AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ icin zaman ve mekĂ‚n duşunulemez. O, zaman ve mekĂ‚n kayıtlarından munezzehtir.[1] Ezelde yalnız kendisi var olan ve var olmak icin başka bir var ediciye muhtac olmayan CenĂ‚b-ı Hak, bilinmeyi ve bu bilinmenin îcĂ‚bı olarak ibĂ‚detlerle tekrîm olunmayı murĂ‚d ettiğinden, “Ă‚lem-i kesret” (cokluk Ă‚lemi yĂ‚ni kĂ‚inĂ‚t) denilen mĂ‚sivallĂ‚hı[2] yaratmıştır. Bu yaratışta, ilk once husûle gelen, bir “nûr”dur. O nûr da, “Hakîkat-i Muhammediye”nin ozu, aslı ve mayasıdır.
Nasıl ki kıymetli bir mucevher, cıplak bir sûrette takdîm edilmez ve etrĂ‚fına birtakım suslu ambalajlar konursa, butun varlıklar da “Nûr-i Muhammedî” karşısında o mevkîdedir. O’nun izzeti hakkı icin yaratılmıştır. Buna gore varlığın ilk sebebi CenĂ‚b-ı Hakk’ın bizzat ZĂ‚t-ı Ulûhiyyeti, ikinci sebebi ise “Nûr-i Muhammedî”yi, şerefi ve kıymeti sebebiyle sĂ‚ir varlıklar ile zarflandırmak ve tezyîn etmek gereğidir.
Diğer bir ifĂ‚deyle İslĂ‚m ilĂ‚hiyatına gore varlıkların teselsulunde ilk mebde’ (başlangıc), FĂ‚il-i MuhtĂ‚r (dilediğini yapmakta serbest) olarak CenĂ‚b-ı Hak; vesîle ve sebep de “Nûr-i Muhammedî”dir. YĂ‚ni yaratılışta O, ilktir.
İslĂ‚m’a gore kĂ‚inĂ‚t, bircok filozofun kabûl ettiğinin aksine “kadîm” değil, “hĂ‚dis”tir. YĂ‚ni, sonradan var olmuştur. Kadîm olan, sĂ‚dece CenĂ‚b-ı Hak’tır. Sonradan yaratılmışların ilki ise “Nûr-i Muhammedî”dir. Bu sebepledir ki AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“Âdem rûh ile cesed arasında iken ben nebî idim.” buyurmuştur. (Tirmizî, MenĂ‚kıb, 1)
YĂ‚ni Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, nûrunun yaratılışı ve ona risĂ‚let izĂ‚fesi itibĂ‚rıyla Hazret-i Âdem -aleyhisselĂ‚m-’dan oncedir. CismĂ‚niyet kazanıp Ă‚lemimizde zuhûr etmesi bakımından ise, nubuvvet takviminin son yaprağıdır. ZîrĂ‚ risĂ‚let takvimi, varlığın ilki olan “Nûr-i Muhammedî” ile başlamış; son yaprağı da “CismĂ‚niyet-i Muhammedî” ile nihĂ‚yet bulmuştur.
“Varlık nûru” ise, kendilerinin şerefi îcĂ‚bı yaratılmış olan butun mahlûkĂ‚tın, ilk yaratılmış varlık olan “Nûr-i Muhammedî”ye nisbetini ifĂ‚de eder. Bu varlıklarda bizĂ‚tihî (kendiliğinden) bir şeref mevcut olmayıp, onlar değerlerini “Nûr-i Muhammedî”ye izĂ‚fetle kazanırlar.
Şu hadîs-i şerîfler de, bu hakîkati ifĂ‚de etmektedir:
“Âdem -aleyhisselĂ‚m- cennetten cıkarılmasına sebeb olan zelleyi işlediğinde, hatĂ‚sını anlayıp:
«–YĂ‚ Rabbî! Muhammed hakkı icin Sen’den beni bağışlamanı istiyorum.» dedi.
AllÂh TeÂlÂ:
«–Ey Âdem! Henuz yaratmadığım hĂ‚lde Muhammed’i sen nereden bildin?» buyurdu.
Âdem -aleyhisselĂ‚m-:
«–YĂ‚ Rabbî! Sen beni yaratıp bana rûhundan uflediğinde başımı kaldırdım, Arş’ın sutunları uzerinde “LĂ‚ ilĂ‚he illĂ‚llĂ‚h, Muhammedun RasûlullĂ‚h” cumlesinin yazılı olduğunu gordum. Bildim ki Sen, zĂ‚tının ismine ancak yaratılmışların en sevimlisini izĂ‚fe edersin!» dedi.
