HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî Hazretleri buyurur:

“İslĂ‚m ile şereflenen bir kişi, nasıl olur da geceyi tamamen uykuya verip Allah TeĂ‚lĂ‚’nın emĂ‚netini muhĂ‚faza etmez?! CenĂ‚b-ı Hakk’ın bize en muhim emĂ‚netlerinden biri, seherlerde kalkıp kıyĂ‚ma durmaktır.”
[1]

[Hakkʼa muhabbetin en buyuk gostergesi, fedakĂ‚rlıktır. Herhangi bir insanın şahsî bir menfaati, gecenin bir yarısında uyanıp kalkmasını îcĂ‚b ettirse, o kimse ne yapıp eder, o saatte muhakkak uykusunu bolup kalkar.

CenĂ‚b-ı Hak da biz kullarını, seher vakitlerinde kendisiyle buluşmaya dĂ‚vet ediyor. Âyet-i kerîmelerde şoyle buyuruyor:

“(O muttakî kimseler, geceleri namaz kılmak ve istiğfĂ‚r etmek icin) yanlarını (tatlı) yataklarından kaldırırlar. Rabʼlerine, azĂ‚bından korkarak ve rahmetini umarak duĂ‚ ederler…” (es-Secde, 16)

“Gecenin bir kısmında O’na secde et; gecenin uzun bir bolumunde de O’nu tesbîh et! Şu insanlar, carcabuk gecen dunyayı seviyorlar da onlerindeki cetin bir gunu (Ă‚hireti) ihmĂ‚l ediyorlar.” (el-İnsan, 26-27)

“(O muttakîler) geceleri pek az uyurlar, seher vakitlerinde de istiğfĂ‚ra devam ederlerdi.” (ez-ZĂ‚riyĂ‚t, 17-18)

“(O RahmĂ‚nʼın kulları ki) Rabʼlerinin huzurunda kıyĂ‚ma durarak ve secdelere kapanarak gecelerini ihyĂ‚ ederler.” (el-FurkĂ‚n, 64)

CenĂ‚b-ı Hak, sevdiği has kullarını, seherlerin ihyĂ‚sına dĂ‚vet ettiğine gore, demek ki seherler, Rabbimizʼe muhabbetimizin test edildiği mustesnĂ‚ vakitlerdendir. Gonlumuzdeki Allah muhabbetinin seviyesi ne kadarsa, gecelerin ibadetle ihyĂ‚sına rağbetimiz de o seviyede gercekleşir.

Bir kimse İbrahim bin Edhem Hazretleri’ne:

“–Gece ibadetine kalkamıyorum, bana bir cĂ‚re oğretir misiniz?” deyince şu cevĂ‚bı alır:

“–Gunduzleri AllĂ‚h’a isyĂ‚n etme; geceleri O seni huzûrunda durdurur. Geceleyin O’nun huzûrunda bulunmak, yuce bir şereftir. (Nitekim bir hadîste; «Muʼminin şerefi, geceleri kāim olmasındadır…»[2] buyrulmuştur.) İşte bu şerefi gunahkĂ‚rlar hak edemezler!..”

Demek ki gunduzleri; aklımızı, kalbimizi, gozumuzu, kulağımızı, elimizi, dilimizi, velhĂ‚sıl butun uzuvlarımızı haramlardan ve yanlış hĂ‚llerden koruyup sĂ‚lih amellere gayret etmeliyiz ki, geceyi gafletle ziyĂ‚n edenlerden olmayalım. BilĂ‚kis seherleri, Hakkʼa vuslatın mustesnĂ‚ bir vesîlesi olarak değerlendirelim. Bunun icin de başımızı yastığa koymadan once kalbimizi sehere hazırlayalım. Gecelerimizi gunduzlerimizden daha aydınlık ve nurlu gecirelim ki o gonul feyziyle gunumuzu de ihyĂ‚ edebilelim.

Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin de seherlerin ihyĂ‚sına yonelik pek cok tĂ‚limĂ‚tı bulunmaktadır. Bunlardan birinde seherlerin feyz ve rûhĂ‚niyetinden mahrum kalmamamız icin, şu tavsiyede bulunmuşlardır:

“Gece ibadetine dikkat ediniz! Cunku o, sizden onceki sĂ‚lih kimselerin Ă‚detidir. Şuphesiz gece ibadete kalkmak, AllĂ‚h’a yaklaşmaya vesîledir. (Bu ibadet) gunahlardan alıkoyar, hatĂ‚lara kefĂ‚ret olur ve vucuttan dertleri giderir.” (Tirmizî, DeavĂ‚t, 101)

Hakkʼa yonelmenin, duĂ‚ ve ibadetlerin en makbul ve feyizli vakti olan seherlere, evliyĂ‚ullah hazarĂ‚tı da cok ehemmiyet vermişlerdir. Hak dostlarından BĂ‚yezîd-i BistĂ‚mî Hazretleri;

“Geceler gunduz hĂ‚line gelmeden bana hicbir sır fetholunmadı.” buyurmuştur.

MevlĂ‚nĂ‚ CelĂ‚leddîn-i Rûmî Hazretleri ise, seherlerin gonul feyzine duyduğu iştiyĂ‚kını, DîvĂ‚n-ı Kebîrʼinde ne guzel beyĂ‚n etmiştir:

SĂ‚kî! Kadehi, aşk-ı ilĂ‚hî ile doldur!

MestÂneye ekmek sozu etmekten uzak dur!

Sun kevseri, kansın suya hep teşne gonuller,

DeryĂ‚da yuzen canlı, sudan başka ne ister.

Doldur o şerĂ‚bdan, yine doldur, yine bir sun!

Dursun gece ey Dost, onu durdur, ne olursun!

Vur uykumu zincirlere vur, gecmesin anlar.

Varmaz gecenin farkına, varmaz uyuyanlar!..[3]

Yine seherlerin ihyĂ‚sı hususunda Hak dostlarından Bişr-i HĂ‚fî Hazretleri’nin şu hĂ‚li ise, hepimiz icin cok ibretli bir ders mĂ‚hiyetindedir:

Bir kimse Bişr-i HĂ‚fî Hazretleriʼne gelerek:

“–Gecenin bir saatinde olsun istirahat etseniz.” dedi.

O ise şu hikmet dolu karşılığı verdi:

“–Allah TeĂ‚lĂ‚’nın, gecmiş ve gelecek butun gunahlarını bağışladığı Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, geceleri mubĂ‚rek ayakları şişinceye kadar ibadet ettikleri hĂ‚lde, ben nasıl uyuyabilirim?! Cunku ben, bir tek gunahımın bile, Allah TeĂ‚lĂ‚ tarafından bağışlanmış olduğunu bilmiyorum!..”

İşte Hak dostlarının seherlerinden birkac manzara… Biz de kendi hĂ‚limize bakıp ic muhĂ‚sebemizi yapalım; cok gec olmadan, hayat kervanı gocup gitmeden!..]

HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî Hazretleri buyurur:

“Gonlum alev icinde, bağrım yanarak, sokak sokak, kapı kapı dolaşırım!

Kimse benim YĂ‚r ve diyĂ‚rımdan Ă‚vĂ‚re kalmasın diye uğraşırım!”
[4]

[Muʼmin, kendisini ulaşabildiği butun insanlardan, hattĂ‚ devrin gidişĂ‚tından mesʼul goren hassas bir vicdan ve diğergĂ‚m bir rûha sahip olmalıdır.

Peygamberler ve onların hakîkî vĂ‚risleri olan Hak dostları, omurleri boyunca bu hissiyat icinde, insanlığın kurtuluşu icin cırpınmış, neredeyse kendilerini harap edercesine bir gayretin icinde bulunmuşlardır. Zira onlar, başkalarının dunya ve ukbĂ‚ kurtuluşu icin himmet ve gayret etmedikce, kendilerinin de kurtulamayacakları şuuruna ermiş olan yuksek ruhlardır.

CenĂ‚b-ı Hak, Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-ʼin hakkı ve hakîkati tebliğde gosterdiği yuksek azim ve fedakĂ‚rlık karşısında:

“Demek Sen, bu soze (Kur’Ă‚n’a) inanmazlarsa, arkalarından uzulerek Ă‚deta kendini tuketeceksin!” (el-Kehf, 6)

“(Rasûlum!) Onlar îmĂ‚n etmiyorlar diye neredeyse kendini helĂ‚k edeceksin!” (eş-ŞuarĂ‚, 3) îkazlarında bulundu.

