CenĂ‚b-ı Hakk’ın insanoğluna fazlından ihsĂ‚n ettiği her şey, onlara birer emanettir. Mal emanettir. Can emanettir. Sıhhat emanettir. Gonul meyvesi olan evlĂ‚t emanettir. Din kardeşleri emanettir; mu’minler birbirine zimmetlidir.

Bizlere duşen; bu emanetleri, CenĂ‚b-ı Hakk’ın istediği istikĂ‚mette en guzel bir şekilde değerlendirebilmek ve onları Ă‚hiret sermayesi hĂ‚line getirebilmektir. İnsan hayatında huzur ve saĂ‚detin başka yolu da yoktur.

***

Mal emanettir; helĂ‚l dĂ‚iresinde kullanılıp Ă‚hiret sermayesi yapılabildiği takdirde, kişinin huzur ve saĂ‚detine vesile olur. Husûsiyle maddî bakımdan kendimizden aşağıda olanları şahsımıza zimmetli telĂ‚kkî etmek ve her turlu ihtiyaclarını temin edebilmek zarurîdir.

Zira mulkun yegĂ‚ne sahibi olan CenĂ‚b-ı Hak; kotu emanetciyi, yani malın sahibinin kendisi olduğunu zanneden bedbahtı aslĂ‚ sevmez, ona gazaplanır, ona gerceği er-gec oğretir. Bu hakîkati yaşarken oğrenemeyenler, kabirlerinde idrĂ‚k ederler ki meğer hakîkatte bir iğnenin bile sahibi değillermiş! İşte mezarlıklar… Nice trilyonerler ve dunyevî imkĂ‚nlara sahip olanlar orada eli-avucu bomboş yatıyor. Yanında dunyadan sadece bir kefen var. O da curuyup gitmiş vaziyette. Sahiplik iddiĂ‚ ettiği hicbir şey artık elinde değil.

Şunu unutmamak lĂ‚zımdır ki, toprağın sînesine ancak amellerimizle gomuleceğiz. Musbet olanlarını artıramamış olmanın pişmanlığını ve menfî olanlarının da nedĂ‚metini yaşayarak…

Nitekim Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gun:

“–Olup de pişmanlık duymayacak hicbir kimse yoktur.” buyurmuşlardı.

AshĂ‚b-ı kirĂ‚m:

“–Onun pişmanlığı nedir yĂ‚ RasûlĂ‚llah?” diye hayretle sorunca da Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şu karşılığı verdiler:

“–İhsĂ‚n sahibi (ve sĂ‚lih) bir kişi ise, bu hĂ‚lini daha fazla artırmamış olduğuna; fĂ‚sık bir kimse ise, o kotuluğunden vazgecmemiş olduğuna pişman olacaktır.” (Tirmizî, Zuhd, 59)

***

Can emanettir; kişi bu emĂ‚neti kulluk şuuru icerisinde, Allah yolunda hizmete adayabildiği takdirde, ebedî huzur ve saĂ‚dete ulaşabilir. Nefsin hevĂ‚ ve hevesleri peşinde omur tuketerek sonsuz saĂ‚det yurduna ulaşmak mumkun değildir.

***

Sıhhat emanettir; ibadetin, kulluğun, hizmetin lĂ‚yıkıyla îfĂ‚ edilebilmesi icin vucut enerjisi gereklidir. Sıhhatini kaybetmiş ve yatağa duşmuş bir kimse, hizmet icin nasıl koşturabilir? İhtiyac sahibi muzdarip bir gonlu nasıl arayabilir?

Fakat Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, insanoğlunun sıhhat nîmeti husûsunda ekseriyetle gaflete duştuğunu şoyle haber vermektedir:

“İki nîmet vardır ki, insanların coğu bunları değerlendirmekte aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit.” (BuhĂ‚rî, Rikāk, 1)

***

Beden emanettir ve CenĂ‚b-ı Hak, insan anatomisini secdeye en musait bir şekilde halk etmiştir ki, bol bol secde etmek sûretiyle kul, Rabbine yaklaşsın. FĂ‚nîliğini ve kulluk icin yaratıldığını unutmasın.

***

EvlĂ‚tlar da emanettir. Onların, anne-babanın arzusu ile değil, gerek bicim, cinsiyet ve renginin, gerekse kaderinin ilĂ‚hî takdirle yazıldığını hicbir zaman unutmadan, CenĂ‚b-ı Hakk’ın İslĂ‚m fıtratı uzere bahşettiği bir emaneti, yine İslĂ‚m Dîni uzere yetiştirebilmenin gayretinde olmak gerekir. Zira anne-baba, evlĂ‚dın dunyaya gelmesi icin sadece bir vasıtadan ibĂ‚rettir. LĂ‚kin onun tĂ‚lim ve terbiyesi, İslĂ‚m uzere yetiştirilmesi de anne-babanın mes’ûliyetindedir.