Bunun uzerine AllÂh TeÂlÂ:
«–Doğru soyledin ey Âdem! Hakîkaten O, Bana gore mahlûkĂ‚tın en sevimlisidir. O’nun hakkı icin Bana duĂ‚ et. (MĂ‚dem ki duĂ‚ ettin), Ben de seni bağışladım. ŞĂ‚yet Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım!» buyurdu.” (HĂ‚kim, II, 672)
İbn-i AbbĂ‚s -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚-’dan şoyle nakledilir:
“AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-’a vahyetti ve şoyle buyurdu:
«Ey ÎsĂ‚! Muhammed’e îmĂ‚n et ve ummetinden O’na yetişenlere O’na îmĂ‚n etmelerini emret! ŞĂ‚yet Muhammed olmasaydı Âdem’i yaratmazdım! Muhammed olmasaydı cenneti de cehennemi de yaratmazdım. Arş’ı su uzerinde yarattığımda sarsılmaya başladı, uzerine “LĂ‚ ilĂ‚he illĂ‚llĂ‚h Muhammedun RasûlullĂ‚h” yazınca sĂ‚kinleşti.»” (HĂ‚kim, II, 672)
Birgun CĂ‚bir -radıyallĂ‚hu anh- Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’e gelerek:
“−Anam babam Sana fedĂ‚ olsun yĂ‚ RasûlallĂ‚h! Bana ilk yaratılan şeyin ne olduğunu bildirir misin?” diye sormuştu.
RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“−Ey CĂ‚bir! AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, her şeyden once senin peygamberinin nûrunu, zĂ‚tının nûrundan yaratmıştır…” cevĂ‚bını verdiler.[3]
İbn-i Arabî Hazretleri, bu hususta şu mutĂ‚laalarda bulunur:
“AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, Muhammed -aleyhisselĂ‚m-’a peygamberliğini mujdelediği vakit Âdem -aleyhisselĂ‚m- henuz yoktu, su ile camur arasında idi… Boylece nebî ve rasûller vĂ‚sıtasıyla ortaya cıkan butun şerîatlerin evveli ve bĂ‚tını olmak hukmu, AllĂ‚h Rasûlu icin tahakkuk etmiş oldu. Peygamberimiz daha o zaman şerîat sĂ‚hibi idi, cunku hadîs-i şerîfinde: «Âdem rûh ile cesed arasında iken ben nebî idim.» buyurmuştur. «Ben insandım.» veya «Ben mevcut idim.» buyurmamıştır. Nubuvvet, ancak AllĂ‚h tarafından kendisine verilmiş bir şerîatle soz konusu olur.” (İbn-i Arabî, el-FutuhĂ‚t, II, 171; IV, 66-67)
İbn-i Arabî Hazretleri, diğer bir eserinde de şoyle der:
“RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, insan nev’i icinde varlığın en mukemmelidir. Bunun icindir ki nubuvvet O’nunla başladı, O’nunla sona erdi.” (İbn-i Arabî, Fusûsu’l-Hikem, IV, 319)
Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ Mesnevî’sinde buyurur ki:
“Gel ey gonul! Hakîkî bayram, CenĂ‚b-ı Muhammed’e vuslattır. Cunku cihĂ‚nın aydınlığı, O mubĂ‚rek varlığın cemĂ‚linin nûrundandır.”
SuleymĂ‚n Celebi Hazretleri de Mevlid-i Şerîf’inde Nûr-i Muhammedî’den şoyle bahseder:
MustafĂ‚ nûrunu evvel kıldı vĂ‚r
Sevdi Ă‚nı ol Kerîm u GirdigĂ‚r[4]
“O Yaratıcı ve Kerîm olan AllĂ‚h, once Muhammed MustafĂ‚ -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in nûrunu yarattı ve O’nu sevdi.”
HulĂ‚sa, Hakîkat-i Muhammediye olarak da isimlendirilen Nûr-i Muhammedî, RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in mĂ‚nevî şahsiyetini temsîl eden bir nûr, bir hakîkat veya bir cevherdir. AllĂ‚h katında en sevgili ve en kıymetli olan, O’dur. MevcûdĂ‚tın varlık sebebi, CenĂ‚b-ı Hakk’ın, hilkatte ilk olan Nûr-i Muhammedî’ye muhabbetidir. Bu sebeple butun kĂ‚inĂ‚t, Nûr-i Muhammedî’nin şerefine ve O’na bir mazrûf olmak uzere halkedilmiştir. Butun mevcûdĂ‚t O’nun hakîkatini tafsîl ve beyĂ‚n icin yaratılmıştır. Bu yuzden nasıl ki bir bardağa, bir ummĂ‚nı sığdırmak mumkun değilse, Nûr-i Muhammedî’yi lĂ‚yıkıyla idrĂ‚k edebilmek de oyle mumkun değildir.