Bu, bir taraftan hidĂ‚yetin AllĂ‚hʼın elinde olduğunun, kulun vazifesinin ise sadece hakîkatleri duyurmaktan ibĂ‚ret bulunduğunun bir beyĂ‚nıydı. Diğer taraftansa Rasûl-i Ekrem Efendimizʼin, insanlığın ebedî kurtuluşu icin yuksek merhameti sebebiyle neredeyse insanustu bir gayretle gereğinden fazla caba sarf ettiği hususunda, ilĂ‚hî bir ihtardı.

CenĂ‚b-ı Hak Ă‚yet-i kerîmede buyuruyor:

“Siz, insanların iyiliği icin ortaya cıkarılmış en hayırlı ummetsiniz; iyiliği emreder, kotulukten men eder ve AllĂ‚hʼa inanırsınız…” (Âl-i İmrĂ‚n, 110)

Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin rahle-i tedrîsinde yetişen ashĂ‚b-ı kirĂ‚m da, bu Ă‚yet-i kerîmenin şumûlune girebilmek ve tebliğ mesʼûliyetinin gereğini îfĂ‚ edebilmek icin, o zamanın zor şartları altında dunyanın dort bir koşesine gittiler. Rahatlarını terk ettiler, mallarıyla, canlarıyla fedakĂ‚rlıkta bulundular.

Bu tablo bizi derin derin duşundurmeli. Zira O Rahmet Peygamberiʼnin bugunku ummeti olan bizler; tebliğ, îkaz ve irşad bahsinde ustumuze duşen vazife ve mesʼûliyetlerin acaba kacta kacını îfĂ‚ edebiliyoruz?..]

HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî Hazretleri buyurur:

“Yuksek bir «hayret» hĂ‚lini, dĂ‚imî zikir ve uyanıklık hĂ‚liyle mezcediniz!..”[5]

[CenĂ‚b-ı Hak Ă‚yet-i kerîmede:

“Onlar ki, ayakta dururken, otururken, yanları uzerine yatarken AllĂ‚hʼı zikrederler…” (Âl-i İmrĂ‚n, 191) buyurmaktadır.

İnsan, her an bu hĂ‚llerden biri uzere bulunduğuna gore, demek ki Rabbimiz, biz kullarını yalnız ibadetler esnĂ‚sında değil, her hĂ‚lukĂ‚rda, dĂ‚imî zikir hĂ‚linde bulunmaya dĂ‚vet etmektedir.

Aynı Ă‚yet-i kerîmenin devamında da şoyle buyurmaktadır:

“…Goklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkur ederler (ve şoyle derler: ) «Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Senʼi tesbîh ederiz. Bizi Cehennem azĂ‚bından koru!»” (Âl-i İmrĂ‚n, 191)

Yani zikrin kemĂ‚line erebilmemiz icin, kĂ‚inatta sergilenen ilĂ‚hî kudret ve azamet tecellîleri uzerinde, tefekkur derinliği kazanmamız lĂ‚zım gelmektedir.

Hakîkaten, bu tefekkur neticesinde kulun kendi hiclik ve acziyetini idrĂ‚k etmesi; kalbinde derûnî urperişlerle, haşyet ve hayret duygularının neşv u nemĂ‚ bulmasına vesîle olur.

Hayret; kulun bilmediği yahut aklının kavrayamadığı ilĂ‚hî sır ve hikmetler karşısında şaşırıp kalması, mĂ‚nen istiğrak hĂ‚line burunmesidir. Selîm bir kalp ve akılla tefekkur eden bir muʼmin icin, kĂ‚inatta sergilenen ilĂ‚hî kudret tecellîlerinin hangisi hayrete şĂ‚yan değildir ki?

İbret nazarıyla baktığımızda; insanın yaratılış safhaları, vucudumuzdaki muhteşem sistemler; cevremizdeki bitkiler, hayvanlar, yeryuzu, gokyuzu, atmosfer, bunlarla temin edilen, son derece hassas ekolojik denge vs… Gozle gorulemeyen atomun cekirdeğindeki notron, proton, bunların mihveri olan elektron ve onun muthiş deverĂ‚nı; fezĂ‚daki Guneş, Ay, galaksiler, trilyonlarca yıldızın idrak sınırlarımızı zorlayan ve aşan mesafeleri, hacimleri, sirkulasyonları…

