Tasavvufun başlıca gĂ‚yesi, ham insanı ihlĂ‚s ile tezyîn ederek kĂ‚mil insan huviyetine kavuşturmaktır. Cunku insan, kendisini Rabbine vĂ‚sıl edecek kudret akışları ve RabbĂ‚nî sırlarla techîz edilmiş olan şu kĂ‚inĂ‚ta, ebediyyet Ă‚lemine hazırlanmak icin gelmiş ve bu maksada binĂ‚en muhtelif imtihĂ‚nlara tĂ‚bî kılınmıştır. Onun, ebedî Ă‚lemde kendisi icin hazırlanmış olan nîmetlere nĂ‚il olabilmesi de, bu imtihĂ‚nları kazanarak bir kalb-i selîm elde edebilmesine bağlıdır.
Bu nukte dolayısıyladır ki insanlar, îmĂ‚n ve fazîlet dĂ‚vĂ‚sında cile, sıkıntı, ızdırap ve elemle dolu binbir merhalelerden gecirilirler. Boylece Hakk yolunda ilĂ‚hî dĂ‚vĂ‚nın sĂ‚dıkları ile fĂ‚sıkları birbirinden ayırd edilir. Bunun icindir ki, sĂ‚dece îmĂ‚n etmek kĂ‚fî değildir. Onu amel-i sĂ‚lihle susleyerek ilĂ‚hî imtihĂ‚nlarda muvaffak olabilecek bir seviyeye yukseltmek zarûreti vardır. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ Kur'Ă‚n-ı Kerîm'de:
"Elif. LĂ‚m. Mîm. İnsanlar yalnız inandık demekle hic imtihĂ‚n edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar?"
"ŞĂ‚nım hakkı icin onlardan oncekileri de imtihĂ‚n ettik. Elbette AllĂ‚h, (dîn ve îmĂ‚n dĂ‚vĂ‚sında) sĂ‚dık olanlarla yalancıları bilmektedir." (el-Ankebût, 1-3) buyurarak îmĂ‚n ve imtihĂ‚nın Ă‚detĂ‚ icice olduğunu beyĂ‚n eylemiştir.
Buna gore; îmĂ‚n bir lutuf, imtihĂ‚n da onun miyĂ‚rı, kuldan istenilen sabır ve teslîmiyyetle îmĂ‚nı muhĂ‚faza ise, bir bedel mesĂ‚besindedir. YĂ‚ni Hakk TeĂ‚lĂ‚, verdiği lutfunun yuceliğini ve değerini idrĂ‚k ettirmek icin kullarına takdîr buyurduğu imtihĂ‚nlarla -onların iktidarları nisbetinde- Ă‚detĂ‚ bir bedel taleb etmektedir. Âyet-i kerîmedeki:
"AllĂ‚h mu'minlerden mallarını ve canlarını, onlara (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır." (et-Tevbe, 111) ifĂ‚desi de, bu hakîkatin bir tezĂ‚hurudur.
Dolayısıyla, rızĂ‚-yı ilĂ‚hîyi kazanmak icin, Hakk'ın istediği bedelleri (can, mal-mulk, vesĂ‚ireyi) seve seve O'nun yolunda fedĂ‚ etmek, îmĂ‚nın kemĂ‚line vesîledir. Mu'minlerin şu imtihĂ‚n dunyĂ‚sındaki ibtilĂ‚, mihnet ve meşakkatlerinin, Ă‚hıret kazancına bir bedel olarak kaydedildiği şuphesizdir.
Diğer taraftan dunyĂ‚ ihtirasına kapılmış îmĂ‚nsızların, Kur'Ă‚n'a ve dîni yaşamaya calışanlara yaptıkları tecĂ‚vuzler ise, onlar icin ebedî ızdırap ve felĂ‚ket dolu bir cehennem azĂ‚bının kahredici bedeli hukmundedir. ZîrĂ‚ onlar, iki yonden azĂ‚bı hak etmektedirler. Biri îmĂ‚n etmemeleri, diğeri de mu'minlere zulmetmeleridir.
Boyle sıkıntılı zamanlarda ibĂ‚det ve amel-i sĂ‚lihde bulunup ihlĂ‚sı elde edebilmek ve AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-'in rûhĂ‚niyetine burunebilmek zarûrîdir.
