Efendim; bu dunyayı CenĂ‚b-ı Hak insan icin yarattı, bir endam aynası. CenĂ‚b-ı Hak zerreden kurreye her şeye davet ediyor. Bir ilkbahar yaşıyoruz; meyveler, sebzeler değişik, cicekler değişik, buketler değişik. CenĂ‚b-ı Hak ikram ediyor.

Yaza giriyoruz, yazda ayrı meyveler, ayrı sebzeler, ayrı şeyler. Sonbahara gireceğiz, yine ayrı cicekler, ayrı meyveler, ayrı sebzeler. Kışa gireceğiz, yine ayrı. CenĂ‚b-ı Hak hep ikram hĂ‚linde, en guzel şekilde.

Yazın karpuz ne kadar tatlıdır! Fakat kışın kar yağarken, kimse “ben karpuz yiyeyim” demez. CenĂ‚b-ı Hak yazın veriyor.

CenĂ‚b-ı Hak:

“…Goklerde ve yerde ne varsa Ă‚mĂ‚de kıldık (buyuruyor). Duşunen bir toplum (idrak sahibi bir toplum) icin…” (el-CĂ‚siye, 13) buyuruyor.

Ve CenĂ‚b-ı Hak kulu bir tefekkure davet ediyor.

İşte bu takvĂ‚ hĂ‚line gelecek. İlĂ‚hî vitrinler, RahmĂ‚nî vitrinler seyredecek. Kalbin şeytĂ‚nî vitrinlerden kurtulacak.

İbadete yansıyacak, helĂ‚l gıdĂ‚ olacak. SĂ‚dıklarla beraber olunacak. İbadetler rûhĂ‚niyet kazanacak.

Efendimiz buyuruyor:

“Bir kişi hacca gider diyor. «Lebbeyk» der diyor, ona «lĂ‚ lebbeyk» denir, «redsin» denir. Cunku aldığın gıdĂ‚ haramdır…” (Bkz. Heysemî, III, 209-210)

Onun icin bir mu’min, gıdasına cok dikkat edecek. GıdĂ‚sında bir kerĂ‚hat olmayacak.

Beraberinde bulunduğu insana dikkat edecek. SĂ‚dıklarla beraber olun buyruluyor. “ظَلُومًا جَهُولًا” (cok zĂ‚lim ve cok cĂ‚hil) (el-AhzĂ‚b, 72) sıfatından kurtulacak, insan bu ham hĂ‚li, “ظَلُومًا جَهُولًا” (el-AhzĂ‚b, 72) buyuruyor.

SĂ‚lih ameller işleyerek “ظَلُومًا”den kurtulacak, kendine zulmetmekten kurtulacak. “جَهُولًا” sıfatından kurtulmak icin Hakk’a rĂ‚m olmak sûretiyle cĂ‚hilliği bertaraf edecek.

Mu’minin rahmet gonlune yansıyacak. Yumuşak gonullu olacak. Tebessum hĂ‚li eksik olmayacak. AslĂ‚ kalp kırmayacak. Allah’tan affolunmasını niyaz ederek kimseye de kırılmamaya gayret edecek.

Yunus Emre’nin ne guzel bir ifadesi var:

Gonul Calab’ın tahtı.

Calab gonule baktı

İki cihan bedbahtı

Kim gonul yıkar ise.

Yani bir mu’min, yalnız kendini duşunen/hodgĂ‚m olmayacak. Kardeşi icin kendinden fedakĂ‚rlık eden, îsar sahibi olacak. MuhĂ‚cir-Ensar hĂ‚linden hisse alacak.

Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- halifeyken Seleme isimli birisi yolda konuşuyor, yollar da dar. Hazret-i Omer gecerken:

“‒Seleme diyor, insanların gececeği yeri kapatma!” . HattĂ‚ şoyle bir, hafifce elindeki bastonla îkaz ediyor, “kenara cekil” diyor. Bir sene sonra:

“‒Seleme gel.” diyor.

“‒Buyur yĂ‚ Halîfe.”

“‒Bu sene hacca gidecek misin?”

“‒Mumkun olursa giderim.”

“‒Al diyor, sana 600 dinar.”

“‒Hayrola halîfe diyor, bu nereden cıktı?”

“‒Sen , gecen sene yolu kapatmıştın . Ben de seni elimdeki asĂ‚ ile hafifce bir ittim . Oradan bana bir kul hakkı terettub etti . Onun icin sana bu 600 dinarı veriyorum ki , onun bir bedeli olarak seni hacca gondereyim.”

“‒YĂ‚ halîfe , ben unuttum gitti onu.”

