BismillÂhirrahmÂnirrahîm


Bilindiği gibi "Mezhepsizlik Dinsizliğin Koprusudur" sozu, yirminci yuzyılın yetiştirdiği en buyuk alimlerden ve son Osmanlı Şeyhulislam vekillerinden biri olan merhum Muhammed ZÂhid el-Kevserî'ye aittir ve merhumun "MakÂlÂt" adlı eserinde yer alan makalelerden birisinin başlığıdır.[1] Bu hikmetli soz, bahse konu makale neşredildikten sonra adeta darb-ı mesel haline gelmiş ve dilden dile yayılmıştır.

Bu yazıda, bu sozun ne anlama geldiği ve İslam Dunyası'nın yaşadığı ilmî ve fikrî tecrubeye ne olcude denk duştuğu gibi hususları irdelemeye calışacağız.

Oncelikle bu şaklıkta gecen iki kavramın, "mezhepsizlik" ve "dinsizlik" kavramlarının nasıl anlaşılması gerektiği uzerinde duralım.

Buradaki "mezhepsizlik", hem hicbir mezhebi tanımamayı, hem de klasik tabiriyle "telfik"i, yani mezheplerin hukumleri arasından bir derleme ve secme yaparak karma bir mezhep oluşturmayı anlatmaktadır. Zira her birinin ayrı bir usul ve metodu olan mezheplerden hicbirisini tanımamakla, aralarındaki ihtilafları ve bunların sebeplerini gormezden gelerek bu metot ve usuller doğrultusunda konmuş olan hukumleri birleştirme girişimi arasında netice olarak hicbir fark yoktur. Cunku son tahlilde her iki davranış şekli de, belli bir metodu iltizam etmeme noktasında buluşmaktadır.

Başlıktaki cumlede yer alan "dinsizlik" ise, hicbir dini tanımamaktan ziyade, dinler arasında herhangi bir fark gozetmemek ve muhtelif dinlere mensup insanları aynı kategoride değerlendirmek anlamına gelmektedir.

Bilindiği gibi İslam Dunyası'nda başgosteren –ve genellikle Cemaleddin Efganî ile başlatılan– "yenilikci" hareketin en onemli taleplerinden birisi ve belki de birincisi, Muctehit İmamlar'ın ictihatlarının artık eskidiği, miadını doldurduğu ve bugunun meselelerine cozum getirmekten uzak kaldığı gerekcesiyle yeni ictihatlar yapılmasıdır. İslam Hukuku'nun (Fıkıh) modernize edilmesi ve cağa uydurulması icin, ictihat mekanizmasının temel unsurları ve belirleyicileri olan Kitap, Sunnet, İcma ve Kıyas'ın yeniden gozden gecirilmesi ve akılcı bir bakış acısıyla yeni yorumlara ve fonksiyonlara kavuşturulması şeklinde başlayan bu hareket, gecen zaman icinde muhtelif vechelere burundu ve farklı yonelişlere teşne oldu.

Her ne kadar yenilikcilerin muhtelif konularda birbiriyle bağdaşmayan ceşitli goruşleri ve bu goruşler etrafında –taraftarları ve karşıtları arasında– cereyan eden tartışmalar konumuzla yakından ilişkili ise de, bu yazının amacı bu ayrıntıya girmek olmadığından, burada sadece yukarıdaki kuşbakışı tesbite şu noktayı eklemekle yetineceğiz: Az once "yenilikci hareket" şeklinde ifade ettiğimiz reformist/modernist yaklaşımın talepleri ve teklifleri elbette Fıkıh ve İctihat sahalarına munhasır değildi. Bu hareketin boyutlarının kacınılmaz olarak Akait alanına da uzandığını muşahede etmekteyiz.