Amel-i sĂ‚lih nedir? Amel-i sĂ‚lih, ne pahasına olursa olsun AllĂ‚h'ın rĂ‚zı, Hazret-i Peygamber'in hoşnûd olacağı bir îmĂ‚n, ibĂ‚det ve yuksek ahlĂ‚kı, hayĂ‚t dusturu eylemektir. Ehl-i tasavvuf, amel-i sĂ‚lihi, ta'zîm li-emrillĂ‚h (AllĂ‚h'ın emirlerine hakkıyla riĂ‚yet) ve şefekat li-halkıllĂ‚h (AllĂ‚h'ın mahlûkĂ‚tına merhamet) kĂ‚idesinin yaşanması olarak tĂ‚rif etmişlerdir. Bilhassa dîn ve îmĂ‚n bakımından sıkıntılı zamanlarda bunlara riĂ‚yet, AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚'nın nusrat ve rahmet-i ilĂ‚hiyyesini mûcibdir. Âyet-i kerîmede buyurulur:
"(Ey mu'minler!) Eğer (başınıza gelen sıkıntılara aldırmayıp AllĂ‚h'ın dînini yaşamak husûsunda) sabır (ve sebĂ‚t) eder ve ittikĂ‚ ederseniz, (yĂ‚ni hem takvĂ‚ uzre AllĂ‚h'a sığınır, hem de gerekli tedbirleri alarak korunursanız), onların (İslĂ‚m duşmanlarının) hîle ve tuzağı size hicbir zarĂ‚r vermez! Cunku AllĂ‚h, onların yaptıklarını cepecevre kuşatmıştır." (Âl-i İmrĂ‚n, 120)
İslĂ‚m tĂ‚rihine bakıldığı zaman, AllĂ‚h'ın yardımı sĂ‚yesinde mu'minlerin, cok az bir gucle buyuk muvaffakıyetler elde ettiği gorulur. Bedir, Mûte, TĂ‚rık bin ZiyĂ‚d'ın İspanya'ya cıkışı, Malazgirt ve bircok zaferler bu hakîkatin birer misĂ‚lidirler. Diğer taraftan butun dunyĂ‚ya "i'lĂ‚-yı kelimetullĂ‚h"ın imzĂ‚sını atan muhteşem Osmanlı Devleti de 400 atlı ile kurulmuştur. En son olarak şĂ‚hid olduğumuz Cecenistan'ın koca Rusya'yı dize getirmesi de, yine bu nusrat-i ilĂ‚hiyye bereketiyledir.
Bu da gosteriyor ki muslumanlar, ihlĂ‚sları olcusunde muvaffak olmaktadırlar. YĂ‚ni ihlĂ‚sdan ayrılmayan kuvvet ve kudrette yenilmez hĂ‚le gelir; ihlĂ‚sını kaybeden de gucunu kaybeder. Bu husûsda AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ şoyle buyurur:
"(Ey mu'minler! Siz Hakk yolunda ihlĂ‚s, sabır ve takvĂ‚ya sarılınız!) Eğer AllĂ‚h size yardım ederse, sizi yenecek yoktur... (Sakın gaflet ve cehĂ‚letle O'nun yolundan ayrılmayın; dînden tĂ‚viz vermeyin! ZîrĂ‚ AllĂ‚h), eğer sizi yuzustu bırakırsa, O'ndan sonra size kim yardım edebilir? Mu'minler, yalnız AllĂ‚h'a guvenip tevekkul etsinler!.." (Âl-i İmrĂ‚n, 160)
HĂ‚sılı her hĂ‚lukĂ‚rda, yĂ‚ni butun meşakkat ve zorluklara rağmen AllĂ‚h ve RasûlullĂ‚h yolunda yurumek, mu'minin îmĂ‚n şiĂ‚rıdır. Ve her mu'min bu îmĂ‚n nîmetinin bedelini Hakk TeĂ‚lĂ‚'ya odemelidir. Kaldı ki, bu bedeli odeyenler icin Ă‚yet-i kerîmede "AllĂ‚h'a borc verenler" ifĂ‚desi kullanılmış ve bunun karşılığını da CenĂ‚b-ı Hakk'ın fazlasıyla vereceği beyĂ‚n buyurulmuştur:
"Kimdir o kimse ki, AllĂ‚h'a guzel bir borc versin de, AllĂ‚h da ona kat kat fazlasıyla (verdiğini) odesin!.." (el-Bakara, 245)
Bununla birlikte bedeli odenmeyen bir şeyin talebi ise, aslĂ‚ mumkun değildir. Yine Ă‚yet-i kerîmede buyurulur:
"(Ey mu'minler!) Yoksa siz, sizden once gecenlerin durumu başınıza gelmezden once cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara oyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuştu, oyle sarsılmışlardı ki, nihĂ‚yet Peygamber ve onunla birlikte inananlar: AllĂ‚h'ın yardımı ne zaman? diyecek olmuşlardı. Bilin ki AllĂ‚h'ın yardımı yakındır." (el-Bakara, 214)
Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, bir hadîs-i şerîflerinde şoyle buyururlar:
"Mu'min bir erkek veya kadın; nefsinde, coluk cocuğunda, malında imtihĂ‚na uğrar, tĂ‚ ki AllĂ‚hımız'a temiz ve gunĂ‚hsız kavuşsun..."
