Yavuz Sultan Selim, o gece bir ruya gorur. Ruyasında kendisine sadece:

“-Guzel kullardan biri bir ruya gormuş.” derler.

Mubarek sultanı bir merak alır:

“-Kimdir bu guzel kul? İsminin mĂ‚nĂ‚sı mı guzel, yoksa ahlĂ‚kı mı guzel? Bu işin icinden nasıl cıkılır?”

Sabah namazından sonra sultanı ziyaret etmek Ă‚deti olan sultanın hem ahretliği (Ă‚hiret kardeşi), hem de veziri Hasan Can yanına gelince padişah:

“-Bu gece ruya gordun mu Hasan Can?” diye sorar.

Birkac gecedir uyuyamadığı icin bu gece deliksiz uyuduğunu ve hic bir ruya gormediğini soyleyen Hasan Can’a sitem eder Padişah… Başını hayretle iki tarafa sallayıp duşunceye dalar. “Bu ısrarlı suĂ‚lin sebebi nedir?” diye hayrette kalır Hasan Can, lĂ‚kin soramaz. Zira Ă‚detindendir; ulu sultan, her ne olursa olsun sırrına kimseyi ortak etmez, sorar, cevabını bekler.

Biraz sonra Padişah, bir iş icin kapı ağasının bulunduğu daireye Hasan Can’ı gonderir. Hazinedarbaşı Mehmet Ağa, Vekilharcbaşı Osman Ağa ve Saray Ağası Hasan Ağa bir arada oturmaktadırlar. Saray Ağası Hasan Ağa’nın başı onunde, gam ve kasĂ‚vet icindedir. Gozleri yaşlıdır. Hikmetini soran Hasan Can’a, edebinden acıklamak istemese de Allah’tan Hazinedar Başı Mehmet Ağa:

“-Ağa kardeşimiz bu gece garip bir ruya gormuş, şu anda onun tesirindedir.” deyiverir.

Bunun uzerine Hasan Can, devletlu padişahımın, “Sen bu gece ruya gormuşsundur, neden soylemiyorsun?” diye sıkıştırmasının bir sebebi olduğunu anlar ve Saray Ağası Hasan Ağa’yı zorlar, ruyasını anlattırır:

“-Bu gece ruyamda, bu eşiğinde oturduğumuz kapıyı aceleyle vurduklarını duydum. Ne oluyor diye ileri vardım. Baktım ki, kapı dışarısı biraz gorunecek kadar aralanmış; ama adam sığmaz. Ne var diye baktım. Ellerinde bayraklar olan, silĂ‚hlar kuşanmış, harbe hazır vaziyette arabî olduklarını zannettiğim bir ordu vardı. Ellerinde birer sancak olan dort nûrĂ‚nî kişi, kapıya yakın duruyordu. İclerinden biri bana:

«-Niye geldiğimizi bilir misin?» dedi. Ben de:

«-Buyurun!» dedim.

«-Bu gorduğun buyuk kalabalık, RasûlullĂ‚h’ın ashĂ‚bıdır. Bizi, O gonderdi. Selim HĂ‚n’a selĂ‚m etti. Hemen kalkıp gelsin, bugunden sonra Haremeyn (Mekke-i Mukerreme, Medîne-i Munevvere) hizmeti ona verildi!..» diye ferman buyurdu. Bu gorduğun dort kişi Ebûbekir Sıddîk, Omer bin Hattab, Osman Zinnûreyn’dir. Ben de Ali bin Ebî Talib’im. Git, Selim HĂ‚n’a benim tarafımdan bildir!” dedi ve kayboldular.

Dehşet icinde kalıp kendimi kaybetmişim.. HĂ‚lĂ‚ benden hayret ve şaşkınlık gitmedi.”

Durumu iletmek icin yanına donen Hasan Can’a, derin duşunceler icindeki ulu sultan, koca bir gece uyuyup da ruya gormediği icin siteme devam etmekteydi. Hasan Can, hemen:

“-Padişahım! Eğer ruyayı bu Hasan gormediyse, Saray Ağası olan Hasan Ağa gormuşlerdir.” deyip işittiklerini anlattı.

