KÂRLI ALIŞVERİŞ
Âyet-i kerîmede buyurulur:
اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَۜ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِ وَالْقُرْاٰنِۜ وَمَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ مِنَ اللّٰهِ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذ۪ي بَايَعْتُمْ بِه۪ۜ وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
“Allah; mu’minlerden mallarını ve canlarını, onlara (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır.
Onlar; Allah yolunda savaşırlar, oldururler ve oldurulurler.
(Bu); TevrĂ‚t’ta, İncil’de ve Kur’Ă‚n’da Allah uzerine hak bir vaattir.
Allah’tan daha cok sozunu yerine getiren kim vardır?
O hĂ‚lde yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin!
İşte bu, (gercekten) buyuk kurtuluştur.” (et-Tevbe, 111)
CenĂ‚b-ı Hak, mu’minlere nimetlerin en buyuğu olan îman nimetini lutfetmiştir.
Bu nimetin şukru, o nimeti canı pahasına korumak ve onu mahrumlara ulaştırmaktır.
Bu Ă‚yet-i kerîme ile CenĂ‚b-ı Hak, mu’minleri mal ve can ile îman imtihanına tĂ‚bî tutmaktadır.
Mu’minler bu uğurda her turlu fedĂ‚kĂ‚rlığa tahammul etmeyi de nimet bilirler. Allah yolunda cihada; ayak suruyerek gitmez, canla başla şevkle koşarlar.
Nitekim Bedir gunu Sa‘d bin Heyseme ile babası kimin gazveye gideceği husûsunda aralarında kur’a cektiler.
Kur’a Sa‘d’a cıktı.
Babası;
“–Yavrucuğum, bugun îsarda bulun. Beni kendine tercih et de, senin yerine gazveye ben gideyim.” dedi.
Sa‘d -radıyallĂ‚hu anh-;
“–Babacığım bunun sonunda cennetten başka bir şey olsaydı, dediğini yapardım.” dedi.
Allah yolunda şehĂ‚deti ihlĂ‚s ile isteyen Sa‘d -radıyallĂ‚hu anh- Bedir’de babası Heyseme -radıyallĂ‚hu anh- da Uhud’da şehid oldular.
Onları, olume bu kadar iştiyĂ‚k ile koşturan duygu; Ă‚hirete, hakikati uzere îmĂ‚n etmiş, onu tam anlamıyla idrĂ‚k etmiş olmalarıydı.
Eğer ebedî cenneti kazanma fırsatı karşılarına cıkmış ise, dunyada uc-beş yıl daha yaşamanın ne mĂ‚nĂ‚sı olabilirdi ki?
Onların yakîn uzere îman ve idrĂ‚k ettikleri husus şuydu:
Âhiret bir deryĂ‚… Dunya ise bir tek damla!..
Boyle bir îmĂ‚na sahip olur da kim damlaya talip olur?
Olum, hayat kadar tabiî bir zaruret… Onu, şehidlik gibi ulvî bir nimete donuşturme imkĂ‚nını bulmuşken, onu kim kacırır?..
İstanbul’un fethinde de, Kosova Meydanı’nda da, Canakkale’nin mudafaasında da şehĂ‚dete huzur icinde koşan Mehmetciğin bukulmez îman azminde bu iştiyak vardır.
ŞEHÂDET NİMETİ
Tarih boyunca tevhid ehli, dinlerini korumak icin canlarını ortaya koymak mecburiyetinde de kalmışlardır.
Samimî birer musluman olan ilk îsevîler, sirklerde arslanların dişleri arasında parcalanmak pahasına îmanlarını muhafaza etmişler ve onlar da şehĂ‚det şerbetini aşk ile icmişlerdir.
Habîb-i NeccĂ‚r zalim bir kavim tarafından taşlanarak katledilirken tebessum hĂ‚lindedir.
Firavunun sihirbazları ise Musa -aleyhisselĂ‚m-’a îmĂ‚n etmeleri sebebiyle kolları, bacakları kesilip hurma dallarına asılırken dahî bir îman zaafiyetine uğramanın endişesinden korkarak;
“…YĂ‚ Rabbî! Uzerimize sabır yağdır ve canımızı muslumanlar olarak al!” (el-A‘rĂ‚f, 126) diyerek son nefeslerinde îman mucadelesi vermiş ve kavuştukları îmĂ‚nı muhafazadan başka bir endişe hissetmemiş, dunyada cektikleri ızdırabı bir hic olarak gormuşlerdir.