Nitekim Cemaleddin EfgÂnî'den başlayarak Fazlur Rahman'a ve oradan da gunumuz Turkiye'sindeki bazı isimlere uzanan "İbrahimî dinlerin diyaloğu" soylemi, (kimi zaman bu dinlerin esasta bir olduğu, kimi zaman da Ehl-i Kitab'ın da cennete gideceği şeklindeki iddialarla) reformist/modernist cevrelerin uzerinde ısrarla durdukları bir tez olarak canlılığını muhafaza etmektedir.[2]

Her ne kadar meselenin bu boyutu konumuz ile yakından ilişkili değilmiş gibi gorunse de, bu yazının başlığı, bu boyutu da ilgi alanımız icine sokmaktadır. Zaten aşağıda izleyeceğimiz 4 merhalenin sonuncusu uzerinde dururken bu nokta kendiliğinden tebellur edecektir...

Evet, reformist/modernist cevrelerin talepleri "yeni ictihatlar yapılmalıdır" soylemiyle, aslında "eski" ictihatların Kur'an, Sunnet, İcma ve Kıyas hakkındaki değerlendirmelerinin gecersizliğini dile getirmiş oluyordu. Peki bu 4 asl hakkında reformist/modernist cevrelerin yaklaşımı genel olarak nasıldır?

Bu sorunun cevabını, soz konusu 4 aslın sonuncusundan başlayarak verecek olursak:[3]

1- Kıyas: Kıyas, nasslardaki hukmun dayandığı illetin tesbitine dayanan bir faaliyettir.[4] Dolayısıyla tabiatı gereği, ahkÂma ilişkin nassların tek tek ele alınması ve hukme temel yapılması esasına dayanır.[5]

Oysa nassların tumunun bir arada değerlendirilmesi (tumevarım) yoluyla mesajı ozu/ruhu yakalanarak buradan butunluk arzeden bir metodoloji geliştirilmeli ve cozum bekleyen meselelere bu metodoloji esas alınarak cevap verilmelidir.

Reformist/modernist cevreler, bu yaklaşımlarına, Malikî mezhebinde tali (ikincil) bir delil olan "maslahat" unsurundan ve ozellikle Endulus'lu Malikî fakihi eş-ŞÃ‚tıbî'nin bu unsur hakkındaki değerlendirmelerinden de destek aramayı ihmal etmediler.

Cercevesi şu ana kadar net olarak cizilememiş olan "Kur'an'ın ruhu" soylemi ve maslahat prensibinin –belirleyicilik alanı Malikî mezhebinin yaklaşımını cok daha fazla aşacak şekilde[6]– devreye sokulması sonucu Kıyas prensibi devre dışı bırakılmış oluyordu.

2- İcma: Sahabe'nin ileri gelenleri tarafından işletilmeye başlanmış bulunan İcma prensibi, fer'î bir mesele hakkında bir donemde yaşayan butun muctehit imamların ictihatlarının aynı doğrultuda oluşması demektir. Tafsilatını yine Usul-i Fıkıh kitaplarına havale edeceğimizbu prensip de reformist/modernist cevreler tarafından aşındırılmaya calışılmıştır. İcma'ın vukuunun mumkun olmadığı; hakkında icma bulunduğu soylenen meseleler hakkında, iyi araştırıldığında aslında ihtilaf bulunduğu, tarihin bir doneminde meydana gelmiş bir icmaın, başka bir donemde aynen kabul edilmesinin, insan akylının dondurulması demek olacağından, boyle birşeyin kabul edilemeyeceği gibi bir cok gerekceye dayandırılan İcma itirazları, İmam eş-ŞÃ‚fi'î'nin konu hakkındaki bazı değerlendirmeleri de istismar edilmek suretiyle[7]

Oysa İcma, fer'î bir hukum hakkındaki bir nassa dayanıyorsa, o nassın bildirdiği hukmu zannî olmaktan cıkarıp kat'î kılması ve İslam Hukuku alanında derin vukufiyet sahibi Muctehit İmamlar'ın konsensusu olması bakımından İlahî İrade'nin tesbitinde elbette belli bir fonksiyon icra etmektedir.