Padişah daha bir heyecanlandı. Ruyası doğruydu. İsminin mĂ‚nĂ‚sı “guzel kul” olan Saray Ağası Hasan Ağa’nın ruyasını, vezirinden hayret icinde dinledi. Mubarek yuzleri kızarmaya başladı ve:

“-Biz sana her zaman demez miyiz ki, «Bizler bir cihete, vazifeli olmayınca hareket etmemişizdir?» Ecdadımız keramet sahibi idi, iclerinde sadece biz (onlara) benzemedik.” diyerek tevĂ‚zû gosterdi.

Ruya uzerine, Mısır seferine karar verildi. LĂ‚kin Timur dĂ‚hil, Moğolların gecemedikleri buyuk SînĂ‚ Colu’nu gecmek, en cetin meseleydi. Col, cok ince kumlara sahipti. Yuzunu ortsen dahî girecek bir yer bulmakta, kapların ağzı kapalı olduğu hĂ‚lde iclerine girebilmekteydi. Sıcaklığın gunduz elli derece civarlarında olduğu, gece ise sıfırın altına duştuğu colde, yılan, akrep, bit ve sivrisinekten başka canlı yaşamamaktaydı. Atların nalları, sıcaklığın şiddetinden erimekteydi. Su sıkıntısı da vardı.

Yavuz Sultan Selim Han, bu keşmekeş esnasında iki buyuk kerĂ‚met gosterdi. Sıcaktan atların nallarını eridiği colde, Ulu Hakan birden atından inip yurumeye başladı. O inince ordu da, atlarından inerek o kızgın kumlarda yurumek zorunda kaldı. Kimse olup bitene mĂ‚nĂ‚ verememişti. Hasan Can da ne olduğunu anlayamamıştı. Paşalara vekĂ‚leten Sultan Selim’e sordu:

“-Hayırdır Devletlum, nicin yaya yurursunuz?”

Sultan, edep ve huşû icinde fısıldadı:

“-Onumuzde Fahr-i KĂ‚inat Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- yaya yurumekteyken, biz nasıl olur da at ustunde olabiliriz, Hasan Can?!”

Bu sozler kulaktan kulağa yayıldı. Ordunun mĂ‚neviyatı bir anda şahlandı.

Bu yuruyuşun akabinde, bu colde hicbir şekilde gorulmemiş bir yağmur başladı. Herkes hemen mataralarını, su kaplarını doldurdu ve butun su ihtiyacları karşılanmış oldu. Bu yağmur sayesinde, at ve develerin bazen sırtına kadar battıkları kum sertleşmiş oldu. Col, Ă‚deta rahat yurumeleri icin bu orduya yol vermişti.

* * *

Kim ki Allah ve Rasûlu’nu sever; dunya-Ă‚hiret yolda kalır mı? Kimi ki Allah ve Rasûlu sever; işleri, yolları acılır, kederleri biter, zorluklar kolaylaşır, dunya-Ă‚hiret en buyuk rahmet olur.

Halk arasında darda kalan birisi icin, hatırı sayılan bir kişinin devreye girerek sıkıntıların halline gayret etmesi demek olan “şefaat”, ozel mĂ‚nĂ‚da Ă‚hirette gunahkĂ‚r mu’minlerin affedilmesi, gunahı olmayanların daha yuksek derecelere erişmeleri icin peygamberlerin, AllĂ‚h’a yalvarmaları, duĂ‚ etmeleri ve gunahlarının bağışlanmasını istemeleri demektir. AllĂ‚h’ın izni olmadan bir kimsenin şefaat etmesi veya AllĂ‚h’ın rĂ‚zı olmadığı birine şefaatte bulunması mumkun değildir.

