İslĂ‚m tevhid dinidir; zĂ‚tında ve sıfatlarında Allah TeĂ‚lĂ‚'nın bir ve tek olduğunu, O'ndan başka hicbir varlığın ibĂ‚dete lĂ‚yık bulunmadığını ilĂ‚n etmiş bu birliği dinin temeli kılmıştır. Bu temel inanca aykırı inanclar kufur, davranışlar ise en azından haramdır. Bu davranışların yaygın olanlarını sıralamak —onlardan kacınmak icin— faydalı olacaktır.
Gelenekler ve Bid'atler
İslĂ‚m dini geldiği zaman insanlar, bugun olduğu gibi ceşitli milletlere, buyuk kucuk topluluklara mensup bulunuyorlardı. Bu milletlerin ve toplulukların kendilerine mahsus inancları, Ă‚detleri, gelenek ve gorenekleri vardı. İslĂ‚mdan onceki cağa «cĂ‚hiliyet» cağı, bu cağın İslama aykırı bulunan Ă‚det ve inanclarına da «cĂ‚hiliyye Ă‚detleri» denilmektedir. Musluman, saadet dini İslama girerken cĂ‚hiliye inanc ve Ă‚detlerinden soyunmak, arınmak, bu saadet iklimine oyle girmek mecburiyetinde idi.
Fakat fertlerin, mensubu bulundukları toplumdan tevarus ettiği inanc ve Ă‚detleri bir anda tamamen terketmesi zor olduğu icin Rasûlullah (s.a.) ve yolundakiler, bunlarla mucadele etmiş, en uygun metodları uygulayarak muslumanları bunlardan arındırmaya calışmışlardır. İşte bu mucadele ve arındırma faaliyetinin, bid'at ve gelenek mefhumlarıyle yakın alĂ‚kası vardır.
1) Bid'at:
Peygamberimiz (s.a.)'in zamanında olmayan veya meşru telakki edilmeyen bir inanc, ibadet veya dini anlayış ve davranış bid'at mefhumu icinde yer almaktadır.
Herhangi bir hareket, Ă‚let ve anlayışın dini yonu olmadıkca; yĂ‚ni iman ve ibĂ‚det, sevap ve gunah cercevesine sokulmadıkca bid'atle alĂ‚kası yoktur, Hacca giderken deveye değil de ucağa binmek bid'at değildir; cunku bunun inanc ibĂ‚det, sevap, gunah mefhumu ile bir alĂ‚kası yoktur. Turbelere horoz ve mum adamak, olunun başında mum yakmak bid'attir; cunku bu bir inanca dayanmakta, sevap umulmaktadır; halbuki dinimizde boyle bir inanc, ibadet ve sevap yolu mevcut değildir.
2) Millî gelenekler:
Butun insanlığı tek millet halinde yaratmayıp millet ve kabileler halinde bolen, her birine ayrı ozellikler veren Allahtır; ancak bu ayırışın hikmet ve sebepleri vardır:
«Ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbinizi kolayca tanıyasınız. Şuphesiz Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en cok sakınanızdır...» (el-HucurĂ‚t: 49/13) mealindeki Ă‚yet bu vakıayı anlatmakta ve hikmetlerinden birisine ışık tutmaktadır: «birbirinizi kolayca tanıyasınız». Birbirimizi nicin tanıyacağız? Cunku insan tek başına yaşıyamaz, topluma ihtiyacı vardır, toplumun da diğer toplumlara ihtiyacı vardır. Şu halde bu ayrılış ve ozelleştirişin hikmeti tanışma, anlaşma, dayanışma, birbirini tamamlama, hayatı kolaylaştırmadır...
Ancak farklı millet ve kabileden olmayı bir tefĂ‚hur, başkalarını hor gorme, zulum vĂ‚sıtası kılmak asla caiz değildir. İnsan ancak iradesiyle kazandığı vasıf ve ozelliklerle ovulur veya kınanır. İman, ibĂ‚det, Allah korkusu (takva), guzel ahlĂ‚k, bilgi ve marifet, huner bunlar arasındadır. Arap, İngiliz, beyaz, siyah, Batılı, Doğulu olmak kimsenin elinde değildir; şu halde ovme ve yerme konusu da yapılamaz, hele guclunun zayıfı ezmesi ve hor gormesi icin asla kullanılamaz:
«Ey insanlar! Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhlerine de olsa, Allah icin şĂ‚hid olarak adaleti gozetin; ister fakir, ister zengin olsun, Allah onlara daha yakındır. Adaletinizde heveslere uymayın...» (en-NisĂ‚: 4/135)
«Allah'a ve Ă‚hiret gunune iman eden bir milletin (kavmin) —babaları veya oğulları veya kardeşleri ya da akrabaları (aşiretleri) olsa bile— Allah'a ve peygamberlerine karşı gelenlere sevgi beslediklerini gormezsin...» (el-MucĂ‚dile: 59/22)
Peygamberimiz (s.a.) buyuruyor:
«Asabiyete cağıran, bunun icin carpışan, bunun icin olen bizden değildir.» Sordular:
— Asabiyet nedir yĂ‚ Rasûlullah? Cevap verdiler:
— Milletine zulumde (haksız olduklarında) yardım etmendir-» (Ebû-DĂ‚vûd. K. el-Edeb. 112; Muslim, K. el-İmĂ‚rah 57.)
Veda hutbesinde:
Ey İnsanlar! Şuphe yok ki Rabbiniz birdir. Dikkat edin! Arabın yabancıya, yabancının Arab'a, kırmızının siyaha, siyahın kırmızıya, —takva olcusu dışında— bir ustunluğu yoktur; en ustun olanınız Allah'a karşı gelmekten en cok sakınanınızdır.» (BeyhĂ‚ki, es-Sunnenu'l-KubrĂ‚, C. V. s. 139.)
Zulme, haksızlığa, başkalarını hor gormeye sapılmaksızın milletini sevmek, memleketini sevmek, onları korumaya ve yukseltmeye calışmak insanın fıtratından gelmektedir ve İslĂ‚m da fıtrî bir dindir.
İnsan komşusuna, okul ve asker arkadaşına yakınlık duyarken, asırlar boyu dininin gosterdiği yuce hedefe koşmuş, geleneklerini İslĂ‚mın suzgecinden gecirerek tasfiye etmiş, Allah ve Rasûlunun hoşnut olduğu yuce vasıflar, faziletler iktisab etmiş, aynı dili konuşmuş, aynı tarihi yaşamış ve butun bunları gelecek nesillere devretmiş olan milletini sevmesi, bu gelenekleri koruması tabiîdir. Sevgi Allah icin (lillah) ve Allah yolunda (fillah) oldukca ibĂ‚dettir. Bu sevgi, aynı dini ve ideali benimsemiş diğer milletlerle butunleşmeye de zarar vermez, aksine —Ă‚yetin ifadesiyle— bunu kolaylaştırır.
Sakınılacak, dikkat edilecek nokta «bid'at ve İslĂ‚mın ruhuna, ahkĂ‚mına aykırılık» sınırıdır. Bu sınırın berisi helĂ‚l, otesi haramdır.
__________________