Ebedî Fecre
اَرْحَمُ الرَّاحِمِين
Her şey;
«Merhametlilerin en merhametlisi!» olan AllĂ‚h’ın muhteşem rahmetinin eseri…
Yine zerreden kurreye yaratılmış olan her şey, en muhteşem hikmet ve sırlarla muzeyyen bir hĂ‚lde…
İlĂ‚hî kudret akışları ve mûtenĂ‚ nakışlarla tezyîn edilmiş bir azamet sergisi hĂ‚linde…
Diğer taraftan; bu cihandaki ekolojik denge ile butun mahlûkātı rızıklandırması, yaşatması ve sayısız nimetler ikrĂ‚m etmesi, O’nun ne muazzam bir rahmet tecellîsi…
CenĂ‚b-ı Hak, bir mu’minin; ilĂ‚hî azameti ve bu buyuk nizĂ‚mın sırrını, hikmetini tefekkur etmesini; bu tefekkur neticesinde bir hiclik icinde ve takvĂ‚ uzere bir kul olabilmesini arzu etmektedir. Zira;
مَنْ عَرَفَ نَفْسَهُ فَقَدْ عَرَفَ رَبَّهُ
“Kim nefsini bilirse Rabbini bilmiş olur.” buyurulmaktadır.
Bu kalbî firĂ‚set ile insan idrĂ‚k eder ki:
Şer sandığımız şeyler bile rahmetinin sır ve hikmetleriyle dopdolu. Daralttığında îkaz ve dikkat rahmeti var, genişlettiğinde mujde ve ferahlık rahmeti var. Sabır da rahmet, şukur de rahmet…
CenĂ‚b-ı Hakk’ın insanlara rahmetinin en buyuk eserlerinden biri de, akıl ve idrĂ‚kin yanında peygamberler lutfetmesi. Ummeti olmakla şereflendiğimiz Fahr-i KĂ‚inat -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i bahşetmesi hakkında ise şoyle buyurmakta:
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ
“Sen’i ancak Ă‚lemlere rahmet olarak gonderdik.” (el-EnbiyĂ‚, 107)
O -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem- ÂLEMLERE RAHMET
Âlemler… Ayrı ayrı nice dunya, nice topluluk…
Efendimiz -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem- on sekiz bin Ă‚leme rahmet… Bizim idrĂ‚kimizin fevkinde bulunan, melekût Ă‚lemlerine rahmet… O Rasûlu’s-sekaleyn, yani insanlarla birlikte cinlere de rahmet…
Ahmed Yesevî Hazretleri’nin ifadesiyle;
On sekiz bin Âleme server olan Muhammed.
O -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem-, cemĂ‚dat ve nebĂ‚tat Ă‚lemlerine de rahmet…
Ayrılıktan inleyen hurma kutuğunu okşayışıyla, rahmet…
“Uhud bizi sever, biz de Uhud’u…” buyurmasıyla; dağa, taşa dahî rahmet… Kokunden silkelenen ağac dalına şefkatiyle de, rahmet…
O -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem-, karıncalar Ă‚lemine de rahmet… Yakılmış bir karınca yuvası gorunce;
“Kim AllĂ‚h’ın bir mahlûkuna kıyabilir?!.” diye infiĂ‚liyle, mĂ‚ni oluşuyla rahmet…
Yavrusundan ayrılmak istenen anne kuşa kanat gerişiyle rahmet…
Fazla yuk yuklenen, ac-susuz bırakılan, uzerlerinde gereksiz yere oturulup sohbet edilen develere sığınak oluşuyla rahmet…
Koyunu kulağından cekerek goturen bir kimseye rastladığında derhĂ‚l mudahale ederek;
“Hayvanın kulağını bırak da boynunun kenarından tut!” buyurmasıyla (İbn-i MĂ‚ce, ZebĂ‚ih, 3), şefkati oğretmesiyle rahmet… Hayvanların sutunu sağacak ellerin tırnaklarını bilhassa kestirmesi, hayvanların yavrularına sut bırakılmasını ihtĂ‚r etmesiyle rahmet…
O -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem- koca bir orduyla giderken dahî, yavrularını emziren bir anne kopeğe sahip cıkışıyla rahmet… Garip bir ceylĂ‚na kalkan olmasıyla rahmet…
Butun mahlûkāta rahmet…
Bilhassa bize, cok duşkun olduğu ummetine bambaşka bir rahmet…
Zira rahmeti sonsuz Rabbi, O’na;
“Sana tĂ‚bî olan mu’minlere (merhamet) kanadını indir!” (eş-ŞuarĂ‚, 215) buyurdu.
