Tecdit, yenileme, ıslahĂ‚t anlamına gelir.
Tecdid, İslĂ‚m’ı, cahiliyenin butun unsurlarından temizleyerek katıksız ve saf bir şekilde ruh-u aslisine irca etmektir. Muceddid ise, verĂ‚set-i nubuvvet sırrını taşıyan din Ă‚limidir. Peygamberler vahye mazhardırlar. Muceddidler ise, vahyi anlayıp anlatmada ilhĂ‚ma mazhar olan kimselerdir. Muceddidler “Peygamber varisi” olan Ă‚limlerdir. Peygamber Efendimiz (asm) “Ummetimin Ă‚limleri, İsrailoğullarının peygamberleri gibidir.”1,”Ummetimin icinde muhaddesûn vardır.”2 Yani “Kendilerine ilhĂ‚m olunan kimseler.” vardır sırrınca, bazı ehl-i keşif ve ehl-i velĂ‚yet olan muhaddisîn-i muhaddesînin ilhĂ‚ma mazhar olduklarını beyan eder. Boylece peygamber varisi olan Ă‚limlere de işaret edilmiştir. Peygamber varisi olmak demek, peygamber gibi vahye mazhar olmak demek değildir. Bir nevi vahyin golgesi olan ilhĂ‚ma mazhar olan, ilmi ile Ă‚mil, kalbi ile ilhĂ‚m-ı İlĂ‚hiye mazhar olabilecek safiyete malik olmaktır.
Muceddidler dini tecdîd ederler. Ancak yeni hukum getirmezler ve dinin rûh-u aslîsine zarar vermeden vazîfelerini ifa ederler. Sadece asırlarına uygun yeni îzĂ‚h tarzları ile dinin hakîkatlerini izhĂ‚r ederler. Dine karıştırılmak istenilen ebatılı ref’ ve iptal ve dine vaki tecavuzleri red ve imha ve evamir-i rabbaniyeyi ikame ve ahkĂ‚m-ı İlĂ‚hiyenin şerafet ve ulviyetini izhĂ‚r ve ilĂ‚n ederler.3
Bediuzzaman Hazretleri herbir fesĂ‚d-ı ummet zamanında gonderilen vazîfeli şahıslar icin şu muhim acıklamayı yapar: “CenĂ‚b-ı Hak, kemĂ‚l-i rahmetinden, şerîat-ı İslĂ‚miyenin ebediyetine bir eser-i himĂ‚yet olarak, herbir fesĂ‚d-ı ummet zamanında bir muslîh veya bir muceddid veya bir halîfe-i zîşan veya bir kutb-u Ă‚zam veya bir murşid-i ekmel veyahut bir nev’î mehdî hukmunde mubĂ‚rek zatları gondermiş, fesĂ‚dı izĂ‚le edip milleti ıslĂ‚h etmiş, din-i Ahmedîyi (asm) muhĂ‚faza etmiş. MĂ‚dem Ă‚deti oyle cereyan ediyor. ÂhirzamĂ‚nın en buyuk fesĂ‚dı zamanında, elbette en buyuk bir muctehid, hem en buyuk bir muceddid, hem hĂ‚kim, hem mehdî, hem murşid, hem kutb-u Ă‚zam olarak bir zĂ‚t-ı nûrĂ‚nîyi gonderecek ve o zĂ‚t da ehl-i beyt-i Nebevîden olacaktır.”4
MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid ve Bediuzzaman Hazretleri de cok delillerle yaşadıkları asırlarının muceddidleridir.
Bediuzzaman ve MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî Hazretleri’nin Tarihce-i Hayat’ları incelendiğinde, karşımıza dikkat cekici benzerlikler ve tevafuklar cıkar. Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ 1193’te dunyaya gelmiş; UstĂ‚d BedîuzzamĂ‚n Hazretleri ise, 1293’te dunyaya gelmiştir. Tam MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid’in yuz senesi hitam bulduktan sonra dunyaya gelmiş. Bu tevafuk Bedîuzzaman ve MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî’nin “Her yuz senede CenĂ‚b-ı Hak bir muceddid-i din gonderiyor.”5 hadîs-i şeriflerine mazhar ve mĂ‚sadak olduklarını gosteriyor. Hem bu hadîs-i şerife mazhar ve mĂ‚sadak ve muzhir-i tĂ‚m6 olan MevlĂ‚nĂ‚ eş-şehîr, kutbu’l-Ă‚rifîn, gavsu’l-vĂ‚sılîn, vĂ‚ris-i Muhammedî, kĂ‚milu’t-tarikati’l-Ă‚liyye ve’l-muceddidiyye HĂ‚lid-i ZulcenĂ‚heyn Kuddise sirruhudur. Madem MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid’den tam yuz sene sonra Bediuzzaman Hazretleri dunyaya gelmiş ise, O da son ahirzaman asrının muceddididir. “Madem Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid, milyonlar etbalarının ittifaklarıyla muceddidtir ve baştaki hadîs-i şerifin bir mĂ‚sadakıdır. Ve madem tam yuz sene sonra, dort muhim cihet-i tevafukla beraber RisĂ‚le-i Nur aynı vazîfeyi goruyor. Demek nass-ı hadîs ile, RisĂ‚le-i Nur eczaları tecdid ve takviye-i din vazifesini goruyorlar.”7
