İLİM ve İLİM ADAMI
ekmek ve şohret peşine koşmaktan ayağa duşmuştur
Tam kırk gun; gozu gunah gormez, kulağı gunah işitmez, dili gunah soylemez, ayağı gunaha gitmez, eli gunah tutmaz, boğazından haram gecmez. NecĂ‚setlerinden temizlenir. Şeytan'ın, Allah'a bağlanmasına engel olmak icin kullanabileceği virus programlar hĂ‚fızasından silinir, gider. ZekĂ‚sı acılır.
İLİM TAHSİLİ İCİN ONCE NECÂSETTEN
TEMİZLENMEK GEREKİR
Bazı rakamların diğer rakamlardan bir farklılığı vardır; uc, yedi, yirmi bir, yirmi dort gibi. Bunlardan biri de kırk rakamı, yani "erbaîn"dir. Erbaîn, "kırk" demek. Kur'an–ı Kerîm'de, dort yerde erbaîn kelimesi gecmektedir. Belki de olgunluk rakamıdır. Olgunluk kelimesiyle ozdeşleşmiş bir rakamdır.
Muhammed AleyhisselĂ‚m'a peygamberlik kırk yaşında gelmiştir. Hz. Omer kırkıncı Muslumandır ve akabinde Muslumanlar kendilerini acığa cıkartmışlardır. ŞĂ‚fiîler'de, ancak kırk kişiyle cuma namazı kılınabilir. Hz. MûsĂ‚, Tûr dağında kırk gun kalmıştır. İsrĂ‚il oğullarına Arz–ı Mukaddes kırk yıl yasaklanmıştır.
İslĂ‚mî literaturde; cokluktan kinĂ‚ye olarak kullanılmış; "erbaîn" esas alınarak; Hadis, Tefsir, Tasavvuf, Kelam, biyografi, vb. dallarda eserler yazılmış, İslĂ‚mî Turk EdebiyĂ‚tında da edebî tur olarak yerini almıştır.
Tasavvuf ehli bu kelimeye Ă‚şinĂ‚dır. Belki de ozlemini cekerler. Erbaîne girmek, onlar icin; halvet olmak, gunahlardan arınmak, farkında olmadan vucûda giren haramlardan temizlenmek demektir.
Fıkıh dilinde, pislik yiyen hayvanlara, "cellĂ‚le" adı verilir. Etlerinin helĂ‚l olması icin, kesilmelerinden once; buyukbaşların yedi gun, kucukbaşların uc gun, tavuk gibi kanatlıların da bir gun kapatılarak, temiz yemle beslenmesi gerekir ki; vucutlarına karışan necĂ‚set temizlensin.
İlim, ibadettir ve ilim, mahlûk değildir. İlmin tezĂ‚huru mahlûktur. Namazın dışındaki şartlar sayılır: Hadesten tahĂ‚ret, necĂ‚setten tahĂ‚ret, setru'l–avret, istikbĂ‚l–i kıble, vakit ve niyet. Kişi, namazda, Allah'la halvet olur; ilim esnĂ‚sında da oyle. Sanki, Kullî Rûh'un "Alîm" sıfatına bağlanır (sanki "kullî internet") ve hĂ‚fızasına, Kullî Rûh'un izin verdiği (illĂ‚ bimĂ‚ şĂ‚e) kadar ilim indirir.
Şeytan, cehĂ‚leti sever. "Allah'tan gercek anlamda ancak Ă‚limler korkar". CĂ‚hiller cesurdur. Şeytan, vesvese vererek, Allah'ın ilim denizinden ilim almaya (kullî internete bağlanmaya) engel olur. Bu işi yaparken de, daha once beş duyu vasıtasıyla hĂ‚fızaya kaydedilmiş, haram yollarla vucûda depolanan "necĂ‚setleri" kullanır. O hĂ‚lde, ilme giden yolda, namazda olduğu gibi, once hadesten ve necĂ‚setten temizlenmek gerek.
İlim yolu, arayış yoludur. Kendini Allah'a adamak, Allah'a kurbĂ‚n etmektir. Once necĂ‚setten temizlenmek gerek; tam kırk gunde..!
ALLAH'A GOTURMEYEN
İLİM İLİM DEĞİLDİR
İlim, Allah'a goturur. Allah'a goturmeyen ilim, cehĂ‚lettir. Ebû Cehil, Ă‚limdi –Şeytan da oyle–. İlmi Allah'a goturmedi, cunku onların ki ilim değil cehaletti. CehĂ‚letin babası olarak kıyĂ‚mete kadar anılacak...