BidĂ‚yet-i İslĂ‚m’da; Hazret-i BilĂ‚l, Habbab bin Eret, AmmĂ‚r bin YĂ‚sir ve anne-babası gibi nice fakir ve zayıf muslumanlar, ağır işkence ve zulumlere dûcĂ‚r olmuşlar fakat tevhidden taviz vermemişlerdir.
Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚, Mesnevî’sinde boyle bir îman mucadelesini, edebî lisanla zenginleştirerek mecazlarla ve misallerle tezyin ederek anlatır:
ASHÂB-I UHDÛD
Tevhid ehli ilk îsevîleri işkenceyle dinlerinden dondurmeye calışan yahudi padişahı; buyuk hendekler kazdırıp, icine ateş doldurttu. Burûc Sûresi’nde de zikredilen bu zulumle binlerce musluman dinlerinden donmediği icin ateşe atıldılar. Bu esnada mûcizevî bir hĂ‚dise yaşandı.
Hukumdar; kucağında cocuğu bulunan mu’min bir kadını, putun onune getirtti. Ateş alev alev yanıyordu. Cocuğu anasının kucağından aldı, ateşin icine attı. Kadın korkusundan îmandan cıkacak gibi oldu. Puta secde etmek istedi. Tam bu sırada, cocuk ateşin icinden;
“Anne ben olmedim.” diye seslendi.
“Sen de buraya gel, anneciğim, gerci ben gorunuşte ateş icindeyim ama… Burada iyiyim, hoşum. Bu ateş; hakikati orten, gostermeyen bir goz bağıdır. Aslında bu ateş, mĂ‚nĂ‚ yakasından başını cıkaran bir rahmettir, bir lutuftur.
Anne; korkma, ateşe atıl, ateşe gir de, Hakk’ın iyiliğini, ihsanını gor. Has kullarının zevk ve safĂ‚sını seyret.
Su gibi gorunen, fakat aslında yakıcı bir ateş Ă‚lemi olan şu dunyadan cık da, ateşe benzeyen, ateş gibi gorunen suya dal.
Anne korkma, ateşe gir de, ateş icinde yaseminler, guller, serviler bulan Hazret-i İbrahim’in sırlarını gor.”
Nitekim hadîs-i şerifte;
“Cennet nefse hoş gorulmeyen şeylerle, cehennem ise nefsin arzu ettiği şeylerle cevrilidir.” (BuhĂ‚rî, Rikāk, 28) buyurulur.
Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚; dunyada Ă‚hiret icin cekilen sıkıntıların, zĂ‚hiren ağır, meşakkatli gorunse de, kavuşulacak cennet ve mĂ‚nevî nimetler karşısında bir hic olduğunu ifade etmektedir.
Misal verdiği Hazret-i İbrahim de, kavminin putlarını kırdı. Bu sebeple Nemrut tarafından ateşe atılmasına karar verildi. Hazret-i İbrahim, hicbir taviz vermeden ateşe yurudu. İlĂ‚hî hukme tam bir teslîmiyet gostererek; “Rabbim bana yeter!” buyurdu. Ateşe yurudu. Fakat CenĂ‚b-ı Hak o ateşi gulzĂ‚ra cevirdi.
MĂ‚lûmdur ki;
Ateş su ile soner. İbrahim -aleyhisselĂ‚m-, ateşe atılmadan once nefs alevini vefĂ‚ sularıyla sondurmuştu. Bu sebeple; atıldığı zĂ‚hirî ateş de, HalîlullĂ‚h’ın sadĂ‚kat, teslîmiyet ve tevekkulu ile sondu.
Bu misallerin butun mu’minlere mesajı şudur:
Allah yolunda, cennet uğrunda cekilecek ceşitli sıkıntılar, İslĂ‚m’ı yaşamanın onunde asla engel olmamalıdır. Muslumanca yaşayan insanlar, kufur ve gaflet ehlinin elinden ve dilinden ceşitli eziyetlere uğrarlar. Bunlar, bir muslumana asla tesir etmemelidir. Bu cileler muslumanları olgunlaştırır. MevlĂ‚nĂ‚ buyurur:
“Ayın geceye sabretmesi onu apaydın eder. Gulun dikene sabretmesi, gule guzel bir koku verir.”
“Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Ama bulbul, kuzgun bağırıyor diye guzelim sesini keser mi hic?”
Hak yolundakiler, zalimlerden korkmazlar. Şerlilerin tehditleri, muslumanları tedirgin etmez. Hakkı tavsiyeye ve îmĂ‚nı îlĂ‚n etmeye devam ederler.
“Gulun dostu dikendir.”