Ustelik reformist/modernist cevreler, İcma hakkındaki değerlendirmelerinde yukarıda soylediğimiz noktada da durmadılar. Birtakım hadislerde gecen "ummet" kelimesinin, Ummet-i Davet dediğimiz gayri muslimler ile Ummet-i İcabet dediğimiz muslumanlar arasında herhangi bir ayrım yapmadan tumunu, yani butun insanları kapsadığını ileri surerek, Hz. Peygamber (s.a.v)'in ummetinin butun insanlık olduğunu soylediler.[8]

Bizzat Allah Teala'nın Kitabı'nda ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in Sunneti'nde en keskin hatlarla cizilmiş olan iman-kufur sınırı, reformist/modernist cevreler tarafından boylece ortadan kaldırılmış ve bunun yerine, ozellikle masonik cevrelerin dillendirdikleri "insanlık dini", "tum insanların kardeşliği" sloganları, İslamî kılıflara burundurulerek yeniden ifade edilmiş oluyordu.

3- Sunnet: Mezhep İmamları'nın ictihatlarının buyuk bir kısmının Sunnet'e dayanıyor olması ve Sunnet'in ve hadislerin bircok noktada rasyonel bakış acısına aykırılıklar arz ettiğinin kabul edilmesi, temelde akılcılığa (rasyonalizm) dayanan reformist/modernist hareketi, Sunnet'i ve hadisleri de "sorgulamaya" itmiştir. Tabiatiyle modern akla ve bugunku bilimsel verilere uymadığı kabul edilen bircok hadis, bu bakış acısı tarafından "uydurma" olarak kabul edildi.

Bu yaklaşımı desteklemek icin, sadece Kur'an'ın ilahî garanti altında olduğu ve Sunnet icin boyle bir garantiden soz edilemeyeceği temel bir tez olarak ısrarla işlendi. Zira işin icine beşer unsuru girdiği anda şupheci davranmak "bilimsel" davranışın bir gereği idi. Gecmiş alimler tarafından sahih olarak kabul edilmiş olsa da, pek cok hadis, reformist/modernist cevreler tarafından "uydurma" olarak damgalandı. Boylece Sunnet'in buyuk bir kısmından kurtulma imkÂnı doğmuş oluyordu.

Burada, alimlerin (buradaki "alimler"den kastımız, ozellikle Fıkıh ve Usûl-i Fıkıh alimleridir), mutevatir ve meşhur kategorisine girmeyen hadisleri "ahad hadis" (veya "haber-i vÂhid") olarak değerlendirmeleri ve bu tur hadislerin ilim bildirmeyeceğini soylemeleri de, reformist/modernist cevreler tarafından iddialarını destekleyici bir unsur olarak kullanıldı.

Burada uzerinde durulması gereken bir diğer nokta da, "Kur'an'a aykırı hadis olamayacağı" soylemidir. Bu soyleme gore eğer herhangi bir hadis –isterse eski alimler tarafından mutevatir olduğu soylenmiş olsun– Kur'an'a aykırılık teşkil ediyorsa, onun sahih olarak kabul edilmesi soz konusu olamaz.

Oysa Kur'an'a aykırı gorulduğu gerekcesiyle uydurma olduğu soylenen hadisler hakkında, meseleyi butun vecheleriyle araştırmadan verilen bu hukumler, Hz. Peygamber (s.a.v)'in Sunneti'nin buyuk bir kısmının iptal edilmesinden başka bir anlama gelmemektedir.

Meselenin bir diğer yonu de, Sunnet'in yol gostericiliğine baş vurmadan Kur'an'a doğrudan gitme soyleminin bunyesinde barındırdığı tehlikeler ile karşımıza cıkmaktadır. Tam bu noktada 4. merhale ile karşı karşıya geliyoruz ki, meselenin en can alıcı noktasını da burası oluşturmaktadır.

4- Kur'an: Kur'an ayetlerinin anlamı ve ihtiva ettiği hukumlerin anlaşılıp uygulanması noktasında Sunnet'in otoritesi de dahil olmak uzere hicbir vasıta kabul etmeye yanaşmayan reformist/modernist anlayış, bu aşamada artık onunde ucsuz bucaksız bir hareket alanı bulmaktadır. "Fikir hurriyeti", "Allah'ın Kitabı'na aracısız olarak baş vurmak", "Kur'an'ın, kendisini "acık/anlaşılır" bir kitap olarak nitelendirmesi"... gibi pek cok soylem burada devreye girdi ve artık her isteyen, Kur'an ayetlerinden istediği hukmu cıkarma "ozgurluğune" kavuşmuş oldu. Yuzyıllar icinde bitmez tukenmez samimi cabalarla ve tam bir ehliyetle vucuda getirilmiş olan Tefsir ve Fıkıh kitapları, Mufessirler, Fakihler ve diğer ulema, binbir ithamla tohmet altında bırakıldı ve asırların bilgi birikimi hoyratca ciğnenerek devre dışı bırakıldı.

