Ebû Hureyre -radıyallĂ‚hu anh-, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bir defasında ashĂ‚b-ı kirĂ‚ma şoyle buyurduğunu nakletmektedir:
“İlim meclisinde oturup hikmetli şeyleri dinleyen, sonra da yanında bulunduğu Ă‚limden, işittiği şeylerin yalnız şer taraflarını (yani yanılma, unutma veya dil surcmesi neticesinde sarf edilen sozleri) nakleden kişinin hĂ‚li şuna benzer:
Bir kişi cobana gelir ve:
«–Ey coban, bana surunden kesmem icin bir koyun ver!» der.
Coban da:
«–Git, en iyisinin kulağından tut getir!» der.
O kişi gider, koca surunun icinden (koyunların bekciliğini yapan) kopeğin kulağını tutar (getirir).” (İbn-i MĂ‚ce, Zuhd, 15; Ahmed, II, 353, 405, 508; Beyhakî, Şuab, II, 268; Heysemî, I, 128)
***
CenĂ‚b-ı Hak; kĂ‚inĂ‚tı, Kur’Ă‚n-ı Kerîm’i ve insanı bir nevî ilim, irfan, sır ve hikmetler sergisi mĂ‚hiyetinde halkeylemiştir. Zira Kur’Ă‚n-ı Kerîm, kelimeli bir cihan; kĂ‚inat ise kelimesiz bir Kur’Ă‚n’dır. İnsan ise bu iki tecellînin zubdesi / ozu ve tohumu mesĂ‚besindedir.
LĂ‚kin bunlardaki ilim ve hikmeti gorebilmek icin, gonlun sĂ‚fiyet kazanması elzemdir. Aksi hĂ‚lde gaflet yumağı olmuş bir gonul, insana baktığında teni gorur, rûhu gormez; kĂ‚inata baktığında sanatı gorur, SanatkĂ‚r’ı gormez; Kur’Ă‚n-ı Kerîm’e baktığında -hĂ‚şĂ‚- “yalnız olulere okunan bir cenĂ‚ze kitabı” gorur, sonsuz bir ilim ve hikmet deryası olduğunu gormez.
Yani gonlun pusulası bozulunca, goz bakar, yanlış gorur; dil soyler, hatĂ‚ yapar; kulak işitir, yanlış duyar. Nitekim mu’minler icin şifĂ‚ ve rahmet olan Kur’Ă‚n-ı Kerîm’in zĂ‚limlerin husrĂ‚nını artırması[1] da bu hikmete mebnîdir. Zira zĂ‚limlerin gonul pusulaları bozuktur. Kalp pencerelerini gaflet tuğlalarıyla kapattıklarından, gonul hĂ‚neleri karanlık bir zindan kesilmiştir. Âyet-i kerîmede de şoyle buyrulur:
“Biz, Kur’Ă‚n okuduğun zaman, seninle Ă‚hirete inanmayanların arasına gizleyici bir ortu cekeriz.” (el-İsrĂ‚, 45)
Kur’Ă‚n-ı Kerîm ise ancak “takvĂ‚” uzere bulunan, yani AllĂ‚hʼın muhabbet ve rızĂ‚sından mahrum kalma endişesiyle titreyen hassas bir gonle hidĂ‚yet, şifĂ‚ ve rahmet menbaıdır.
MeselĂ‚ Hazret-i Ebû Bekir -radıyallĂ‚hu anh- da, bedbaht Ebû Cehil de Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i gordu. LĂ‚kin Ebû Bekir -radıyallĂ‚hu anh- bu goruşten -nebevî tĂ‚biriyle- “ucunculeri Allah olan ikinin ikincisi”[2] olma liyĂ‚katini kazanırken; Ebû Cehil ise “cehĂ‚letin babası” nĂ‚mıyla Cehennem yolcusu oldu. Zira hakikati goz değil, kalp gorur! Gozun yaptığı ancak kalbe tercuman olmaktır.
CenĂ‚b-ı Hakk’ın insan terbiyecileri olarak peygamberler gondermesi de, gonul ayarları bozulmuş toplumların tekrar istikĂ‚metini duzeltmek maksadıyladır. Zira ayarı bozulan bir gonlun, yukarıdaki hĂ‚disede olduğu gibi neyin iyi neyin kotu veya neyin hayır neyin şer olduğunu ayırt etme kĂ‚biliyeti kaybolmuştur.