“…Hicbir şefaatci yoktur ki, O’nun (AllĂ‚h’ın) izni olmadan şefaat edebilsin…” (Yûnus, 3)

“…Bunlar, AllĂ‚h’ın rızĂ‚sına ermiş olandan başkasına şefaat edemezler…” (el-EnbiyĂ‚, 28)

KĂ‚fir ve munĂ‚fıklar icin şefaat soz konusu değildir:

“Onlara (kĂ‚firlere) şefaatcilerin şefaati fayda vermez.” (el-Muddessir, 48; bkz: el-En’Ă‚m, 51)

Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde “ummetinin gunahkĂ‚rlarına şefaat edeceğini” haber vermiştir. (Tirmizî, KıyĂ‚met 11; İbn-i MĂ‚ce, Zuhd, 37)

* * *

Peygamber Efendimiz’in bir de umûmî bir şefaati olacaktır. Mahşerde butun insanlar endişe ve ıztırap icinde bulundukları bir sırada, bunların hesaplarının bir an once gorulmesi icin Rasûl-i Ekrem Efendimiz şefaat dileyecektir. Buna “şefaat-i uzmĂ‚: (buyuk şefaat)” adı verilir. Allah Rasûlu’nun bu şefaat yetkisi, Kur’Ă‚n’da “MakĂ‚m-ı Mahmud: (ovulen makam)” adıyla anılır. (Bkz: el-İsrĂ‚, 79)

* * *

Daha dunya hayatında iken Peygamber Efendimizin şefaati bereketini gosterir. NisĂ‚ Sûresi’nin 64. Ă‚yet-i kerîmesinde bu şefaatin nasıl gercekleşeceği mujdesiyle mu’minlere nefes aldırılmaktadır:

“Biz her peygamberi, AllĂ‚h’ın izni ile, ancak kendisine itaat edilmesi icin gonderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman yanına gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Rasûl de onlar icin istiğfar etseydi, AllĂ‚h’ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.”

* * *

Hac farîzasını yerine getirmek icin mukaddes beldelere giden şĂ‚ir NĂ‚bî, Medîne-i Munevvere ziyaretine sıra gelince yaşadıklarını nasıl da samimi anlatır:

“Medîne-i Munevvere’de kalmak muddeti on gun olduğundan, sabahtan akşama kadar ve akşamdan sabaha kadar Peygamberler SultĂ‚nı’nın karşısında salĂ‚t ve selĂ‚m sesleri kesilmedi. Pişmanlık ağlamaları ve şefaat dileyen iniltileri ile goklerin tabakalarını perişan eden ve ziyaretci melekleri urkuten durumlar meydana geldi. Ayrılık gozyaşlarını dokmek icin fırsat vermediği gibi, dinlenmeyi uzatmaya da izin vermedi. Herkes şefaat eteğine asılmaya guc sarf ettiler. HattĂ‚ soz levhasının yazısını susleyen kanadı kırık NĂ‚bî de derdini icinde toplayan bu dilekceyi bir levhaya guzelce yazarak, Şefaat İkliminin Serveri onune kustahcasına astı:

Bi-hamdillah nasîb oldu saĂ‚det, yĂ‚ RasûlĂ‚llah

Ki ettim hĂ‚k-i dergĂ‚hın ziyĂ‚ret, yĂ‚ RasûlĂ‚llah.



Zehî husrĂ‚n guher-pĂ‚ş olmadan bu hĂ‚ke etseydim

Gozum gencîne-i hĂ‚b-ı ferĂ‚ğat, yĂ‚ RasûlĂ‚llah.



GunehkĂ‚rım, sefihkĂ‚rım, siyehkĂ‚rım, tebehkĂ‚rım

Beni reddetme ferdĂ‚-yı kıyĂ‚met, yĂ‚ RasûlĂ‚llah.



HulĂ‚sa destburd-kĂ‚r fermĂ‚yan-ı dûzĂ‚htan

NigĂ‚h-ı kemterin eyler kifĂ‚yet, yĂ‚ RasûlĂ‚llah.



Firîb-i sĂ‚ki-i peymĂ‚ne gerdĂ‚n-ı dalĂ‚letten

Dem-i Ă‚hirde îmĂ‚nım emĂ‚net, yĂ‚ RasûlĂ‚llah.