Rabbimiz, esmĂ‚-i husnĂ‚sından; «Raûf» ve «Rahîm» sıfatlarıyla, «Nebiyyu’r-Rahme: Rahmet Peygamberi» olan Efendimiz’i de vasıflandırarak, şoyle buyuruyor:
“And olsun size kendinizden oyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’na cok ağır gelir. O; size cok duşkun, mu’minlere karşı cok şefkatlidir, merhametlidir.” (et-Tevbe, 128)
O yediden yetmişe butun ummetine rahmet…
HERKESE RAHMET
Cocuklara rahmet… Torunlarına şefkatini goren bir bedevînin;
“–Demek Siz cocukları opuyorsunuz ha! HĂ‚lbuki biz onları hic opmeyiz.” demesi uzerine;
“–Allah TeĂ‚lĂ‚, senin kalbinden merhameti sokup almışsa ben ne yapabilirim ki! Merhamet etmeyene merhamet olunmaz!” (BuhĂ‚rî, Edeb, 18; Muslim, FedĂ‚il, 65) buyurmasıyla;
“EvlĂ‚tlarınıza değer verin, onları guzel terbiye edin.” (İbn-i MĂ‚ce, Edeb, 3) misĂ‚li beyanlarıyla evlĂ‚tlara şefkat, nesillere rahmet…
Dun diri diri gomulen kız cocuklarına imdĂ‚d edişiyle rahmet… Bugun hayat mekĂ‚nı olan ana rahminde kurtaj edilerek katledilmek istenen zavallılara da getirdiği merhamet prensipleriyle rahmet…
Vitrine edildiği, diğer taraftan da şehvet mankenleri olarak istismĂ‚r edildiği gunah mekĂ‚nlarının kolesi hĂ‚line getirilen kadınları, hĂ‚nelerinin sultanı hĂ‚line getiren sunnetiyle;
“Sizin en hayırlınız, hanımlarına ahlĂ‚ken en hayırlı davrananlarınızdır.” (Tirmizî, RadĂ‚, 11/1162) misĂ‚li mubĂ‚rek fermanlarıyla, kadınlara da rahmet…
EvlĂ‚tlar icin cenneti; rızĂ‚larına, hayır duĂ‚larına bağlayarak ayakları altına serdiği annelere de rahmet…
Fakir sahĂ‚bîlerine dahî;
“Corbana bir tas fazla su koy da, komşularını gozet!” (Muslim, Birr, 142) buyurmasıyla, komşulara rahmet…
Cin’e, Semerkant’a, Afrika’ya, İspanya’ya hĂ‚sılı butun dunya coğrafyasına ashĂ‚bını gondererek onları hidĂ‚yete davet etmesiyle rahmet…
“Bana zayıfları cağırınız! Cunku siz, ancak zayıflarınız(ın duĂ‚ ve bereketi) ile rızıklandırılır ve yardım edilirsiniz.” (BuhĂ‚rî, CihĂ‚d, 76)
“Allah bu ummete, zayıfların duĂ‚sı, namazları ve ihlĂ‚sları sebebiyle yardım eder.” (NesĂ‚î, CihĂ‚d, 43) buyurarak; zayıflara, kimsesizlere, Ă‚cizlere, gucsuzlere, mazlumlara, gariplere ve muzdariplere rahmet…
Ağlayan bir cocuk varsa, namazda kırĂ‚ati uzatmamasıyla da rahmet…
O -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem- kendisine duşmanlık edenlere dahî rahmet… Canına kastedenlere af ve hidĂ‚yet pınarı olmasıyla rahmet…
Kendisini taşlayan TĂ‚if’e dahî, duĂ‚ duĂ‚ rahmet… Mekke’de kıtlık olduğunda, gıda ve yardım gondermesiyle can duşmanlarına rahmet… Mekke’yi fethettiği gun;
“Bugun size ayıplama yoktur!” (Yûsuf, 92) diyerek herkesi affetmesiyle, tam kısas vaktinde merhameti tercih ederek; karşısındaki kendisine zulmetmiş, ummetine cĂ‚nîlik etmiş nice gunahkĂ‚rlara da rahmet…
Gunahı gunahkĂ‚ra taşıtmamasıyla, mucrimleri yaralı bir kuş gibi kanadı altına almasıyla, İkrimelere, Vahşîlere, Hindlere dahî rahmet…
O -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem-; harbe dahî getirdiği adĂ‚let ve hukukla, insanlığa rahmet, esirlere rahmet, kolelere rahmet…
Şairin dediği gibi;
Medyundur O MĂ‚sûm’a butun bir beşeriyyet,
YĂ‚ Rab bizi mahşerde bu ikrĂ‚r ile haşret!..