Tıpkı bir bahcıvan misali…

Nasıl ki bir bahcıvan, baktığı butun ciceklere ayrı ayrı îtinĂ‚ gosterir, hicbirini ihmĂ‚l etmez, her ciceği tabiatına gore yetiştirirse; bizler de butun yavrularımıza istîdatlarına gore ayrı ayrı ihtimam gostermeli, o istîdatların terbiyesine ehemmiyet vermeliyiz. Zira bu terbiye farkından dolayıdır ki, aynı yaştaki iki cocuktan biri kediye taş atarken, diğeri ona sut vermektedir.
Yine bir bahcıvanın ciceklerini her gun sulayıp onları ayrık otlarından temizlemesi, yanlış buyumuş dallarını keserek daha dengeli ve gur gelişmesine calışması gibi, bizler de yavrularımızı İslĂ‚m ile ihyĂ‚ etmeye gayret gostermeliyiz. Zamanın getirdiği menfî duşunce ve davranışların, onların gonul dunyalarını zehirlemesine fırsat vermemeliyiz.

Hic şuphesiz bahcıvanın uzerine titrediği, bakımını en iyi şekilde yaptığı cicekler neşv u nemĂ‚ bulur, inkişĂ‚f eder. O bahceyi uzaktan yakından seyreden herkes, orada mahĂ‚retli bir bahcıvanın emeği bulunduğunu idrĂ‚k eder.

Fakat gelişiguzel bırakılan ve bakımı ihmal edilen bir bahce ise bir muddet sonra dikenlik hĂ‚le doner. Goze hoş gelmediği gibi, gonlu de hoşnud etmez. O bakımsız arĂ‚ziye atılan her tohum, tarla fĂ‚relerinin kursağında yok olmaya mahkûmdur.

Yani gul gibi bir evlĂ‚t yetiştirmek istiyorsak, gul gibi bir anne-baba olmalıyız.
Diğer taraftan, diyelim ki CenĂ‚b-ı Hak evlĂ‚t vermedi. Bu da ilĂ‚hî bir takdir deyip hĂ‚limize rĂ‚zı olmamız zarurîdir. Zira duşunmek lĂ‚zımdır ki, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in Hazret-i Âişe VĂ‚lidemiz’e cok ayrı bir muhabbeti olduğu hĂ‚lde, ondan bir evlĂ‚dı dunyaya gelmedi. LĂ‚kin Âişe VĂ‚lidemiz hicbir zaman bunun sıkıntısına dûcĂ‚r olmadı. Butun ashĂ‚b-ı kirĂ‚m ve kıyĂ‚mete kadar gelecek butun ummet-i Muhammed onun evlĂ‚tları oldu.

Ayrıca cok ısrarlı isteklerin, bĂ‚zen neticesi bakımından cok zararlı olduğu da gorulmuştur. Mesela anne-babalar bir evlatları olsun diye cok duĂ‚ ederler. Lakin CenĂ‚b-ı Hak, ilĂ‚hî bir imtihan olarak kendilerine sakat bir evlĂ‚t da verebilir. O takdirde de anne-babanın yapması gereken, o sakat yavrularına gosterecekleri şefkat ve merhamet dolayısıyla ilĂ‚hî ecre nĂ‚il olabilmektir.

Bu sebeple dĂ‚imĂ‚ AllĂ‚h’ın takdîrinden rĂ‚zı olabilmek ve; “YĂ‚ Rabbi! Sen’in, benim icin takdir ettiğin, benim kendim icin arzu ettiğimden muhakkak ki daha hayırlıdır, ben Senʼin takdîrine rĂ‚zıyım.” diyebilmek lĂ‚zımdır. Bu da hic şuphesiz ki bir îman alĂ‚metidir.

VelhĂ‚sıl gaybı bilemediğimiz icin, bĂ‚zı mahrumiyet gibi gorunen şeylerin aslında bizim icin ne buyuk bir rahmet vesîlesi olabileceğini, aslĂ‚ hatırımızdan cıkarmamalıyız.

