UMMÎ MUALLİM
CenĂ‚b-ı Hak, Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’e;
وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظٖ۪يمٍ
“(Ey Habîbim!) Elbette Sen muhteşem bir ahlĂ‚k uzeresin.” (el-Kalem, 4) buyurdu.
Efendimiz, bu muhteşem ahlĂ‚kı nereden tahsil etti?
Sadece Rabbinden… Zira Efendimiz;
“Beni Rabbim terbiye etti. Edebimi, terbiyemi guzel eyledi.” (Suyûtî, CĂ‚miu’s-Sağîr, I, 12) buyurdu. Ne hic gormediği babasından, ne cocukken ayrı kaldığı annesinden, ne de bir başka muallim veya mektepten eğitim aldı, ders gordu. Şairin ifadesiyle;
Bir mektebe oldu ki mudÂvim
AllĂ‚h idi zĂ‚tına muallim…
Peygamber Efendimiz, ummî idi. Okuma-yazma bilmemesi de O’nun hicbir tesir altında kalmaması icin ilĂ‚hî bir tedbir idi. Zaten Mekke’de okuma-yazma bilen cok az kişi vardı ve ilim tahsil edecek bir mektep ortamı yoktu. Şairlerin de coğu okuma-yazma bilmezdi, şiir maharetini ancak tulûat olarak sergilerlerdi. İlim alınacak bir kutuphĂ‚ne de yoktu. Sadece ticaret sebebiyle gittikleri yerlerde bazı efsanevî hikĂ‚yelerden başka malûmatları mevcut değildi. Dînî kultur de aynı şekildeydi. Cunku Hazret-i İbrahim ve Hazret-i İsmail’in vaz ettiği tevhid dîninden tamamen uzaklaşmışlar, asılsız bir şirk saplantısı icine duşmuşlerdi.
LĂ‚kin CenĂ‚b-ı Hakk’ın lutfettiği o mustesnĂ‚ ahlĂ‚k, o muazzam fıtrat, o tertemiz gonul, Kur’Ă‚n-ı Kerîm’in nĂ‚zil olduğu kalp oldu. Fahr-i KĂ‚inat -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz; kullî ilmin menbaı oldu. Sır ve hikmetlerin tecellîgĂ‚hı oldu. Hakikat ve mĂ‚rifetin zirvesi oldu.
O ummî rehber, cĂ‚hiliyye insanından fazîletler medeniyeti inşĂ‚ etti. EvlĂ‚tlarına kıyabilen taş kalplerden, karıncayı incitmeyen şefkatli sîneler yetiştirdi.
O’nun talebelerinin kısa zamanda meydana getirdiği mezhebler, yani hukuk ekolleri; beşer aklının yuzlerce yılda yetiştirdiği zirveleri geride bıraktı, cırak cıkardı.
O’nun inşĂ‚ ettiği toplumda, zengin fakiri kendine zimmetli bildi. Yardım edecek fakir bulunamayan şehirler, devirler yaşandı.
O’nun yolundan giden halîfeler, geceleri sokak sokak kimsesizleri aradı. Mes’ûliyetle cırpındı.
O’nun vĂ‚risi olan takvĂ‚lı Ă‚limler, murşid-i kĂ‚miller; yaşayarak ve yaşatarak İslĂ‚m’ı tebliğ etti, nesiller yetiştirdi, ufukları nûra gark etti.
Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz’in muazzam muvaffakiyeti, istatistik ilmiyle de ispatlandı, tarih ilmiyle de îtirĂ‚f olundu.
EN BUYUK LİDER
Amerikalı ilim adamı Michael Hart, 1979 yılında dunyanın gelmiş gecmiş en tesirli 100 buyuk insanını secme calışması yaptı. Buyuk insanların kabiliyetlerini, mucadelelerini, icraat ve başarılarını bilgisayara kaydetti. Aylar suren calışmadan sonra bilgisayar, verilen bilgiler ışığında dunyanın en buyuk ismini secti. Bu isim, Hazret-i Muhammed -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- idi.
