Diğer butun isimler, Allah (c.c.) isminin adeta sıfatı durumundadırlar. Allah (c.c.) lafzı, butun guzel isimlerin anlamını kendisinde toplamıştır. Bir insan Allah (c.c.) demeye başladığında ayrıca Allah’ın (c.c.) butun guzel isimlerini de zikrediyor sayılır. Bundan dolayı tarikatların hemen hepsi zikirde Allah (c.c.) kelimesini temel almışlardır. Bu nedenle zikirlerin en guzeli “Allah” lafzı ile yapılır.
İslam bilginlerin coğuna gore Allah (c.c.) kelimesi herhangi bir kokten turememiştir. Her ne kadar bazı İslam bilginleri Allah (c.c.) lafzının ceşitli kelime koklerinden turediğini iddia etse de yaygın kanaat bunun kok halinde bulunan bir kelime olduğudur.
İmam-ı Rabbani Hazretleri (k.s), Allah (c.c.) lafzının Arapca elif, şeddeli lam ve he seslerinden oluştuğunu belirtmektedir. Kelimenin kokunun bir zamir olan ve “O” anlamına gelen “He (huve)” olduğunu soylemektedir. Baştaki elif ve şeddeli lamın ise nekre (belirsiz) olan isimleri marife (belirli) yapan takılar olduğunu ifade etmektedir. Belirli yapıda olan bir zamirin başına belirsiz isimleri belirli yapan boyle iki tane ekin gelmesinin bir işlevi olduğunu iddia etmektedir: Ona gore bunlarla Allah (c.c.) kelimesinin ifade ettiği anlamın bilinemeyeceği, kavranamayacağı, anlaşılamayacağı vurgulanmak istenmektedir. Allah’ın zatını Allah’tan başka kimse bilemez.
Allah (c.c.) kelimesinin lafız (harf, ses) yonu hadistir, yani ezeli olmayıp sonradan ortaya cıkmıştır. Ama Allah (c.c.) kelimesinin anlamı ezeli ve ebedi olan Allah’a (c.c.) aittir. Bu kelimenin zikrinden de amaclanan şey ezeli ve ebedi olan Allah’ın (c.c.) rızasıdır. Allah (c.c.) bu buyuk isminin zikrine rızasını saklamıştır. İnsan Allah’ın (c.c.) bu guzel ismini zikrederken Allah’ın (c.c.) zatını zikretmiş olur. Cunku sadece Allah (c.c.) guzel ismi yuce Allah’ın (c.c.) zatına işaret etmektedir. Allah’ın (c.c.) diğer guzel isimlerini zikirle ancak sıfatlarını tanıyabiliriz. Sıfat tecellisine ulaşabiliriz. Allah (c.c.) lafzını zikir ise en buyuk tanımayı, zat tecellisini sağlar. Tasavvufta en ileri makamlar ancak zat tecellisi ile mumkun olur.
Turkce’deki “tanrı” sozcuğu, Arapca’da “ilah” anlamına gelir. Tanrı, Allah (c.c.) ozel ismin yerini tam olarak tutamaz. Cunku Kuran-ı Kerim’de Allah (c.c.) zatını bu isimle adlandırmıştır. Ozel isimler bilindiği uzere yabancı bir dile cevrilemezler.
İslamiyet’ten once Araplar putlarına ve insanlara Allah (c.c.) ismini takmazlardı. Allah (c.c.), o zaman da sadece O’na has bir isimdi.
Kuran-ı Kerim’de Allah (c.c.) Kendi zatını en cok “Allah (c.c.)” kelimesi ile anmıştır. Bu kelime kutsal kitabımızda 2697 yerde gecmektedir.
Allah lafzı gizli olarak da acık olarak da zikredilebilir. Ama Nakşibendiyye tarikatında bu kelime sadece gizli olarak zikredilir.
Gizli zikir, acık (cehri) zikre gore ustundur. Nasıl bir insan dudakları kıpırdayarak veya sesli olarak birkac sayfa kitap okuduktan sonra yorulursa acık zikir sahipleri de boyledir. Zikirleri o kadar uzun surmez. Bir de zikirden sonra yorgunluk duyarlar. Oysa gizli zikir hem uzun surer hem de yorgunluk vermez. Bir insan gizli zikirle tum saatlerini gecirse de bir yorgunluk duymaz. Cunku bu zikir sırasında dil ve ağız icerisindeki organlar hareket etmedikleri icin insan yorulmaz. Yine benzetmemize devam edelim: Gozleri ile kitap okuyanlar daha verimli bir okuma gercekleştirirler. Okuduklarını daha iyi anlarlar. Cunku goz ile zihin arasına başka bir organ veya konu ile ilgisiz duşunceler girmez. Zihin dağılmadığı ve okuma suratinde işlediği icin okudukları uzerinde dikkatini daha cok teksif eder. Aynen bunun gibi gizli zikir acık zikre gore daha bir etkilidir. Zira zikirde aslolan şey daha guzel gercekleşir. Lafza-i Celal yani Allah kelimesini zikirde amac bunun sesini ruhunda ve letaiflerinde duymaktır. Bu zikir ne kadar hızlı ve suratli cekilirse o kadar da verimli olur. Yavaş cekildiğinde istenen neticelere ulaşılmaz.