O -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem- Ă‚lemlere rahmet…
Hayattayken her fiiliyle olduğu gibi, kabrindeyken de ummetine istiğfĂ‚r edişiyle rahmet… Dunyada olduğu gibi, asıl Ă‚hirette rahmet… Şefaatiyle rahmet, livĂ‚-yı hamd altında ummetini toplaması, secdeye kapanması;
«Ummetî!.. Ummetî!..» diyerek Rabbine yalvarmasıyla rahmet…
O sonsuz rahmetten istifade, O’nun merhametinden nasîb alma gayretiyle ziyadeleşir. Cunku îmĂ‚nın lezzeti, merhamet ve şefkatledir. Merhamet, kulu rûhen AllĂ‚h’a yaklaştıran, yani «vuslat»a nĂ‚il eyleyen ilĂ‚hî bir lutuftur. Dînî hayatın zirve noktası da merhamette aranmalıdır.
CenĂ‚b-ı Hak, ashĂ‚b-ı kirĂ‚mı;
رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ
“Onlar birbirlerine karşı cok merhametlidirler.” (el-Fetih, 29) diye methetmektedir. Efendimiz -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem- de şoyle buyurur:
“Merhametli olan kişilere RahmĂ‚n merhamet eder. Yeryuzu ehline merhamet edin ki semĂ‚dakiler de size merhamet etsinler!” (Ebû DĂ‚vûd, Edeb, 58/4941)
Ancak unutulmamalıdır ki;
Merhamet, kalpte hissedilen acıma duygusudur. Ancak bu his; yardıma koşma, fedĂ‚kĂ‚rlık, comertlik, îsĂ‚r gibi fiilî fazîletlerle harekete gecmezse, hicbir şey ifade etmez. Hele hassas olduğunu one surerek ızdırap ve sefĂ‚letlerin civarına yaklaşmayanlar; hakikî merhametten de, CenĂ‚b-ı Hak’tan da uzak kimselerdir.
HAKİKÎ MERHAMET FİİLÎDİR
Gunumuzde ekranlarda, gazetelerde, mĂ‚temler seyrediliyor, huzun izhĂ‚r ediliyor, belki gozyaşı dokuluyor, belki; «Allah yardımcıları olsun!» gibi bir duĂ‚ da mırıldanılıyor, ancak kimilerinde merhametin asıl tezĂ‚huru olan; «Kardeşinin derdiyle dertlenme», «Ben mu’min kardeşimin mahrumiyetini telĂ‚fi icin ne yapabilirim?» cırpınışı; maalesef, arzu edildiği kadar gorulemiyor.
Memleketimize din kardeşlerimiz hicret ettiler. Onların perişan hĂ‚llerini duyduğumuzda, gorduğumuzde uzuluyoruz. Fakat ne kadar ensĂ‚r olabiliyoruz?