Araştırmanın ardından Fransız dergisi Le Point, Hazret-i Muhammed -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’i 1979’da «Yılın Adamı» secti. 29 Aralık 1979 tarihli gazeteler, habere yer verirken bunun gerekcesi olarak şunları yazdılar:
“Hazret-i Muhammed, 571-632 yılları arasında yaşamış olmasına rağmen dunyadaki tesiri cığ gibi buyuyor ve milyonlarca insan, hĂ‚lĂ‚ O’nun gosterdiği yolda yuruyor.” (Zafer Dergisi, 97/3-8)
O, iki dunyada saĂ‚dete eriştiren ilmi oğretti. Boş lĂ‚kırdıyı, mĂ‚nĂ‚sız mavalları, satırlarda kalan malûmĂ‚tı, faydasız bilgiyi değil, ilm-i nĂ‚fii, faydalı ilmi oğretti:
FAYDALI İLİM
CenĂ‚b-ı Hak Ă‚yet-i kerîmede şoyle buyurmuştur:
“(Rasûlum) de ki: Rabbim, ilmimi artır!..” (TĂ‚hĂ‚, 114)
Faydalı ilmin artması icin duĂ‚ ve gayret eden Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz, faydasız ilimden ise AllĂ‚h’a sığınıyordu.
Nedir ilmin faydası?
İlmin faydası, takvĂ‚ya eriştiren tefekkurdur. Haşyeti meydana getiren urperiştir. Huşûu sağlayan mĂ‚rifettir. İlmin faydası; kulu AllĂ‚h’a yaklaştıran tesirdir, feyizdir, rûhĂ‚niyettir, mĂ‚neviyattır.
Hazret-i Ali Efendimiz de işte boyle bir faydalı ilim icin;
“Bana bir harf oğretenin kolesi olurum.” buyurur. Herkesin bildiği birtakım basit bilgileri değil, «mĂ‚rifetullah»tan bir tecellî oğretene medyûniyetini ifade eder. ZĂ‚hirî ilmin zirvesinde iken HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî’nin Abdullah Dehlevî Hazretleri’nden oğrendiği ilim budur. Bu ilimle O, butun dunyaya rûhĂ‚niyet tevzî etmiştir. Hic şuphesiz Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚’nın Şems-i Tebrizî’den oğrendiği ilim de budur. Oyle ki, zĂ‚hirî ilmin zirvesindeki hĂ‚lini; «Hamdım» diye hulĂ‚sa ederken, mĂ‚rifetullah tecellîlerine erişini; «Piştim», Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz’e yaklaştıkca pervĂ‚neler gibi tutuşmasını; «Yandım» şeklinde ifade etmiş ve bu idrĂ‚ke eriştikten sonradır ki Peygamberimiz hakkında;
“O’nun ayağının tozuyum. O’nun getirdiği Kur’Ă‚n’ın kulu-kolesiyim!” demiştir.
Es‘ad Erbilî -kuddise sirruh- Hazretleri de; kendisinde tecellî eden yoğun rûhĂ‚niyet icinde, ışık altında yanan pervĂ‚neler gibi bir hĂ‚le burundu, her şeyde bu aşkın in‘ikĂ‚s ettiği ateşleri temĂ‚şĂ‚ etti. Buyuk bir gonul yangını icinde şoyle dedi:
TecellĂ‚-yı cemĂ‚linden Habîbim nevbahĂ‚r Ă‚teş,
Gul Ă‚teş, bulbul Ă‚teş, sumbul Ă‚teş, hĂ‚k u hĂ‚r Ă‚teş.
“Ey Habibim! Sen’in cemĂ‚lindeki guzelliğin tecellîsinden dolayı ilkbahar bile ateş kesildi. Gul de ateş, bulbul de ateş, sumbul de ateş, toprak ve dikenler de ateş hĂ‚linde…”
Demek ki ilim, gonle ulaşmamış ve sahibini Allah sevgi ve korkusuna goturmemişse; sahibine zĂ‚hiren Ă‚lim dense bile, hakikatte Ă‚lim sayılmaz. Boyle bir ilim, gafletten başka nedir?
Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Kulları icinden ancak Ă‚limler; Allah’tan (gereğince) haşyet duyar, korkar.” (FĂ‚tır, 28)
İslĂ‚mî ilimlerde dahî vaziyet boyle iken, sırf dunyevî ilimlerle meşgul olup, bunların «kîl u kāl»iyle omrunu tuketerek Rabbini unutan kimselere İmam GazĂ‚lî, şoyle hitĂ‚b eder:
“Ey oğul! KelĂ‚m, mantık, belĂ‚gat, şiir, sarf, nahiv ve emsĂ‚li ilimleri irfĂ‚na gecirememişsen yazık sana! Allah -celle celĂ‚luhû-’nun, kendisine ibĂ‚det edesin diye vermiş olduğu omru zĂ‚yî etmekten başka eline ne gecti?!.”
Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ şoyle der:
“Sırf zĂ‚hir Ă‚limi olanlar, sahalarına gore; geometri, astronomi, hekimlik ve felsefenin inceliklerini bilirler. Bilirler ama, bunlar hep goz acıp kapayıncaya kadar gelip gecen şu fĂ‚nî dunyaya ait bilgilerdir. Bunlar, insana yedinci kat goğun ustune, yani mîrĂ‚ca cıkacak yolu gosteremezler.”
“Allah yolunu ve o yolun varılacak menzillerinin bilgisini, nefislerine mahkûm gafiller bilmezler! Allah yolunun bilgilerini ancak, gonul ehli olan Ă‚rifler, akılları ile değil, gonulleri ile bilirler!”
Faydalı ilimden, yani ilimdeki kalbî olgunluktan mahrum kimseler, neticede ne oğrenirlerse oğrensinler, en buyuk hakikat olan Hakk’a vuslattan mahrum kalırlar.
İlim, ancak kulak ve zihinden kalbe inip kalben de hazmedildiği takdirde, sahibi icin guzel tecellîler hĂ‚sıl eder. Ancak boyle bir ilim kişiyi eserden muessire, sebepten musebbibe, sanattan sanatkĂ‚ra goturur. Kulu amel-i sĂ‚lihler ve haşyetullah ile muzeyyen kılar.
TAHSİL DENİNCE
Gunumuzde ilim ve tahsil denince; yanlış bir telĂ‚kkî ile meslek edinme, makam-mevkî elde etme arzusuyla gercekleştirilen tahsil akla gelmektedir. Anne-babalar evlĂ‚tlarına daha iyi bir dunya hayatı sağlayabilmek icin canlarını dişlerine takıp onları okutma endişesi cekmektedir. HattĂ‚ bu uğurda; «Ne yapalım, zaruret var!» diyerek dînî hassĂ‚siyetleri ikinci plĂ‚na atanlar, cocuklarını; fikir, inanc ve yaşayış bakımından bir muslumanı zehirleyecek zeminlere yerleştirenler, hattĂ‚ bunun icin ustune avuc avuc para vermeye hazır ve rĂ‚zı olanlar ortaya cıkmıştır.
İlmin, tahsilin dînimizdeki kıymetini bununla karıştırmak fĂ‚hiş bir hata olur.
Cunku, farz olan ilim, insanın Ă‚hiretine dair ilimleri oğrenmesidir. Kur’Ă‚n ve sunnette meth u senĂ‚ edilen ilim, insanı AllĂ‚h’a yaklaştıran ilimdir.
Dunyevî ilimler de kulun takvĂ‚sı neticesinde eğer tefekkure vesile olur, o tefekkur, şuur ve takvĂ‚sını artırırsa; faydalı ilim olur, kendisini ebediyet saĂ‚detine, yani cennet davetine hazırlar. Ancak boyle bir gayenin tahakkuku icin; o ilmin tahsil edileceği şartların da maksatla mutenĂ‚sip olması, yani şer‘î mahzurlardan sĂ‚lim olması elbette ki zarûrîdir.