Nitekim Ă‚yet-i kerîmede şoyle buyrulmaktadır:

“…Sizin icin daha hayırlı olduğu hĂ‚lde bir şeyi sevmemeniz mumkundur. Sizin icin daha kotu olduğu hĂ‚lde bir şeyi sevmeniz de mumkundur. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (el-Bakara, 216)

***

CenĂ‚b-ı Hakk’ın lûtfuyla bir evlĂ‚t dunyaya getirdiğinde, anneler tebrik edilir, hediyeler verilir. Fakat bu, hayırlı evlĂ‚t mı olacak, yoksa hayırsız mı, duşunulmez.

ÂmĂ‚k-ı Hayal adlı eserinde Filibeli Ahmed Hilmi Efendi, bir kedi yavrusunun doğuşu sebebiyle şenlik yapmak isteyen Aynalı Baba’nın hĂ‚line şaşıran RĂ‚cî’ye verdiği cevabı şoyle hikĂ‚ye eder:

“Şimdi sana desem ki; «Falan yerin kralının bir oğlu dunyaya gelmiş, halk şenlik yapıyor…», bu sozlere hic şaşırmaz, hattĂ‚ gayet normal bulursun.


Ama bir kez duşun:

İlk olarak, cocuğun yaşayıp yaşayamayacağı belli değil.

İkinci olarak, iyi bir adam olup olmayacağı da belli değil.

Ucuncu olarak, insan olduğu icin iyiden cok kotuye yoneleceği cok guclu bir ihtimal.

Dorduncu olarak, kral oğlu olduğu icin kibirli, baskıcı, bencil ve biraz cahil olması da beklenir.

Şimdi bu sıfatlara sahip olan bir cocuk icin şenlik yapılmasına ses cıkarılmazken, bir kedi yavrusunun dunyaya gelişi, iki kişinin de mi sevincine değmez?”

Demek ki anne-babalar icin en muhim husus, evlĂ‚tlarının ilĂ‚hî bir emanet olduğunu hicbir zaman unutmayıp, onları CenĂ‚b-ı Hakk’a guzel bir kul olarak yetiştirmeye gayret sarf etmektir.

Bir anne, evlĂ‚dına yanlış muhabbet gosterir de, ona zamĂ‚ne modalarının getirdiği strec coraplar, yırtık pantolonlar, pejmurde ve pasaklı kıyafetler vs. giydirir, muziklerine heveslendirir, bunu yaparken de «Cocukken hevesini alsın da sonra vazgecer…» derse, bu, yavrulara yapılabilecek en buyuk kotuluktur ve onun istikbĂ‚lini duşunmemektir.

Ayrıca boyle anne-babalar, evlĂ‚tlarına yaptıklarının esas karşılığını Ă‚hirette goreceklerdir ki o evlĂ‚t, anne-babasından dĂ‚vĂ‚cı olacaktır.

***

Bu dunya pazarında insan, alacağı her şeyi bir değer olcusu mukĂ‚bilinde alır.

Her şey, bir değer olcusu mukĂ‚bilinde satılır. Mesela komur, tonla satıldığı icin kantarla olculur. Şeker, kilo ile alınır. Altın, değerinden dolayı gramları olcen kuyumcu terazileriyle tartılır. LĂ‚kin CenĂ‚b-ı Hak kıyĂ‚met gunu zerrelerin hesaba konulacağını bildirerek şoyle buyurmaktadır:

“Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu gorecektir. Her kim de, zerre kadar şer işlemişse onu gorecektir.” (ez-ZilzĂ‚l, 7-8)

Yani kıyamet gunu butun emanetlerin ince ince hesabı sorulacaktır.

***

Muʼmin, yapacağı her işi, once ilĂ‚hî olculerle mîzĂ‚n etmeli, dunyasına ve ukbĂ‚sına faydalıysa yapmalı, aksi hĂ‚lde uzak durmalıdır.

***

VelhĂ‚sıl gunumuzde, icinde bulunduğu derin gafletinden dolayı sefĂ‚letini saĂ‚det zannederek, selde suruklenen kutukler misĂ‚li, zamanın akıntılarına kendini kaptırmış giden insanlığın elinden tutmak; bize emanet edilen toplumu o girdaptan kurtarmak; onlara ebedî ve gercek saĂ‚detin ne olduğunu anlatmak; îman ve vicdan borcumuzdur.

YĂ‚ Rabbi! Biz Ă‚ciz kullarına; bu îman ve vicdan borcu husûsunda huzuruna yuz akı ile varabilmeyi ihsan buyur!
Âmîn!..

Osman Nuri Topbaş/Şebnem Dergisi
Yıl: 2016 Ay: Ağustos Sayı: 138


__________________