Bazı sofiler Lafza-i Celal zikrini ben yavaş cektiğimde daha cok zevk alıyorum, derler. HÂlbuki kendi kendilerini kandırıyorlardır. Zevk aldıkları şey, Lafza-i Celal zikri değil daldıkları duşuncelerdir. Lafza-i Celali cekerken Allah'ın zatını zikretmenin bilinci ile hareket ederek bundan başka hicbir şey duşunmemeli, sadece tespihin sesi ile iceriden yukselen Allah sesini kalple, ruhla, letaiflerle duymaya, dinlemeye calışmalıdır. Bundan başka her yuz tespihten sonra da kendi duyacağı bir alcak sesle soyle demelidir: ‘İlahi ente maksudi ve rızake matlubi (Allahım Sen maksadımsın, isteğim de Senin rızandır.)’
Sofiler zamanla Lafza-i Celal zikrini cekerken dinlemeyi oğrenmekle kalmaz bundan sonsuz bir zevk de duyarlar. Yaşadıkları ceşitli haller de bu zevkin kucuk hediyeleri olur.
Bazı sofiler kitaplardan okudukları birtakım halleri yaşamak isterler. Allah (c.c.) rızasını pek gozetmezler. O zaman kalp rotadan cıkabilir. Oyle durumlarda hemen ‘İlahi ente maksudi ve rızake matlubi (Allahım Sen maksadımsın, isteğim de Senin rızandır.)’ demelidirler, kalplerini rotaya sokup nefislerine gereken dersi vermelidirler. Bu yolda hal değil Allah’ın (c.c.) rızası onemlidir. Allah’ın rızası da ancak ahrette bilinir. Hal sahibi olmak Allah’ın rızasına ermek demek değildir. Allah (c.c.) hal ile de mekir (hile) yapabilir. Kişi tek olcu olarak Allah’ın (c.c.) kitabını ve peygamberin (s.a.s) sunnetini gormelidir. Bunlara değer vermelidir. Bunların yanında hallere hicbir kıymet vermemelidir.
Zikir ve vird bir takım dunyevi ve uhrevi maksatları gercekleştirmek veya sevap kazanmak icin değil Allah (c.c.) rızasını tahsil icin yapılır. Zaten O’nun rızası kazanıldığı zaman insanın sevaba da ihtiyacı yoktur.
Sofi yaşadığı her hali şeyhine veya vekiline mutlaka soylemelidir. Yoksa vebal altına girer. Dahası nefsin ve şeytanın hilelerine kapılabilir. Zira hallerin bir kısmı şeytani bir kısmı da Rahmani’dir. Bunları sofinin kendi başına birbirinden ayırması imkÂnsızdır. Onun icin bu yola yani zikir yoluna girenlerin mutlaka bir şeyhe ihtiyacları vardır. Bu manada şoyle bir kelam-ı kibar pek şohret kazanmıştır: ‘Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır.’ Yalnız zikir yoluna girmeyen Muslumanlar icin bu soz varit değildir. Onları bu sozle itham etmek doğru değildir.
Kalp saniyede halden hale girer. Değişkendir. Onu bir noktada tutmak zordur. Hele zikir sırasında bu daha cok olur. Nefis ve şeytan vesveseleri ile kalbi bulandırırlar, zikri dunyevi bir amac haline donuşturebilirler. O yuzden Nakşibendîler, Lafza-i Celal zikrini her tespih devredişinde (100 adetten sonra) ‘İlahi ente maksudi ve rızake matlubi (Allahım Sen maksadımsın, isteğim de Senin rızandır.)’ demektedirler. Boylece sapmış, sapacak, donek, renkten renge giren, girecek olan kalbe rotasını gosterirler. Kalp bu rotadan saptı mı zikir yarar değil insana zarar vermeye başlar.