“‒Sen unuttun ama, ben unutmadım.”

Nasıl hassas, rakik bir gonul.

Omer bin Abdulaziz… Hanımı FĂ‚tıma diyor:

SeccĂ‚denin uzerine otururdu, hungur hungur ağlardı . Ben:

“‒Nedir derdin Omer bin Abdulaziz?” derdim.

“‒Benim derdimden daha buyuk bir dert mi var derdi. Ummet-i Muhammed’in mes’ûliyeti uzerimde derdi. Fakirler, garipler, yalnızlar, kimsesizler, ulaşamadığım bircok kişiler vardır. Yarın Allah Rasûlu tebessumunu eksik ederse, ben ne yaparım orada kıyĂ‚met gunu?”

Hanımı diyor ki FĂ‚tıma:

“Sanki , yatakta havuza duşmuş kuş gibi cırpınırdı diyor endişesinden. Ben de bakamazdım , uzerine bir carşaf atardım.”

İşte nasıl bir, rahmetin gonle yansıması. Kendisini butun ummetten mes’ûl gormesi. Dunyanın akışından kendisini mes’ûl gormesi.

ZekĂ‚tın nisĂ‚bını biliyoruz, kırkta bir. Fakat CenĂ‚b-ı Hakk’ın bize verdiği istîdat, imkĂ‚n;

مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِهِ

(“…Bize tĂ‚katimizin yetmediği şeyleri yukleme!” [el-Bakara, 286])

TĂ‚kat fazlası değil, fakat tĂ‚kati istiyor CenĂ‚b-ı Hak. O tĂ‚kati odemek icin ashĂ‚b-ı kirĂ‚m Cin’e gitti, Semerkand’a gitti, dunyanın dort tarafına gitti. Medîne-i Munevvere’de, Mekke-i Mukerreme’de medfun sahĂ‚bî 20.000’i gecmiyor. VedĂ‚ Haccı’nda 120.000 sahĂ‚bî vardı.

VelhĂ‚sıl bir mu’min, muhabbet ehli olacak. FĂ‚nî, meşrû muhabbetler, bĂ‚kî muhabbete istikĂ‚metlenecek. Amellerde ihlĂ‚s ve samimiyet olacak. Her iş, ivazsız ve garezsiz, “hasbeten lillĂ‚h” olacak; Allah rızĂ‚sı icin olacak.

VelhĂ‚sıl bir mu’min, corak insan değil, rahmet insanı olacak. Vakıf insanı olacak. Yağmur gibi, girdiği her yere hayat verecek, rahmet tevzî edecek. Guneş gibi, en kuytu, ucrĂ‚ları bile aydınlatacak.

VelhĂ‚sıl insan, hayvan, nebĂ‚tat, onunla, o mu’minle hayat bulacak. DeryĂ‚ gonullu olacak.

Mu’minin dili bir rahmet dili olacak. CenĂ‚b-ı Hak:

“Siz insanlar icinden cıkarılmış en hayırlı bir ummetsiniz. İyiliği emreder, kotulukten nehyedersiniz…” (Âl-i İmrĂ‚n, 110)

Numûne olacak. EcdĂ‚dımız Osmanlı her gittiği yere Anadolu’nun temiz halkını goturdu. O temiz halkla oranın halkı İslĂ‚m’la şereflendi.

CenĂ‚b-ı Hak ne buyuruyor Kur’Ă‚n’da, -konuşmamız ona gore olacak-:

قَوْلًا كَرِيمًا (el-İsrĂ‚, 23) buyuruyor.

قَوْلًا مَيْسُورًا (el-İsrĂ‚, 28) buyuruyor.

قَوْلًا سَدِيدًا (el-AhzĂ‚b, 70) buyuruyor.

قَوْلًا لَيِّنًا (TĂ‚hĂ‚, 44) buyuruyor.

Efendimiz:

“Ya hayır soyle veyahut da sus.” buyuruyor. (Muslim, ÎmĂ‚n, 77) Cirkin bir soz istemiyor Rasûlullah Efendimiz. CenĂ‚b-ı Hak da:

“…Unutma ki seslerin en cirkini merkeplerin sesidir.” (Lokman, 19) buyuruyor.

Bir mu’min, incitici, ezĂ‚ verici değil, gonle şifĂ‚ verip hĂ‚li ıslah edici olacak. İtici değil, cezbedici bir dili olacak. CĂ‚zibe merkezi olacak.

MevlÂn diyor:

“Tatlı suyun başı kalabalık olur.”