Merhamet; sadece uzulmek, vicdanda bir kıpırtı yaşamaktan ibaret değildir. Merhamet; sende olanı, kendisinde olmayanla paylaşmaktır. Merhamet, muhĂ‚cir kardeşine; «İşte evim! İşte malım, al yarısı senin olsun!» diyebilen ensĂ‚rın zirve, yıldızlardaki fedĂ‚kĂ‚rlığıdır.
Merhamet;
“Sevdiğiniz şeylerden infĂ‚k etmedikce asla «birr»e (yani hayrın kemal noktasına) eremezsiniz.” (Âl-i İmrĂ‚n, 92) Ă‚yeti nĂ‚zil olunca, en sevdiği hurma bahcesini fukarĂ‚ya vakfeden sahĂ‚bînin yaptığı fedĂ‚kĂ‚rlıktır.
Merhamet; infak Ă‚yetleri nĂ‚zil olunca, fakir suffa ashĂ‚bının; «Benim hicbir şeyim yok ki, ben muĂ‚fım!» demeyip, dağlardan odun toplayıp satarak, bedelini infĂ‚k etmelerindeki muazzam bir vicdan sergisidir.
Hakikî merhamet, şu hĂ‚disede Peygamber Efendimiz ve ashĂ‚bının yaşadığı hĂ‚ldir:
Cerir bin Abdullah -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatır:
“Bir gun erken vakitlerde Rasûlullah -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in huzûrunda idik. O esnĂ‚da Mudar Kabîlesi’nden perişan bir topluluk cıkageldi. Gelenlerin uzerinde kaplan derisine benzeyen, alaca cizgili basit bir aba vardı. Bu abayı delerek başlarından gecirmişlerdi. Fakat neredeyse cıplak vaziyetteydiler.
Onları bu derece fakir gorunce Allah Rasûlu’nun yuzunun rengi değişti. Hemen evine girdi. Sonra da cıkıp BilĂ‚l’e ezĂ‚n okumasını emretti, o da okudu. Sonra BilĂ‚l kāmet getirdi ve Efendimiz namaz kıldırdı. Akabinde bir hutbe îrĂ‚d ederek şu Ă‚yet-i kerîmeyi okudu:
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan zevcesini var eden ve ikisinden pek cok kadın ve erkek meydana getiren Rabbiniz’e hurmetsizlikten sakının! Allah şuphesiz hepinizi gorup gozetmektedir.” (en-NisĂ‚, 1)
Sonra da şu Ă‚yeti okudu:
“Ey îmĂ‚n edenler! Allah’tan korkun, herkes yarın icin ne hazırladığına baksın!..” (el-Haşr, 18)
Daha sonra:
“Her bir fert; altınından, gumuşunden, elbisesinden, bir olcek bile olsa buğdayından, hurmasından sadaka versin. HattĂ‚ yarım hurma bile olsa sadaka versin!” buyurdu.
Bu davet uzerine ensardan bir adam; ağırlığından dolayı neredeyse kaldırmaktan Ă‚ciz kaldığı, hattĂ‚ kaldıramadığı bir torba getirdi. Ahali birbiri peşine sokun edip sıraya girmişti. Sonunda yiyecek ve giyecekten iki yığın oluştuğunu gordum. Baktım ki Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in yuzu guluyor, sanki altın gibi parlıyordu…” (Muslim, ZekĂ‚t, 69)
Peygamberimiz; onları rahata kavuşturmadan kendisi rahata ermedi. AshĂ‚bı da cok zengin değildi. LĂ‚kin deryĂ‚ gonulluydu. O bîcĂ‚relerin derdine care bulmak icin neleri varsa paylaştılar. Butun insanlığı icine alan bir vicdan meşheri oldular. Onlardaki her şeye rağmen şefkat, merhamet ve bîcĂ‚relere derman sergileyen eşsiz gonul kıvĂ‚mını; şair M. Âkif, bir şahsiyet dusturu edinerek fedĂ‚kĂ‚rlık ve hissiyat dolu bir cırpınış hĂ‚linde bugunlere şu mısralarla ne guzel yansıtır:
Kanayan bir yara gordum mu yanar tĂ‚ ciğerim,
Onu dindirmek icin kamcı yerim, cifte yerim!