Eğer dunyevî ilim ihtiyacı ile uhrevî zaruretler karşı karşıya geliyorsa; bir mu’min, tercihini elbette ebedî hayattan yana yapmak mecburiyetindedir.
Cunku;
Esas hayat Ă‚hiret hayatıdır.
Elde edilecek esas diploma da, son nefeste alınan îman şahĂ‚detnĂ‚mesidir. Bir mu’min icin tahsiline gayret edilecek en muhim diploma budur. Sair bilgileri elde etmek ise mubahtır. Sair zĂ‚hirî diplomalara, bu şahĂ‚detnĂ‚meyi kaybetmek pahasına talip olmak ahmaklıktır. Zira deryĂ‚yı bırakıp, damlayı almak hamĂ‚katin ta kendisidir.
Tahsil edilecek ilim, İslĂ‚mî ilimler dahî olsa, gaye; ilmin zĂ‚hiri değil, bĂ‚tını yani faydasıdır. Yani kalp ve davranışlarda istikamet Ă‚hengi icinde yaşananıdır. Cunku İslĂ‚mî ilimlerin ozu de takvĂ‚dır. Allah Rasûlu ile beraberliktir.
Bu sebeple Ebû Hanîfe; zamanın en buyuk mevkii olan Bağdat kadılığını, halîfenin arzusuna uymadığı durumlarda takvĂ‚sının zedeleneceği endişesiyle reddetmiştir.
Dolayısıyla bir kişinin Ebû Hanîfe kadar ictihad kudreti de olsa, İslĂ‚m hukukunu tedvin edebilecek salĂ‚hiyete sahip olsa; fakat o mustesnĂ‚ şahsiyetteki takvĂ‚sı olmasa bu ilim faydasızdır. İlm-i lĂ‚yenfa‘dır. Cunku faydasız ilim, kişiyi dunya menfaatlerine rĂ‚m ettiği icin kalpte zararlı bir zehire donuşur.
Faydalı ilim ise, sĂ‚lim bir tefekkurle îmĂ‚nı teyid eder, ihlĂ‚s ve ihsan uzere amel-i sĂ‚lihlerle akîdeyi kalpte tescil eder. İlmin bu faydaları olmaz ise, îman kalbe tam yerleşemez. Bir fiskede savrulur. Şeytan, Kārun ve SĂ‚lebe gibi, sonradan dalĂ‚lete dûcĂ‚r olanlar cĂ‚hil değildiler, onlarda ilim vardı; fakat bu, faydasız bir ilimdi. Tesirsiz bir ilimdi. ÎmĂ‚nı değil, inadı ve kibri artıran bir ilimdi. Bu yuzden ayakları kaydı. Boyle niceleri kendileri kaydığı gibi, nicelerinin de ayaklarını kaydırdı.
AtillĂ‚, İskender, HulĂ‚gû ve emsĂ‚li zĂ‚limler; dunyevî ilimleri kendi zulumlerine Ă‚let ettikleri icin butun insanlığın duşmanı oldular. Bilgileri hem kendilerine hem insanlığa felĂ‚ket getirdi. Diğer taraftan ilimlerini takvĂ‚ ile yoğurarak Hak dostluğuna mazhar olan ŞĂ‚h-ı Nakşibend, MevlĂ‚nĂ‚ ve Yûnus misĂ‚li Ă‚bide şahsiyetler de, butun insanlığın gercek dostları oldular ve fĂ‚nî omurlerinden sonra da mĂ‚nen yaşamaya devam ettiler. Onların turbeleri bile nice hayattakilerden daha fazla ziyaretcilerle dolup taşmaktadır. Fakat zĂ‚limlerin kabirleri ise, bir huzun enkazı hĂ‚linde ve insanlığın yuzkarası olarak sadece ibret sergilemektedir.
Ebu’l-Hasan Harakānî Hazretleri buyurur:
“İki kişinin dinde cıkardığı fitneyi şeytan bile cıkaramaz, onlardan kac:
CÂhil sofu,
TakvĂ‚ya ermemiş, dunya hırsına mağlûp Ă‚lim.”