Demek ki kula verilen imtihĂ‚nların hikmeti, sadece sĂ‚dıklar ve fĂ‚sıkların birbirinden ayırd edilmesi icin değil, aynı zamanda kulun, gunĂ‚h kirlerinden temizlenmesi icindir.
Bu sebebledir ki, zĂ‚limlerin inananlara yaptıkları zulumler, zĂ‚hiren kahır gibi gorunse de îmĂ‚nını koruyabilenler icin bir lutufdur. Hadîs-i şerîfde:
"Meşakkat cektiğin kadar istifĂ‚de edersin!" buyurulmaktadır.
Her şey bir bedel mukĂ‚bilidir. RĂ‚m olmadan sĂ‚hib olabilmek mumkun değildir.
Firavun'un sihirbazları, MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-'ın mûcizesi karşısında: "-Âlemlerin Rabbine, MûsĂ‚ ve HĂ‚rûn'un Rabbine îmĂ‚n ettik!" diyerek derhal secdeye kapanmışlardı. Ahmak Firavun, ofkelendi ve gucunu, vicdanlara da hukmederek gostermek istercesine haykırdı: "-Ben size izin vermeden ona îmĂ‚n ettiniz ha! Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı caprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım!.." dedi. Sihirbazlar ise buyuk bir îmĂ‚n vecdi icinde:
"-Senin zulmun bize bir zarar veremez! Senin zarĂ‚rın dunyĂ‚ya Ă‚iddir. Âhıret seĂ‚deti ise, ebedîdir!" ifĂ‚desinde bulundular ve şoylece CenĂ‚b-ı Hakk'a ilticĂ‚ eylediler: "Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver ve musluman olarak canımızı al!"
VelhĂ‚sıl sihirbazlar, aslĂ‚ Firavun'a meyletmediler ve onun tehdîdlerine aldırmadılar; nihĂ‚yet nĂ‚il oldukları hidĂ‚yetin bedelini, kolları ve bacaklarının capraz kesilmesi şeklinde odeyerek şehîd ve velî olma şerefiyle CenĂ‚b-ı Hakk'a kavuştular.
ZĂ‚limler, îmĂ‚nlarını suc sayarak AshĂ‚b-ı Uhdûd'u hendeklerde yakıyorlardı. O sĂ‚dık mu'minler, buna rağmen inanclarından vazgecmediler ve dĂ‚vĂ‚ları uğruna korkusuzca olume giderek îmĂ‚nlarının bedelini Hakk TeĂ‚lĂ‚'ya minnetle odediler. Boylece AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ da, onları seckin ve sĂ‚lih kulları arasına dĂ‚hil eyledi. AshĂ‚b-ı Karye'den Habîb-i NeccĂ‚r, îmĂ‚nı ve irşĂ‚dı dolayısıyla taşlanarak katledilmişti. Fakat son Ă‚nında ilĂ‚hî lutuflar kendisine gosterildi de o, kavminin gafletine acıyarak: "Keşke kavmim bunu bilseydi!.." (YĂ‚sîn, 26) dedi. ZîrĂ‚ kendisine, taşlanmasının karşılığında sonsuz bir seĂ‚det bahşedilmişti.