VelhĂ‚sıl mikrodan, makroya butun bir kĂ‚inat, onları yoktan var eden Yuce HĂ‚lıkʼımızın sonsuz sır, hikmet, ilim, kudret ve azametini haykıran eserler, deliller, yani fiilî Ă‚yetler durumunda…

Bir duşunecek olursak:

MeselĂ‚, uzerinde yaşadığımız şu koskoca Dunya, kĂ‚inat icinde Ă‚deta coldeki bir kum tĂ‚nesi veya deryada bir damla gibi kalıyor. Bizler de o damlanın icindeki zerrelerin de zerresiyiz. MuteĂ‚l, yani idrĂ‚k otesi mukemmellik sahibi olan Rabbimizʼin melekûtu, kudreti, sanat ve saltanatı ne kadar da muazzam! SubhĂ‚nallah!..

Bir filin icine milyonlarca karınca konulsa yine de dolmaz. LĂ‚kin filin hayĂ‚tiyetini temin eden organlar, bir karıncanın, hattĂ‚ ondan daha kucuk canlıların icinde de var.

Basit birer ot gibi gozuken ceşitli bitkilerin topraktan bulup cıkardığı muhtelif renkler, kokular, tatlar ve değişik şekillerdeki yapraklar, hicbir kimyĂ‚gerin bir eşini yapmaya muktedir olamadığı, ne hĂ‚rika şeyler!.. Butun bunlar, CenĂ‚b-ı Hakkʼın “el-BĂ‚rî, el-Musavvir” sıfatlarının ayrı ayrı tecellîleri…

Yine hayrete şĂ‚yandır ki, Dunya ve icindeki canlılar yaratıldığından beri, hicbir canlının rızkı ihmĂ‚l edilmeden, sayısız ilĂ‚hî sofralar kuruldu, hĂ‚len de kuruluyor. Bir duşunecek olursak; Dunyaʼnın dortte ucu su ile kaplıdır. Dortte birinin buyuk bir kısmı da bitki yetişmesine elverişli olmayan kayalık veya collerden oluşmaktadır. Geriye kalan cok az bir kısmı topraktır.

Fakat CenĂ‚b-ı Hak ne yuce bir kudret sahibidir ki, bu sınırlı toprağı sonsuz bir istihĂ‚le ile, yani surekli bir değişim ve donuşumle, butun canlıları doyuracak gıdĂ‚ların kaynağı kılmaktadır. Ustelik her mahlûkĂ‚ta da ayrı ayrı sofralar kurulmaktadır. Zira bir canlının yiyebildiklerini, bir başka canlı yiyemez. Tavuğun gıdĂ‚sı ayrı, koyunun gıdĂ‚sı ayrı, insanın gıdĂ‚sı ayrıdır…

Yine CenĂ‚b-ı Hakkʼın hayat vesîlesi kıldığı “su” da cok buyuk hikmetler taşımaktadır. İctiğimiz suya bakıp tefekkur etmeliyiz ki CenĂ‚b-ı Hak;

“Dileseydik onu acı bir su yapardık. O hĂ‚lde şukretmeniz gerekmez mi?” (el-VĂ‚kıa, 70) buyuruyor.

Diğer bir Ă‚yet-i kerîmede ise:

“De ki: Suyunuz cekiliverse, soyleyin bakalım, size kim bir akar su getirebilir?” (el-Mulk, 30) buyuruyor. Hakîkaten, oyle bir durumda ne yapabilirdik?!.

Yine bir bardak suyun mĂ‚cerĂ‚sı, yani yaratıldığı andan bugune kadar yeryuzu ile gokyuzu arasındaki gidiş-gelişi, icinden gectiği canlı-cansız varlıklar, gezip dolaştığı coğrafyalar yazılacak olsa, kitaplara sığmazdı.

Ote yandan, son teknolojiyle îmĂ‚l edilmiş bir araba bile, bir muddet sonra Ă‚rıza yapıyor, eskiyor, neticede harĂ‚b olup hurdaya gidiyor. Dunyaʼyı ısıtıp aydınlatan Guneş ise, belki de milyarlarca yıldır calışıyor, fakat en ufak bir Ă‚rıza yok. SemĂ‚daki ilĂ‚hî takvim ve program, saniye şaşmadan, emrolunduğu şekilde işlemeye devam ediyor.