Cunku bunlar hakikati kendi menfaatine gore yamultur. Bilgiyi zulmun maşası yapar. Te’vili, bĂ‚tılın yoluna serer.
TakvĂ‚lı Ă‚limler ise, ciğnenmek pahasına da olsa hakkı tutup kaldırırlar.
İki meşhur misal:
MĂ‚lûm, Ebû Hanîfe Hazretleri, halîfe Ebû CĂ‚fer Mansur’un baş kadılık teklifini reddetti. Cunku ilmî konumunun, halîfenin keyfî icraatlarına dayanak yapılmak istendiğini anlamıştı. Kabul etse, dunyası mĂ‚mur, Ă‚hireti harĂ‚b olacaktı. Reddetti. Zindanda kalmayı tercih etti. «Haksızlığa fetvĂ‚ vermektense zindanı tercih ederim.» dedi.
Ahmed bin Hanbel Hazretleri, iktidarı ele gecirmiş dalĂ‚let ehli zĂ‚limler tarafından; «Kur’Ă‚n mahlûktur.» demeye zorlandı. Kabul etmediği icin zindana atıldı. Hakikatten taviz vermedi.
TakvĂ‚ları olmasaydı, sadece bilgi onları muhafaza edebilir miydi?
İslĂ‚mî ilimlerde dahî durum boyle ise; tamamen beşerî, meslekî gayelerle yapılan tahsillerin, insana mĂ‚nen bir pĂ‚ye vermeyeceğini, ilimden asıl murĂ‚dın bu olmadığını, insanın gercek tahsile muhtac olduğunu iyi anlamak îcĂ‚b eder.
ESAS TAHSİL
SĂ‚mi Efendi Hazretleri, sohbetlerinde; asıl ilmin, Allah TeĂ‚lĂ‚’nın kudret ve azametini kalpte hissetmek olduğunu ifade ederler ve bu ilme sahip olmanın şerefini her vesileyle hatırlatırlardı.
Bir gun ziyaretine gelenlerden biri, hem Hazret’in duĂ‚sını almak hem de yeğenlerini tanıştırmak istemişti. Huzûruna girip el operken;
“–Efendim! Bu delikanlılar Amerika’da okuyup muhendis oldular. DuĂ‚larınızı istirhĂ‚m ederiz!” diye takdim etti. SĂ‚mi Efendi Hazretleri ise mĂ‚nidar bir tebessumle onlara;
“–Fakir de DĂ‚ru’l-Funûn mezunuyum. Fakat asıl tahsil, «mĂ‚rifetullĂ‚h»ın tahsilidir!” buyurdu.
Bilhassa maddeciliğin, kapitalizmin ve globalleşmenin artırdığı dunyevî ihtiraslarla kalplerin kirlendiği devrimizde; medeniyet de yanlış anlaşılmakta. Makinenin terakkîsiyle meydana getirilen îcatlar, medeniyet zannedilmektedir. HĂ‚lbuki makineden medet ummak, ne buyuk bir zaaftır. Zira makine, ruhsuz bir demir parcasıdır. Kendisine kul olan kimseyi de, kibir, gurur ve zulum bataklığında mahv u perişan etmektedir.
İnsanın Allah katındaki değeri; fĂ‚nî dunyadaki zenginliği, asĂ‚leti, kudreti, zekĂ‚sı veya bilgi depoladığı aklı ile değildir. İnsan icin yegĂ‚ne kıymet olcusu, takvĂ‚dır.
İNSAN KIYMETİ: TAKVÂ
Bu husûsu en guzel şekilde şu kıssa anlatacaktır:
Medine carşısına guclu, kuvvetli bir kole gelmişti. ÎmĂ‚n etmiş bir koleydi. Talibi coktu. Fakat kolenin, kendisini satın almak isteyenlere, her turlu hizmet mukabili tek şartı vardı:
“–EzĂ‚n-ı Muhammedî okununca gideceğim, Allah Rasûlu’nun arkasında namaz kılacağım. Hizmetime mukabil tek arzum bu!”
