TEKFİR VE TEKFİRCİLİK MESELELERİ 2




“Tekfir ve Tekfircilik Meseleleri 1” başlıklı yazımızda, tekfir ve tekfircilik kavramlarının arasını ayırmıştık, tekfirciliğin tarihi surecine dikkat cekerek, tekfircilik fitnesinden sakındırmıştık.

http://www.frmtr.com/islam-ve-insan/4278972-tekfir-ve-tekfircilik-meseleleri-1-a.html

O yazımızda kullanılan tabirleri doğru anlamakta fayda vardır. Coğu zaman insanları, ifadelerde gecen kelimelere yuklenen anlamlar şaşırtıyor. Normal de “tekfir, tekfir konusu, tekfir meselesi” gibi ifadeler meşrû tabirlerdir; “tekfircilik, tekfir fitnesi” gibileri mezmûmdur.

Kısa ve anlaşılır birkac noktaya temas etmek gerekirse; -daha once de belirttiğimiz gibi- tekfir konusu alimlere ve ehil olanlara havale edilmelidir. Muslumanlar iman esaslarını bilmeye oncelik vermelidirler. Bu durumda imanın zıddı olan kufrun mahiyeti ve kĂ‚firlerin sıfatları da anlaşılacaktır. Ama birebir “falan adam kĂ‚firdir” gibi yaklaşımlardan uzak durmak gerekir. Bunun yerine “şu fiili işlemek kufurdur” yaklaşımı daha isabetlidir. Cunku, akidevî ilkelerin fertler uzerinde varlığının yada yokluğunun tespiti, ilim gerektirir.
Bedenen yada rûhen hasta olan bir kimsenin hastalığının ve mahiyetinin tespit ve teşhisinin tıp bilgisi gerektirdiği gibi.. Nasıl ki, doktor olmayan bir kişiye hastamızı emanet etmezsek ve ehliyetsiz kimsenin tıp bilgisine guvenmezsek; İslam’ı ve insanı tanımayan, ilmî ehliyeti bulunmayanların da “şu kĂ‚firdir, şu mu’mindir” şeklindeki yaklaşımlarına itibar edilmez!

Eğer avam, tekfir meselesine girerse ilim sahibi olmadıkları icin, nefsî davranır ve kendisi gibi duşunmeyenleri, soylemeyenleri ve inanmayanları kĂ‚fir sanabilir. Coğu zaman da avam, karşısındaki insanın ne kastettiğinden habersizdir, ifadelerini doğru anlayamadığı icin de kısır bilgisiyle tekfire sarılır. Karşımızdakiler her ne kadar bizim gibi konuşmuyorsa da, belki de sozleri bir ictihada uygundur; bu durumda bilgisizce tekfir etmek, tekfirciliğe girer. Cunku ilke olarak ihtilaflı meselelerde, tekfir cĂ‚iz olmaz.. Bu saha, muctehidlerin ictihad edebilecekleri alandır. CĂ‚hilce, kendi fikrine uygun konuşmayanları tekfir edenler, aslında bu saha da aynı istikamette ictihad eden alimleri de tekfir etmiş olurlar. Bu da zulumdur, iftiradır ve kul hakkıdır!

Bu meselenin bir de ihtiyĂ‚t boyutu vardır! Bir konuda alimler farklı ictihad yapmışlar ve o konuda bazıları “şoyle yapmak kufurdur”, bazıları da “boyle yapmak kufur değildir” diye fetva vermişlerse; bu konuda dikkat edilmesi gereken iki uyarımız vardır…
Birincisi; alimlerin ictihad edebileceği meseleler, muhkem nassların bulunmadığı yerlerdedir. Bu sahadaki isabetli fetvalara iki sevap, isabetsiz olanlara ise bir sevap verilmektedir. Alimler kendi ilmî dirayetlerine gore fetva verirlerken, farklı goruşlere sahip olabilirler. Fakat kesinlikle birbirinin aksine olan bu fetvalar sebebiyle alimler, kendileri gibi fetva vermeyenleri tekfir etmezler! Aksine onlar, bu sahanın ictihad sahası olduğunu, bu konuda muhkem nass olmadığını bilirler.