Dikene tahammul sayesinde gul dikenle tezkiye olur. Tezkiye ise, sabırdır, iptilĂ‚lara katlanmaktır.
Bir musluman dĂ‚imĂ‚ şu ve benzeri Ă‚yetlerin tehdit ettiği ahvalden korku hĂ‚linde yaşamalıdır:
“Huzûrumuza cıkacaklarını beklemeyenler, dunya hayatına rĂ‚zı olup onunla rahat bulanlar ve Ă‚yetlerimizden gafil olanlar yok mu; işte onların, kazanmakta oldukları (gunahlar) yuzunden varacakları yer, ateştir!” (Yûnus, 7)
Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚, o bebeği konuşturmaya devam eder:
“Anneciğim ben de senden doğmayı olum sanmıştım, senden ayrılacağım diye pek cok korkmuştum. Fakat doğunca, zindandan kurtuldum. Gunun ışığına cıktım. Havası hoş, rengi guzel bir dunyaya geldim. Şimdi de şu ateş icinde rahatı, huzuru bulunca, dunyayı bir ana rahmi gibi yaşanılmaz bir yer olarak gormekteyim. Bu ateşin icinde oyle bir Ă‚lem gordum ki, her zerresinde İsa nefesi var, her zerresi bir olu diriltebilir.”
Olum; tıpkı doğum gibi bir dunyadan başka bir dunyaya, bir hayattan bir başka hayata geciştir.
Olumun korkulacak tarafı, mĂ‚nen kotu bir olum olmasındadır. Hayatlarını dĂ‚imĂ‚ dunya tercihleriyle rezilce yaşayanlar; elbette olumden, yani olum kapısının acılacağı Ă‚hiretten, hesaptan, sırat’tan korkarlar. Cunku hayatlarında; o Ă‚lemi tercih etmemiş, ona hazırlık yapmamışlardır.
Âhirete hazır, AllĂ‚h’a ve Ă‚hiret gunune kavuşmayı umanlar icin ise, olum; şairin ifadesiyle Ă‚sûde bir bahar ulkesidir.
KıyĂ‚met Sûresi’nde îkazen buyurulur:
كَلَّا بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَۙ وَتَذَرُونَ الْاٰخِرَةَۜ
“Hayır! Siz dunyayı seviyorsunuz ve Ă‚hireti bırakıyorsunuz.” (el-KıyĂ‚me, 20-21)
Devamında ise, Ă‚hireti tercih edenlerin guzel hĂ‚li şoyle tarif edilir:
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌۙ اِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌۚ
“Yuzler vardır ki, o gun ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakacaklardır (O’nu goreceklerdir).” (el-KıyĂ‚me, 22-23)
Dunyayı tercih edenler ise;
وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌۙ تَظُنُّ اَنْ يُفْعَلَ بِهَا فَاقِرَةٌۜ
“Yuzler de vardır ki, o gun buruşacaktır; kendilerinin, bel kemiklerini kıran bir felĂ‚kete uğratılacağını sezeceklerdir.” (el-KıyĂ‚me, 24-25)
Cocuk davet etmeye devam eder:
“Anne! Annelik hakkı icin gel, ateşe gir de, bu ateşte yakıcılık olmadığını gor. Anne gel, ateşe gir, devlet, saĂ‚det geldi. Gel ateşe gir de, devleti, saĂ‚deti elden kacırma…
Ben sana acıyorum da, o yuzden, seni ateşe cağırıyorum. Yoksa neşemden seni duşunmeye vaktim yok.
Anne gir ateşe, başkalarını da cağır. Cunku Allah, ateş icinde nimet sofrası kurmuştur.
Ey muslumanlar! Hepiniz gelin, ateşe girin, îman zevkinden başka her şey azaptan ibarettir.” (Mesnevî
Habîb-i NeccĂ‚r da kavmi tarafından taşlanarak oldurulurken, onların gafletine acıdı, kızmadı, sadece acıdı:
“Keşke Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını kavmim bilseydi!” dedi. (YĂ‚sîn, 26-27)
MUHİM BİR ÎKAZ
Burada istitrat kabîlinden şu îkazda bulunmak da zarurettir.
Musluman, Allah yolunda canını verir. Ancak muslumanlar firĂ‚setli olmalı ve îmĂ‚nî heyecanlarını, başkalarının hele İslĂ‚m’ın azılı duşmanlarının istismĂ‚r etmesine de katiyen musaade etmemelidir.