İşte merhamet bu idi.
MERHAMETİN ŞUMÛLU
Rasûlullah -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurmuştu:
“Nefsim kudret elinde bulunan AllĂ‚h’a yemîn ederim ki, birbirinize merhamet etmediğiniz surece cennete giremezsiniz.”
AshĂ‚b-ı kiram;
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Hepimiz merhametliyiz.” dediklerinde Allah Rasûlu -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem- tavzîh etti:
“–(Benim kastettiğim) merhamet, sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhamet değildir. BilĂ‚kis butun mahlûkāta şĂ‚mil olan merhamettir, (evet) butun mahlûkāta şĂ‚mil bir merhamet!..” (HĂ‚kim, Mustedrek, IV, 185)
Sadece isteyene değil; bilhassa iffetinden dolayı, hĂ‚lini arz etmeyene merhamet… Onları aramak, bulmak, sîmĂ‚larından tanımak…
Âyet-i kerîmede buyurulur:
“(ZekĂ‚t ve sadakalarınızı), kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryuzunde kazanc icin dolaşamayan fakirlere verin! Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen ise onları sîmĂ‚larından tanırsın. Cunku yuzsuzluk ederek ısrarla insanlardan bir şey istemezler. Hic şuphesiz ki Allah, yaptığınız her hayrı bilir.” (el-Bakara, 273)
Âyet-i kerîmede; “CĂ‚hil kişi onları zengin sanır.” buyurulduktan sonra, “Sen ise onları sîmĂ‚larından tanırsın.” beyanının gelmesinde şu tefsîrî işaret vardır:
“Sen’in ve Sana tĂ‚bî olan mu’minlerin; mahrum kardeşlerinizin hĂ‚linden gafil olmanız; «isteyemiyorlar» diye onları ihtiyacsız zannedip caresiz bırakmanız yakışmaz. Siz kalbinizi Ă‚detĂ‚ bir rontgen hĂ‚line getirmeli, hassas ve rakîk kalbinizle, hĂ‚lini arz etmeyen, iffetli ve fakir mu’minlerin ihtiyaclarını sîmĂ‚larından anlamalı ve onların imdadına koşmalısınız. Zira bu, irfan sahibi bir mu’minin firĂ‚setidir.”
Nitekim Peygamberimiz bu Ă‚yete işaretle şoyle buyurmuştur:
“Miskin (yani aşırı fakir), bir-iki hurma veya bir-iki lokma ile baştan savulan (dilenci) değildir. Miskin, ancak ihtiyac icinde kıvrandığı hĂ‚lde iffet ve nezĂ‚ketinden dolayı kimseden bir şey isteyemeyendir. Dilerseniz; «İnsanlardan ısrarla bir şey istemezler.» (el-Bakara, 273) Ă‚yetini okuyun!” (Muslim, ZekĂ‚t, 102)
SĂ‚dî-i ŞîrĂ‚zî ne guzel soyler:
“Mu’min kardeş! Merhamet ve şefkat ehli ol da, sĂ‚lih kişilerin yolunu tut! Sen ki ayaktasın, duşmuş insanı kaldırmak icin onun elinden tutuver. Gonlun, bir cicek bahcesi gibi olsun. Şunu da bil ki, Allah dostları, daha ziyade kimsenin uğramadığı dukkĂ‚nlardan alışveriş ederler. (Yani yalnızlara, bîcĂ‚relere dert ortağı olurlar.)”
TEBLİĞİN ANAHTARI
Merhamet, mu’minin en muhim vazifelerinden olan temsil ve tebliğin de ayrılmaz vasfıdır. HidĂ‚yet kandili olan Peygamber Efendimiz -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in risĂ‚let vazifesine hazırlık olarak sadrı iki kez şerh olunmuş, mubĂ‚rek kalpleri keyfiyeti bizce mechul bir ameliyatla; ilĂ‚hî rahmet ile yıkanmış, şefkat ve merhametle lebĂ‚leb doldurulmuştu.