Nihayet bu şartı kabul eden birine satıldı. Kole, hizmette kusur etmiyordu ve namaz vakitlerinde de mutlaka Mescid-i Nebî’de Hazret-i Peygamber’in ardında saf tutuyordu. Efendimiz ile onun arasında muhabbetle dolu oyle bir cereyan hattı meydana gelmişti ki, Rasûlullah Efendimiz, mescide her gelişinde gonluyle ve gozleriyle onu arıyordu. Bir gun onu goremeyince sahibine sordu:
“–Kolen nerede efendi?”
Sahibi cevapladı:
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah, hasta.”
Bunun uzerine Efendimiz;
“–Haydi hep birlikte o koleyi ziyarete gideceğiz.” buyurdu.
O devirde koleler alt tabakanın da alt tabakası gorulurdu. Efendimiz ise; zengin, asil, onde gelen kim varsa herkesi bir koleyi ziyarete goturuyordu.
O kole, Efendimiz’in ziyaretinden bir muddet sonra yine bir gun mescide gelemedi. Onu Ravza’da goremeyen Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- yine, onun sahibine sordu:
“–Efendi, kolen nerede?”
Bu suĂ‚li; «İhmal mi ettin, yoksa namaza gelemeyeceği bir iş mi verdin?» mĂ‚nĂ‚sı taşıyordu.
Sahibi uzuntuyle;
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah, kolem sekerĂ‚t-ı mevt hĂ‚linde… Oldu olecek…” diye cevap verdi.
Bunun uzerine Peygamber Efendimiz bu defa;
“–Haydi hep birlikte yine kolenin yanına gideceğiz.” buyurdu.
Yine ashĂ‚b-ı kirĂ‚mı topladı, kolenin yanına gittiler. Efendimiz, kolenin yanından ayrılmadı. Kole rûhunu teslim etti, yine yanından ayrılmadı. Defnine kadar yanında durdu.
Bu hĂ‚dise karşısında muhĂ‚cirîn-i kiram dedi ki:
“–Biz her turlu cefĂ‚ya katlandık. Allah Rasûlu bu koleye bizden daha fazla alĂ‚ka gosterdi. Hikmeti nedir?”
EnsĂ‚r-ı kiram da aynı şekilde;
“–Biz inen her Ă‚yete;
«سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا : İşittik ve itaat ettik!» dedik. Ancak Allah Rasûlu, bu koleye daha cok itibar gosterdi. Acaba hikmeti nedir?” dedi.
Bunun uzerine Ă‚yet-i kerîme indi:
اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰیكُمْ
“… Muhakkak ki Allah katında en değerli olanınız, takvĂ‚ bakımından en ustun olanınız, yani O’ndan en cok korkanınızdır…” (el-HucurĂ‚t, 13)
Demek ki Allah ve Rasûlu’nun indinde kıymet bulmak icin takvĂ‚ zarûrî.
Hangi davranışın takvĂ‚ya uygun olduğunu oğrenmek icin de ilim zarûrî… O ilim Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz’de… Cunku ilmin kullîsi Rasûlullah Efendimiz’de… Her şeyin bir zĂ‚hirî tarafı bir de hikmet tarafı vardır. ZĂ‚hir ve bĂ‚tın butun ilimlerin menşei, Kur’Ă‚n’ın nĂ‚zil olduğu gonul olan Habîbullah Efendimiz’dir. O canlı bir Kur’Ă‚n’dır. O’nun mubĂ‚rek hayatı, bizi iki cihanda saĂ‚dete eriştirecek sırĂ‚t-ı mustakîmdir.
Ancak takvĂ‚lı bir ilimle Allah Rasûlu’ne benzeyebilir, sırĂ‚t-ı mustakîme erişebiliriz.
