Guzel ahlĂ‚kın ozu, hic şuphesiz ki Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’e ve O’nun izinden giden sĂ‚lih kullara dost olmaktan gecer. Fazîletler halkasına tutunmanın ilk şartı budur. Onlarla dostluğu kaybederek gafletin girdĂ‚bında helĂ‚k olmak ise kotu ahlĂ‚kın ozunu teşkil eder.

***

SĂ‚lih ve sĂ‚liha bir mu’min, rûhundan Ă‚leme rahmet taşıran, merhamette zirveleşen, affedebilmenin hazzını duyan, cile ve ıztırapları sabır gucu ile bertaraf eden ve dĂ‚imĂ‚ CenĂ‚b-ı Hakk’a şukur duyguları icerisinde bulunan zarif bir kişiliktir.

***

Şukur; mu’minin, kendisine lûtfedilen nîmetlere ve iyiliklere karşı sevinerek, onları ihsĂ‚n eden Rabbine ceşitli soz ve davranışlarla hĂ‚lisĂ‚ne bir kullukta bulunmasıdır. Yani şukur, nîmetin hakikî sĂ‚hibini bilmektir.

***

Hadîs-i şerîfte buyrulur:

“Îman iki kısımdır. Yarısı sabırda, yarısı şukurdedir.” (Beyhakî, Şuabu’l-ÎmĂ‚n, VII, s. 127)

***

Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- şukur ve sabrın birbirine olan ustunluğu hakkında şoyle buyurur:

“Şukurle sabır birer binek hayvanı olsalardı, hangisine daha once bineceğimi kestiremezdim.”

***

Hadîs-i şerîfte şukur ve sabır ehli şoyle tavsîf edilmektedir:

“…Dindarlıkta kendinden ustun olana bakıp tĂ‚bî olmak, dunyalıkta ise kendinden aşağıda olana bakıp, AllĂ‚h’ın kendisine verdiği ustunluğe hamd etmek… Boyle yapanları Allah, şukredici ve sabredici olarak yazar. Kim de dindarlıkta kendinden aşağıda olana, dunyalıkta ise kendinden ustun olana bakar da elde edemediğine uzulurse, Allah onu şukredici ve sabredici olarak yazmaz.” (Tirmizî, KıyĂ‚met, 58)

***

Makbûl bir şukur, yalnızca sozle ifĂ‚de edilen şukur değildir. Gercek bir şukur, birbirine bağlı uc unsurdan oluşur. Bunlar; ilim, hĂ‚l ve ameldir.

İlim; butun nîmetlerin Hak’tan geldiğini bilmektir.

HĂ‚l; nîmetlerin gercek sahibine karşı tĂ‚zim, hurmet ve muhabbet duymaktır.

Amel ise; bu duyguların gerektirdiği minvĂ‚l uzere yaşayıp şukru kavlen ve fiilen ifĂ‚de etmek, nîmetleri Hakk’ın rızasına uygun olarak kullanıp O’na isyandan sakınmaktır.

***

Muhammed Es’ad Erbilî Hazretleri şukru şoyle tĂ‚rif etmektedir:

“Şukur, sadece lafzan; «YĂ‚ Rabbi Sana şukurler olsun!» demek değildir. BilĂ‚kis AllĂ‚h’ın kendisine lûtfettiği nîmetlerin hepsini yaratılış maksadına uygun olarak kullanmaktır. Şukrun en makbûlu ise sĂ‚rî olan, yani din kardeşlerine fayda veren (ictimĂ‚&#238 ibadetlerden (ve hizmetlerden) ibĂ‚rettir.”

***

CenĂ‚b-ı Hakkʼa hamd, şukur, zikir, rızĂ‚ ve duĂ‚ hĂ‚li, hayatın şartları değişse de mu’minin değişmez bir vasfı olmalıdır.

***

Şukur, şımarıklığa, aşırılığa direnişte bulunmak, dolayısıyla da nîmetin elden gidişine engel olabilme gayretidir. Nitekim CenĂ‚b-ı Hakk’ın şukur hakkındaki vaadi şoyledir:

“…Şukrederseniz (elbette size olan) nîmetimi artırırım…” (İbrahim, 7)

***

İnsan olarak en buyuk vazifemiz, Rabbimize olan şukur borcumuzu odemeye calışmak. Yoktan var edilmiş olmak bile, şukrunden Ă‚ciz kalınacak bir nîmet… HĂ‚l boyleyken; varlıklar icinde insan, insanlar icinde ehl-i îmĂ‚n, -rivĂ‚yete gore- 124 bin kusur peygamber icinde Hazret-i Muhammed MustafĂ‚ -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e ummet olmak, ne muazzam mazhariyetler!..

Sadece bu nîmetler icin bile Rabbimiz’e şukur secdesine kapanıp bir omur başımızı kaldırmasak, yine de az, yine de noksan, yine de “hic” hukmunde…

Allah -celle celĂ‚luhû-, Rasûlullah Efendimiz’i yakından tanımayı nasîb eylesin. Zira Ă‚yette şoyle buyrulmuştur:

“Kim Rasûl’e itaat ederse AllĂ‚h’a itaat etmiş olur…” (en-NisĂ‚, 80)

***

Peygamberler bile CenĂ‚b-ı Hakk’a şukur borcunu lĂ‚yıkıyla odeyebilmek hususunda acziyetlerini îtiraf hĂ‚linde bir kulluk hayatı yaşamışlardır.