Demek ki;
Tebliğ vazifesini ustlenecek kişinin, once kendinden başlayarak kalbini temizleyerek kalb-i selîm hĂ‚line getirmesi ve gonlunu şefkat ve merhametle tezyin etmesi zarûrîdir.
Nice gonulleri fetheden Hak dostlarının da en buyuk fazîletleri, Muhammedî ahlĂ‚ktan tefeyyuz ettikleri şefkat ve merhamettir.
Allah dostlarından Fudayl bin IyĂ‚z -kuddîse sirruhû-’nun hĂ‚li, bu olculerle yaşayan mu’min gonlune ne guzel bir misaldir:
Kendisini ağlarken gorduler:
“–Nicin ağlıyorsun?” dediler.
O da;
“–Bana zulmeden bir zavallı muslumana uzulduğumden ağlıyorum! Butun kederim, onun kıyĂ‚mette rezil olacağından dolayıdır…” buyurdu.
Merhametin tebliğ husûsundaki musbet tesiri şoyle îzĂ‚h olunabilir:
Kuru bir toprak uzerine atılan tohum, bir anda filiz vermez. Fakat aynı toprağı biraz sularsanız; attığınız tohumu icine kabul edecek bir kıvĂ‚ma gelir ve o tohum, ciceklerini ve meyvelerini vermekte gecikmez.
Tebliğdeki muhatabımızın kalbi de; muhabbet, şefkat ve merhametle, tatlı dille, guler yuzle ve comertlikle yumuşatıldığında; o sînede telkinler, nasihat ve oğutlerin daha kolay yeşermesi umulur.
Aksi hĂ‚lde yani, katı ve sert muamelede bulunulduğunda; muhatap uzaklaşır, topluluk dağılır ve belki de bu muĂ‚mele yuzunden hakikatten ilelebet mahrumiyet meydana gelir. Buna sebep olana da elbette vebal tahakkuk eder.
Dolayısıyla;
Mu’min; karanlık bir gecenin bulutsuz mehtĂ‚bı gibi derin, hassas, ince ruhlu, diğergĂ‚m, merhamet ve şefkat sahibi, comert ve nurlu olmalıdır.
Elbette butun davranışlarımızda, hizmetlerimizde, muĂ‚melelerimizde bu hĂ‚li yakalayabilmek, ofkeyi unutup dĂ‚imĂ‚ şefkat ve merhametle hareket edebilmek icin; merhameti, butun sevdaların uzerine yukseltebilmemiz lĂ‚zımdır. Bu kolay bir iş değildir. Ancak kalbin bir zaferidir.
Hazret-i Ali’nin Mısır’a vali tayin ettiği MĂ‚lik bin HĂ‚ris’e yazdığı emirnĂ‚mede, merhamet ve af ile muĂ‚meleyle alĂ‚kalı olarak her asra hitĂ‚b eden şu ifadeleri ne kadar mĂ‚nidar:
“İnsanlara, canavarın suruye bakması gibi bakma! Onlara karşı kalbinde sevgi, merhamet ve iyilik duyguları besle! Cunku istisnĂ‚sız butun insanlar ya dinde kardeşin ya da yaratılışta eşindir. İnsanlar hata edebilir, başlarına iş gelebilir. Duşenin elinden tut! Kendin icin AllĂ‚h’ın affını istiyorsan; sen de insanları affet, onları hoş gor ve bağışla! AllĂ‚h’a karşı asla kufrĂ‚n-ı nimette bulunma! Affından dolayı asla pişmanlık duyma! Verdiğin cezadan dolayı da sevinme!”
Cunku İslĂ‚m, insanlara aşk ile yaklaşan bir rûhu temsil eder. İslĂ‚m’ın gonullere yerleştirdiği merhamet cekirdeğinden fışkıran mes’ûliyet hissi, insanı davranış mukemmelliğine ve neticede iki cihan saĂ‚detine ulaştırır.