Bu zikri yeni alan sofiler once gizli zikirden haz almazlar. Sıkılırlar. Kıymetini de hic bilmezler. Gafletle cekerler. Boyle de olsa zikri hicbir zaman bırakmamalıdırlar. Bu ceşit zikrin de yararı vardır. Hic cekmemekten iyidir. Biraz sabırla ve gayretle hareket ederlerse ileriki zamanlarda tespihin sesi ile birlikte iclerinden yukselen Allah sesini dinlemeye başlarlar. İşte bu zikirde tek amac da budur. Tabii bu dinleme olayı da ruh kulağı ile olmalıdır. Yani bu zikirde ruhun ağzı ile soylenen sozu ruhun kulağı ile dinlemek temel amactır. Başka şeyler duşunmek doğru değildir. Bunlar tefekkur grubuna girse de doğru değildir. Zira gizli zikrin faziletini yok ederler. Yalnız Allah’ın (c.c.) zatının huzurunda olduğu bilinciyle hareket etmelidir. Tespihin kalp uzerinde tutulmasının amacı da budur. Yani bu sesi, Allah kelimesini kalbe duyurmak amacı ile boyle yapılır. Bir sure sonra, tabii bu bazılarında olur bazılarında olmaz, kalbin uzerinin oynadığı, kalp gibi attığı gorulur. Bu somut bir harekettir. Elbiseyi de oynatacak kadar guclu olabilir. Buna veled-i kalp denir.
Veledi kalp (Kalbin cocuğu), zikrin neticesi olarak kalp gibi atar durur.
Sofi letaif zikrine gectiğinde bu sefer tespihleri letaif noktaları uzerinde tutar. Oralarda belli sayıdaki zikri yapar. Burada da amac Allah lafzını ruhun organları olarak değerlendirebileceğimiz letaiflerin duymasını ve bu zikre iştirak etmesini sağlamaktır. Bunun sonucu olarak sultani zikre ulaşılır.
Sultani zikir, butun bedenin zikre gecmesidir. Her hucre adeta titreşimdeki cep telefonu gibidir, akıl almaz bir hızla zikre gecer. İnsana buyuk bir hoşluk verir. Sofi bu aşamaya ulaştığında zikirden buyuk bir zevk alır. Artık vucudu maddenin yapı taşından ta galaksiler kadar her şeyin zikir halinde olduğu bu Âleme intibak etmiş olur. O da evren korosuna kendince katılır.
Belli sayıdaki zikre virt denir. Virt şeyhten veya vekilinden alınır. Şeyhin veya vekilinin izni olmaksızın kendi başına ne artırılır ne de azaltılır. Ama virtten amac, surekli zikre gecmektir. Surekli zikir icin sofi ne şeyhten ne de vekilinden izin almak mecburiyetinde değildir. Surekli zikir her halde, her durumda, her zamanda, her mekÂnda sayıya vurmadan Allah’ı zikretmektir. Bu sırada Allah lafzı da başka zikirler de cekilebilir. Ama surekli zikri yapan kişiler virdi kesinlikle ihmal etmemelidirler. Vird her saniye zikir halinde olsak da yapılması gereken bir ev odevi gibidir. Sofiler genellikle virtle surekli zikri birbirine karıştırırlar, buyuk bir taassupla bunun virdi kendi kendine artırmak anlamına geldiğini, bu nedenle doğru olmadığını duşunurler. HÂlbuki surekli zikir Allah’ın emridir. Allahın emri ve peygamberin sunneti olan hususlarda şeyhten veya vekilinden izin almaya gerek yoktur. “Ey iman edenler, Allah’ı cok zikredin (Ahzab suresi, ayet 41).” Maalesef bu durum pek cok sofi icin bir handikap olur. İleri hallere bir turlu gecemezler. Zira yalnız virt ile yetinen, surekli zikre gecmeyen sofi pek yol alamaz. Olduğu yerde sayar durur.
Surekli zikir icin vakit ayırmaya gerek yoktur. İnsan işine giderken, işini yaparken de yapabilir. Bunun icin kucuk bir el tespihini yanımızdan eksik etmemek gerekir. Tespih insana daima zikri hatırlatır. İnsan tespih elinde iken daima zikretme gereği duyar. Her boş vakti bu zikirle değerlendiren sofi ileri halleri yaşamaya başlar.
Zikir cekerken telebbusu rabıtaya (şeyhin kılığına girme, vucuduna şeyhi ikame etme) onem verilmesi gerektiğini de hatırlatalım. Ayrıca her işin başında ve sonunda rabıtalı olmak cok yararlıdır.
Nakşibendiyye tarikatından olan sofilerden bazıları bizim yolumuzda zikir gizli yapılır diyerek Allah lafzı dışındaki zikirleri de ya gizli cekerler ya da hic cekmezler. HÂlbuki gizli zikir sadece Allah lafzı icin gecerlidir. Diğer zikirlerdeki gizlilik derecesi ise kişinin kendi duyabileceği ses ayarındadır.