Keminin Yusuf NĂ‚bî’yi ahbĂ‚b u akĂ‚rible

ŞefĂ‚at yĂ‚ RasûlĂ‚llah, şefĂ‚at yĂ‚ RasûlĂ‚llah”



Yani:

(Ey AllĂ‚h’ın Rasûlu! DergĂ‚hının toprağını ziyaret ettim de saĂ‚det nasip oldu, AllĂ‚h’a şukurler olsun. Husrana uğramadan, gozumu feragat hazinesinin toprağına katsaydım… GunahkĂ‚rım, zevke duşkunum, yuzum kara, hĂ‚lim harĂ‚p... Kıyamet gunu beni reddetme. Bir kucuk bakışın, cehennemden kurtarır. ÎmĂ‚nımı dalĂ‚let sĂ‚kîsinin elinden kurtar, Sana emanet olsun. Yusuf NĂ‚bî’ye, akrabaları ve dostlarıyla birlikte şefaat et.”

* * *

Rasûlullah Efendimizin ismi ile ricĂ‚ edildiği zaman, Hak katında, kulların geri cevrildiği gorulmemiştir. Bu da Peygamber Efendimizin hatırının Yuce Allah katında ne kadar Ă‚lî olduğuna delĂ‚lettir. SahĂ‚be-i KirĂ‚m Efendilerimiz, bunu bildiği icin her turlu rahatsızlıklarında duĂ‚ talep etmek dĂ‚hil, yağmur duĂ‚sı, ayaklarına giren krampta bile bu rahmetten faydalanmıştır.

ÂmĂ‚ bir adam, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in yanına gelerek:

“-YĂ‚ Rasûlallah! AllĂ‚h’a duĂ‚ et de benim gozlerimi acsın.” dedi.

Resulullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- de:

“-İstersen duĂ‚ edeyim; fakat sabredersen, o daha hayırlıdır.” buyurdu.

Adam:

“-Dua ediniz.” dedi.

Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de adama, Ă‚dĂ‚b ve erkĂ‚nına riĂ‚yet ederek guzelce abdest alıp şu duĂ‚yı okumasını ve şoyle diyerek Allah’a yalvarmasını emretti:

“-Ey Allah! Ben Sana yalvarıyorum. Bu hĂ‚cetimin gorulmesi icin Rahmet Nebîsi olan Peygamberin Muhammed -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ile Sana yoneliyorum. Ey AllĂ‚h’ım! Onu bana şefaatci kıl.”

Adam, bu duĂ‚yı yapar yapmaz gozleri acılmış olarak geri dondu.[1]

Enes -radıyallĂ‚hu anh-’tan rivĂ‚yet edilmiştir ki:

“Halk yağmursuz kalıp kıtlığa uğradıkları zaman Omer bin HattĂ‚b, (Peygamber Efendimizin amcası) Abbas bin Abdulmuttalib’i vesîle edinerek yağmur duĂ‚sı yapar ve duĂ‚da şoyle derdi:

“-Ey AllĂ‚h’ım! Bizler, Peygamberimizi vesîle edinerek Sana niyaz ettiğimizde bize yağmur ihsĂ‚n ederdin. Peygamberimizin amcasını vesîle edinerek Sen’den niyĂ‚z ediyoruz. Yağmur ihsĂ‚n eyle!..” (BuhĂ‚rî, İstiskĂ‚, 3)

Abdullah bin Omer -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚-’nın ayağına bir kere kramp girmişti. Ona:

“-En sevdiğin insanı hatırla!” dediler. O zaman:

“-YĂ‚ Muhammed -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-!”[2] diye nidĂ‚ edince ayağı acıldı.