Tarihce-i Hayat’taki şu gelen ifadeler de Bediuzzaman’ın muceddidliğini ifade ediyor: “Bediuzzaman Saîd Nursî, on dorduncu 8 asr-ı Muhammedînin ve yirminci asr-ı MilĂ‚dînin minĂ‚resinin tepesinde durup, muasırları olan ehl-i İslĂ‚m ve insaniyete bağırıyor ve bu asrın arkasında dizilmiş ve mustakbel sıralarında saf tutmuş olan nesl-i Ă‚tî ile bir murşid-i Ă‚zam, bir muceddid-i ekber olarak konuşuyor.”9
Ancak Bediuzzaman Hazretleri’nin asrının farklı ozellikleri vardır. Bu noktaya Bediuzzaman Hazretleri kendi ifadeleri ile şoyle temas eder: “Ve her asırda dine ve îmĂ‚na tam hizmet eden muceddidler geldikleri gibi, bu acib ve komitecilik ve şahs-ı mĂ‚nevî-i dalĂ‚letin tecĂ‚vuzu zamanında bir şahs-ı mĂ‚nevî muceddid olmak lĂ‚zım gelir. Eski zamana benzemez. Şahıs ne kadar da harîka olsa, şahs-ı mĂ‚nevîye karşı mağlûp olmak kabîldir. RisĂ‚le-i Nur’un o cihette bir nev’î muceddid olması kaviyyen muhtemel olduğundan, o sıfatlar—hĂ‚şĂ‚—benim haddim değil; belki mukerrer yazdığım gibi, benim hayatım RisĂ‚le-i Nur’a bir nev’î cekirdek olabilir. Kur’Ă‚n’ın feyziyle, CenĂ‚b-ı Hakk’ın ihsĂ‚nıyla o cekirdekten RisĂ‚le-i Nur’un meyvedĂ‚r, kıymettĂ‚r bir ağac hukmune icĂ‚d-ı İlĂ‚hî ile gecmesidir. Ben bir cekirdektim, curudum, gittim. Butun kıymet Kur’Ă‚n-ı Hakîmin mĂ‚nĂ‚sı ve hakîkatli tefsîri olan RisĂ‚le-i Nur’a aittir.”10
Bediuzzaman Hazretleri sırr-ı ihlĂ‚s hakikati cihetiyle maddî ve mĂ‚nevî makamları asla kabul etmemiş ve muceddidlik makamını ve vazîfesini de RisĂ‚le-i Nur’a vermiştir. Buna şoyle işaret eder: “Belki, RisĂ‚le-i Nur’da ispat edilmiş ki: Bu zaman cemĂ‚at zamanıdır. Şahs-ı mĂ‚nevî hukmeder. Eski zamanda dalĂ‚let bir şahıstan geldiği cihetle, karşısına bir dĂ‚hi-i hidĂ‚yet cıkardı. Şimdi ise cemĂ‚at şeklinde bir şahs-ı mĂ‚nevî olmasından, onun karşısında ancak bir şahs-ı mĂ‚nevî mukabele edebilir. Yalnız eskiden beri ehl-i hakîkat mabeyninde cĂ‚ri ve ustĂ‚dına karşı fart-ı muhabbetten gelen fevka’lhadd husn-u zanları ta’dîl etmek ve nimet-i İlĂ‚hiyeye karşı kufrĂ‚n ve inkĂ‚r etmemek niyetiyle, ‘muceddidlik’ vazîfesi olabilir. Fakat benim değil, RisĂ‚le-i Nûr’undur. Belki, bu zamana bakan Kur’Ă‚n’ın bir cilve-i hakîkatıdır. RisĂ‚le-i Nur onu temsîl eder. Ben neci oluyorum ki, kendime dĂ‚vĂ‚ edeyim.”11
Dipnotlar:
1- el-Aclûnî, Keşfu’l-HafĂ‚: 2:64; Tecrid-i Sarih Tercumesi: 1:107.
2- Buhari, FadĂ‚ilu’s-SahĂ‚be: 6, EnbiyĂ‚: 54; Muslim, FadĂ‚ilu’s-SahĂ‚be: 23; Tirmizi, MenĂ‚kıb: 17; Musned, 6:55.
3- ŞuĂ‚lar, 2013, s. 1043.
4- Mektubat, 2013, s. 745.
5- el-Hakim, el-Mustedrek, 4:522; el-MunĂ‚vî, Feyzu’l-Kadîr, 2:281, hadis no: 1845
6- Tam acıklayan, gosteren izah eden.
7- Barla LĂ‚hikası, 2013, s. 270.
8- Bu on dorduncu asırda Kur’Ă‚n’ın i’caz-ı mĂ‚nevîsinden neş’et eden bir urvetu’l vuska ve zulumattan nura cıkaracak bir vesile-i nuraniye Risale-i Nur olduğunu remzen bildirir. (ŞuĂ‚lar, 2013, s. 1086) Ayrıca “Rablerinin izniyle, insanları iman nuruna cıkaran” (İbrahim Sûresi: 1.) cumlesi ifade eder ki: “Kitab-ı Mubin vasıtasıyla, on dorduncu asırdaki zulumattan, insanlar biiznillĂ‚h Kur’Ă‚n’dan gelen bir nura cıkarlar.” Bu meal ve hususan nur lĂ‚fzı, Resaili’n-Nur’a mutabık olduğu gibi…” (ŞuĂ‚lar, 2013, s. 1114)
9- Tarihce-i Hayat, 2013, s. 251.
10- Emirdağ LĂ‚hikası-II, 2013, s. 730.
11- SirĂ‚cu’n-Nûr, s. 2302
http://www.yeniasya.com.tr/abdulbaki...likleri_433527
__________________