Rabbimiz bu hususa da dikkatlerimizi cekerek şoyle buyuruyor:

“O ki, birbiri ile Ă‚henktar yedi goğu yaratmıştır. RahmĂ‚n olan AllĂ‚hʼın yaratmasında hicbir uygunsuzluk goremezsin. Gozunu cevir de bir bak, bir bozukluk gorebiliyor musun? Sonra gozunu tekrar tekrar cevir bak; goz (aradığı bozukluğu bulmaktan) Ă‚ciz ve bitkin hĂ‚lde sana donecektir.” (el-Mulk, 3-4)

VelhĂ‚sıl, bu kĂ‚inĂ‚tı ibret nazarıyla seyre cıkan gozler, hayretle geri donerler. Nitekim, kĂ‚inatta sergilenen ilĂ‚hî sanat eserlerini ibretle temĂ‚şĂ‚ eden 19. asrın buyuk şĂ‚irlerinden ZiyĂ‚ Paşa da hissiyĂ‚tını şu şekilde şiire dokmuştur:

SubhĂ‚ne men tehayyera fî sun‘ihi’l-ukûl

SubhĂ‚ne men bi-kudratihî ya‘cizu’l-fuhûl

“Sanatı karşısında akılların hayrete duştuğu, kudretiyle en ustun Ă‚limleri bile Ă‚ciz bırakan Allah TeĂ‚lĂ‚’yı tesbîh ederim.”

Diğer bir beytinde de:

İdrĂ‚k-i meĂ‚lî bu kucuk akla gerekmez,

ZîrĂ‚ bu terĂ‚zî bu kadar sıkleti cekmez.

diyerek ilĂ‚hî kudretin azameti karşısında beşerin Ă‚cizliğini dile getirmiştir.

Bizler de, akılları Ă‚ciz bırakan ilĂ‚hî sanat hĂ‚rikaları karşısında Rabbimizʼin rahmetine sığınarak;

“‒Aman yĂ‚ Rabbi! Sen ne yucesin! Senʼi her turlu noksanlıktan tenzîh ederiz. Bizler Senʼi lĂ‚yıkıyla medh u senĂ‚ etmekten ve Senʼin azametine yaraşır bir kullukta bulunmaktan Ă‚ciziz! Sana ne kadar hamd u senĂ‚da bulunsak azdır. Sen bizim kulluk ve mĂ‚rifetimizdeki noksanlığımızı, hamd ve şukrumuzdeki Ă‚cizliğimizi bağışla!..” niyĂ‚zında bulunmalıyız.

Sonra da, zuhûrunun şiddetinden gĂ‚ib olan Rabbimizʼe hayranlık hissiyĂ‚tı icinde; tesbih, tahmid, tekbir, tehlil ve tĂ‚zimde bulunmalıyız. Gozumuzun gorduğu, kulağımızın işittiği her şeyde CenĂ‚b-ı Hakkʼı hatırlayıp kalp rikkati ve tefekkur derinliği kazanmalıyız.

Boylesine derin bir tefekkur ile kendini her an huzûr-i ilĂ‚hîde bilme neticesinde kalpte hĂ‚sıl olan hayret hĂ‚linin, Muhammed PĂ‚risĂ‚ Hazretleri’ndeki tezĂ‚hurlerinden biri şoyledir:

Muhammed PĂ‚risĂ‚ Hazretleri, yatsı namazından sonra mescidin avlusunda asĂ‚sını goğsune dayayıp bir miktar dururlar, yakınlarıyla ayakustu kısa bir sohbetten sonra kendinden gecip oylece kalırlardı. Cok defa vĂ‚kî olan bu hĂ‚l, o kadar uzun surerdi ki, muezzin sabah ezanını okurken tekrar hareket eder ve sabah namazını kılmak icin yine mescide girerlerdi.[6]

Âdeta maddî Ă‚lemden sıyrılarak zaman ve mekĂ‚nı unuturcasına yaşanan bu hayret ve gaybet hĂ‚li, ilĂ‚hî hikmet ve hakîkatlerin hayranlığı icinde, gonlun cezbolmasının bir neticesidir.

Hazret-i Yusuf -aleyhisselĂ‚m-ʼın guzelliğine hayran kalarak kendinden gecen Mısırlı kadınların ellerinin kesildiğini hissetmeyecek duruma gelmeleri gibi; ilĂ‚hî sır, hikmet ve hakîkatlerle mest olup kendinden gecen Hak Ă‚şıkları da Ă‚deta maddî Ă‚lemden tecerrud ederler.