Bu kĂ‚biliyeti tekrar kazanabilmek, ancak Peygamberler Sultanı Efendimiz’in ibadet, muĂ‚melat ve ahlĂ‚kî bakımdan izinden yuruyebilmeye bağlıdır. Zira gonuller, ancak Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in hĂ‚liyle hemhĂ‚l olup ahlĂ‚kıyla ahlĂ‚klandıkca gercek ayarını bulur, makbul kıvamına ulaşır. Gonullerin, O’nun rehberliği olmadan saĂ‚det bulması, hayır ve şerri ayırt etmesi, CenĂ‚b-ı Hakk’a yaklaşması mumkun değildir. Bunun icin de kulun, kalbini nefsĂ‚nî arzuların esaretinden kurtararak nebevî tĂ‚limatlar ışığında “takvĂ‚ hayatı” yaşaması zarurîdir.
Gonul pusulası bozulan bir insan, bir nevî cĂ‚hiliye hayatı yaşıyor demektir. Zira goruşu basîretsiz, sozu hikmetsizdir. Bu kĂ‚inĂ‚tı gafletle seyreder. İstikbal konağının kabir ve Ă‚hiret olduğunu aklının ucundan bile gecirmez. GĂ‚fil insan son nefeste gaflet uykusundan uyanır. Fakat o anda duyulacak pişmanlığın artık hicbir faydası olmaz.
CenĂ‚b-ı Hak da kulunun son nefesten evvel uyanmasını arzu etmektedir. Bu sebeple gĂ‚yemiz, kalbî hayatımızı tekĂ‚mul ettirmek ve mĂ‚rifetullahtan nasîb alabilmek olmalıdır. Zira mĂ‚rifetullahtan ustun bir lezzet yoktur.
Nitekim MĂ‚lik bin Dînar Hazretleri bir gun talebeleriyle otururken şoyle der:
“–Ehl-i dunya, tatların en guzelini tadamadan gocup gitmiştir.”
Talebeleri;
“–Efendim, dunyadaki tatların en guzeli hangisidir?” diye sorunca da şoyle cevaplar:
“–MĂ‚rifetullah, yani Hakk’ı gonulde tanıyabilmek.”
Bir başka sohbetinde, mĂ‚rifetullah hakkında şoyle buyurur:
“Kopeğin onune altın ve gumuş konsa, kıymetini bilmediği icin onlara iltifat etmez. Ama kemik atılınca hemen o tarafa koşar. Hak’tan gĂ‚fil olan kişiler de boyledir. MĂ‚rifetullĂ‚h’ın tadını bilmedikleri icin ona rağbet etmezler. (Dunyaya dalıp giderler.)”
Nitekim Allah dostlarından İbrahim bin Edhem Hazretleri de şoyle der:
“İlĂ‚hî muhabbette duyduğumuz lezzet, huzur, vecd ve istiğrĂ‚kımız muşahhas bir şey olsaydı; krallar onu alabilmek icin butun hazinelerini de krallıklarını da fedĂ‚ ederlerdi.”
Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh-’ın:
“Bana bir harf oğretenin kırk yıl kolesi olurum.” buyurması da; “Bana mĂ‚rifetullah yolunda bir katre bilgi oğretenin, kırk yıl kolesi olurum!” mĂ‚nĂ‚sına gelmektedir.
VelhĂ‚sıl insanın gonul pusulasını duzeltmek icin, Peygamber Efendimiz’i daha yakından tanımaya ihtiyacı vardır. Zira mukerrem olarak yaratılan insan, ancak bu sûretle mukerremlik vasfını koruyabilir. Ve neticede CenĂ‚b-ı Hakkʼın rızĂ‚sına nĂ‚il olabilir.
MeselĂ‚ Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚, zĂ‚hirî ilimde bir deryĂ‚ iken yaşadığı hĂ‚lini “hamdım”, hikmet ve sırlara vĂ‚kıf olduğu zamanları “piştim”, kĂ‚inat kitabının sayfalarını cevirerek vardığı mĂ‚rifetullah devresini de “yandım” diye ifĂ‚de etmiştir.
Yine Âlemlere Rahmet Efendimiz’i yakından tanıyınca, O’nun sonsuz guzelliği karşısında:
“Bu cĂ‚n bu tende oldukca Kur’Ă‚n’a kulum, koleyim; Muhammed Muhtarem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in yolunun toprağıyım…” buyurmuştur.
CenĂ‚b-ı Hak bizlere de, Peygamber Efendimiz’in gonul pınarından lĂ‚yıkıyla istifĂ‚de edebilmeyi nasîb eylesin. Gonul pusulamızı, bir an dahî rızĂ‚sından ayırmasın…
Âmîn!..
Dipnotlar:
[1] Bkz. el-İsrĂ‚, 82.
[2] Bkz. BuhĂ‚rî, Tefsîr, 9/9; Muslim, FedĂ‚ilu’s-SahĂ‚be, 1.
Şebnem Dergisi
__________________