Oysa Kur'an'ın doğru anlaşılması ve tefsiri[9] icin oncelikle ilmîliği ispatlanmış bir metot geliştirilmesi gerekir. Boyle bir metot olmadan Kur'an'dan hukum cıkarmak, onu tahrif etmekle eş anlamlıdır.

Nitekim gunumuzde bunun buyuk bir rahatlıkla yapıldığını gormekteyiz. Her isteyen, Kur'an'dan istediği hukmu cıkarmakta ve "ben boyle anlıyorum" diyerek işin icinden sıyrılmaktadır.

Tevrat ve İncil'in aslında cok da fazla tahrife uğramadığı, dolayısıyla bu kitaplara inanan Yahudi ve Hristiyanlar'ın da "hak din" ve "tevhid dini" uzere olduğu hukmunden tutunuz, Kur'an'da yer almayan bir hukmun Hz. Peygamber (s.a.v) de olsa hic kimse tarafından konamayacağı tesbitine kadar, aslında İslamî olmayan pek cok anlayış, guya Kur'an merkeze alınarak vaz edildi. Kur'an ve Sunnet tarafından konmuş olan en temel sabiteler bile yıkılıp gecildi ve ortaya ne iduğu belirsiz bir din cıktı. Her ortama ayak uyduran, her anlayışa uyan, hic kimsenin hicbir anlayış ve hareketine mudahale etmeyen, uyulsa da olur uyulmasa da kabilinden varla yok arası bir din!

İşte bu yazının başından beri 4 merhale halinde sıralamaya calıştığımız bu hareket, aşama aşama bu noktaya geldi. Din'de Mezheb'in nicin onemli olduğu, tam bu noktada kendisini butun ağırlığıyla hissettirmektedir. Cunku Mezhep, dinî hassasiyettir, din hakkında konuşmanın ve dinî bir hukum vermenin kuralı, cercevesi ve sistemidir. Mezhep, metot demektir; mezhepsizlik ise metotsuzluktur. Metotsuz, kaidesiz yapılan her turlu faaliyet ise karmaşaya ve yanlışlığa duşmeye mahkûmdur. Mezhep tanımayan insan, kendisini metotsuzluğa, karmaşaya ve belirsizliğe atmış demektir. Dolayısıyla onun, Allah'ın dini hakkında soylediği her soz ve ile surduğu her goruş, daha baştan yanlış olarak damgalanmayı hak etmiştir.

Kendisini mezhep imamlarından ustun gorerek onların kurdukları sistemleri yıkma selahiyetinde goren kimseler, aslında dinî bir kurumu tahrip etmiş olmaktadırlar. Bunun neticesi ise, yukarıdan beri gorduğumuz gibi sonunda zarûrÂt-ı diniyye dediğimiz alana kadar gitmektedir. Zira bu hareket, nerede duracağı –onu yurutenler tarafından bile– onceden kestirilemeyen bir "kor gidiş"i ifade etmektedir.

Mezhep tanımadığını soyleyenlere sorunuz: Bugune kadar Kur'an ve Sunnet'i anlama ve onlardan hukum cıkarma konusunda geliştirdiğiniz dort başı mamur bir usûl/metot var mıdır?

Bu soruya verebilecekleri en kucuk bir olumlu cevap yoktur. Mezhep ve metot tanımadığını, gecmiş ulemanın bize bıraktığı devasa ilmî mirası yıkmakla, yıpratmakla meşgul olmaktan başka bir mahareti olmayan boyle kimseler, kendi iclerinde korkunc celişkilere duşmekten kurtulamıyorlarsa, sebebi burada aranmalıdır.

Her ne kadar hicbir mezhebe bağlı olmama duşuncesi mutlak olarak ve her zaman yukarıda cercevesini cizdiğimiz "dinsizlik" vakıasına goturmese de, bu başlangıcın, genellikle bu sona goturduğunu de gormezlikten gelmemiz mumkun değildir.