Demek ki bir mu’min ilimle mucehhez olacak ve Allah Rasûlu ile hayatının her safhasında beraber olacak. Boylece AllĂ‚h’a yakın, kĂ‚mil bir insan olacak.
Kim AllĂ‚h’a yakın bir kul olursa, Allah da o kuluna yardım eder. O kulu unutmaz ve kullarına da o kulu unutturmaz. Mezheb imamları, muhaddisler, sĂ‚dĂ‚t, meşĂ‚yıh ve sûfiyyenin onde gelenlerine yani, gercek Ă‚limlere baktığımız zaman; bu hakikati temĂ‚şĂ‚ etmekteyiz. Allah TeĂ‚lĂ‚, ZĂ‚tını hic unutmayan bu kullarını, kullarına unutturmuyor. MevlĂ‚nĂ‚ları, Abdulkādir GeylĂ‚nîleri, ŞĂ‚h-ı Nakşibendleri, Yûnus Emreleri unutturmuyor.
Demek ki insanlar bu zĂ‚tların ilmine ve hikmetli tavsiyelerine muhtac.
İslĂ‚m tarihi boyunca, sıkıntılı bĂ‚direlerden ummet-i Muhammed, bu Ă‚limler sayesinde gecmiş. Bu Ă‚limlere, murşidlere tĂ‚bî olanlar, istikametten ayrılmamış.
Bugun globalleşen dunyada, birtakım şerlerin kaynadığı bir devirde kendimizi ve evlĂ‚tlarımızı, ilim ve takvĂ‚ uzere yetiştirebilmek mecburiyetindeyiz.
MUHAMMEDÎ İLİM ve TAKVÂ…
Fahr-i KÂinÂt Efendimiz buyurur:
“Benim ummetimin misĂ‚li, (bereketli bir) yağmurun misĂ‚li gibidir. Evveli mi daha hayırlıdır, sonu mu daha hayırlıdır bilinmez! (Evveli de hayırlıdır, sonu da hayırlıdır.)” (Tirmizî, Edeb, 81/2869; Ahmed, III, 130)
SahĂ‚be Efendilerimiz o yağmurun evveliydiler. Muhammedî ilim ve takvĂ‚ ile, cĂ‚hiliyye devrinin kirinden arındılar. Tertemiz yağmur damlaları gibi, kalb-i selîm ile Rablerinin huzûruna vardılar.
Şimdi Ă‚hirzamanda yine bir cĂ‚hiliyye devri yaşanmakta.
Zaten Rasûlullah Efendimiz;
“Ben ikindi sonrası peygamberiyim.” (İbn-i Kesîr tefsiri, XII/6549; Ayr. Bkz. BuhĂ‚rî, EnbiyĂ‚, 50, Tevhid 31) buyuruyor. O’nun teşrifi dahî kıyĂ‚met alĂ‚metiydi. Aradan 1500 senelik bir zaman şeridi de aktı gitti. Artık dunyamızda fiten hadislerindeki alĂ‚metler bir bir zuhûr etmeye başladı.
Boyle bir zamanda bu kirli dunyadan tertemiz bir yağmur damlası gibi gecebilmek, ancak ilim ve takvĂ‚ ile mumkundur. Gitgide kirlenen dunyanın, yegĂ‚ne arınma umudu, Muhammedî ilim ve takvĂ‚dır. Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz’in; «Kardeşlerim.» buyurduğu, Ă‚hirzaman ummeti olabilmektir.
Hem kendimizi hem evlĂ‚tlarımızı oyle bir yetiştirmeliyiz ki Ă‚hirzaman ummeti olarak O’nun ozlediği kardeşleri olabilelim.
Bunun icin genclik cok muhim.
İSTİKBÂLİMİZ
Genclik, bir milletin istikbĂ‚linin en acık gostergesidir. Her devrin gencliği; kendi karakterine uygun, enerjisini harcayabileceği ayrı bir heyecan Ă‚leminde yaşar. Bu sebeple her millet, gencliğinin his ve fikir dunyasına gore şekil alır.