Peygamberimiz ve ashĂ‚bına ihsĂ‚n ile tĂ‚bi olan ecdĂ‚dımız da, merhametin şĂ‚hikasını temsil etmişlerdir. İşte kadîm şehirlerimizde, İstanbul’un silûetinde bin bir hĂ‚tıralarını temĂ‚şĂ‚ ettiğimiz vakıflar…
MERHAMET MEDENİYETİ
Vakıf ki; Yaratan’dan oturu yaratılanlara merhamet, şefkat ve sevginin muesseseleşmiş şeklidir.
Vakıf; mal ve evlĂ‚t imtihanını aşıp, emĂ‚net mulku AllĂ‚h’a iade etmek, şefkat ve merhametin muşahhas şekli olan hayır ve hasenĂ‚tı muesseseleştirmek, rahmet medeniyetinin Ă‚bidelerini inşĂ‚ etmektir.
Şefkat ve merhametten nasipsiz sozde medeniyetler; gururun, kibrin, azametin, yuce sanatkĂ‚rdan habersiz sanatın ve iffetsizliğin mĂ‚nĂ‚sız ve fĂ‚nî Ă‚bidelerini dikerler. Koleleri aslanlara parcalattıkları arenalar inşĂ‚ ederler. Şuursuzca, bencilce, cılgınca eğlendikleri binalar inşĂ‚ ederler. Guc ve kuvvetlerini temsil etsin diye; bin bir zulumle piramitler, dalkavukların cirkin iltifatlarına aldanarak, cirkin alkışlarından ve tabasbuslarından haz duyarak zulum ve kibirlerini yukseltirler. Gun gelir onlar fĂ‚nîliğin kahrına uğrar ve o kibir Ă‚bidelerinin harabelerini de kopekler şenlendirir.
Fakat bizim ecdĂ‚dımızın medeniyetinde dĂ‚imĂ‚ ihlĂ‚s ve takvĂ‚nın remzi camiler, «i‘lĂ‚-yı kelimetullĂ‚h»ın remzi minareler, ilim ve irfĂ‚nın remzi medrese, dergĂ‚h, kutuphane ve hankĂ‚hlar vardır. Bilhassa şefkat ve merhametin mucessem şekli olan; imĂ‚retler (aşevleri), sebiller, şifĂ‚hĂ‚neler, kervansaraylar, dĂ‚ruleytĂ‚m, daruşşafaka ve dĂ‚rulacezeler vardır.
Derûnî ve yuce hislerle İslĂ‚m’ı en guzel bir şekilde anlayıp yaşayan bu aziz millet, musluman yureğindeki engin şefkat ve merhameti butun cihana boylece sergilemiştir. Onlar, binlerce vakıf vasıtasıyla toplumu bir ağ gibi ormuş ve Ă‚detĂ‚ sarılmadık yara bırakmamışlardır.
Oyle vakıflar ki; bir hizmetcinin yanlışlıkla kırdığı tabak sebebiyle, ev sahibine mahcup olmaması, bir gonle diken batırılmaması hassĂ‚siyetiyle, bu tur kazalarda kırılan eşyaları tazmin etmeyi vazife edinmiş!..
Oyle vakıflar ki; fakir veya yetim kızların ceyizlerini hazırlıyor.
Oyle şifĂ‚hĂ‚neler ki; muhtel, aklî melekeleri tahrip olmuş bîcĂ‚releri su sesleriyle, Ă‚henkli sadĂ‚larla tedĂ‚vî ediyor. Onlara; «aklını kaybetmişler» değil, «muhterem Ă‚cizler» deniyor.
Oyle kervansaraylar ki; yolculara uc gun bil bedel konaklama hizmeti veriyor.
Oyle bir hizmet ufku ki; bir tarafta Hicaz’daki hacıların susuzluğuna yetişiyor, diğer tarafta fukarĂ‚nın evine yakacak tedarik ediyor, bir diğer tarafta sebillerden şerbet ikram ediyor, bir başka koşede sokaklardaki tukuruklerin uzerine kul dokecek kadrolar ihdĂ‚s ediyor…
Oyle vakıflar ki; kanadı kırılmış, yolundan kalmış gocmen kuşları dahî tedavi ediyor.