İşte bugun aşama aşama gelinen noktada bizzat Allah Teala ve O'nun Resulu tarafından cizilmiş olan iman-kufur sınırının pek cok reformist/modernist tarafından ortadan kaldırılması, Muhammed ZÂhid el-Kevserî merhumun, bu yazıya başlık olarak secilen sozunun ne kadar doğru ve hikmetli bir soz olduğunu en anlışılır bicimde ortaya koymaktadır.

Selam, hidayete tabi olanlara...



--------------------------------------------------------------------------------

DİPNOTLAR



[1] "MakÂlÂt", el-Kevserî merhumun, Mısır'daki muhtelif dergi ve gazetelerde neşredilmiş olan ve her biri ayrı bir ilmî kıymeti haiz bulunan makalelerinin, vefatından sonra sevenleri ve talebeleri tarafından derlenerek bir kitap haline getirilmesiyle oluşturulmuştur. Fıkıh ve Usul-i Fıkıh'tan Hadis ve Usul-i Hadis'e, Kur'an ilimlerinden Akaid ve Tarih'e kadar pek cok konu yanında guncel meselelerin de derin bir vukufiyet ve kuvvetli bir ilmî dirayet ile ele alındığı "MakÂlÂt", gunumuzde de kaynak eser olma ozelliğini surdurmektedir. Tarafımızdan tercume edilmiş olan bu kıymetli eser, inşÃ‚allah yakında neşre hazır hale getirilecektir.

el-Kevserî merhumun hayatı, şahsiyeti ve ilmî yonu hakkında geniş malumat edinmek isteyenler, 9-10 Aralık 1995 tarihinde Duzce'de duzenlenen Muhammed ZÂhid el-Kevserî Sempozyumu'nda sunulan tebliğlerin bir araya getirildiği "Muhammed ZÂhid el-Kevserî –Hayatı-Eserleri-Tesirleri-" adlı kitaba (Seha neşriyat, İstanbul-1996); "MakÂlÂt"ın muhtevası konusunda da adı gecen kitabın 147-151. sayfaları arasında yer alan "MakÂlÂtu'l-Kevserî'nin Değerlendirilmesi" adlı tebliğimize bakabilirler.

[2] Bkz. Mustafa Fevzî, "Da'vetu CemÂliddîn el-EfğÂnî", 241 vd.; Fazlur Rahman, "Allah'ın Elcisi ve Mesajı", 123; "İslam", 36; "Ana Konularıyla Kur'an", 317.

Fazlur Rahman, "İslam Geleneğinde Sağlık ve Tıp"ta da (8) şoyle der: "Sufîler, geniş bir insancıllık ve hoşgoruyu yerleştirmişler; inanclarına bakmaksızın butun insanlığa yardım etmişlerdir. Onların bu tutumları aynı zamanda ahlakî ve manevî goreceliğe de katkıda bulunmuştur. Boylelikle onlar, tarih boyunca karşılaşlan butun dînî ve beşerî inanc ve duşunce sistemlerini meşru gostermişlerdir. Her ne kadar bu tutum Ehl-i Sunnet tarafından hoş karşılanmamışsa da, yakından bakıldığında bizzat Kur'an'ın oğretisinden o kadar da uzak değildir. Cunkua Kur'an-ı Kerim; yeryuzunde hicbir millet ve toplumu rehbersiz bırakmadığını ve İlÂhî rehberliğin Yahudiler'in, Hristiyanlar'ın ve Muslumanlar'ın ozel imtiyazı olmadığını devamlı surette vurgular. Bununla birlikte, Kur'an, dinde bir evrimin olduğunu ve kendisinin ilÂhî rehberlik ve vahyin en yuksek ifadesi olduğunu, diğer taraftan obur dinlerin isetemel hakikatleri ihtiva etmelerine rağmen, yer yer tahrif edildiklerini ve yanlış yorumlarla bezendiklerini ifade eder." Benzeri ifadeler icin aynı eserin 34. sayfasına da bakılabilir.