* * *

Yavuz Sultan Selim’in, Sevgili Peygamberimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- icin kaleme aldığı bir na’tı, Ulu Sultanın mĂ‚nevî ikramlara nĂ‚il oluşunun sırrını anlatır bize…

Kuvvetli muhabbet… Dunya-Ă‚hiret en buyuk sermaye, peygamber sevgisidir ve karşılığı, dunya ve Ă‚hirette Peygamber-i Guzîn Efendimizin himĂ‚yelerinde bulunmak demek olan şefaattir. Sultan Selim’in sevgisinin karşılıksız kalmamasının sebebi de bu olsa gerektir:



Ey cemĂ‚l-i nûr-i ceşm-i evliyĂ‚

El-meded, ey ma’den-i nûr-i HudĂ‚

Hak-i pĂ‚y-i tûtiyĂ‚-ı asfiyĂ‚

El-meded ey ma’den-i nûr-i HudĂ‚

(Ey evliyĂ‚nın goz nûrlarının en guzeli, evliyĂ‚nın goz bebeği!.. AllĂ‚h’ın nûrunun kaynağı, el meded, yardım et! VĂ‚rislerin olan velîler, Sen’in ayağının tozudur. AllĂ‚h’ın nûrunun kaynağı, el meded, yardım et!)



Kimse Sen’siz bulamaz Hakk’a vusûl

Feyz-i lutfunla olur merd-i kabul

Rahmeten lil Ă‚lemînsin yĂ‚ Rasûl

El-meded ey ma’den-i nûr-i HudĂ‚

(Senin kılavuzluğun olmadan, kimse Hakk’a giden yolu bulamaz. İnsanlar Sen’in lutfettiğin feyizle Allah tarafından kabul edilirler. Ey AllĂ‚h’ın Peygamberi! Sen Âlemlere rahmetsin! AllĂ‚h’ın nûrunun kaynağı el meded, yardım et!)



Eyledim bî had curum ile cerîm

Oldun eşhĂ‚s-ı hevĂ‚ ile nedîm

Eyle isyĂ‚nım şefĂ‚at, yĂ‚ kerîm

El-meded ey ma’den-i nûr-i HudĂ‚

(Haddi hesabı olmayan kotulukler ve fenalıklar yaptım. Nefsine uyan insanlara kole oldum. İsyanıma şefaat eyle ey Kerîm, keramet sahibi Peygamber! AllĂ‚h’ın nûrunun kaynağı, el meded, yardım et!)



Ey kerem kĂ‚n-ı Rasûl-i KibriyĂ‚

Kemterindir bu Selîm-i pur hatĂ‚

Dergehinden iltic eyler atÂ

El-meded ey ma’den-i nûr-i HudĂ‚[3]

(Ey keramet sahibi, comertlik kaynağı olan yuce Peygamber! Bu aşağılık, itibarsız Selim, hatalarla, gunahlarla doludur. Sen’in dergĂ‚hından bağışlanmak, şefaat diler. AllĂ‚h’ın nûrunun kaynağı el meded, yardım et!)

* * *

Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in vefat haberini alan Hazret-i Ebûbekir -radıyallĂ‚hu anh- Peygamber Efendimizin yanına gelerek yuzunu actı, uzerine kapanarak hem optu, hem ağladı ve şoyle dedi:

“-Anam-babam Sana fedĂ‚ olsun; hayatta guzel olduğun gibi, olumun de guzel!.. Ey AllĂ‚h’ın Rasûlu, Rabbin katında bizleri hatırla ve her zaman Senin kalbinde olalım.”[4]








[1] Tirmizî, DeavĂ‚t, 119; İbni Mace, İkĂ‚met: 189. Ayrıca, Hakîm, el-Mustedrek’te sahih senedle nakletmiştir.

[2] BuhĂ‚rî, el-Ebedu’l-Mufred, no: 993, sh: 262.

[3] Yavuz Sultan Selim’in bu şiiri, Abdullah Oztemiz Hacıtahiroğlu’nun “Hazret-i Peygamber’e Şiirler Antolojisi” adlı eserinde (sh: 28) gecmektedir. Şiirin acıklaması ise Cemal Toksoy tarafından yapılmıştır.

[4] Ahmed bin Hanbel, Musned, No: 25899, 10/44-45.



Alıntı;
Şebnem Dergisi

__________________