....Beşik ulemĂ‚larının turemediği, cihĂ‚na hĂ‚kim olan Osmanlı'nın cokuş surecine girmediği, hĂ‚kanların bir mektupla İslĂ‚m duşmanı hukumdĂ‚rlarının titrettiği, ilmin ve ilim adamlarının azîz olduğu, ilim adamlarının hĂ‚kanların ayağına değil, hĂ‚kanların ilim adamlarının ayağına gittiği; hatta bazen elini değil değneğini opturduğu, ulkesine dĂ‚vet ettiğinde icĂ‚bet etmeyen ilim adamının yaşadığı şehri topraklarına kattığı, ilmin ekmek kapısı değil, hikmet kapısı olduğu donemler... Hoca olu yıkayıcı, talebe teneşirde cenaze gibidir. İlme giden yola girmeden once imtihan gerek, cile gerek.
Oğrenci adayı once boy abdesti alır. Yatsı namazını, istihĂ‚re namazını kılar. Olum rĂ‚bıtası yapar. Kendi olmuştur ve hocası onu yıkamaktadır. Ertesi gunden itibaren "erbaîn" icin hucresine girer. Kırk gun boyunca zarûrî ihtiyacları ve cuma namazı dışında dışarı cıkmaz. Kendisine gunluk bir tas corba verilir. Namazla, tesbîhatla, tefekkurle meşgûl olur.
Tam kırk gun; gozu gunah gormez, kulağı gunah işitmez, dili gunah soylemez, ayağı gunaha gitmez, eli gunah tutmaz, boğazından haram gecmez. NecĂ‚setlerinden temizlenir. Şeytan'ın, Allah'a bağlanmasına engel olmak icin kullanabileceği virus programlar hĂ‚fızasından silinir. ZekĂ‚sı acılır. O hĂ‚le gelir ki; bir okuyuşta okuduğu metni , bir dinleyişte dinlediği dersi ezberler. İlim basamaklarını hızla cıkar. Omrune aklın almayacağı sayıda ciltler dolusu eser sığdırır. Allah'ın adını yuceltmek tek amacı olur.
İLİM TAHSİLİNDE ERBAÎN GELENEĞİ
"Erbaîn"i başaran talebeliğe kabul edilir. Hocasının onune diz coker; eûzu besmele, hamdele, salvele ve duadan sonra ilme gecilir. Artık hep boyledir; her derse başlarken, once; eûzu besmele, hamdele, salvele, dua ve sonra ilim. Sanki ecdadımız namazın dışındaki şartlar gibi, ilmin dışındaki şartları da oluşturmuştur; Hadesten tahĂ‚ret (boy abdesti), necĂ‚setten tahĂ‚ret (erbaîn), setru'l–avret, eûzu besmele, hamdele, salvele (Peygamber Efendimize salĂ‚t–u selĂ‚m) ve dua.
Kitaplarını yazmaya başlarken de aynı usûlu takip etmişlerdir. Yalnızca Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam gibi ilimleri değil; Tıp, Tarih, Coğrafya, Kimya, Astronomi gibi ilim dallarında; gerek derse başlama, gerekse kitaplarının başlangıclarında eûzu besmele ve hamdele ile devam eden usûlu kullanmışlardır. İlimleri; dunyevî – uhrevî diye ayırmamışlardır.
Ancak, zamanla "erbaîn"de de sapmalar olduğu, aşırılığa kacıldığı muhakkaktır. Uzletin, sohbete tercih edildiği, dunyadan kopulduğu, ruhbanlığa kayıldığı, Hıristiyanlık ve Hinduizm'deki anlayışın, tasavvufî akımlara farkında olmadan girdiği donemlerde tavsiye edilmemiş, hatta o donemin kanaat onderlerince karşı cıkılmıştır. Medreselerde, ilimle Allah'ı tanıma; bazı tarîkatlarda, seyr–i sulûkla Allah'ı tanıma yolunun başlangıcında bir defaya mahsus uygulanan "erbaîn" geleneğinde oluşan sapmalar, tarihin seyri icinde izĂ‚le edilmeğe calışılmıştır.