Eğer bir millette gencler guclerini; ilim, mĂ‚neviyat, ahlĂ‚k ve fazîlet yolunda sarf ediyorlarsa, o millette istikbal vardır. Aksine gencler, guc ve kuvvetlerini nefsĂ‚nî arzular peşinde ziyan ediyorlarsa Ă‚kıbet hezimet, esĂ‚ret ve felĂ‚kettir.
İlim her yaşta farz, fakat ilmin en verimli mevsimi genclik… O gencliği, sadece dunyevî kazanc tahsiline sarf etmek, cok buyuk bir israf… MĂ‚neviyat tahsilini, dunya tahsiline mĂ‚nî gorup de bir tarafa koymak, ertelemek ve sonunda terk etmek ne ağır bir mes’ûliyet!.. Dunya icin aylar ve yılları Ă‚mĂ‚de ederken, ukbĂ‚ya yonelik dînî tahsil icin sadece yazları, o da camilerdeki birkac haftayı kĂ‚fî gormek ne buyuk bir gaflettir!
Yine zihinlerdeki şu telĂ‚kkîyi kırmak gerekli:
TakvĂ‚ ve dindarlık, yaşlılara mahsus bir şey değildir!
TakvĂ‚ bulûğ cağından itibaren her insanın ayrılmaz vasfı olmalı; bilhassa kanların deli aktığı genclik, Muhammedî ilim ve takvĂ‚ ile, ebediyetle buluşturulmalıdır.
Cunku O’nun gosterdiği yolda yurumek; insanoğlu icin yegĂ‚ne kurtuluş, huzur, saĂ‚det ve rahmet kapısıdır.
O’nun izinde yurumek, fazîletlerle dolu bir omur surmeye vesiledir.
O’nun izinde yurumek, canlı bir Kur’Ă‚n olabilme sırrına ermektir.
Gozun okuduğu, zihnin okuduğu değil, kalbin okuduğu bir ilim ve tahsil… Bu da en zor tahsildir.
AshĂ‚b-ı kiram Muhammedî ilim ve takvĂ‚ ile mucehhez hĂ‚le gelip, dunyaya yayılmış ve İslĂ‚m’ın guler yuzlu mesajını insanlığa ulaştırmışlardı.
Bugun de dunya bizden hizmet bekliyor.
Sadece Hakk’ın rızĂ‚sının arandığı, şefkat ve merhamet gosterirken hicbir gonlun birbirinden farklı tutulmadığı, gonullerin bir dergĂ‚h hĂ‚line getirildiği, yani bir guneş gibi her karanlığı aydınlatan, her uşuyeni ısıtan bir hizmet bekliyor.
Yaralı gonullerin sarılmasını, akan gozyaşlarının silinmesini gaye edinen bir hizmet bekliyor. Mazluma kucak acan, muhtacı incitmeyen bir hizmet… Yaratılanı, Yaratan’dan oturu sevmenin, butun mahlûkāta şĂ‚mil merhametin muktezĂ‚sı bir hizmet… VelhĂ‚sıl mahlûkāta hizmeti, Hakk’a yakınlığın bir basamağı telĂ‚kkî eden bir hizmet…
Bu hizmeti verebilecek gonuller icin de Muhammedî bir ilim ve takvĂ‚ elzem…
Rabbimiz cumlemize ve neslimize nasip buyursun!..
Rabbimiz bizleri; faydalı ilim ile mucehhez ve takvĂ‚ ile muzeyyen kılsın. Bizleri ve nesillerimizi faydasız ilimden, cehĂ‚letten ve dalĂ‚letten muhafaza buyursun.
Rabbimiz bizleri; Ă‚hirzamĂ‚nın kirlerinden muhafaza olup, tertemiz bir yağmur damlası gibi bu cihandan kalb-i selîm ile gecerek, Rasûl-i ZîşĂ‚n Efendimiz’in havz-ı kevserine ulaşan bahtiyarlar zumresine ilhĂ‚k eylesin.
Âmîn!..
Yuzakı Dergisi
__________________