KĂ‚‘bına varılmaz bir şefkat ve merhamet… Muazzam bir merhamet medeniyeti…
Oyle bir toplum ki; varlık sahibi olup da bir vakfı, bir hayr u hasenĂ‚tı olmayan hic kimse yok… Oyle bir toplum ki, hanımlar da ziynetleriyle hayır ve hasenatta beyleriyle yarış hĂ‚linde…
Oyle bir mahalle ki; sadaka taşı formuluyle, alan eli, veren ele mahcup etmeme zarĂ‚fetinde…
Oyle bir toplum ki; batıda zulumlerin, sefĂ‚letlerin, sefillerin romanlaştırıldığı devirlerde, saĂ‚detin, merhametin ve şefkatin hakikî destanlarını yazmakla meşgul.
Bugun hayranlıkla yĂ‚d ettiğimiz bu muhteşem merhamet toplumu bizim gercek medeniyetimiz idi.
Cunku her medeniyet, kendi insan tipini vucuda getirir. Bizim medeniyetimizin yetiştirdiği insan tipi de şu hadîs-i şerifte hulĂ‚sa edilen hasletleri yaşıyordu:
“…Allah TeĂ‚lĂ‚; huşû dolu, huzunlu, merhametli, insanlara hayrı oğretip AllĂ‚h’a itaat etmeye cağıran her kalbi sever.
Katı, boş şeylerle meşgul olan, rûhunun tekrar kendisine iade edilip edilmeyeceğini bilmediği hĂ‚lde butun geceyi uykuyla geciren ve AllĂ‚h’ı cok az zikreden her kalbe de buğzeder.” (Deylemî, Musned, I, 158)
CARE MERHAMETTE
Gunumuzde de bir mu’mini îman vecdi icerisinde yaşatacak, nefsinin tasallutundan kurtararak rûhunu derinleştirecek ve zarifleştirecek haslet ancak merhamettir. Merhametin meyveleri ise, comertlik, tevĂ‚zu, hizmet, affetmek ve hasetten kurtulmaktır. Bunların hepsinin kaynağı ise îmandır.
Gunumuzde aileleri; dağılmaktan koruyacak, bir arada tutacak mĂ‚nevî harc; muhabbet ve merhamettir.
Ummeti, icinde bulunduğu tefrikalardan, cinayetlerden, tedhişten kurtaracak sır; uhuvvet ve merhamettir.
Allah Rasûlu -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in vefĂ‚tından once rahmet niyazları şoyleydi:
“Ey AllĂ‚h’ım!
Beni merhametinle ihĂ‚ta et! Beni, Refîk-ı A‘lĂ‚’ya kavuştur!
Ey AllĂ‚h’ım!
Beni merhametinle ihĂ‚ta et! Bana, rahmetini ihsĂ‚n et! Beni Refîk-ı A‘lĂ‚’ya kavuştur!” (BuhĂ‚rî, MeğĂ‚zî, 83; Ahmed, VI, 126)
Biz de Ă‚hirzamanda aynı istikamette gayretler gosterip duĂ‚lar edelim:
YĂ‚ Rabbî!
Bugun vahşet yarışına cıkmış bir dunyanın icinde bizleri ehl-i rahmet eyle!
Sergilenen tek dişi kalmış medeniyet canavarlığına mukabil; îmĂ‚nın aşkını, vecdini ve diyalektiğini ikrĂ‚m edebilen ehl-i merhamet eyle!
O rahmet ve merhamet icinde; İslĂ‚m’ın zarif rûhunu, guler yuzunu butun insanlığa tebessum ettiren sĂ‚lih kullarından eyle!
YĂ‚ Rabbî!
Bizi merhametinle ihĂ‚ta eyle!.. Bizi rahmetine gark eyle… Bize rahmetini ihsĂ‚n eyle!.. AhlĂ‚kımızla ihtişam sergilemeyi nasîb eyle! Vicdanlarımızı ve kalplerimizi de cemĂ‚lî tecellîlerinle muzeyyen eyle…
Âmîn!..
Yuzakı Dergisi
Yıl: 2016 Ay: Şubat Sayı: 132
__________________