Bu sozler, Yaratanın yarattıklarıyla; hususiyle insanla olan mukĂ‚velesine ait bir kısım sozlerdir ki, bu mukĂ‚velede: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorulur. Karşılığında da: "Evet, Rabbimizsin" cevabı alınır.
Bu meselenin iki yonu vardır:
1- Bu soru kime ve nasıl sorulmuştur?
2- Ne zaman sorulmuştur?
Birinci şık itibariyle, birkac mulĂ‚haza arz edilebilir.
1- İnsan henuz hicbir şey değilken "var olma" emrini alması ve onun da bu emre, "evet" demesi ki; tekvînî mĂ‚hiyette bir soru ve cevap ve bir mukĂ‚vele sayılır.
2- İnsan atomlar Ă‚leminde, hattĂ‚ bu Ă‚lemin de otesinde parcacıklardan ibĂ‚ret iken, her şeyi bir kemĂ‚le doğru sevk edip terbiyeye tĂ‚bi tutan RabbulĂ‚lemîn, bu parcacıklara insan olma şevkini duyurarak, o istikĂ‚mette onlardan bir soz ve mîsĂ‚k almasıdır ki; bu da, her zerrenin kendi tĂ‚katinin cok ustunde, Kaf dağından ağır yukleri omuzlayarak, Rabbin "varetme" teklifine "evet" demesinden ibĂ‚ret sayılabilir.
Bu iki şekilde cereyan eden "soru ve cevap" veya "teklif ve kabûl" soz ve beyĂ‚nla değil gibidir. Buna binĂ‚en, bir kısım tefsirciler bu mukĂ‚veleye, temsîli şekilde yapılmış bir anlaşma nazariyle bakmışlardır. Yani, sanki oyle denilmiş, oyle cevab verilmiş ve oyle hukûkî kıymeti hĂ‚iz bir sozleşme kabûl edilmiş; yoksa, beyĂ‚nla ve yazışma ile yapılmış bir akit değildir.
Aslında, binbir ceşit hitab ve binbir ceşit cevap sahibi Rabbin, "hitab ve cevab" indeksini nazara almadan boyle bir hukme varmak, yanlış bir hukumdur. Yeri gelince ona da temas edeceğiz.
3. Bu turlu bir ikrar isteği ve şehadette bulunma sozleşmesi, insanın kendini duyması ve kendinin, kendinden başka bir şey olmadığını anlamasından ibĂ‚ret, bir nefis marifeti, bir "Nefsini bilen Rabbini bilir" hakîkatini temsil; bir mĂ‚hiyet Ă‚yinesini seyre koyulma ve bu yolla şuûruna akseden rengĂ‚renk hakîkatlerin petekleşmesine şahit olma ve bu şehĂ‚deti ilĂ‚n etmektir. Ne var ki, bu îcĂ‚p ve kabûl; Bu soz verip soz alma, bu duyma ve duyurma, cok acık ve hemen sezilecek gibi de değildir. Belki, cok îkaz ve tenbihlerde duyulup hissedilebilecek şeylerdendir ki; irşĂ‚dın ehemmiyeti de, bu noktadan ileri gelmektedir.
Bu sozleşme, kudret ve irĂ‚denin yazdığı muhteşem kitabın mĂ‚nĂ‚sını anlama ve hĂ‚disat satırlarının sırlarını kavrama neticesinde, Ă‚deta bir "icĂ‚b ve kabûl" gibidir.
4. Bu sozleşme ve sozleşme icindeki suĂ‚l ve cevab, cismĂ‚niyĂ‚ta gore duşunulmemeli ve yine ona gore değerlendirilmemelidir. Hak (C.C) butun varlıklara, kendi mĂ‚hiyetlerine gore emirler verir ve yine mahlûkatdan yukselen sesleri, sadĂ‚ları dinler. anlar ve yerine gore onları yerine getirir. KelĂ‚mî ıstılahla ifade edecek olursak; insan gibi ayrı ayrı dil ve lehcelerle merĂ‚mını ifade eden varlıkların her dediğini anlayan Hz. Allah (C.C), aynı zamanda, oyle ayrı ayrı lisan ve lehcelerle, onlara emirler verir, hakikatleri anlatır; insan ve kĂ‚inatı şerh eder; yarattıklarından sozler alır, mîsĂ‚klar yapar ve mukĂ‚velelerde bulunur ki, lĂ‚fzî kelĂ‚m ve beyanla yapılan bunların hepsi "kelĂ‚mı lĂ‚fzi cumlesindendir. Bir de, bize gore kelĂ‚m ve beyĂ‚n olduğu acık olmayan, hayvanlara olan ilhamdan meleklerin mazhar olduğu ilĂ‚hî hitap tarzına kadar, Hakkın bir ceşit konuşması vardır ki, o da, "KelĂ‚mı nefsînin ayrı bir tezĂ‚hur ve tecellîsidir.
Allahın, bu ceşit konuşması, insanın kalbine gelen esintilerden, melekler Ă‚lemine kadar cok geniş bir dĂ‚irede cereyan ediyor olmasına rağmen, her dĂ‚irenin "alma ve verme" keyfiyeti başka başka olduğu icin, bu dĂ‚irelerden herhangi birine gelen mesajı, ondan yukselen soz ve ifadeyi, bir başka dĂ‚ireye gore ne duymak, ne de tespit etmek mumkun değildir.
Bu îtibarla, Cenabı Hakkın zerrelerle konuşması; sistemlere emirler vermesi; terkipler, tahliller yapması, cok yuce buudlarda cereyan edip durduğundan bizim kucuk olcucuklerimizle tespit edilmesi mumkun olmayacaktır.
Allah (C.C) zerrelerle mukĂ‚vele yapacak, molekullerle mukĂ‚vele yapacak, hucrelerle mukĂ‚vele yapacak; atomlar Ă‚leminde, anne karnında, cocukluk devresinde mukĂ‚vele yapacak, fakat biz bunları, kendi olculerimiz icinde acık secik olarak hicbir zaman tespit edemeyeceğiz.
Hele bu goruşme, insan ruhu ve o ruhta bir mekanizma olan vicdanla olmuşsa...
BinĂ‚enaleyh, "elest" bezminde de ruhlar Rable mukĂ‚veleye cağrıldılar. CismĂ‚niyet berzĂ‚hı arada olmadığı icin, her şeyi ayan beyan gorduler ve "evet" diyerek boyle bir mukĂ‚veleye imza attılar. Ancak gunumuzde cokca bulunduğu gibi bir kısım kimseler, ruh kitabının vicdan bolumunu hic kurcalamadıkları icin boyle bir imzaya ve mîsĂ‚ka rastlamadılar. Rastlamalarına da imkĂ‚n yoktu; cunku o Ă‚leme ne bir bakışları, ne de araştırmaları olmamıştı.
M. Fethullah Gulen
__________________