Bu duşunce ve iddiaların eleştirisi icin bizim "Modern İslam Duşuncesinin Tenkidi" adlı calışmamızın I. cildine (16 ve 17 numaralı yazılar) bakılabilir.

[3] Burada bu yaklaşımın sadece teorik olarak mantık yapısı verilmektedir. Bunlara cevap verilmesi bu yazının amacının dışındadır.

[4] İlletlerin tesbiti, Usul-i Fıkıh kitaplarında "mesÂliku'l-ille" diye isimlendirilen metotlarla yapılır. İbarelerin gramatik yapısından, başka birtakım ozelliklerine kadar bircok husus burada belirleyici rol oynar. Ayrıntı icin Usul kitaplarına başvurulabilir.

[5] "Yenihlikci" yaklaşım tarafından "parcacı" olmakla suclanan bu metot, aslında hukme medar olan illetin tesbitine dayanması bakımından ahkÂmın dayandığı temelin belirlenmesinde en sağlam metottur. Zira bu metot sayesinde bir hukmun nicin vaz edildiği tesbit edilir ve aynı ozellikteki diğer konular hakkında da rahatca aynı hukmun yurutulmesi temin edilir. Hz. Peygamber (s.a.v) de dahil olmak uzere İslam'ın ilk donemlerinden itibaren kullanılmış olan Kıyas metodu, ehil kimseler tarafından uygulandığında nassların lafzına ve ruhuna en uygun hukumlerin verilmesinin de bir garantisidir.

[6] Zira Malikî mezhebinde tali bir delil olarak kabul edilen "maslahat", hic bir zaman nassların onune gecirilmemiştir. İslam aleminde ilk defa Hanbelî mezhebine bağlı olduğu soylenen ve hakkında pek ağır ithamlar yapılmış bulunan Necmuddîn Suleyman b. Abdilkavî et-Tûfî tarafından nassların onune gecirilecek derecede cercevesi geniş tutulmuş olan maslahata boyle bir fonksiyon tanınacak olursa, insanların faydası, Yuce Allah'ın, nasslarda ifadesini bulmuş olan iradesinin onune gecirilmiş olur. Bu da, Yuce Allah'ın, insanların maslahat ve menfaatini bilemediği gibi cok tehlikeli bir sonuca kapı acar. Oysa kulların gercek maslahatı, nassların belirlediği hukumlere aynen uymakta saklıdır.

Ote yandan burada, insanların maslahat ve menfaatini tesbitte, bilgi ve faaliyet alanı sınırlı olan insan aklından başka hicbir belirleyici yoktur. Yanılmak ve hata yapmakla malul olan insan aklının tesbit ettiği maslahat, ozellikle modern dunyaya hakim olan "değişim" anlayışı doğrultusunda surekli olarak değişik vecheler gosterecektir. Dolayısıyla bu noktada bugun doğru dediğimize yanın yanlış deme garabetine duşmekten bizi kim koruyabilir?

[7] Biz, İmam eş-ŞÃ‚fi'î'nin İcma konusundaki goruşunu ve İcma hakkındaki spekulasyonları, "Modern İslam Duşuncesinin Tenkidi" adlı calışmamızın I. (19 numaralı yazı) ve II. ciltlerinde (10 numaralı yazı) etraflıca ele almıştık. Dileyen oralara başvurabilir.

[8] Bkz. Yaşar Nuri OZTURK, "Kur'an'daki İslam", 224; Hasan Hanefî, "İslÂmiyÂt" dergisi, 1/4, Ekim-Aralık, 1998, 224.

Yaşar Nuri ozturk, Ummet hakkındaki bu goruşunu İbn Manzûr'un "LisÂnu'l-Arab"ına ("Ummet" maddesi) dayandırmaktadır. Oysa adı gecen eserde Ummet'in İslamî literaturde bu anlama geldiğini gosteren herhangi bir ifade mevcut değildir.
[9] Burada "yorum" kelimesini bilincli olarak kullanmıyoruz. Bkz. "Modern İslam Duşuncesinin Tenkidi", II, 68 (3 numaralı yazı, 27 numaralı dipnot).

ebubekirsifil sitesinden alıntıdır.
__________________