Yine hıristiyanlığın ilk yayıldığı donemlerde Romalılar, Yunanlılar ve putperestlerle birleşip ehl-i îmĂ‚nı sirklerde hayvanlara parcalatıyorlardı. Ancak gercek îmĂ‚n sĂ‚hibleri, bu zulme rağmen AllĂ‚h indindeki yuce mukĂ‚fĂ‚tı tercîh ederek îmĂ‚nlarının bedelini arslanların ağızlarında parcalanmak sûretiyle odediler ve ebedî kazanca nĂ‚il oldular.
İlk muslumanlar da, Mekke devrinde hicrete kadar onuc sene îmĂ‚nlarının bedellerini odediler. Aclık, zulum, Habeşistan hicretleri gibi bircok meşakkatler, hep bir îmĂ‚n bedelinin mukĂ‚bili idi. NihĂ‚yet Medîne gibi her bakımdan İslĂ‚m'ın kalbi olan bereketli bir belde ile ulvî bir İslĂ‚m hayĂ‚tına nĂ‚il oldular. AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-'in TĂ‚if'de cektiği sıkıntı, cefĂ‚ ve elemler de, O'nu, hicbir peygambere nasîb olmayan Mi'rĂ‚c nîmetine kavuşturmuştur.
Diğer taraftan dînî hayĂ‚tı himĂ‚yesine almış olan AllĂ‚h -celle celĂ‚luhû-, kudret ve azametine rağmen ehl-i îmĂ‚na yapılan dînsizlik muamelelerini de hicbir zaman cezĂ‚sız bırakmamıştır.
TĂ‚rîh, îmĂ‚n ve ahlĂ‚k yolundan cıkan azgınlara tatbîk olunan azĂ‚blar, ilĂ‚hî gazablarla doludur. Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin kibirli ve zĂ‚lim insanları; peygamberlerle mucĂ‚dele eden, kendisinin tanrı olduğunu iddiĂ‚ eden ve sonunda bir avuc suda helĂ‚k olan Firavun; bir sineğin mağlûb ettiği Nemrûd; yaşayışları hayvanlardan daha aşağı olan ahlĂ‚ksız Lût kavmi ve bircok benzerleri, zulumlerine ve isyĂ‚nlarına burunerek dunyĂ‚dan gelip gectiler.
Onların arkasından semĂ‚lar ağlamadı. Gozler yaşarmadı. Gonuller sızlamadı. BilĂ‚kis mazlûmlarının Ă‚hları ve bedduĂ‚ları ile onlar, tĂ‚rihin copluğunde yok olup gittiler. Saltanat surdukleri yerleri, şimdi baykuşlar ve kopekler şenlendiriyor.
Kufur, isyĂ‚n, zulum ve haksızlık tĂ‚rihi, ilĂ‚hî intikĂ‚mın dehşetli ornekleri ile doludur. AllĂ‚h'a ve peygamberlerin gosterdiği yola muhĂ‚lefet ve isyĂ‚n edip inananlara zulmedenlerin, er-gec ilĂ‚hî kudretin acı azĂ‚bı ve cetin tecellîleri ile karşılaşmaları, kacınılmaz bir mecbûriyet ve değişmez ilĂ‚hî bir kĂ‚nûndur. Hayatta en cok korkulan ve ilĂ‚hî bir tehdîd olan hĂ‚diseler; tûfĂ‚nlar, kasırgalar, zelzeleler, kıtlık, azab dolu ateş bulutları, duşman işgalleri ve sĂ‚rî hastalıklar, ilĂ‚hî gazap dolu tecellîlerdir.
"Tabiat olayları" olarak gorulen bu tip vak?alar, gelişi-guzel olmayıp bircok sebep ve hikmetlere bağlıdır.
Bu tip acı hĂ‚diseler, insanların isyanları ve gunĂ‚hları sebebiyle meydana gelir. Ve ilĂ‚hî nizĂ‚mın felĂ‚ketleri, tahakkuk safhasına girer.
