Merhaba arkadaşlar

>>>Bir suredir bazı obeklerde Bediuzzaman namı ile maruf Bir din Aliminin adı Kurtcu ye cıkarılarak milletimiz ortak paydalarından ve milli birliğimizin samimi savunucularından cok onemli bir koşe taşı daha yerinden oynatılarak. Selcuklu ve Osmanlının evladı bu değerli milletimizin kavimler ustu Turk milliyetciliğinin bağlantı noktalarından biri daha dinamitlenerek milletimizin atomlarına kadar ayrıştırılıp yok edilmesi suresi ne katkıda bulunulmak istenmektedir. İşin en acı tarafı bu konuyu işleyenler den bir kısmı gercekten milliyetci olup maalesef dolduruşa gelmiş bulunmaktadırlar. Oncelikle belirteyim ki bu satırların yazarı yani bendeniz siyasal icerikli bir şeyci diye anılan kişileri onemli bulmayan birisiyim bu yuzden şahsıma yoneltilecek Nurcu damgalaması iddiaları yapılacak olursa hayır ben nurculuk dahil başka hic bir şeyci de değilim. Bence bir şeycilerin saygın turu sadece meslek sahipleri olan yada o işin helal ticaretini yapan kişilerdir.Boyacı,demirci,tamirci,karpuzcu gibi.
>>>Bazıları da bu Rahmetlik muhterem ve değerli alimin kullandığı lisana kafayı takmışlardır. Halbuki bu dil Osmanlının cok zengin bir dilidir ki. Maalesef o dilin kelimelerinin yerine uydurukca olarak koyduğumuz kelimeler hem dilimizi fakirleştirmiş hem de insan bilebildiği kelimeler ile duşunduğu icin. Duşunce yeteneğimizin de korelmesine sebep olmuştur. Bu yuzden artık o dili kullanmasak bile ben. Bediuzzamanı TC.nin başlangıc donemine Osmanlının son asırlarının dil din ve kulturunu kaybedilip yok edilemez şekilde percinleyen bir Turk Şekspir'i belki de cok daha fazlası olarak algılıyorum.
>>>Aşağıda biraz uzunca ama astronomi ve fizikle ilgilenenlerin bilhassa ilgi ile okuyacaklarını umduğum Bir oğrencinin calışmasını ekliyorum. Ben bu mesleklerden birisinden olmadığım halde gercekten ilginc buldum. Kendimizi kucumseme hastalığından kurtulmamız gerekmektedir ve genclerimiz Batıda olsa hemen universiteler tarafından kapılacak guzel calışmalar yapmaktadırlar.Son tartışmalarda Bediuzzamanın kullandığı dilde bir paragrafta ifade edilen anlatımın maalesef gunumuz Turkcesinde bir kac sayfada zor ifade edilebildiğini soylemiştim.
Sozu daha fazla uzatmadan konuya geciyor ve değerli oğrencinin Esir denen madde yada maddenin varliğinın sınırından sonra başlayan esir bolgesi. Yazar Kaf-Nun dan bahis etmektedir. Bu Kuran'ın Anlattığı yaradılışın başlangıcındaki İlahi ol Emrinin yazılışında kullanılan iki harftir. KN ile yazılıp Kun olarak okunur ki Ol demektir. Yaradılışa inananlar kainatın başlangıcındaki bing bang buyuk patlamasını KN in K sına kıyametide N sine bağlar ve yaradılışın başlangıcından sonuna kadar olan tum sureci de Kaf ile Nun arasında olanlar olarak anlatırlar. Tabi aşağıdaki yazar konuyu benim gibi felsefi ve ya tasavvufi acıdan almamaktadır. O gorduğu eğitimin hakkını vermeye calışan bir musbet ilim oğrencisidir. Kendisini tanımıyorum sadece yazısını başka bir obekten iktibas etmekle yetinip sozu kendisine bırakıyorum.