Tatlı dilli olacak. DergĂ‚h gonullu olacak. İmhĂ‚ eden değil, inşĂ‚ eden bir dili olacak. SelĂ‚met, ulfet oluşturan bir dili olacak. Olmazsa “سَلَامًا” (el-FurkĂ‚n, 63) diyecek, cĂ‚hillerden oteye gidecek, munĂ‚kaşa ortamına girmeyecek. Suyun akışı gibi gonullere huzur tevzî edecek.

Baharın rahmet yağmuru dirilticidir. Sonbahar yağmurları soğuk ve yaprakları dokucudur. MevlĂ‚nĂ‚ o şekilde bir dil olmasını arzu etmiyor. Mu’minin sozleri bereketli yağmurlar gibi gonulleri yeşertici olacak. Gonul, Allah ve Rasûlu’nun muhabbetiyle dirilecek. NĂ‚dan/hamlıktan kurtulacak. Her gorduğu şeyde CenĂ‚b-ı Hakk’ı hatırlayacak, kalp hatırlayacak. Gozunun gorduğu şeyde yine CenĂ‚b-ı Hakk’ı azamet-i ilĂ‚hiyyesini, Rasûlullah Efendimiz’e olan bir muhabbet, O’nun yuzu hurmetine halkoldu.

HattĂ‚ Fuzûlî ne guzel soyler:

HĂ‚k-i pĂ‚yine yetem der omrlerdir muttasıl,

Başını daştan daşa urup gezer Ă‚vĂ‚re su.

Suyun o akışına baktığı zaman bile Rasûlullah Efendimiz’i hatırlatır. Sanki Rasûlullah Efendimiz’in ayak ucuna gitmeye calışıyor sağa sola carpa carpa…

Bizim hocamız Yaman Dede -rahmetli-:

Gonul hûn oldu şevkinden boyandım yĂ‚ RasûlĂ‚llah

Nasıl bilmem bu nîrĂ‚na dayandım yĂ‚ RasûlĂ‚llah

Ezel bezminde bir dinmez figandım yĂ‚ RasûlĂ‚llah

CemĂ‚linle ferahnĂ‚k et ki yandım yĂ‚ RasûlĂ‚llah.

Hocamızdı bizim İmam Hatip’te. Bronzlaşmış bir rengi vardı. Yanık bir, -nasıl insan Guneş’te yanar kavrulur- o şekilde bir rengi vardı. Mesnevî’den bir-iki beyit yazardı, ağlamaya başlardı. Rasûlullah Efendimiz’den bahsederdi, o gozunun cukuruna damlalar akar giderdi.

Bunlar, Efendimiz’i yakından tanıyabilmek…

Yine Es’ad Erbilî Hazretleri… Nasıl bir, gonlunde bir yangın var, nasıl o yangın:

“TecellĂ‚-yı cemĂ‚linden Habîbim nev-bahar ateş

Gul ateş, bulbul ateş, sumbul ateş, hĂ‚k u hĂ‚r ateş…” diye devam ederdi.

AshĂ‚b-ı kirĂ‚ma gittiği zaman, o ayrı bir tanımaydı. Abdullah bin Zeyd… Oğlu gidip;

“‒Baba diyor, Rasûlullah vefĂ‚t etti.”

“‒YĂ‚ Rabbi şu gozleri al diyor. O’nu gordukten sonra bu gozler başka bir şey gormesin.”

İmam Nevevî Hazretleri, Rasûlullah Efendimiz karpuzu nasıl keserdi, nasıl yerdi, ona hadislerde rastlamadığı icin karpuz yemiyor. Biz yapsak sun’î olur…

Seyyid Ahmed Yesevî Hazretleri 63 yaşına geldiği zaman irşĂ‚dına mahzen gibi bir yerden irşĂ‚dına on sene devam ediyor. Allah Rasûlu 63 yaşında vefĂ‚t etti diyor.

Bu nasıl bir yakından tanımak…

Yani bir, Rasûlullah’ın hasreti bile bir lezzet veriyor. O hasretten bile bir lezzet duyuyor.

CenĂ‚b-ı Hak bize Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i yakından tanımayı, Kur’Ă‚n ile merzuk olabilmeyi, şu kĂ‚inattaki ilĂ‚hî hikmetlerden, ibretlerden ders alabilmeyi;

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

(“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” [el-Alak, 1]) CenĂ‚b-ı Hakk’ın ilĂ‚hî rahmetini, ilĂ‚hî azametini, ilĂ‚hî kudretini, o sonsuzluktan bir zerre kadar okumayı, CenĂ‚b-ı Hak cumlemize nasîb eylesin.


Osman Nuri Topbaş

__________________