Nitekim Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- geceleri ayakları şişinceye kadar uzun uzun namaz kılmış; elbisesini, sakal-ı şerîflerini ve secde ettikleri yeri, mubĂ‚rek gozyaşlarıyla yıkamışlardır. Kendisine:

“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Allah TeĂ‚lĂ‚ Siz’in gecmiş ve gelecek gunahlarınızı bağışladığı hĂ‚lde, nicin bu kadar ağlıyorsunuz?” denilince de:

“–AllĂ‚h’a cok şukreden bir kul olmayayım mı?..” buyurmuşlardır. (Bkz. İbn-i HibbĂ‚n, II, 386)

***

AllĂ‚h’ın bizlere ihsĂ‚n ettiği her uzvun bir şukru vardır. Bu ise, onları Hakk’ın rĂ‚zı olduğu şekilde kullanmak, haram ve şuphelilerden korumakla olur.

Bişr-i HĂ‚fî Hazretleri bu hususu şoyle îzah buyurur:

“ÂzĂ‚ları icinde yalnız dili ile şukreden kimsenin şukru az olur. Cunku gozun şukru, bir hayır gorduğu zaman ondan hikmet devşirmek, dolayısıyla tefekkurun artmasıdır. Şer gorduğu zaman da ondan ateşten kacar gibi kacmaktır. Kulağın şukru, bir hayır işittiği zaman onu ezberlemek, şer işitirse onu unutmaktır. Ellerin şukru, onlarla hakkı olandan başkasını tutmamaktır. Midenin şukru, helĂ‚l ile gıdĂ‚lanmak, (akıl ve kalbin şukru) ilim ve hilm (yani mĂ‚rifetullah, AllĂ‚h’ı kalpte tanıyabilmek) ile dolu olmak; ayakların şukru de, hayır-hasenattan başka bir şeyle meşgul olmamak, başka bir yone gitmemektir. Kim boyle yaparsa hakîkaten şukredenlerden olur.”

***

Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ şoyle buyurur:

“Şukretmek, nîmetin canı ve bedelidir. Nîmet ise deri gibidir, kabuk gibidir. Cunku seni Dostʼun kapısına ancak şukur goturur. Nîmet, kalbi zayıf olan insana uyanıklığın zıddına gaflet de verebilir. Şukretmek ise, dĂ‚imĂ‚ uyanıklık getirir. Sen aklını başına al da şukur nîmeti ile gercek nîmeti avla!”

***

Şukredebilmek de şukru gerektiren bir nîmettir. Nitekim kulun şukur hususundaki mutlak aczi yuzundendir ki, rivĂ‚yete gore MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- CenĂ‚b-ı Hakk’a:

“–YĂ‚ Rabbi! Sana şukrum, Sen’den bana verilen mustesnĂ‚ bir nîmettir ki, o da ayrı bir şukur ister. (O hĂ‚lde Sana lĂ‚yıkıyla nasıl şukredebilirim?)” dedi.

Allah TeĂ‚lĂ‚, MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-’a şoyle vahyetti:

“–Her nîmetin Ben’den olduğunu bildiğin vakit, Ben de bu bilgini şukur olarak kabul ederim.” (İhyĂ‚, IV, 163)

***

AllĂ‚h’ın mahlûkĂ‚tına merhamet ve infak, AllĂ‚h’a muhabbetin en guzel gostergesi, lûtfettiği nîmetlerine karşı da en guzel bir şukur ifĂ‚desidir.

***

CenĂ‚b-ı Hakk’ın sevdiği kullardan olabilmek icin hayatı takvĂ‚ olculeriyle yaşamak zarurîdir. Nitekim Ă‚yet-i kerîmede bildirildiği uzere CenĂ‚b-ı Hakk’a takvĂ‚ uzere bulunmak da bir şukurdur:

“…Allah’tan hakkıyla ittikĂ‚ edin ki, O’na şukretmiş olasınız.” (Âl-i İmrĂ‚n, 123)

***

İnsaf ve iz’an sahibi her insan, kendisine bir bardak su ikrĂ‚m edene bile teşekkuru bir vicdan borcu addeder. Fırsat duştuğunde o şahsın iyiliğine muĂ‚dil bir iyilikle karşılık verir. HĂ‚l boyleyken insanoğlunun, butun nîmetlerin asıl ikrĂ‚m edeni olan Rabbine karşı alık ve abus kalması; akıl, iz’an ve vicdan dışıdır.

***

Hayatın med-cezirleri karşısında hamd, rızĂ‚, teslîmiyet ve şukur gostereceği yerde nankorluk, şikĂ‚yet, îtiraz ve nĂ‚danlık gosteren bir gonul, Allah ile beraberlik hassĂ‚siyetini kaybetmiş demektir. Âyet-i kerîmede şoyle buyrulmuştur:

“…Şukreden, ancak kendisi icin şukretmiş olur. Nankorluk eden de bilsin ki, Allah hicbir şeye muhtac değildir, her turlu hamde lĂ‚yıktır.” (LokmĂ‚n, 12)


Şebnem Dergisi
__________________