Saygılarımla


Kayyûmiyet ve Esir Maddesi

KÂf-Nûn Fabrikası İzlenimleri

M.Bilici
Boğazici Universitesi, Sosyoloji Bolumu Oğrencisi

>>>Muazzam bir kÂinatta yaşıyoruz. Mikroplardan dev gezegenlere, katı ve yoğun maddelerden akışkan, şekilsiz ve latif maddelere, kadar her tur mevcutla iciceyiz. Şoyle bir etrafımızı gozlemlediğimizde cok farklı ve cok renkli nesnelerle karşılaşırız İnsanlar, taşlar ve cicekler herbirisinin farklı ozellikleri var ve biz onları sabit zannederiz. Dunku ben işte bugunku benim. Şu suladığım ciceği dun sabah da sulamıştım deriz. Nesneler duzeyinde baktığımızda katı mı katı, sabit mi sabit bir kainatla muhatap oluruz. Haksız da değilizdir, bunlar makro bir duzeydeki kainat manzaralarıdır.
>>>Ancak "buyuk cisimler" duzeyinde başladığımız bu yolculuğumuz şoyle atom duzeyine inmek uzere devam ettirirsek daha once edindiğimiz tablodaki kimi şekillerin eridiğini kimi renklerinse cekildiğini goruruz. Cisim duzeyinde taşla cicek o kadar farklıyken, mesela atom duzeyinde aralarındaki o fark erimiş olur. Her ikisi de bir'leşir. Cunku ikisi de atomlardan meydana gelmiştir. Cisimler duzeyinde rengarenk, irili ufaklı cisimlerden meydana gelen kainat atom duzeyinde tuzlabuz olur. Sanki bir colde, kum tanecikleri arasındaymışız gibi olur. Suyun letafeti ile taşın katılığı atom duzeyinde eşitlenirler.
>>>Ne var ki, atom bizim derinlere doğru surecek olan yolculuğumuzun son durağını oluşturmaz. Mola vereceğimiz durağın adı "zerre"dir ve zerre de "cuz-i layetecezza" yani "parcalanamayan parcacık" olarak tanımlanır. Bilimin henuz atomu parcalayamadığı donemlerde İslam bilginleri dahil herkes atomun "cuz-u layetecezza" yani en kucuk parcacık olduğunu varsayıyordu. Ne ki, atom parcalandı. Atomun ustu kadar altının da dev bir alem olduğu parcalana parcalana ardı arkası getirilemeyen partikullerin tespit edilmesiyle ayan beyan oldu. Kısacası atom, kainatın temel taşı (yapıtaşı) yani tuğlası değildi. Cunku atom, zerre değildi.
Atomaltı aleme indikce artık kutlenin gittikce zayıfladığına ve en kucuk partikullere ulaştığımızda ise Quantum fiziğinin anlattıklarına gore kutle ile hareket arasındaki ayrımın ortadan kalktığına şahit oluruz. Ağır şeylerin yavaş(hantal) hareket ediyor olması, hızın kutleden kayba neden olacağını haber verir. Yani hız sonsuza (c2=sonsuz) gittiğinde kutle (m=0) sıfıra gider. Ve kutlesi az olanın hızı fazla olacağına gore en kucuk partikul (zerre) neredeyse hareketten ibaret kalır.
Atomaltı alemde zerreye ulaştığımızda artık bir hayli latif bir duzeydeyizdir. Herşey zerrelerin tahavvulatıyla calkalanmaktadır. Tıpkı karıncalanan bir televizyon ekranı gibi kainat yokolmakla varolmak arasında gidip gelen zerrelerden oluşan bir ekrandır. Elektron tabancasının "surekli" elektron yağmuru olmasa hicbir goruntuyu sabit algılayamayız. Ama, yarısının aynı anda yokolduğunu da o sureklilikten dolayı farkedemeyiz. Kainattaki zerreler, bir varedilir bir yokedilirler. Ve bu, "anlık" olur .Zerre duzeyinde her an yaratma ve yoketmeler yaşanır. Ancak biz bunu makro duzeyde pek algılayamayız.