Duşunmek îcĂ‚b eder ki Yûsuf -aleyhisselĂ‚m-ʼın cemĂ‚lini temĂ‚şĂ‚ etmek, insanı bu derece kendinden gecirirse; acabĂ‚ butun guzelliklerin mutlak menbaı olan Allah TeĂ‚lĂ‚ʼnın, sıfatları, nîmetleri, kudret ve azamet tecellîlerinin tefekkurunde derinleşen bir kulun hĂ‚li nice olur?

Bunu anlamak icin peygamberlerin, Hak dostlarının ve kĂ‚mil muʼminlerin, ibadet ve tĂ‚atlerindeki huşû hĂ‚line bakmak kĂ‚fîdir.

Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kıldığını bildiren Hazret-i Âişe-radıyallĂ‚hu anhĂ‚- vĂ‚lidemiz, bir defasında da şoyle buyurmuşlardır:

“…Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- gece kalkınca once dort rekĂ‚t bir namaz kılardı ki, onların guzelliğini ve uzunluğunu hic sorma! Sonra dort rekĂ‚t daha kılardı ki, onların da guzelliğini ve uzunluğunu hic sorma! Sonra uc rekĂ‚t[7] daha kılardı…” (BuhĂ‚rî, Teheccud 16, TerĂ‚vih 1; Muslim, MusĂ‚firîn, 125)

Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh-’ın şu sozu de, Allah Rasûlu’nun ibadetteki aşk, vecd ve istiğrak hĂ‚linin diğer bir misĂ‚lini gostermektedir:

“…İyi biliyorum ki, Bedir gunu Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- hĂ‚ric hepimiz uyumuştuk. Rasûl-i Ekrem Efendimiz ise sabaha kadar bir ağacın altında namaz kılıp gozyaşı dokmuştu.” (Muslim, SıyĂ‚m, 204)

Buna benzer daha bircok hĂ‚dise, sahĂ‚be-i kirĂ‚mın şĂ‚hitlikleriyle nakledilmektedir.

Demek ki, kalbi tam mĂ‚nĂ‚sıyla AllĂ‚hʼa vererek vecd icinde yapılan ibadet ve tĂ‚atlere doyum olmaz.

Nitekim İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî Hazretleri’nin torunu olan Şeyh Seyfeddin Hazretleri, bĂ‚zı geceler iki rekĂ‚tta hatim indirir ve Rabbiyle o husûsî mulĂ‚katta gark olduğu hazzın hic bitmemesi arzusuyla:

“AllĂ‚h’ım doyamıyorum, geceler ne kadar da kısa!..” diye ilticĂ‚ ederdi.]

Rabbimiz, o velî kullarının, feyz, rûhĂ‚niyet, vecd ve istiğrak hĂ‚linden bizlere de hisseler nasîb eylesin. Hayret ve haşyet tecellîleriyle Yuce ZĂ‚tʼını zikrederek kalbî rikkat ve teyakkuz hĂ‚linde yaşamayı, cumlemize lûtf u keremiyle ihsan buyursun.

Âmîn!..

Dipnotlar:

[1] HĂ‚nî, HadĂ‚ik, s. 697.

[2] HÂkim, IV, 360-361/7921.

[3] Şiirin DîvĂ‚n-ı Kebîr’den nazmen dilimize cevrilmiş şeklidir. Ayrıca şiirde gecen “kadeh”, “şerĂ‚b” tĂ‚birleri, dîvĂ‚n edebiyĂ‚tında ilĂ‚hî aşkın sembolleri olarak kullanılmış mecĂ‚zî ifĂ‚delerdir.

[4] M. Es‘ad Efendi, DîvĂ‚n-ı Es‘ad, s. 111.

[5] Es‘ad SĂ‚hib, Buğyetuʼl-VĂ‚cid, s. 81, no: 5.

[6] Bkz. Reşahat, Ozleştiren N. F. Kısakurek, Eser Kitabevi, sf. 80, İstanbul, 1971.

[7] Bu uc rekĂ‚tlık namaz, teheccud sonrasına bırakılmış olan vitir namazıdır.


Altınoluk Dergisi
__________________