[1] İnsan beyni ise yaratılışı bakımından zaman ve mekĂ‚n şartlarıyla duşunebilecek bir vasıftadır. Muşahhas Ă‚lemden aldığı intibĂ‚ları kullanarak -belli olcude de olsa- hakîkate ulaşır. MuşĂ‚hede sahası dışında kalan Ă‚leme Ă‚it hakîkatler icin muşĂ‚hede edebildiği Ă‚lemden aldığı intibĂ‚ları kullanmak mecbûriyetinde bulunan insanoğlu, bilcumle metafizik (fizik otesi) gercekler icin gerek muhtevĂ‚ ve gerekse isim tĂ‚yininde mecĂ‚zî ifĂ‚deleri kullanmaya -Ă‚deta- mahkûmdur.
[2] MĂ‚sivallĂ‚h: AllĂ‚h’ın dışında ve O’ndan alıkoyan her şey icin kullanılan bir tĂ‚birdir.
[3] Bkz. Aclûnî, I, 265.
[4] SuleymĂ‚n Celebi, Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in Varlık Nûru olduğunu ve kĂ‚inĂ‚tın Nûr-i Muhammedî hurmetine var edildiğini, diğer beyitlerinde şu vecîz ifĂ‚delerle dile getirmektedir:
Hak O’na verdi mukemmel eyledi
Yaradılmıştan mufaddal eyledi
Andan oldu her nihĂ‚n u Ă‚şikĂ‚r
Arş u ferş u yerde gokte ne ki var
Ger Muhammed olmaya idi ayÂn
Olmayıserdi zemîn u Ă‚sumĂ‚n
Hem vesîle olduğicun ol Rasûl
Âdem’in Hak tevbesin kıldı kabûl
Ger Muhammed gelmeseydi Âleme
TĂ‚c-ı izzet ermez idi Âdem’e
Nûh anıncun buldu hem garktan necĂ‚t
Dahi doğmadan gorundu mûcizĂ‚t
Cumle Ă‚nın dostluğuna adına
Bunca izzet kıldı Hak ecdĂ‚dına
Ceddi olduğicun Ă‚nın hem Halîl
NĂ‚rı cennet kıldı Ă‚na ol Celîl
Hem dahî MûsĂ‚ elindeki asĂ‚
Oldu Ă‚nın izzetine ejdehĂ‚
Olmeyip ÎsĂ‚ goğe bulduğu yol
Ummetinden olmak icin idi ol
Gerci kim bunlar dahî murseldurur
Lîk Ahmed ekmel u efdaldurur
Cun temennî kıldılar Hak’tan bular
Kim Muhammed ummetinden olalar
Sunnetin tut ummeti ol ummeti
TĂ‚ nasîb ola sana Hak rahmeti
“AllĂ‚h, O’na lutufta bulunup O’nu mukemmel kıldı ve diğer varlıklar arasında fazîletli eyledi.”
“Arş ve ferşte, yĂ‚ni yerde ve gokte gizli ve Ă‚şikĂ‚r ne varsa, hep O’nun vesîlesiyle meydana geldi.”
“Eğer Muhammed MustafĂ‚ -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- olmasaydı, şu yerler ve gokler olmayacaktı.”
“Hem O ulu Rasûl vesîle olduğu icin AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, Hazret-i Âdem’in tevbesini kabûl buyurmuştur.”
“Eğer Muhammed MustafĂ‚ -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Ă‚leme gelmeseydi, Âdem -aleyhisselĂ‚m-’a izzet tĂ‚cı giydirilmezdi.”
“Hazret-i Nûh, O’nun sĂ‚yesinde boğulmaktan kurtulmuştur. O doğmadan boyle daha nice mûcizeler meydana gelmiştir.”
“Yuce AllĂ‚h, sırf dostluğu hurmetine O’nun ecdĂ‚dına son derece izzet eylemiştir.”
“Celîl olan MevlĂ‚, O’nun dedesi olduğu icin Halîl’e (Hazret-i İbrĂ‚hîm’e) ateşi gul bahcesi eylemiştir.”
“Hem Hazret-i MûsĂ‚’nın elindeki asĂ‚ da (kĂ‚firlere karşı) O’nun hurmetine ejderha olmuştur.”
“Hazret-i ÎsĂ‚ da, O’nun ummetinden olabilmek icin olmeyerek goklere yukselmiştir.”
“Gerci bu saydıklarımız da peygamberdirler. Ancak Hazret-i Ahmed, onların en mukemmeli ve en fazîletlisidir.”
“Oyle ki, hepsi de Muhammed ummetinden olmak temennîsi icinde oldular.”
“O hĂ‚lde O’nun sunnetini (ornek davranışlarını) yerine getirmek sûretiyle ummeti olmaya bak ki, Hak TeĂ‚lĂ‚’nın rahmeti sana nasîb olsun!”
Osman Nûri Topbaş
__________________