>>>Zerre maddi alemin son durağını oluşturur. Daha once renk, şekil ve sınırlara sahip olan kainat zerre duzeyine inildiğinde o sınırlarından soyunmuş son durağını oluşturur.Daha once renk, şekil ve sınırlara sahip olan kainat zerre duzeyine inildiğinde o sınırlarından soyunmuştur artık. Madde en latif formuna yaklaşmıştır.. Ve zerre duzeyinde mudahele cisim (nesne) duzeyinde mudaleleye oranla cok daha kolaydır. Nesne duzeyindeki mekanik zorluk ve mukavemet zerre duzeyinde yoktur. Bu fark, dev bir tabelayı tersine cevirmekle karşılaştırılabilir. Dev, yekpare bir tabelayı kırmızı olan on yuzunden mavi olan arka yuzune cevirmek bir hayli guctur. Ancak aynı buyuklukteki bir panoyu parcalara boldukten sonra (ceşitli devlet torenlerinde değişik manzaralar oluşturmak uzere binlerce oğrencinin ellerindeki kareleri cevirmeleri gibi) bir dupano veya tripano gibi tersine cevirmek cok daha kolaydır. Tabela ne kadar cok kucuk bolmeye (parcacığa) bolunurse mudahele o kadar başarılı ve aynı oranda da kolay olur. (Aslında televizyon ekranları elektron panolarıdır). Yani cevirme, elektron duzeyindedir. Kısacası tabelanın rengi diyenin tabelaya o kucuk bolmeleri duzeyinde benimle kaimdir diyenin tabelaya en kucuk bolmeleri duzeyinde nufuz etmesi gerekir. Velhasıl pano, "don" emrine en kucuk duzeydeyken en hızlı itaat edebilir.1 Sonsuz itaat sonsuz alt duzeyde mudaheleyi gerektirir.
>>>Her ne kadar zerre maddi alemin son durağını oluştursa da yolculuğun son durağını oluşturmaz. Bu arada zerreye kadarki yolculuğumuzda bize refakat eden modern bilim bundan sonrasına devam etmez. Materyalist bilimin son durağı zerredir. Ancak en alt duzeyi zerre olan maddeden sonra adına esir denilen esrarlı bir pasajla karşı karşıyayız. Zerreyi erittiğimiz zaman karşımıza esir cıkar. Peki nedir esir? Said Nursi, esirden zerrelerin tarlası2 diye sozeder. Yani herbir zerre, esir tarlasına atılan birer tohum gibi o tarlada curumekte yada esir denilen suya atılan buz parcası gibi erimektedir. Adından da anlaşılacağı gibi esrarlı olan esir maddesine ilişkin en genel gecer kanaat onun butun kainatın ozu olduğu, herşeyin esir hamurundan yoğrulduğu yonundedir.
>>>Zerreden sonra "esir", ondan da sonra "emir" gelmektedir. Ancak "emir"in anlaşılması onun zerreye geciş yolu (pasajı) olan "esir"in anlaşılmasıyla mumkundur. Esir maddesinin varlığına yirminci yuzyılın başlarına kadar inanılıyordu. Ancak daha sonra modern bilim esir (ether) maddesini hepten defterden sildi. Esirin bilim tarafından sınırdışı edilişinin oykusu ozetle şuydu: Her bir dalganın yayılmak icin bir vasata (medium) ihtiyacı vardır. Su dalgaları su denilen vasatla yayılabilirlerdi. Ses dalgaları boşlukta değil hava denilen bir vasata ihtiyac gosterirler. Ancak, sıra ışığa geldiğinde ise durum bir hayli ilgincti; Dalgalar halinde yayılan ışık hem havada hem de "boşluk"ta yayılabilmektedir. Her dalganın bir vasata ihtiyac duyması "boşluğu dolduran latif bir madde" olarak esiri gundeme getiriyordu. Ne ki, materyalist bilimin son durağı zerreydi ve bir sonraki durak olan esir maddesinin,- maddenin dışında kaldığı icin- bilimin de dışında kalması gerekiyordu. Care, esiri zerreye donuşturmekti. Ve ışığın tanecik modeli bilimi esirin esaretinden kurtarmış oluyordu. Işığın hem dalga hem de tanecik modelleriyle acıklanmasının devekuşunun durumundan pek bir farkı yoktu. Sıra