Bir ornek verelim; Kur’an’da namazı terk edenin hukmu muhkem bir ayetle, apacık şekilde bildirilmediği icin; bu konuda muctehidler fetvalar vermişlerdir.

Goruşleri ozetleyelim:

Hanbelî mezhebine gore; bir vakit namazı ozursuz kılmayan kimse kĂ‚fir olur, dinden cıkar ve murted olduğu icin idam edilir. Yıkanmaz, kefenlenmez, namazı kılınmaz, Muslumanların mezarlığına gomulmez.
Yani bu mezhebe gore, tek vakit namazı keyfî olarak kılmamak kufur amelidir ve bu kişi; kufru sebebiyle oldurulur.

Şafiî ve Malikî mezhebine gore; dinden cıkmaz ama had cezası olarak idam edilir.

Hanefî mezhebine gore ise; kan cıkıncaya kadar dovulur ve tekrar namaza donunceye kadar hapisle cezalandırılır..

Şimdi bu fetvalar karşısında tutumumuz nasıl olmalıdır?

Bu ve benzeri durumlarda mu’minler, mezheplerine uymayan duşunce ve inanc sahiplerini tekfir etmemelidirler!
Cunku, onların mezhebi farklı olabilir yada araştırmacı, ilim adamı olabilirler ve delillerini akvĂ‚ (daha kuvvetli) buldukları bir goruşe inanabilirler.

İhtilaflı konularda dikkat cekeceğimiz ikinci mesele ise; ister itikĂ‚dî, ister amelî, ister ahlakî konularda olsun, alimlerin ihtilaf ettiği hususlarda avamı, kendi mezhebi bağlar. Ama farklı mezhepleri ve mensuplarını tekfir etmez, fĂ‚sık gormez; onlara da hoşgorulu olur. Bir konuda ihtilĂ‚f olmasına rağmen, alimlerin ekserisi bir goruş uzerinde yoğunlaşmışlarsa; bu durumda Muslumanların ozellikle itikĂ‚dî meseleler ile ibadetler hususunda ihtiyĂ‚t olarak, cumhur-u ulemĂ‚ya uymaları isabetli olur. Boylesi bir davranış mezhepsizlik olmaz! Mezhepleri telfîk (birleştirme) de yoktur bu noktada! Bu durumda farklı asırlarda yaşamış olmalarına rağmen, aynı fetvayı veren cumhur-u ulemĂ‚ya uyulmuş olmaktadır. Zaten araştırmacı Muslumanlar, sonra gelen muctehidlerin onceki selefleri olan alimlerin fetvalarını inceleyip, delilleriyle ulaştıkları neticeleri araştırıp oğrenirler ve ona uyarlar. Cunku o deliller istikametinde kanaatleri o goruşun doğru olduğuna meyletmektedir. Ama bu meyil; asla tercih yada ictihad değildir; bilĂ‚kis cok sayıdaki muctehidin ictihadıdır. Bu durumda araştırmacı ve munevver Musluman, kendi goruşune değil; alimlerin fetvasına uymaktadır. Bu konunun istismar edilmemesine de dikkat etmelidir. Biz, burada ihtiyĂ‚t karinesinden bahsediyoruz. Nefse uyma hastalığından değil…

Bu noktada konuyu toparlamak icin şu cumleyi soyleyebiliriz:

Muctehidlerin “şoyle yapmak, şoyle demek kufurdur” dedikleri meselelerde ittifak oluşmamışsa, Musluman o amelden ve sozden uzak durmalıdır. İttifak oluşmuşsa zaten “icmĂ‚” dinde bağlayıcı bir delildir.

Biz, burada kufur fetvası verilmiş olan meseleleri işlemekten ve soylemekten ihtiyĂ‚ten sakınmak gerektiğini soyluyoruz! Ama herhangi bir Musluman da bazı alimlerin “kufur fetvası” verdikleri o fiille amel ediyorsa, o kişinin de tekfir edilmemesi gerekir.