Devrimizde fitne ve kargaşalarla kavrulan İslĂ‚m Ă‚leminde, dînimizin mefhumları sû-i istîmal edilerek muslumanların, muslumanları her iki taraf da; «AllĂ‚hu ekber!» diyerek katletmelerine zemin oluşturulmaktadır. Fitne ve kargaşada, ne iduğu belirsiz teşkilĂ‚tların emrinde; olmek şehĂ‚det olmadığı gibi, savaşmak da cinayetten başka bir şey değildir.
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- İslĂ‚m davetinde bizim yegĂ‚ne misĂ‚limiz ve onderimizdir.
O -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-; ne Mekke’de zalim muşriklere karşı, ne Medine’de fitneci munafıklara karşı, anarşi ve kargaşaya yol acacak bir silĂ‚hlı mucadeleye asla musaade etmemiştir.
Gunumuzde yaşananlar; batılıların birbirleriyle olan guc mucadelelerini, boluk porcuk olmuş İslĂ‚m ulkeleri uzerinde bir oyuna dokmuş olmalarından başka bir şey değildir. Uyanık olmak, fitneden uzak durmak ve toplumda îmĂ‚nın kokleşmesi icin gayretlere ağırlık vermek elzemdir.
Âhireti tercih etmeye asr-ı saĂ‚detten bir misal daha verelim…
DUNYA NEDİR Kİ?
EnsĂ‚r-ı kiram, bir gun kendi aralarında;
“–Daha ne zamana kadar bu kuyulardan su cekmeye devam edeceğiz? Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e varsak da bizim icin Allah TeĂ‚lĂ‚’ya duĂ‚ ediverseler; CenĂ‚b-ı Hak da bizim icin şu dağlardan pınarlar fışkırtsa! (ibĂ‚detlerimizi daha rahat yapsak)” dediler. Bu duşuncelerle, Efendimiz’in huzûr-i Ă‚lîlerine geldiler. Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- onları gorduklerinde;
“–Merhaba, hoş geldiniz! Bir ihtiyac sebebiyle mi geldiniz?” buyurdular. Onlar da;
“–Evet yĂ‚ RasûlĂ‚llah!” dediler.
Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-;
“–Bugun benden ne isterseniz size mutlaka verilecek! Ben CenĂ‚b-ı Hak’tan ne istediysem onu mutlaka bana vermiştir.” buyurdular.
EnsĂ‚r-ı kiram bulunmaz bir fırsat yakaladıklarını anlayıp birbirlerine baktılar ve kendi aralarında;
“–Dunyayı mı istiyorsunuz! (Ne kadar basit bir şeyin peşine duşmuşsunuz!) Siz asıl Ă‚hireti isteyin!” dediler. Sonra da;
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Allah TeĂ‚lĂ‚’ya, bizi mağfiret eylemesi icin duĂ‚ edin!” dediler. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz;
“‒AllĂ‚h’ım! ensĂ‚rı, ensĂ‚rın cocuklarını, ensĂ‚rın cocuklarının cocuklarını mağfiret eyle!” diye duĂ‚ buyurdular.
EnsĂ‚r-ı kiram; Peygamber Efendimiz’den bu duĂ‚sını, ensar dışından aldıkları zevce ve gelinlerinden dunyaya gelen evlĂ‚tlarına ve hattĂ‚ Ă‚zĂ‚d ettikleri kolelerine kadar genişletmesini istediler. Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, onların bu talebine de icĂ‚bet buyurdular. (Bkz. Ahmed, III, 213, 139; HĂ‚kim, IV, 90/6975; Heysemî, X, 40)
Esasen, Ă‚hireti tercih Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz’in de en fĂ‚rik husûsiyetidir. Nitekim her nebîye kendine mahsus bir duĂ‚ verilmiştir ki kabulu muhakkaktır. Her peygamber onu dunyada iken yapmış, Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ise, onu kıyĂ‚met gunune bırakmıştır. Onunla, şefĂ‚at-i uzmĂ‚sı gercekleşecektir. (Bkz. BuhĂ‚rî, DeavĂ‚t, 1)
Demek ki Peygamber Efendimiz; dunyadaki hicbir sıkıntıyı, Ă‚hiretin sıkıntıları yanında muhim bulmamıştır. Bizler de bu mesajı alarak, Ă‚hiret yolunda dunyada cekilen cefĂ‚ları safĂ‚ bilmeliyiz.
YĂ‚ Rabbî!.. Bize dunya ve Ă‚hiretin hakikatlerini bildir, Ă‚hirete îmĂ‚nımızda yakînimizi artır, bizleri her adımda Ă‚hireti tercih edenlerden eyle!..
Âmîn!..
Yuzakı Dergisi
__________________