boşluğa geldiğinde ışık tanecik oluyordu. Boylelikle esir denilen vasattan kurtulunmuş oluyordu. Modelin adı olan (Wavicle, wave-particle) dalga-parcacık gercekten de devekuşuna benziyordu. Tanecik esasen dalgaya gore cok daha maddiydi. (Acaba bilim bu yuzden mi taneciği tercih ediyordu?) Dahası taneciğin dalgaya gore cok daha fazla eli kolu bağlıydı. Tanecik sınırlı olup, sadece bir tarafa doğru gidebilirken dalga her tarafa yayılmaktaydı. Ve eğer vasat cok hatta sonsuz latif olursa (esir) o zaman dalga surtunmenin (rezistansın) yokluğundan dolayı sonsuza kadar gidebilmekdeydi. Esirin lefafeti ile mudahele ve nufuzun başarısının cok yakından ilişkileri vardı.3
Ancak butun bilinmezliğine rağmen "emir"in anlaşılması buyuk olcude "esir"in anlaşılmasına bağlıydı. Tum bunların yanısıra, hava ve dalga bizim bildiğimiz esir kavramına tanecikten daha fazla yakındır. Işık da sesten daha hızlı ve daha nuranidir. Bu yuzden de daha latif bir vasatı gerektirmektedir. Boşluğu dolduran vasatın da aynı şekilde, mesela sesin vasatı olan havaya oranla cok daha latif olması gerekir. Ve esir boşluklar dahil, kainatın her tarafını doldurmaktadır. Madde (zerre) ile emir arasındaki esir "kun" (ol) emrinin maddeye donuşmesine evsahipliği yapar. Kısır bir benzetme olacak ama sabun kopuğune bulaştırılmış olan bir elin bir tarafından uflerseniz (emir) elin obur tarafından kopuklerin (madde) ucuştuğunu gorursunuz. Esirin konumu o yuvarlatılmış elin konumuna benzemektedir.
>>>Butun bu aşamalar daha latif olana doğru bir gidişin sonuclarıdır. Ve kainat bizi boylesi bir latif olanı bulmaya zorlamaktadır. Cunku her yere hukmetme ancak-en maddi haliyle-zerre duzeyinde gercekleşir; ağac duzeyinde değil. Ustelik ağac duzeyindeki mudahelede sebeplere ihtiyac duyulur. Ama zerre duzeyindeki mudahelede sebepler eriyip yokolmuştur. Herşeyin O'nun kabza-i tasarrufunda olabilmesi icin birşeyin birşeye engel olmaması gerekir. Minimum (en kucuk) duzeydeki mudahalede esbap yoktur. Lakin, mudahele makro duzeylere yaklaştıkca mesela, ağac duzeyine cıktıkca alt duzeyler "mustakilleşir".Ve sebepler doğar. Tabiatı Allah'a verip ciceği ona vermemek sebeplere hayat vermektir. Kayyumiyet icin zerrenin kabzasını elinde tutmak gerekir. Kayyumiyet galiba boyle anlaşılabilir. Cunku gercek donuşumler en kucuk duzeylerde (birimlerde) gercekleşen donuşumlerdir. Mesela, (diyelim ki en kucuk birim olsunlar) insanların, kalplerini fethetmeden, devleti (diyelim ki tabiat gibi buyuk bir birim olsun) donuşturebiliyor olmak hem zordur hemde herşeyi (mesela, tek tek insanları) tasarrufu altında bulundurma sonucunu doğurmaz. Dolayısıyla kayyumiyet surekli tahavvul halindeki zerrelerin dizginini her zerrede ehadiyetini gosterenin eline vermeyi gerektirmektedir. Reel bir kayyumiyet icin (sonsuz) nufuz gerekir. Ve nihayet kuklası uzerinde en fazla tasarrufta bulunan kuklacı, kuklasını en fazla sayıda eklem noktasına bolup oralarına iplerle mudahelede bulunan kuklacıdır.
Dipnotlar
1. "...Ve o zerrat(zerreler), butun esiriyle 'La İlahe İlla Hu' cevheresiyle ilan-ı tevhid eder. Cunku, esirin besateti, sukunu, intizamla emr-i Halika surat-i imtisali şoyle iktiza eder." Mesnevi-i Nuriye,Sozler Yayınevi, s.175
2. Mesnevi-i Nuriye, s.49
3. Bkz. Sozler, s.570; Sozler, 30. Soz, Tahavvulat-ı Zerrat, s.513; Sozler, Huve Nuktesi, s.146.

''ALINTIDIR''
__________________