Neden tekfir edilmemesi gerekir?

Cunku daha once de dediğimiz gibi, gecerli bir ictihadın olduğu yerde tekfir sĂ‚kıt olur (duşer). O kişiyi tekfir etmek, o amel veya sozu kufur olarak gormeyen muctehidleri de tekfir etmeyi gerektirir sonucta.


Şunu unutmayalım; tekfir de bir fetva işidir! Ozellikle de ihtilaflı konularda… İlmi olmayanlar, Kur’an’daki mutlak kufurleri bile bilmezler. Onun icin, insanlar bu işe cesaretlendirilmemelidirler.. Ama mu’minler, kufur ve şirki cok iyi bilirler ve onlardan sakınırlar; boylece imanlarını korurlar.

Mu’min, imanını şirk ve kufre karşı korumaktadır. Bunları ve fĂ‚illerini bilmeden/tanımadan imanı muhafaza etmek mumkun olmaz.

İşte burası –hep dediğimiz gibi; tekfirciliğe girilebilecek sınır noktasıdır. Mu’minler icin olası tehlike, tekfircilik fitnesidir! Yani tekfir konusunu abartıp, kendisi gibi yapmayanları/soylemeyenleri dindışı gormektir.


Tekfircilik daha cok muayyen tekfirlerde kendisini gosterir. Girme vizemiz olmayan bu sahaya girerek fitneye duşmekten korunmanın yolu, bu işi alimlere bırakmaktır. Birebir tekfirin fetva meselesi olduğunu unutmamak gerekir.


Avam, mutlak kufurleri iyi bilmelidir ve umumî tekfirle yetinmelidir. Umumî tekfir, Allah’ın iradesinde kufur ve şirk olan amellerin ve itikadın reddidir. Bu genel tekfir, imandandır. Yani kufr-u bevvĂ‚h ve kufr-u sarîh bir ameli ve sozu reddetmektir ve bu sıfatı taşıyanları umumî olarak tekfir etmektir.

Tekfircilik tehlikesini ve ummet icin tefrika nedeni bir fitne olduğunu soylerken; imanın gereği olan tekfirden gĂ‚fil olmanın da bir fitne olduğunu soylemek isteriz! Yani “şu amel, şu soz kufurdur; şu sozu, şu ameli soyleyen/yapan kĂ‚firdir” gibi fetva meselelerini bilmek, mu’minin gorevidir.

Kufur sozu soyleyenlerin kĂ‚fir olacağına dair, Kur’an’a kulak verelim:


“Andolsun ki; ‘Allah, Meryem oğlu Mesih’tir’ diyenler, kĂ‚fir oldular..” (MĂ‚ide: 17, 72)

“ ‘Allah gercekten ucun ucuncusudur’ diyenler de andolsun kĂ‚fir oldular..” (MĂ‚ide: 73)

“Andolsun, onlara soracak olsan, elbette şoyle diyeceklerdir: ‘Biz sadece eğlenip şakalaşıyorduk.’ De ki: ‘Allah ile, O’nun ayetleriyle ve Rasûlu ile mi eğleniyordunuz?’ Ozur dilemeyin. Siz iman ettikten sonra gercekten kĂ‚fir oldunuz..” (Tevbe: 65, 66)

Gorulduğu gibi; Allah, kufur sozlerini soyleyenleri tekfir ediyor ve kĂ‚fir olduklarını soyluyor. Bunlar Allah’ın hukmudur. Biz de aynen Allah’ın dediği gibi iman ediyoruz…

Umûmî tekfirle ilgili olarak, şunu da soylemeden gecmeyelim; umumî tekfir, muayyen tekfiri gerektirmeyebilir.


Zira bir kimsede kufrun subûtunun kesin bir delille ikĂ‚me edilmesi gerekir ve o şahsın tekfirine mĂ‚ni bir durum da bulunmamalıdır.

Bir kimsenin tekfir edilmesini engelleyen durumlara kısaca “MevĂ‚niu’t Tekfîr” denir.