Lafza-i Celal zikrinde amac ruhu tum letaifleri ile Allah’a ulaştırmaktır. Yani bu zikir ruhu guclendirir. En onemlisi de ruhun manevi organları durumunda olan letaiflerin (kalp, ruh, sır, hafi, ahfa) zikirle tasfiye edilip yani gunah kirlerinden arındırılıp guclenip enerjilerini alarak Allah’tan gelen bir cezbe ile asıl yerleri olan emir Âlemine (Allah indindeki yerlerine) ulaşmalarını sağlamaktır. Letaiflerin her biri kendi asıl memleketleri olan emir Âlemine ulaşınca farklı bir renkteki nurla vucut Âleminde gorunur. Sofi gozlerini yumup zikre daldığında bu nurları farklı renkte algılar (kırmızı, sarı, beyaz, yeşil, siyah …). Nurlar yavaş yavaş kendilerini belli ederler. Zikir arttığında hepsi ic ice girerek değişik tonları da doğurur. Akıl almaz bir hızla helezonik olarak donmeye, bazıları azalmaya, bazıları coğalmaya başlarlar. Cok hoş bir renk cumbuşu olurlar. Hayranlıkla seyredilir. Sonunda tek bir renk hÂkim olur.
Sofi bunlardan sonra bazen renksiz halde bulunan gercek nuru da gorebilir.
Lafza-i Celal zikrinin amacı ruhu tasfiye edip guclendirerek letaiflerle birlikte Allah’a (c.c.) ulaştırmaktı. Kelime-i tevhit ve nefy u ispat zikrinin amacı ise nefsin belini kırmaktır. Nefsi zayıflatmaktır. Onun icin letaif derslerinden sonra onlar gelir. Nefis, kelime-i tevhit ve nefy u ispat kazmalarıyla deşilmedikce ruh ve letaifler emir Âlemine yukselemezler. Kelime-i tevhit ve nefy u ispat zikrini cekerken vahdaniyet murakabesinde olmak bu zikrin daha feyizli ve bereketli gecmesini sağlar.
Bunlardan sonra murakabe dersleri başlar.
Murakabe dersleri ise amaca kilitlenmek gibidir. Murakabe derslerinde nefis adeta yağ gibi erimeye başlar. Daha once rabıta ve zikirle Allah’a doğru yuruyen ruh, murakabe derslerinde adeta koşar.
Murakabe dersleri Allah’ın er-Rakîbu (gozetleyen) guzel ismine dayanır.
Allah (c.c.) canlı ve cansız varlıkları yarattıktan sonra bir kenara cekilmemiştir. O her yarattığı varlığı kendisine ozgu olan sonsuz guc ve kudretiyle gozetlemektedir. İnsanın sınırsız ihtiyacları icin ceşitli care yollarını yaratan O’dur. Ta doğumundan itibaren insanı annesinden ve babasından daha sıkı bir bicimde gozetlemiştir. Bu nedenle anne ve babasını kendisine bakması icin gerekli icgudusel donanımla O yaratmıştır. Yeryuzu canlı ve cansız varlıkları ile onun yaşamsal ihtiyacları icin gerekli butun şeyleri karşılamakta yada bir hizmetci gibi iş gormektedir.
Allah (c.c.) er-Rakîb (c.c.) guzel ismiyle butun varlıklar uzerinde onları surekli bir bicimde gozetlemektedir. Hicbir kimse bir saniye de olsa bu denetlemeden uzak olamaz. Allah (c.c.) kulun kalbinin derinliklerinde bulunan duyguların yanında bilincinde ve bilincaltında bulunan butun duşuncelerini de her an kontrol etmektedir, hic kimse bu gozetlemenin otesine gecememektedir.
Sofi murakabeden her zaman hissesini almalıdır. Yeni, eski tum sofiler akıllarına geldikce telebbusu rabıta ile murakabe haline girmeleri onlara buyuk yararlar sağlar.
Er-Rakîb guzel isim ile kula duşen ilk gorev, her yaptığı işin, soylediği sozun Allah (c.c.) tarafından gozetlendiğinin ve bilindiğinin bilincinde olmaktır. Buna murakabe dendiğini belirttik. Murakabeye zikirle ve rabıtayla ulaşılabilir. Murakabe insanı olgunlaştırıp Allah’a (c.c.) yaklaştırır. Namazdaki huzur hali de bir ceşit murakabedir. Pek cok tarikat, muridi eğitmek, velilik yolunda yetiştirmek icin murakabe dersleri vermiştir. Muridin her an Allah (c.c.) tarafından gozetlendiği bilincini taşıması onun manevi dunyasında onemli bir dereceye ulaştığının gostergesidir.
Allah hepimize her daim zikrini, murakabesini ve bunların tabii sonucu rızasını nasip eylesin. Amin.
Muhsin İyi
__________________