AllĂ‚h -celle celĂ‚luhû-, -hĂ‚şĂ‚- zĂ‚lim değildir. Fakat bu felĂ‚ketlerin, kulların hak etmesiyle zuhûr ettiği bir gercektir. CenĂ‚b-ı Hakk, bu hakîkati Ă‚yet-i kerîmede şoyle bildirir: "Başınıza gelen herhangi bir musîbet, kendi ellerinizle işledikleriniz yuzundendir..." (eş-ŞûrĂ‚, 30) Dolayısıyla ilĂ‚hî nizĂ‚ma ve kudsî esaslara karşı koyanların, ilĂ‚hî intikĂ‚mın acı tatbîkĂ‚tı ile karşılaşmaları kacınılmazdır. Butun fizikî hĂ‚diselerin icinde binbir turlu esrĂ‚r gizlidir. Bu esrĂ‚r, peygamberlere ve ehl-i kalbe ayĂ‚ndır. Kur'Ă‚n-ı Kerîm'de bu hususdaki beyanlardan birkac ornek şoyledir:
"Biz refĂ‚hından şımarmış nice memleketleri helĂ‚k etmişizdir. İşte, onların kendilerinden sonra pek az iskĂ‚n gormuş harĂ‚beleri!.. Biz onların (hepsinin) vĂ‚risi olduk..." (el-Kasas, 58) "İşte bak, zĂ‚limlerin sonu nasılmış?!." (el-Kasas, 40) "Onlardan once, kendilerinden kuvvetce pek ustun nice nesiller helĂ‚k ettik; beldelerde oyuklar (sığınaklar) tuttular, kacacak delik aradılar; kurtulabildiler mi? Bu hususda, kalbi olan veya hazır bulunup kulak veren kimselere mev'izalar, ibretler vardır..." (KĂ‚f, 36-37) "Sonra onların ardından başka nesiller getirdik..." (el-Mu'minûn, 42)
"ZĂ‚lim olan nice beldeyi kırıp gecirdik; arkasından da nice başka topluluklar vucûda getirdik..." (el-EnbiyĂ‚, 11)
"Şuphesiz O'nun yakalaması, pek elem vericidir, pek cetindir!" (Hûd, 102)
"Andolsun ki, civĂ‚rınızdaki memleketlerden nicelerini helĂ‚k ettik.. Belki doğru yola donerler diye Ă‚yetleri (boyle) tekrar tekrar acıklıyoruz!." (el-AhkĂ‚f, 27)
"Andolsun ki biz, sizin benzerlerinizi helĂ‚k ettik. Duşunup ibret alan yok mu? (Nerde kendine gelen?)" (el-Kamer, 51)
AllĂ‚hımız; Nemrûd'un ateşlerini, Hazret-i İbrĂ‚him îmĂ‚nı ile gulistĂ‚na ceviren, Fir'avn'ın saltanatını Hazret-i MûsĂ‚ asĂ‚sı ile altust eden, KĂ‚be'yi yıkmaya kalkışan Ebrehe ordularının fillerini ve askerlerini kucuk kuş ordularına ciğneterek Mekke'nin civĂ‚rını fil mezarlığına ceviren ve benzerî azgın kavimleri altust eden ve Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-i, "melek, ruzgĂ‚r, korku" gibi gorunmez askerlerle te'yîd ederek O'na zafer ufukları acan, kahredici bir kudret sĂ‚hibidir.
Dolayısıyla îmĂ‚n ve İslĂ‚m'a karşı bayrak acan her Ă‚sî, kahr-ı ilĂ‚hînin azametli pencesinde helĂ‚k olmaya rmahkûm olmuş demektir.
CenĂ‚b-ı Hakk, Kur'Ă‚n-ı Kerîm'de buyurur:
"... Yerin goğun hazîneleri AllĂ‚h'a Ă‚iddir. Fakat munĂ‚fıklar bunu anlamazlar." (el-MunĂ‚fikûn, 7)
Bu itibarla mu'minlerin, binbir cileli hĂ‚dise ile imtihĂ‚n gecirirlerken İslĂ‚mî teĂ‚hhudlerine, dînî rĂ‚bıtalarına ve ahlĂ‚kî guzelliklerine dikkatle îtinĂ‚ etmeleri îcĂ‚b eder. Bunun aksine, değişen hayĂ‚t telĂ‚kkîleri karşısında ve menfaat mukĂ‚bilinde îmĂ‚n cevherini yaz-boz tahtası hĂ‚line getirmek, îmĂ‚nî tehlike ile karşı karşıya gelmektir. Bu husûsda CenĂ‚b-ı Hakk'ın îkĂ‚zı cok şiddetlidir:
"Onlar ki îmĂ‚n ettiler, sonra inkĂ‚r ettiler; daha sonra yine îmĂ‚n ettiler, yine inkĂ‚r ettiler; sonra inkĂ‚rları arttı; işte AllĂ‚h, onları ne bağışlayacak, ne de doğru yola iletecektir."