Bunlar ikrah (meşrû zorlama), makbûl bir te’vîl, hata (yanlışlıkla bir soz soylemek, amel işlemek), cehĂ‚let (fetret doneminin bilgisizliği).


Tekfire engel olan durumları keyfî yorumlamamak gerekir. Tekfire engel olan durumlar hususunda, mezhepler boyutunda ittifak ve ihtilaf boyutları bulunmaktadır. İttifak edilenlere kesin uymak gerekir. Farklı yaklaşımlar karşısında da tekfirden sakınmak, amel ederken tedbir ve ihtiyĂ‚t’a uygun hareket etmek lazımdır.

Şunu unutmamak gerekir, İslam’dan sonra kimse bilgisiz olduğu gerekcesiyle kendisini mazur gormesin! Kur’an ve elciler geldikten sonra cehĂ‚let, kimsenin ozru değildir artık! Kur’an bunu acık şekilde belirtiyor:

“..Şu Kur’an bana onunla sizi ve her kime ulaşırsa onları korkutup uyarmam icin vahyolundu..” (En’Ă‚m: 19)

“Mujdeleyici ve korkutucu olarak Peygamberler (gonderdik ki), insanların Peygamberlerden sonra Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah Azîz’dir, Hakîm’dir.” (NisĂ‚: 165)

“Ve onlar orada (cehennemde) feryat ederler: ‘Rabbimiz, bizi cıkar ki, onceden işlediğimizden başka turlu salih bir amel işleyelim.’ ‘Sizi duşunecek kimsenin oğut alabileceği kadar yaşatmadık mı ve size uyarıcı gelmedi mi? O halde şimdi tadın (azabı). ZĂ‚limlerin hicbir yardımcısı yoktur.” (FĂ‚tır: 37)

Allah, bu ayetlerde Kur’an ve Peygamberler gonderdiğini ve insana hidĂ‚yeti bulabilecek kadar bir omur verildiğini bildiriyor. Artık, bunlardan sonra kimsenin Allah’a karşı gecerli bir ozru kalmamıştır.

Ayrıca İslam ve Tevhid’i bilmemek mazeret değil, suctur!


İnancsızlıklarını affettirmek ve azaptan yakalarını kurtarmak icin cehĂ‚let bahanesine yapışanlar, cehĂ‚leti iptal eden Kur’an’dan da kacarlar!

Boyle yapanlar En’Ă‚m:19’u tekrar okusunlar!

“Şu Kur’an bana onunla sizi ve her kime ulaşırsa onları korkutup uyarmam icin vahyolundu.”

Bu ayette dikkat edilecek iki nokta vardır. Ama her iki nokta da ‘bilgisizlik’ bahanesinin arkasına saklananların aleyhinedir! Ayette “ve men beleğa” ifadesi gecer. Buna iki turlu anlam verilebilir:
Birinci anlam; az once de belirttiğimiz gibi, “(Kur’an) her kime ulaşırsa..” şeklindedir.

Diğer anlam; “her kim ona (Kur’an’a) ulaşırsa..” şeklindedir.


İki yorum da Kur’an’a ulaşma imkĂ‚n ve iktidĂ‚rını esas alıyor. Birincisi; “Kur’an’ın insana ulaşması”, ikincisi; “insanın Kur’an’a ulaşması”.

Kur’an gelmiştir ve kıyamete kadar herkese ulaşacaktır, Rabbimiz Kitabını her turlu saldırı ve tahribĂ‚ttan koruyacaktır; artık kimsenin bahanesi olamaz!

Ayetin tefsir şeklinin iki manaya muhtemil olmasının da İlĂ‚hi hikmet ve sebepleri vardır. İslamî ailede, İslamî cevre yada coğrafya da doğmayanlar icin de bir ikazdır bu ayet! Bu kişiler bizzat kendileri Kur’an’a ulaşmakla mukelleftirler. Ahirette, “biz Musluman bir ailede yada ortamda doğmadık, ne yapabilirdik” diyemezler! Allah, Kur’an’ı sadece Musluman ailelerde, İslamî asır ve coğrafyalarda doğanlar icin gondermemiştir. Kur’an, gonderilişinden itibaren kıyamet gunune kadar herkese hitap eden Allah’ın Kelamıdır!

