahyin şahidliğini yaparak insanlara ornek olabiliriz.



Bir zulme tanıklık edebilmek, o zulmu ortaya cıkarmak, ifşa edip duyurmak, habersiz olan insanlara tanıklık ederek haberdar etmekle olur. Korkmadan yapılacak doğru şahidlik zalimin işini zorlaştıracak, mazlumun da yalnız olmadığını gormesine ve gayrete gelip, muhalefet bilincine ulaşmasına sebep olacaktır. Aksi taktirde sadece teorik bazda zulumden bahsedip, toplumsal hayatta yaşanan somut zulumlerle ilgilenmemek,teorik iddiaların pratik karşılığını gostermemek mucadeleyi de soyutlaştırıp,hayattan ve toplumdan koparacaktır. Oluşum safhasında, kitlenin sorunlarıyla ilgilenmemiz, bu sorunlara cozum uretmek ve cozmekten cok, sorunların kaynağını gostererek, kitlelerin gundemini zalimlere karşı belirlemek, egemenlerin zulum ve haksızlıklarını deşifre etmek ve kitlelere sorumluluklarını hatırlatarak, muhalefet bilincini uyandırmak şeklinde algılanmalıdır. [11]
__________________