oncelikle hepinize hayırlı cumalar


...

İşte, ey derd-i maişetle sersem olmuş ve hırs-ı dunya ile sarhoş olmuş kardeşler! Hırs bu kadar
muzır ve belĂ‚lı birşey olduğu halde, nasıl hırs yolunda her zilleti irtikĂ‚p ve haram-helĂ‚l demeyip her malı kabul ve hayat-ı uhreviyeye lĂ‚zım cok şeyleri feda ediyorsunuz; hattĂ‚ erkĂ‚n-ı İslĂ‚miyenin muhim bir ruknu olan zekĂ‚tı, hırs yolunda terk ediyorsunuz? Halbuki, zekĂ‚t, her şahıs icin sebeb-i bereket ve dĂ‚fi-i beliyyattır. ZekĂ‚tı vermeyenin, herhalde elinden zekĂ‚t kadar bir mal cıkacak; ya luzumsuz yerlere verecektir, ya bir musibet gelip alacaktır.
Hakikatli bir ruya-yı hayaliyede, Harb-i Umumînin beşinci senesinde, bir acip ruyada benden soruldu:
"Muslumanlara gelen bu aclık, bu zayiat-ı maliye ve meşakkat-i bedeniye nedendir?"
Ruyada demiştim:
"CenĂ‚b-ı Hak bir kısım maldan onda bir veya bir kısım maldan kırkta bir, kendi verdiği malından birisini bizden istedi-tĂ‚ bize fukaraların dualarını kazandırsın ve kin ve hasetlerini men etsin. Biz, hırsımız icin tamahkĂ‚rlık edip vermedik. CenĂ‚b-ı Hak, muterakim zekĂ‚tını, kırkta otuz, onda sekizini aldı.
"Hem senede yalnız bir ayda, yetmiş hikmetli bir aclık bizden istedi. Biz nefsimize acıdık; muvakkat ve lezzetli bir aclığı cekmedik. CenĂ‚b-ı Hak, ceza olarak, yetmiş cihetle belĂ‚lı bir nevi orucu beş sene cebren bize tutturdu.
"Hem yirmi dort saatte birtek saati, hoş ve ulvî, nuranî ve faydalı bir nevi talimat-ı RabbĂ‚niyeyi bizden istedi. Biz tembellik edip o namazı ve niyazı yerine getirmedik. O tek saati diğer saatlere katarak zayi ettik. CenĂ‚b-ı Hak, onun kefareti olarak, beş sene talim ve talimat ve koşturmakla bize bir nevi namaz kıldırdı" demiştim.
Sonra ayıldım, duşundum, anladım ki, o ruya-yı hayaliyede pek muhim bir hakikat vardır. Yirmi Beşinci Sozde, medeniyetle hukm-u Kur'Ă‚n'ı muvazene bahsinde ispat ve beyan edildiği uzere, beşerin hayat-ı ictimaîsinde butun ahlĂ‚ksızlığın ve butun ihtilĂ‚lĂ‚tın menşei iki kelimedir:
Birisi: "Ben tok olduktan sonra başkası aclıktan olse bana ne?"
İkincisi: "Sen calış, ben yiyeyim."
Bu iki kelimeyi de idame eden, cereyan-ı ribĂ‚(faiz) ve terk-i zekĂ‚ttır. Bu iki muthiş maraz-ı ictimaîyi tedavi edecek tek care, zekĂ‚tın bir dustur-u umumî suretinde icrasıyla, vucub-u zekĂ‚t ve hurmet-i ribĂ‚dır(faizin haramiyeti).
Hem değil yalnız eşhasta ve hususî cemaatlerde, belki umum nev-i beşerin saadet-i hayatı icin en muhim bir rukun, belki devam-ı hayat-ı insaniye icin en muhim bir direk, zekĂ‚ttır. Cunku, beşerde, havas ve avam, iki tabaka var. Havastan avĂ‚ma merhamet ve ihsan; ve avamdan havĂ‚ssa karşı hurmet ve itaati temin edecek, zekĂ‚ttır. Yoksa, yukarıdan avĂ‚mın başına zulum ve tahakkum iner; avamdan zenginlere karşı kin ve isyan cıkar. İki tabaka-i beşer, daimî bir mucadele-i mĂ‚neviyede, bir keşmekeş-i ihtilĂ‚fta bulunur. Gele gele, tĂ‚ Rusya'da olduğu gibi, sa'y ve sermaye mucadelesi suretinde boğuşmaya başlar.
Ey ehl-i kerem ve vicdan! Ve ey ehl-i sehĂ‚vet(zengin) ve ihsan! İhsanlar zekĂ‚t namına olmazsa, uc zararı var. Bazan da faydasız gider. Cunku, Allah namına vermediğin icin, mĂ‚nen minnet ediyorsun, bicare fakiri minnet esareti altında bırakıyorsun. Hem makbul olan duasından mahrum kalıyorsun. Hem hakikaten CenĂ‚b-ı Hakkın malını ibĂ‚dına vermek icin bir tevziat memuru olduğun halde, kendini sahib-i mal zannedip bir kufrĂ‚n-ı nimet ediyorsun.
Eğer zekĂ‚t namına versen, CenĂ‚b-ı Hak namına verdiğin icin bir sevap kazanıyorsun, bir şukrĂ‚n-ı nimet gosteriyorsun. O muhtac adam dahi sana tabasbus(yaltaklanma) etmeye mecbur olmadığı icin, izzet-i nefsi kırılmaz ve duası senin hakkında makbul olur. Evet, zekĂ‚t kadar, belki daha ziyade nafile ve ihsan, yahut sair suretlerde verip riyĂ‚ ve şohret gibi, minnet ve tezlil gibi zararları kazanmak nerede? ZekĂ‚t namına o iyilikleri yapıp, hem farzı edĂ‚ etmek, hem sevabı, hem ihlĂ‚sı, hem makbul bir duayı kazanmak nerede?
__________________