Allah kimi, nerede ve nasıl yarattığını ve nelerle mukellef tuttuğunu daha iyi bilmektedir. Kimse Allah’ı suclayıp iftira edemez!


Rabbimiz rahmet ve hikmetleri gereği, herkes icin sayısız hidĂ‚yet sebepleri yaratır. Gayr-i İslamî ortamlarda olanlara ve gayr-i Muslim aileler arasında yaşayanlara uygun, onların hidĂ‚yetlerine vesile olacak sayısız vesileler yaratmaktadır Rabbu’l Âlemîn…


Allah, İslamî bir ailede yaratmadığı kişilere, onların ihtiyac ve menfaatlerine uygun hidĂ‚yet vesileleri gosterir. Yuz cevirirlerse kendi aleyhlerinedir!

Ayrıca Musluman gecmişi olan soydan gelenlerin hepsinin Musluman olduğunu soylemek de doğru değildir! Zira iman sadece ikrardan ibaret değildir. İman iddiasının yanında kufur sozlerini soyleyen, kufur amellerini işleyen bir kimse Musluman değildir! Cok insanın yanılgısıdır bu! İslam’ın miras gibi nesilden nesile aktarılan genetik bir değer olduğunu sanırlar. Oysa herkes tek tek bulûğ cağına erdiği andan itibaren iman etmekten ve iman ettikten sonra İslam’a uygun yaşayıp yaşamamaktan imtihana tĂ‚bi olmaktadır.

Sonuc olarak şunu soyleriz.


Nerede doğar ve yaşarsa yaşasın; bilgisizlik –fetret donemi haric- kimsenin Allah’ın azabına karşı zırhı olamaz! Fetret doneminde Kitap ve Peygamber olmadığı icin, Kitap olsa da tahrif olduğu icin; o donemde insanlar soz ve fiillerin kufur olanını anlayamazlar. Ama yine de akıl ve fıtratlarının yardımıyla, kĂ‚inattaki sayısız işaretlerin rehberliğinde putlara tapmamakla mukelleftirler. Fetret doneminde dahi Allah, putlara tapmaktan ve şirk koşmaktan razı değildir. İnsan fıtratı itibariyle her donemde Allah’a iman etmeye uygun olarak yaratılmıştır. Allah, tum kullarının fıtratına yani yaratılış mayasının icine şirki, kufru, putlara ve sahte ilĂ‚hlara tapınmayı cirkin olarak yazmıştır. Bu nedenle fıtratı bozulmamış herkes, cirkini cirkin; guzeli guzel gorur.

Şirkten sakınmak sadece belli donemler icin emredilmiş bir buyruk değildir! Allah, şirkten sakınmayı tum kullarına ve her ortamda emretmiştir. Muşriğin imanını da kabul etmemektedir!

Şirk koşanların butun amelleri boşa gitmiştir ve ebedi zarara uğramışlardır:

“Andolsun, sana ve senden oncekilere ‘eğer şirk koşarsan, andolsun ki amelin boşa gider ve muhakkak zarar edenlerden olursun’ diye vahyolundu.” (Zumer: 65)

“..Kim imanı inkĂ‚r ederse ameli boşa gitmiş olur ve o ahrette de ziyana uğrayanlardandır.” (MĂ‚ide: 5)

“Kim kĂ‚fir olursa kufru kendi aleyhinedir. Kim de salih amel işlerse, onlar da kendileri icin (cennetteki yerlerini) hazırlamış olurlar.” (Rûm: 44)

Tekfirciliğin afetlerini anlatırken; kastımızın Muslumanları tekfir fitnesine dikkat cekmek olduğunu belirterek şu ikazı yapalım: Kendisine İslam daveti ulaştığı halde, o davete aldırış etmeden ve araştırma yapmadan cĂ‚hilce bir hayatı secenler, mazur olamazlar.

Kufurden ve şirkten Allah’a sığınıyoruz!




Yusuf Semmak



(Forumlarda Yayınlayabilirsiniz.)

__________________