Gunumuz İslĂ‚m coğrafyasında, ilim başlangıcında, yok denecek kadar azaldığı muhakkaktır. Bazı tarîkatlarda hĂ‚len varlığını surdurmektedir. Unutulmaya yuz tutmuş bir kavram ve uygulamadır ki, ilim, hikmet kapısı olmaktan cıkmış, ekmek kapısı olmuştur. İlmin amacı; Allah'ı tanımak, Allah'ın adını yuceltmek iken; artık ilim adamları, ya kendi adlarını, ya da başkalarının adlarını yuceltir olmuşlardır. İlim ve ilim adamı ayağa duşmuştur. Şimdi Ă‚limler, Ă‚mirlerin ayağına gitmektedirler. Muslumanlar, dunyĂ‚ uzerinde aşağılanmaktadırlar. İslĂ‚m coğrafyası kan ağlamaktadır. Kur'anî tĂ‚birle ilim adamları –pek azı mustesnĂ‚– "mutref"leşmişlerdir. Âlimler mutrefleşince, uyarılmadıklarından dolayı Ă‚mirler ve mulku ellerinde bulunduranlar da mutrefleşmiş, sonucta yuce Allah, "bazı kullarını" Muslumanların uzerine salmıştır...
MEHMET'E NE OLDU BİLİNMEZ
AMA MUSLUMANLARA OLAN ORTADA
Cok iyi niyetle hazırlanan siyasî, ekonomik, sosyo–kulturel oluşumların zamanla dejenere olduğunu, amacından saptığını goruruz. Sebebi; oluşum aşamasında, oluşuma sızan sosyal viruslerdir. Bu, meyveyi icten ice yiyen kurtların, daha meyve cicek iken, dollenme aşamasında ozune yerleşmeleri gibidir. Butun bu oluşumlar, insan vucûduna benzer birer tuzel kişiliktirler. Tuzel kişiliklerin de "erbaîn"i olsa gerek ki; daha oluşum aşamasında, necĂ‚setler, zararlı toplum virusleri ortaya cıksın. Meyve oluştuktan sonra icten ice yiyip bitirmesinler, emekleri heba etmesinler.
Kırk gun mu olur, kırk hafta mı, kırk ay mı, ya da kırk yıl mı bilinmez...! Yazı yazarken; yazı da yoruluyor, kalem de! İmam hatip yıllarımda, bir hocamız Konya medreselerinde gecen, "erbaîn"le ilgili şoyle bir hikĂ‚ye anlatmıştı; tabiî ki erbaînli medrese yıllarında olmuş bir olay: Mehmet adında biri "erbaîn"e girmiş. Başarırsa medreseye talebeliğe kabul edilecek. Biraz da eşkıyĂ‚ ruhlu imiş. Hucresinin duvarına bitişik bir fırın varmış. Duvardan fırına delik acmış. Fırındakiler de sonucu merak ettiklerinden, istediği bir ekmeği her gun ona vermişler. Başka kimse bilmemiş, ya da bilmez gozukmuşler. "Erbaîn"i tamamlayan Mehmet, kırk gun boyunca zayıflayacağı yerde, iyice şişmanlamış. Sararacağı yerde kıp kırmızı olmuş. Kural gereği talebeliğe kabûl edilmiş. Medrese kurallarınca konudan gecmek vardır. Her talebe hocasından dersini alır ve oğrenir, obur konuya gecer. Bu şekilde alması gereken eğitimi bitirir, icĂ‚zetini alır, mezun olur ve gorevlere gonderilir. Eğitimleri boyunca askere de alınmazlar. Her talebenin gelişim hızı aynı olmadığından; kimi uc, kimi beş... yılda alır icĂ‚zetini. Bizim Mehmet'e gelince; kafasına konular girmez, donup, donup bir daha okur. Aradan yıllar gecer. On, on beş yıl. Mezun olamaz. Zira vermesi gereken dersleri tamamlayamamaktadır. Haftalık carşı izinlerinden birinde, Mehmet kafayı ceker; sallana, sallana medreseye gelir, bir nĂ‚ra patlatır:
"Heeeyyyt! Hocam, elÂlemi ettin Âlim, beni ettin zÂlim." der.
Hocası bıkkın:"Aaah... Mehmet, bu ilim şırıngayla beyne akıtılan bir şey olsa da akıtıversek, gozden, kulaktan girecek." der.
Mehmet'e sonra ne olduğu bilinmez; ama Muslumanların daha sonra başına neler geldiği bilinir..!
__________________