"(Ey Rasûlum!) Acı bir azĂ‚bın onlar icin olduğunu munĂ‚fıklara mujdele!"
"Onlar, mu'minleri bırakıp kĂ‚firleri dost tutuyorlar. Onların yanında (şeref ve) izzet mi arıyorlar? (De ki

Butun (şeref ve) izzet (ler) tamĂ‚men AllĂ‚h'a Ă‚iddir." (en-NisĂ‚, 137-139)
Unutmamalıdır ki insan, hayĂ‚t ve olum kanunlarına tĂ‚bîdir. Yaşatan ve olduren AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚'nın verdiği makĂ‚m ve mevkî karşısında AllĂ‚h'dan gĂ‚fil olarak îmĂ‚nı koruyamamak ne muthiş bir ahmaklık ve husrĂ‚ndır.
İnsanda goz, kulak, el, ayak, soz, şuûr, vicdĂ‚n gibi maddî ve mĂ‚nevî techîzĂ‚t, oncelikle fıtrî gĂ‚yeye mebnî olarak, yĂ‚ni kulu ilĂ‚hî hakîkate mazhar kılmak icin verilmiş Rabbin yuce ihsĂ‚nlarıdır. Goz, Ă‚fĂ‚kî hak parıltılarını gormek; kulak, ilĂ‚hî irşĂ‚d seslerini duymak; el, hayırlara mecrĂ‚ olmak; ayak, hasenĂ‚ta ve hizmete seferber olmak; soz, gonul akışlarını dile getirmek ve ilĂ‚hî kelimeleri okuyup kalbin zikrullĂ‚h ile itmi'nĂ‚na ermesini sağlamak; şuûr, dış Ă‚lemdeki kudret akışlarını idrĂ‚k etmek; vicdĂ‚n, ic Ă‚lemdeki kudsî parıltıları, rûhĂ‚nî temasları derlemek icin verilmiştir.
Bu nûrĂ‚nî teşkilĂ‚tı, fısk u fucûrda kullanmak, fıtrî gĂ‚yeye ihĂ‚net, yaradanına isyĂ‚ndır. Bunları yerli yerinde kullanmak da fıtrata donmek, kalbini rûhĂ‚nî hayĂ‚tla gıdĂ‚landırmaktır.
Dîni himĂ‚yesi altına almış olan AllĂ‚h -celle celĂ‚luhû-'nun, kudret ve azameti karşısında muslumanlara ve Kur'Ă‚n'a tasallut teşebbuslerinde bulunanların er-gec ilĂ‚hî intikĂ‚ma dûcĂ‚r olacakları muhakkaktır.
Sînelerde zehirli bir yılan gibi coreklenen, zaman zaman da iz'ac halkaları ile kımıldayan zehirli ağızların ve şuûrsuz kalemlerin temiz dindarları ne kadar rencide ettiği mĂ‚lûmdur.
Şunu iyi bilmek îcĂ‚b eder ki, fıtrî asĂ‚leti bozmak, AllĂ‚h'ın yarattığını değiştirmek imkĂ‚sızdır. Dînsizlik, ne kadar zulumle yaygınlaştırılmaya calışılsa da, dînin, rûhî ve vicdĂ‚nî derinliklere yerleştirilmiş ulvî koklerinin yeşermesine mĂ‚nî olunamaz. Kulun, Rabbine yakınlaşmak ihtiyĂ‚cı durdurulamaz. Yaradılışdaki bu ulvî neş'eler onlenemez. Cunku ilĂ‚hî kudret, dîn ihtiyĂ‚cı ve Rabbe yakınlaşmayı sunnetullĂ‚h olarak takdîr buyurmuştur.
"Ey Rabbimiz! Uzerimize sabır dok! Ayaklarımızı (dîninde ihlĂ‚s uzere) sĂ‚bit kıl ve kĂ‚firler topluluğuna karşı bize yardım eyle!.." (el-Bakara, 250)
__________________